Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
«34AYIS 2002 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
DIZI
Hüseyinölünce
Mahir de ölmekistedi
Ord Çoliîlcr llkoy Demir, Neonı Demır Tuğ/ul Eryrlmaı,
Oğuz Etg Ahlla Kedon Erluğrv <urkçvj Oğınfion Muflüoğlu
Muzorfer Oraroğlu Ötcu Soğır, TesBm Tore w Muddo Yobner
İ l k t t DEMİR
Saısaryan Han'ın en üst katındaki
hücEmdeydim. Aklım çok ağır işken-
cedaı geçirilmiş olan Necmi ve I r -
fan \aydı. Karşı sıradaki iki hücredey-
dileı Durumlannı bılememek ve elim-
den -yiı şey gelmedığını kabullenmek
çok ?ordu. Buraya getirildığimızden
beri süren kargaşa ve terör faslı sona
errru», ortalığa alışılmadık bır sessiz-
lLk çjkmüştü. Adeta bızı unutmuşlar-
dı. Lzun aralıklarla hücrelerden bırinın
kapiii açılıyor, içimizden biri sessizce
yazn sorguya götürülüyordu. Beni de
aldılır. Birkaç masa. sandalye ve dak-
tilo hılunan sıradan bir büroda sorgu-
ya bişladılar. Bu kez gözlüğümü de
verrrişlerdi. Birkaç gün önceki ışken-
cecibrin bunlar olup olmadığını anla-
mayî çalışıyordum. Ortamdaki farklı-
lık çırpıcıydı. Kafamdaki tek düşiin-
ce oyuna gelmemek ve dışandaki ar-
kadâjlann güvenlığıni tehlikeye dûşü-
rebilecek bir aynntıyı dile getirmemek-
ti. O}sa sorgu çok sıradandı. Sankı sor-
gucuıann aklı söylediklerimde değil-
di. Lif arasında bana arkadaşlanmın ku-
şatılciıklannı, yakalanmalarının an me-
seles. olduğunu söylediler. Yakalandı-
ğımızdan ben bu tür o kadar çok yan-
hş bügi vermışlerdı ki... Tutsaksanrz,
sizi rutsak edenlerle aranızdakı mesa-
feyi korumalı, ortama elden geldiğin-
ce yabancılaşmalı ve hele her söylene-
ne asla inanmamalıydınız. Bunlan sağ-
duyumla bilıyor ve serinkanhlığırru ko-
ruyordum. Benden Mahir'i tarif et-
memı istediler. Elden geldiğince ger-
çeğe aykın bir tarif yaptım. Her ihtima-
le karşı, ihtiyatlı davranıyordum. Sıra-
dan sorgu devam etti. Derken birden ka-
pı açıldı, çelik yelekli tabancalı uzun
boylu biri daldı odaya. "Gözümüz ay-
dın" dedi, "Olay bitti; Mahir ölii,
Hüseyin yarah!" Odadakiler sardıp, bir-
birlerini kutlamaya başladılar. Don-
muştum. Sonra bana döndüler, alaycı
bir dille bir şeyler söylediler. Artık biç-
bir şeyi duymuyordum. Ağhyordum.
Ortamdan bütünüyle kopmuştum. San-
ki yüreğim dağlanıyordu. Odadakiler
sustular. Sorguya devam etmeye çahş-
tılar. Olmayınca, "Sonra devam ede-
riz" dediler ve beni hücreme götürdü-
ler.
Hücreye dönmek çok iyi gelmişti.
Yüreğimdeki dağlanma dinmiyordu,
ama hücremin sessizliğinde ağlayabi-
liyordum. Kendimden utanmıştım. Sor-
guda zayıflık gösterdim, duygulanmı
ele verdim diye kendime kızıyordum.
Sorguculanm da gafıl avlanmışlardı.
Akıllan gerçekten başka yerdeydı ve za-
yıflığımı kullanıp, beni çökertmeye
kalkışmamışlar, benim acımdan etki-
lenmişlerdi. Duyduğum haben ötekı
hücrelerdeki arkadaşlar bilmiyorlardı.
Bu durumda ne yapmam gerekirdi0
Acaba, bağırarak bunu onlara açıkla-
malı mıydım? Öylesine çaresızdim ki,
bilemedım. Aradan kısa bır süre geç-
tı. Hücrenin kapısı açıldı, başını içeri
uzatan çelik yelekli uzun boylu sorgu-
• Mahir, yaşamak istememiş, hücrede
yazdığı şiirde de bunu dile getirmişti.
Hüseyin ölürken hayatta kalmak onun
için bir yaraydı. Ama mahkemeler
sırasında toparlanmıştı. Siyasal
Bilgiler'de sıralara sığmayıp merdivenleri
dolduran binlerce gencin soluksuz
dinlediği güçlü hatip geri gelmişti.
cuydu "Uzülme artık" dedi, "Yanıl-
mışız. ölen Hüsevin'miş, Mahir ya-
şıyor"
Göğsümdeki dağlanma, yenni bü-
tün hücrelerime sinen, beni güçlendi-
rip, ayaklarım üzerinde doğrulmama
yardım eden derin bir acıya bırakmış-
tı. Hüseyin Cevahir çok tâkdir ettiğim
ve saygı duyduğum bir arkadaştı. Dü-
şüncelı, özverilı ve olgun yaklaşunıy-
la sık sık çocuksulaşabılen üniversite
öğrencısı ortamımıza farklı bır soluk ka-
tıyordu. Bu olgunluğu Alevi dede sü-
lalesınden gelmesıne yorulurdu.
Gazeteler Hüseyin Cevahir'in dür-
bunlü silahla, hedef gözetilerek vu-
rulduğunu yazıyordu. Ilk başta yanıl-
mış olmalan, ölenin Mahir olduğunu
sanmalan, belki de Hüseyin'i Mahir
sanarak vurduklannı düşündürüyor-
du. O gün başka arkadaşlara da Ma-
hir'ı tarif ettirdiklerini öğrenecektim.
Onlar da yanıltıcı tarifler yapmışlar-
dı. \
r
urucu timin elinde bir fotoğraf
olmadığı anlaşılıyordu. Hastaneden
çıkanldıktan sonra Mahir'i bızim ya-
nımıza getirmediler. Aylarca tek başı-
na Selimiye Kışlası'nda bir hücrede tut-
tular. Yaralan ağırdı ve yavaş iyıleşti.
Yıne de, Hüseyin ölürken hayatta kal-
mak Mahir için sanki daha ağır bir ya-
raydı. Hastanede serumunu çıkarma-
ya çalışmış, yaşamak ıstememişti. Hüc-
rede yazdığı bir şiirde bu duygulannı
açıkça dile getirmişti. Savcı Naci Gür
onun bu duyarlıhğını fark etmış ve
tecrit koşullarında olabildığince kul-
lanmıştı. Ibret vericiydi. Sanki Dede
Korkut kitabı canlandınlıyordu. Bir
askeri savcı yirmi beş yaşındaki bır
tutukluyu hayatta kaldığı için eleştin-
yor, öhnediğı için suçluyordu! Duruş-
malar başlayınca bu çirkin taktiğı sür-
dürmek istedi. Izin vermedik. Saldı-
nlan birlıkte göğüsledik.
Mahir kısa sürede toparlandı. Siya-
sal Bilgiler'de sıralara sığmayıp mer-
divenleri dolduran binlerce gencin so-
luksuz dinlediği güçlü hatip geri gel-
mişti. Her zamanki muhakeme gücü ve
söz ustalığıyla mahkemenin yönünü
değistirmemize olanak verdi. Duruşma-
lar adeta bir karşı yargılamaya dönüş-
tü. Sonunda Selimiye'den Maltepe As-
keri Cezaevi'ne, aramıza gelmesini
sağladık. Maltepe'nin üniversite kan-
tınini andıran, yaşanan gerçekliğe bel-
ki biraz hafif düşen ortamında rahat-
ladı. Ama savunma üzerinde yogunla-
şamıyordu. Tek düşüncesi hapishane-
den kaçıştı. Öleceğini biliyor ve idam
edilmek istemiyordu. Bütün kaçış se-
naryolannı ciddiye alıyor, inceliyor,
zorluyordu. Devlet öç almaya karar-
lıydı. Ve bize kurban törenini yani ida-
mı beklemek ya da dövüşerek ölmek
arasında seçim yapmak düşüyordu. So-
nunda tünel seçeneği tercih edildi ve bır
akşamüstü alacakaranlıkta beş arkadaş
kaçtilar.
Biz geride kalanlar tünelden uğurla-
dığımız arkadaşlan bir geri çekilmeyi
örgütlemeye, zorlandığımız ölüm ka-
hm savaşından kaçınmaya ikna etme-
ye çahşmıştık. Belki de kaçanlar ara-
sında olmamanın rahatlığı ve sorumlu-
luğuyla. Ama bunun başanlabılmesi
için dışanda çok güçlü ve serınkanlı
bir örgütsel destek olması gerekiyordu.
Bu gerçekleşmedi. Mahırler ölüm ka-
lım savaşını sürdürmeye zorlandılar.
Onlar kendilerinden beklenen yiğitliği,
devletimız de "kararülığını" göstere-
cekti. Kızıldere'de katledildıler.
Aradan otuz yıl geçti. Kızıldere kat-
liamı ve Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un
ıdamıyla doruğa ulaşan gençlik kıyımı
Türkiye'nın izleyen otuz yıhnı biçım-
lendırdi. Türkiye hâlâ geçmişini göz-
den geçirmeye yanaşmıyor. Hâlâ genç-
lerini kurban törenleriyle yiğitçe di-
renme arasında seçim yapmaya zorlu-
yor. Açlık grevlerini bile silahla bastır-
maya devam ediyor. Banş diyen ço-
cuklan yerlerde süründürüyor. Bu top-
raklarda hâlâ devlete boyun eğmeyen
gençlerin katli vacip sayılıyor. Devlet
bu ülkede hâlâ şiddet ekmeye devam
ediyor.
SÜRECEK
1972 Sağmacılar
Cezaevi Kadınlar
Koğuşu.» Nazan Alp,
Akgül \ulkaslan (Hatice
Alankuş'un annesi)
Giiher Karaçavuş, tnci
Ataberk. Füsun
Özbflgen, FUiz YUmaz,
Leyia DedeaL Eiif Gönül
Tolon, Ferdane
Yurtsever, Nazife Kaya,
Kadrrve Deniz Özen.
Safiye Ozkan, Rüçhan
Nlanas, Hale Kryıcu
Farma Yeşil. Ülker
AkgöL, Nazife Kaya,
Ayşe Baykara, Üka>'
Demir (orta sıradaki
gözJüklü), Hatice
Alankuş, Ayşe Bilge
DiclelL tnci Tannöver,
Selma \e\isoglu, Türkan
Şahin, Lale Ankdal,
Ayşe Emel Mesci,
Muzaffer bgen, Taciser
Belge™
GEÇMİŞTEN
GELECEĞE
ORHAN ERİNÇ
Ah Şu Yabantaparlığıımz
Peyami Safa nın (1899-1961) Millıyet'tekı köşesin-
de 195O'lı yıllarda okumuştum. Yabancılann kimlik ve
dediklerine gereğinden fazla değer vermemizden ya-
kınıyordu.
Hatta bu genel dengesızlığimiz için "ecnebiperest"
sözcüğünün Osmanlıcaya kazandırıldığını da vurgulu-
yordu.
Aklımda kalma nedeni, belki de Osmanlıca yandaş-
larını kızdıracak bır nitelik taşıyor. Çünkü yazar ecne-
biperest sözcüğünden sonra ayraç ıçinde "yabanta-
par" sözcüğünü koymuştu.
Sözcük kendi buluşu muydu, yoksa Osmanlıca söz-
cüğün Türkçeye tam tercümesi miydi bilmiyordum.
Sorma olanağım da yoktu. Çünkü o yıllarda daha lise
öğrencisiydim.
Yabarrtapar sözcügü, o günlerde Amenka Birleşik Dev-
letlen ıle başlayan içli dışlı ilışkılerın de etkısıyle olsa ge-
rek neredeyse bir "kavram" olarak aklımda yer etmiş-
ti.
Aradan akıp geçen yıllar ve ulaştığımız küreselleş-
me dönemı, yabantaparlığımıza yeni boyutlar kazan-
dırdı.
Uluslararası Para Fonu (UPF) ile Dünya Bankası'nın
(DB) yedinci ya da sekızinci derecedekı bir görevlisi kar-
şısında ezilip büzülmelerimizi doğal karşılamaya baş-
ladık.
Hadi bızi bu hale getırip borç batağına sürükleyen-
lenn elleri mahkûm diyelim. Bir dönemın bankerlik uy-
gulamasına benzeyen parasal çarkı döndürebilmek
için taze paraya ihtiyaç var. O nedenle de karşılıklı iliş-
kilen, eşit düzeyde görevlilerimiz yerine, devletlilerimiz
yürütüyor. Borç alıp onunla eski borcu ödeme zorun-
luluğu onlan bu kural dışı davranışa mahkûm kılıyor.
Pekı bıze ne oluyor?
Aylar var ki Bayan Karen Fogg'suz günümuz geç-
miyor. Medyamızın en önemlı haber kaynaklanndan ve
konulanndan biri oldu Bayan Fogg.
Avrupa Biriiğı dendi mi aklımıza hemen adı geliveri-
yor.
"Dediklenniyerine getirmezsek Avrupa Biıiiği dışın-
da kalınz" korkusu ile yaşamaya başladık düşüncesi
bir abartı olmaktan çıkıp genelleşti ve doğallaşıverdi.
Peki Bayan Fogg, Avrupa Bırliği'nın Türkiye'deki
temsilcisi mi?
Değil, ama bir bölümümüzün yabantaparlık alışkan-
lığından, bır bölümümüzün de söyledıklennin siyasal
ya da ideolojik yönleriyle örtüşür olmasından kaynak-
lanan tutumlanyla öyle sanılıyor.
Oysa Bayan Fogg, Avrupa Birliği'nın değil, birliğin
üç organından biri olan Avrupa Komisyonu'nun teknik
temsilcisi. Yani doğrudan doğruya siyasal değerlendir-
meler yapacak, hele hele Türkiye'nin ulusal dış polrti-
kasına yön ve akıl vermeye kalkışacak bir konumu yok.
Ama kendı ışgüzartığı bizim ışgüzarlarla yan yana ge-
lince Avrupa Biriiğı temsilcisi olup çıkıveriyor. Bu sa-
yede manşetlerden de inmıyor.
Avrupa Biriiği'nin ülkemizdeki yasal temsilcisi Ispan-
ya'nın Ankara büyükelçisi.
Onun temsilcıliği de ülkesinin Avrupa Bıriiği Dönem
Başkanlığı süresinın dolacağı haziran sonuna kadar. Tem-
muzda dönem başkanlığı sırası Danımarka'ya geçe-
ceğı için Danimarka'nın Ankara büyükelçisi yıl sonu-
na kadar temsilcilik görevinı üstlenecek.
Dr. Can Baydarol. Bayan Fogg'un statüsü ve yet-
kileri konusunda hem yetkilileri hem de kamuoyunu ay-
lardır bılgilendiımeye çalışıyor, ama yabantaparlık içi-
mize öyle ışlemiş kı herkes kös dinliyor.
Ya da "Kendi ellerimizle yarattığımız AB yıldızına
ayıp etmeyelım" diye hoşgörülü yaklaşımı sürdürme-
yi yeğliyor.
Çarpıcı bir rastlantı olarak Tunceli'deki yerel medya
eğitım seminerinde Dr. Baydarol'un konuşması Avru-
pa Günü'ndeydı. O degerlendırmesinı bir kez daha yi-
nelerken KKTC GazetecilerCemiyeti Başkanı MeteTû-
merkan da Bayan Fogg'un "Sözlerim çarpıtıldı" açık-
lamasının doğru oimadığını dinlediktenne dayanarak ak-
tanyordu.
Bayan Fogg'un, Sayın Cumhurbaşkanı'nın Avrupa
Günü nedeniyle verdiği öğle yemeğinde oturulduğu ye-
re şaşıranlann yani sıra gerçeklerı söylemeyip görünür
anlama başka bir anlam vermeye (yani tevil etmeye)
çalışan devlet gorevlileri de işin cabasını oluşturuyor.
KüreselleşmeveAvrupaBirliği'negiımeçabalan.uy-
garlaşma istekleri yenne yabantaparlık yüzümüzü daha
da tetıkleyecekse geleceğımiz hiç de parlak görünmüyor.
oerinc@ cumhuriyet.com.tr.
Hüseyin Cevahir centilmendi, şairdi. Öğrenci derneği seçimlerinde rekor derecede oy alarak başkan seçilmişti. Jimmy Hendrk'i severdi.
İki işgal arasında ders çalışırdık
OĞUZETÇİ
Denizlerin asıldığı haberi, sabahnı
erken saatlerinde, Selimiye Kışlası'-
nın, bizler için askeri cezaevi haline
getirilmiş bölümündeki koğuşumuza
ağır bir kâbus gibi çöktüğünde herkes
bir köşede uzun süre yasıyla baş ba-
şa kaknıştı. Büiyorduk bekliyorduk.
ancak dostlann ölümüne hazır oluna-
mıyordu. Orada bulunan hemen her-
kes son birkaç yılda birçok arkadaşı-
nın ölümünü yaşamış, defalarca kah-
rolmuştu. Ama ilk defa karşüaşhğınıız
bu resmi ve "kanuni" ınfaz kabulle-
mlebüir bir şey değildi.
Cevahir'in öldürüldüğü haberini de
Ankara'da dolmuşun radyosundan
duymuştuk. Istanbul'da Mahir'le be-
raber kısnnldıklan ve çatışmaya gir-
dikleri yerden adeta naklen yayın ha-
vasında sık sık haber veriliyordu. So-
nunda durumkesinleşmişti. Mahirya-
ralı, Hüseyin "ölfi elegeçnuşti".
68'li yıllar. O günlerde öğrenci ol-
mamıza rağmen, yaşantımızuı temel
unsuru devrimci hareket idi. Ancak
ben siyasetteki Hüseyin'i değil, ya-
şamdaki Hüseyin'i anlatmaya çalışa-
cagun. Hüseyin Cevahir'le arkadaşlı-
ğımız, dostluğumuz 68' in o yaşanıla-
sı SBF yurdunda olduğumuz günler-
de ve o yurttan çıkarak yaptığımız
devrimci çalışmalarda gelişti, pekiş-
ti. Onun etrafinda ona ve birbirine sı-
kı bağlarla bağlı bir arkadaş grubu
oluşmuştu. Hüseyin hangi kesimden
olursaolsunyurttaki tüm öğrenciler ta-
rafından s^'îlen, saygı duyulan bir ki-
şilikti. Bu onun insan sevgisinden,
yurtseverliğinden. bilgeliğinden, gü-
leçliğinden, kibarhgından, centilmen-
liğinden şairliğinden, edebiyatçılığın-
dan ve tutarlı devrimci kişiliğüıden
kaynaklanı-
yordu.Öğren- ,
ci derneği se- .
çimlennde re-
korbir oyora- •
nı ile dernek '
başkanlığına
seçilmiş ol- '•
ması da bu-
nun gösterge-
siydi.
O yıllarda,
çok emek verdiği TÎFden kopuş onu
oldukça etkilemişti. Ama daha sonra
inandığı devrimci çizgide, öldürülün-
ceye kadar tam bir kararhlıkla yürü-
yecekti. Şiiri seviyor, kendisi de yazı-
yordu. Şiirin, edebiyatın önemli ol-
duğunu gözlerimizin içine baka baka
anlatıyor ve şiiri sevelim diye Nâzun
Hikmet'ten, Ahmet AriTten o tatlı
Kürt şivesiyle şiirler okuyordu. Bayı-
hyorduk buna.... Şiirlerimizi yazarla-
nmızı okumaımz, bilmemiz gerekti-
ğini söyledığınde. biraz sıkılsak da
belli etmiyorduk. Zaten o günlerde
kendisini profesyonel devrimci sayan
bizleri, şiirin edebiyatın önemli oldu-
ğu konusunda Cevahir'den başka kim-
se ıkna edemezdi. Bir gün îstanbul'da
gezerken bir dükkânın vitrininde bü-
yük boy posterdeki "Tüppy" görünüş-
İü gıtarlı genci göstererek bu şahsın kim
• Hüseyin Cevahir, Sabahattin
Kurt'un üzerinde eter
denediğimizi öğrenince "Ona zarar
verecektiniz, böyle şey yapılır mı"
diye bizi bir güzel haşlamıştı.
olduğunu bilip bilmediğimi sormuş-
tu. Ben herhalde kem küm etmiş ola-
cağun ki, JimmyHendm ve evrensel
müzik üzerine, güzel ve içimi ısıtan
açıklamalar dinlemiştim Hüseyin'den.
Bizden 3-4 yaş büyük olmasından
ama esasen onda güvenilir bir dostluk,
koruyuculuk ve bilgelık buhnamız-
dan, Alevi ve dede soyundan olmasın-
dan dolayı Sabo, (Sabahattin Kurt, Kı-
zıldere'de öldürüldü) Zafer, (Kutlu)
ve ben ona baba demeye başlamıştık.
Onun bir kız arkakdaşının olmasınuı,
bizleri de mutlu edeceği yönündeki
dokundurmalanmıza verdiği cevap
bizlere de bir nasihat niteliğindeydi.
Önümüzdeki günlerde devrimci mü-
cadelenin keskınleşeceğini bugünler-
de böyle baglar kurmanın doğru oima-
dığını, fazladan kimseyi üzmemek ge-
rektiğini söylüyordu.
Yine bir gün,
Zafer ben ve bir
iki arkadaş da-
ha, eterininsanı
bayıltmaetiasi-
nidenemekûze-
resaflığınvete-
mizliğin simge-
si olan Sabo'yu
denek olarak
gözümüze kes-
tirmiştik.
Günlük anlamdaki temizlik değil...
Çünkü o günlerde kirliliğe alışmak da
devrimci bir erdem sayılıyorve Saba-
hattin Kurt da bu erdemini oldukça ge-
liştirenlerdendi. Yatakhanede birkaç ki-
şi aniden herşeyden habersiz bize gü-
lücükler dağıtan Sabo'nun üzerine atı-
larak eterli pamuğu burnuna tutmaya
çalışmış, ama Sabo'nun sert direnişi
karşısında sonuna kadar sürdüreme-
miştik. Bu olaydan sonradan haberi ol-
duğunda Cevahir "çocuğa bir zarar
verebifirdiniz, bö\1e şev yapıhr mı
r
di-
ye bizi bir güzel haşlamıştı.
Boykot ve işgallerden sıra gehr de
imtihanlar başlarsa topluca ders çahş-
maya da çalışıyorduk. Ders çalışma-
lar genellikle yurdun önündekı Basın
Yayın Yüksek Okulu'nun derslikle-
rinide" sabahlama" şeklinde oluyor ve
sabaha karşı finndanalınanveyağsü-
rülen sıcak ekmeklerin yenmesiyle
noktalanıyordu. Imtihan sonuçlan açık-
landığında tüm sınavlardan geçen bir
arkadaşuruzı Cevahir, kendisi de da-
hil bir kaç dersten kalmış olan bizle-
re "iyi devrimciböyletthır''diye örnek
gösteriyordu.
Eylem, nöbet ve imtihanlardan firsat
buhınursa kantinin birköşesinde nay-
lon top ile yapılan mini futbol karşı-
laşmalanndan sonra akşamlan yine
kantinin bir başka köşesinde dünya
ülke ve devrimci hareketin sorunlan
üzennde-hepimiz konuşsak da- ge-
nelde Hüseyin'in görüşleri öğrenil-
meye çalışıhyor ve gece çoğu zaman
nakarat of oof diye başlayan "buyi da
kaknkbekar" diye sona eren türkünün
hep birlıkte söylenmesiyle noktalanı-
yordu. Şunu da söyleyeyim ki Hüse-
yin'in sesi güzel değildi. Aslında hiç
birimizinki değildi.
HATAY 2. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
KAMULASTIFL\L4 VE
BELGELERİNIN ÖZET İL.4NI
DosyaNo:2002 193
Davacı Bayındırlık \e tskân Bakanlığı \ekili Abdül-
kadir Güllû tarafindan davalı Hüsevin Nalça alej'hıne
açılan kamulaştırma bedelının tespıti davası uyannca,
Aşağıda özellıklen yazılı taşınmaz davacı ıdare tara-
findan afetzedelere konut ve kamu tesıslen tahsıs ama-
cıyla takdır komısyonunca m2 bınm fıyatı 6.000.000.-
Tl olarak belırlemp kamulaştırma çahşmalanna başla-
nılmıştır.
Kamulaştırması >apılan taşınmaz. Antakva, Saray-
cık Köj'ü'nde kaın 34 pafta Ll. kamulaştınlan kısım
14372 15 m2. malikı Hüsevnn Nalça, hıssesı tam, no'su
1672, kamulaştırmayı yapan Bayındırlık \e Iskân Ba-
kanlığı Mahkememızdekı duruşma tarıhının
20 05.2002 günü saat 09.20'de yapılacağı ılgılılere ilan
olunur. 22 04.2002 Basın. 2
7
425
ADAK4 BEŞtŞCİ ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN
EsasNo:2001 114 KararNcr 2001 1000
Davacı tsmet Erdoğan vekili A\. Alı Galıp Akın tara-
findan da\alı Nebahat Erdoğan aleyhıne açılan boşan-
ma davasının \apılan yargılaması sonunda:
Davalı Nebahat Erdoğan'ın bıldınlen adreslenne çı-
kartılan teblıgatlar bıla teblığ lade edılmış. emnıyetçe
de yaptınlan tüm araştırmalara ragmen teblığe yarar
açık adresı tespit edılemediğınden duruşma günü adına
ılanen teblığ edılmış, mahkememızın 10.12.2001 tarih,
2001 114 Esas 2001 1000 sayılı karan ıle davaıun ka-
bulüne Sıvas iiı, Gemerek ılçesı. Çepnl Ş. Bnb. M.
Aras Mah,lcö\ıi 12 cılt, 42 hanede nüftısa kayıtlı bulu-
nan Imdat \e Emıne'den olma 04.02.1934 d.lu Ismet
Erdoğan ıle aynı hanedeki ,\zız \e Meryem'den olma
01 01.1950 d.lu Nebahat Erdoğan'm Türk Medeni Ya-
sası'nın 134 maddesı hükmü uyannca boşanmalanna
12 080 000 -TL mahkeme masrafinın davalıdan tahsılı-
ne daır verilen karar teblığ tanhınden ıtibaren yasal sü-
resı ıçensinde temyız edilmedıği takdırde hükmün ke-
sınleşeceğı hususu davalı Nebahat Erdoğan'a ilanen
tebliğ olunur. Basın: 27146