23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
«34AYIS 2002 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIZI Hüseyinölünce Mahir de ölmekistedi Ord Çoliîlcr llkoy Demir, Neonı Demır Tuğ/ul Eryrlmaı, Oğuz Etg Ahlla Kedon Erluğrv <urkçvj Oğınfion Muflüoğlu Muzorfer Oraroğlu Ötcu Soğır, TesBm Tore w Muddo Yobner İ l k t t DEMİR Saısaryan Han'ın en üst katındaki hücEmdeydim. Aklım çok ağır işken- cedaı geçirilmiş olan Necmi ve I r - fan \aydı. Karşı sıradaki iki hücredey- dileı Durumlannı bılememek ve elim- den -yiı şey gelmedığını kabullenmek çok ?ordu. Buraya getirildığimızden beri süren kargaşa ve terör faslı sona errru», ortalığa alışılmadık bır sessiz- lLk çjkmüştü. Adeta bızı unutmuşlar- dı. Lzun aralıklarla hücrelerden bırinın kapiii açılıyor, içimizden biri sessizce yazn sorguya götürülüyordu. Beni de aldılır. Birkaç masa. sandalye ve dak- tilo hılunan sıradan bir büroda sorgu- ya bişladılar. Bu kez gözlüğümü de verrrişlerdi. Birkaç gün önceki ışken- cecibrin bunlar olup olmadığını anla- mayî çalışıyordum. Ortamdaki farklı- lık çırpıcıydı. Kafamdaki tek düşiin- ce oyuna gelmemek ve dışandaki ar- kadâjlann güvenlığıni tehlikeye dûşü- rebilecek bir aynntıyı dile getirmemek- ti. O}sa sorgu çok sıradandı. Sankı sor- gucuıann aklı söylediklerimde değil- di. Lif arasında bana arkadaşlanmın ku- şatılciıklannı, yakalanmalarının an me- seles. olduğunu söylediler. Yakalandı- ğımızdan ben bu tür o kadar çok yan- hş bügi vermışlerdı ki... Tutsaksanrz, sizi rutsak edenlerle aranızdakı mesa- feyi korumalı, ortama elden geldiğin- ce yabancılaşmalı ve hele her söylene- ne asla inanmamalıydınız. Bunlan sağ- duyumla bilıyor ve serinkanhlığırru ko- ruyordum. Benden Mahir'i tarif et- memı istediler. Elden geldiğince ger- çeğe aykın bir tarif yaptım. Her ihtima- le karşı, ihtiyatlı davranıyordum. Sıra- dan sorgu devam etti. Derken birden ka- pı açıldı, çelik yelekli tabancalı uzun boylu biri daldı odaya. "Gözümüz ay- dın" dedi, "Olay bitti; Mahir ölii, Hüseyin yarah!" Odadakiler sardıp, bir- birlerini kutlamaya başladılar. Don- muştum. Sonra bana döndüler, alaycı bir dille bir şeyler söylediler. Artık biç- bir şeyi duymuyordum. Ağhyordum. Ortamdan bütünüyle kopmuştum. San- ki yüreğim dağlanıyordu. Odadakiler sustular. Sorguya devam etmeye çahş- tılar. Olmayınca, "Sonra devam ede- riz" dediler ve beni hücreme götürdü- ler. Hücreye dönmek çok iyi gelmişti. Yüreğimdeki dağlanma dinmiyordu, ama hücremin sessizliğinde ağlayabi- liyordum. Kendimden utanmıştım. Sor- guda zayıflık gösterdim, duygulanmı ele verdim diye kendime kızıyordum. Sorguculanm da gafıl avlanmışlardı. Akıllan gerçekten başka yerdeydı ve za- yıflığımı kullanıp, beni çökertmeye kalkışmamışlar, benim acımdan etki- lenmişlerdi. Duyduğum haben ötekı hücrelerdeki arkadaşlar bilmiyorlardı. Bu durumda ne yapmam gerekirdi0 Acaba, bağırarak bunu onlara açıkla- malı mıydım? Öylesine çaresızdim ki, bilemedım. Aradan kısa bır süre geç- tı. Hücrenin kapısı açıldı, başını içeri uzatan çelik yelekli uzun boylu sorgu- • Mahir, yaşamak istememiş, hücrede yazdığı şiirde de bunu dile getirmişti. Hüseyin ölürken hayatta kalmak onun için bir yaraydı. Ama mahkemeler sırasında toparlanmıştı. Siyasal Bilgiler'de sıralara sığmayıp merdivenleri dolduran binlerce gencin soluksuz dinlediği güçlü hatip geri gelmişti. cuydu "Uzülme artık" dedi, "Yanıl- mışız. ölen Hüsevin'miş, Mahir ya- şıyor" Göğsümdeki dağlanma, yenni bü- tün hücrelerime sinen, beni güçlendi- rip, ayaklarım üzerinde doğrulmama yardım eden derin bir acıya bırakmış- tı. Hüseyin Cevahir çok tâkdir ettiğim ve saygı duyduğum bir arkadaştı. Dü- şüncelı, özverilı ve olgun yaklaşunıy- la sık sık çocuksulaşabılen üniversite öğrencısı ortamımıza farklı bır soluk ka- tıyordu. Bu olgunluğu Alevi dede sü- lalesınden gelmesıne yorulurdu. Gazeteler Hüseyin Cevahir'in dür- bunlü silahla, hedef gözetilerek vu- rulduğunu yazıyordu. Ilk başta yanıl- mış olmalan, ölenin Mahir olduğunu sanmalan, belki de Hüseyin'i Mahir sanarak vurduklannı düşündürüyor- du. O gün başka arkadaşlara da Ma- hir'ı tarif ettirdiklerini öğrenecektim. Onlar da yanıltıcı tarifler yapmışlar- dı. \ r urucu timin elinde bir fotoğraf olmadığı anlaşılıyordu. Hastaneden çıkanldıktan sonra Mahir'i bızim ya- nımıza getirmediler. Aylarca tek başı- na Selimiye Kışlası'nda bir hücrede tut- tular. Yaralan ağırdı ve yavaş iyıleşti. Yıne de, Hüseyin ölürken hayatta kal- mak Mahir için sanki daha ağır bir ya- raydı. Hastanede serumunu çıkarma- ya çalışmış, yaşamak ıstememişti. Hüc- rede yazdığı bir şiirde bu duygulannı açıkça dile getirmişti. Savcı Naci Gür onun bu duyarlıhğını fark etmış ve tecrit koşullarında olabildığince kul- lanmıştı. Ibret vericiydi. Sanki Dede Korkut kitabı canlandınlıyordu. Bir askeri savcı yirmi beş yaşındaki bır tutukluyu hayatta kaldığı için eleştin- yor, öhnediğı için suçluyordu! Duruş- malar başlayınca bu çirkin taktiğı sür- dürmek istedi. Izin vermedik. Saldı- nlan birlıkte göğüsledik. Mahir kısa sürede toparlandı. Siya- sal Bilgiler'de sıralara sığmayıp mer- divenleri dolduran binlerce gencin so- luksuz dinlediği güçlü hatip geri gel- mişti. Her zamanki muhakeme gücü ve söz ustalığıyla mahkemenin yönünü değistirmemize olanak verdi. Duruşma- lar adeta bir karşı yargılamaya dönüş- tü. Sonunda Selimiye'den Maltepe As- keri Cezaevi'ne, aramıza gelmesini sağladık. Maltepe'nin üniversite kan- tınini andıran, yaşanan gerçekliğe bel- ki biraz hafif düşen ortamında rahat- ladı. Ama savunma üzerinde yogunla- şamıyordu. Tek düşüncesi hapishane- den kaçıştı. Öleceğini biliyor ve idam edilmek istemiyordu. Bütün kaçış se- naryolannı ciddiye alıyor, inceliyor, zorluyordu. Devlet öç almaya karar- lıydı. Ve bize kurban törenini yani ida- mı beklemek ya da dövüşerek ölmek arasında seçim yapmak düşüyordu. So- nunda tünel seçeneği tercih edildi ve bır akşamüstü alacakaranlıkta beş arkadaş kaçtilar. Biz geride kalanlar tünelden uğurla- dığımız arkadaşlan bir geri çekilmeyi örgütlemeye, zorlandığımız ölüm ka- hm savaşından kaçınmaya ikna etme- ye çahşmıştık. Belki de kaçanlar ara- sında olmamanın rahatlığı ve sorumlu- luğuyla. Ama bunun başanlabılmesi için dışanda çok güçlü ve serınkanlı bir örgütsel destek olması gerekiyordu. Bu gerçekleşmedi. Mahırler ölüm ka- lım savaşını sürdürmeye zorlandılar. Onlar kendilerinden beklenen yiğitliği, devletimız de "kararülığını" göstere- cekti. Kızıldere'de katledildıler. Aradan otuz yıl geçti. Kızıldere kat- liamı ve Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un ıdamıyla doruğa ulaşan gençlik kıyımı Türkiye'nın izleyen otuz yıhnı biçım- lendırdi. Türkiye hâlâ geçmişini göz- den geçirmeye yanaşmıyor. Hâlâ genç- lerini kurban törenleriyle yiğitçe di- renme arasında seçim yapmaya zorlu- yor. Açlık grevlerini bile silahla bastır- maya devam ediyor. Banş diyen ço- cuklan yerlerde süründürüyor. Bu top- raklarda hâlâ devlete boyun eğmeyen gençlerin katli vacip sayılıyor. Devlet bu ülkede hâlâ şiddet ekmeye devam ediyor. SÜRECEK 1972 Sağmacılar Cezaevi Kadınlar Koğuşu.» Nazan Alp, Akgül \ulkaslan (Hatice Alankuş'un annesi) Giiher Karaçavuş, tnci Ataberk. Füsun Özbflgen, FUiz YUmaz, Leyia DedeaL Eiif Gönül Tolon, Ferdane Yurtsever, Nazife Kaya, Kadrrve Deniz Özen. Safiye Ozkan, Rüçhan Nlanas, Hale Kryıcu Farma Yeşil. Ülker AkgöL, Nazife Kaya, Ayşe Baykara, Üka>' Demir (orta sıradaki gözJüklü), Hatice Alankuş, Ayşe Bilge DiclelL tnci Tannöver, Selma \e\isoglu, Türkan Şahin, Lale Ankdal, Ayşe Emel Mesci, Muzaffer bgen, Taciser Belge™ GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Ah Şu Yabantaparlığıımz Peyami Safa nın (1899-1961) Millıyet'tekı köşesin- de 195O'lı yıllarda okumuştum. Yabancılann kimlik ve dediklerine gereğinden fazla değer vermemizden ya- kınıyordu. Hatta bu genel dengesızlığimiz için "ecnebiperest" sözcüğünün Osmanlıcaya kazandırıldığını da vurgulu- yordu. Aklımda kalma nedeni, belki de Osmanlıca yandaş- larını kızdıracak bır nitelik taşıyor. Çünkü yazar ecne- biperest sözcüğünden sonra ayraç ıçinde "yabanta- par" sözcüğünü koymuştu. Sözcük kendi buluşu muydu, yoksa Osmanlıca söz- cüğün Türkçeye tam tercümesi miydi bilmiyordum. Sorma olanağım da yoktu. Çünkü o yıllarda daha lise öğrencisiydim. Yabarrtapar sözcügü, o günlerde Amenka Birleşik Dev- letlen ıle başlayan içli dışlı ilışkılerın de etkısıyle olsa ge- rek neredeyse bir "kavram" olarak aklımda yer etmiş- ti. Aradan akıp geçen yıllar ve ulaştığımız küreselleş- me dönemı, yabantaparlığımıza yeni boyutlar kazan- dırdı. Uluslararası Para Fonu (UPF) ile Dünya Bankası'nın (DB) yedinci ya da sekızinci derecedekı bir görevlisi kar- şısında ezilip büzülmelerimizi doğal karşılamaya baş- ladık. Hadi bızi bu hale getırip borç batağına sürükleyen- lenn elleri mahkûm diyelim. Bir dönemın bankerlik uy- gulamasına benzeyen parasal çarkı döndürebilmek için taze paraya ihtiyaç var. O nedenle de karşılıklı iliş- kilen, eşit düzeyde görevlilerimiz yerine, devletlilerimiz yürütüyor. Borç alıp onunla eski borcu ödeme zorun- luluğu onlan bu kural dışı davranışa mahkûm kılıyor. Pekı bıze ne oluyor? Aylar var ki Bayan Karen Fogg'suz günümuz geç- miyor. Medyamızın en önemlı haber kaynaklanndan ve konulanndan biri oldu Bayan Fogg. Avrupa Biriiğı dendi mi aklımıza hemen adı geliveri- yor. "Dediklenniyerine getirmezsek Avrupa Biıiiği dışın- da kalınz" korkusu ile yaşamaya başladık düşüncesi bir abartı olmaktan çıkıp genelleşti ve doğallaşıverdi. Peki Bayan Fogg, Avrupa Bırliği'nın Türkiye'deki temsilcisi mi? Değil, ama bir bölümümüzün yabantaparlık alışkan- lığından, bır bölümümüzün de söyledıklennin siyasal ya da ideolojik yönleriyle örtüşür olmasından kaynak- lanan tutumlanyla öyle sanılıyor. Oysa Bayan Fogg, Avrupa Birliği'nın değil, birliğin üç organından biri olan Avrupa Komisyonu'nun teknik temsilcisi. Yani doğrudan doğruya siyasal değerlendir- meler yapacak, hele hele Türkiye'nin ulusal dış polrti- kasına yön ve akıl vermeye kalkışacak bir konumu yok. Ama kendı ışgüzartığı bizim ışgüzarlarla yan yana ge- lince Avrupa Biriiğı temsilcisi olup çıkıveriyor. Bu sa- yede manşetlerden de inmıyor. Avrupa Biriiği'nin ülkemizdeki yasal temsilcisi Ispan- ya'nın Ankara büyükelçisi. Onun temsilcıliği de ülkesinin Avrupa Bıriiği Dönem Başkanlığı süresinın dolacağı haziran sonuna kadar. Tem- muzda dönem başkanlığı sırası Danımarka'ya geçe- ceğı için Danimarka'nın Ankara büyükelçisi yıl sonu- na kadar temsilcilik görevinı üstlenecek. Dr. Can Baydarol. Bayan Fogg'un statüsü ve yet- kileri konusunda hem yetkilileri hem de kamuoyunu ay- lardır bılgilendiımeye çalışıyor, ama yabantaparlık içi- mize öyle ışlemiş kı herkes kös dinliyor. Ya da "Kendi ellerimizle yarattığımız AB yıldızına ayıp etmeyelım" diye hoşgörülü yaklaşımı sürdürme- yi yeğliyor. Çarpıcı bir rastlantı olarak Tunceli'deki yerel medya eğitım seminerinde Dr. Baydarol'un konuşması Avru- pa Günü'ndeydı. O degerlendırmesinı bir kez daha yi- nelerken KKTC GazetecilerCemiyeti Başkanı MeteTû- merkan da Bayan Fogg'un "Sözlerim çarpıtıldı" açık- lamasının doğru oimadığını dinlediktenne dayanarak ak- tanyordu. Bayan Fogg'un, Sayın Cumhurbaşkanı'nın Avrupa Günü nedeniyle verdiği öğle yemeğinde oturulduğu ye- re şaşıranlann yani sıra gerçeklerı söylemeyip görünür anlama başka bir anlam vermeye (yani tevil etmeye) çalışan devlet gorevlileri de işin cabasını oluşturuyor. KüreselleşmeveAvrupaBirliği'negiımeçabalan.uy- garlaşma istekleri yenne yabantaparlık yüzümüzü daha da tetıkleyecekse geleceğımiz hiç de parlak görünmüyor. oerinc@ cumhuriyet.com.tr. Hüseyin Cevahir centilmendi, şairdi. Öğrenci derneği seçimlerinde rekor derecede oy alarak başkan seçilmişti. Jimmy Hendrk'i severdi. İki işgal arasında ders çalışırdık OĞUZETÇİ Denizlerin asıldığı haberi, sabahnı erken saatlerinde, Selimiye Kışlası'- nın, bizler için askeri cezaevi haline getirilmiş bölümündeki koğuşumuza ağır bir kâbus gibi çöktüğünde herkes bir köşede uzun süre yasıyla baş ba- şa kaknıştı. Büiyorduk bekliyorduk. ancak dostlann ölümüne hazır oluna- mıyordu. Orada bulunan hemen her- kes son birkaç yılda birçok arkadaşı- nın ölümünü yaşamış, defalarca kah- rolmuştu. Ama ilk defa karşüaşhğınıız bu resmi ve "kanuni" ınfaz kabulle- mlebüir bir şey değildi. Cevahir'in öldürüldüğü haberini de Ankara'da dolmuşun radyosundan duymuştuk. Istanbul'da Mahir'le be- raber kısnnldıklan ve çatışmaya gir- dikleri yerden adeta naklen yayın ha- vasında sık sık haber veriliyordu. So- nunda durumkesinleşmişti. Mahirya- ralı, Hüseyin "ölfi elegeçnuşti". 68'li yıllar. O günlerde öğrenci ol- mamıza rağmen, yaşantımızuı temel unsuru devrimci hareket idi. Ancak ben siyasetteki Hüseyin'i değil, ya- şamdaki Hüseyin'i anlatmaya çalışa- cagun. Hüseyin Cevahir'le arkadaşlı- ğımız, dostluğumuz 68' in o yaşanıla- sı SBF yurdunda olduğumuz günler- de ve o yurttan çıkarak yaptığımız devrimci çalışmalarda gelişti, pekiş- ti. Onun etrafinda ona ve birbirine sı- kı bağlarla bağlı bir arkadaş grubu oluşmuştu. Hüseyin hangi kesimden olursaolsunyurttaki tüm öğrenciler ta- rafından s^'îlen, saygı duyulan bir ki- şilikti. Bu onun insan sevgisinden, yurtseverliğinden. bilgeliğinden, gü- leçliğinden, kibarhgından, centilmen- liğinden şairliğinden, edebiyatçılığın- dan ve tutarlı devrimci kişiliğüıden kaynaklanı- yordu.Öğren- , ci derneği se- . çimlennde re- korbir oyora- • nı ile dernek ' başkanlığına seçilmiş ol- '• ması da bu- nun gösterge- siydi. O yıllarda, çok emek verdiği TÎFden kopuş onu oldukça etkilemişti. Ama daha sonra inandığı devrimci çizgide, öldürülün- ceye kadar tam bir kararhlıkla yürü- yecekti. Şiiri seviyor, kendisi de yazı- yordu. Şiirin, edebiyatın önemli ol- duğunu gözlerimizin içine baka baka anlatıyor ve şiiri sevelim diye Nâzun Hikmet'ten, Ahmet AriTten o tatlı Kürt şivesiyle şiirler okuyordu. Bayı- hyorduk buna.... Şiirlerimizi yazarla- nmızı okumaımz, bilmemiz gerekti- ğini söyledığınde. biraz sıkılsak da belli etmiyorduk. Zaten o günlerde kendisini profesyonel devrimci sayan bizleri, şiirin edebiyatın önemli oldu- ğu konusunda Cevahir'den başka kim- se ıkna edemezdi. Bir gün îstanbul'da gezerken bir dükkânın vitrininde bü- yük boy posterdeki "Tüppy" görünüş- İü gıtarlı genci göstererek bu şahsın kim • Hüseyin Cevahir, Sabahattin Kurt'un üzerinde eter denediğimizi öğrenince "Ona zarar verecektiniz, böyle şey yapılır mı" diye bizi bir güzel haşlamıştı. olduğunu bilip bilmediğimi sormuş- tu. Ben herhalde kem küm etmiş ola- cağun ki, JimmyHendm ve evrensel müzik üzerine, güzel ve içimi ısıtan açıklamalar dinlemiştim Hüseyin'den. Bizden 3-4 yaş büyük olmasından ama esasen onda güvenilir bir dostluk, koruyuculuk ve bilgelık buhnamız- dan, Alevi ve dede soyundan olmasın- dan dolayı Sabo, (Sabahattin Kurt, Kı- zıldere'de öldürüldü) Zafer, (Kutlu) ve ben ona baba demeye başlamıştık. Onun bir kız arkakdaşının olmasınuı, bizleri de mutlu edeceği yönündeki dokundurmalanmıza verdiği cevap bizlere de bir nasihat niteliğindeydi. Önümüzdeki günlerde devrimci mü- cadelenin keskınleşeceğini bugünler- de böyle baglar kurmanın doğru oima- dığını, fazladan kimseyi üzmemek ge- rektiğini söylüyordu. Yine bir gün, Zafer ben ve bir iki arkadaş da- ha, eterininsanı bayıltmaetiasi- nidenemekûze- resaflığınvete- mizliğin simge- si olan Sabo'yu denek olarak gözümüze kes- tirmiştik. Günlük anlamdaki temizlik değil... Çünkü o günlerde kirliliğe alışmak da devrimci bir erdem sayılıyorve Saba- hattin Kurt da bu erdemini oldukça ge- liştirenlerdendi. Yatakhanede birkaç ki- şi aniden herşeyden habersiz bize gü- lücükler dağıtan Sabo'nun üzerine atı- larak eterli pamuğu burnuna tutmaya çalışmış, ama Sabo'nun sert direnişi karşısında sonuna kadar sürdüreme- miştik. Bu olaydan sonradan haberi ol- duğunda Cevahir "çocuğa bir zarar verebifirdiniz, bö\1e şev yapıhr mı r di- ye bizi bir güzel haşlamıştı. Boykot ve işgallerden sıra gehr de imtihanlar başlarsa topluca ders çahş- maya da çalışıyorduk. Ders çalışma- lar genellikle yurdun önündekı Basın Yayın Yüksek Okulu'nun derslikle- rinide" sabahlama" şeklinde oluyor ve sabaha karşı finndanalınanveyağsü- rülen sıcak ekmeklerin yenmesiyle noktalanıyordu. Imtihan sonuçlan açık- landığında tüm sınavlardan geçen bir arkadaşuruzı Cevahir, kendisi de da- hil bir kaç dersten kalmış olan bizle- re "iyi devrimciböyletthır''diye örnek gösteriyordu. Eylem, nöbet ve imtihanlardan firsat buhınursa kantinin birköşesinde nay- lon top ile yapılan mini futbol karşı- laşmalanndan sonra akşamlan yine kantinin bir başka köşesinde dünya ülke ve devrimci hareketin sorunlan üzennde-hepimiz konuşsak da- ge- nelde Hüseyin'in görüşleri öğrenil- meye çalışıhyor ve gece çoğu zaman nakarat of oof diye başlayan "buyi da kaknkbekar" diye sona eren türkünün hep birlıkte söylenmesiyle noktalanı- yordu. Şunu da söyleyeyim ki Hüse- yin'in sesi güzel değildi. Aslında hiç birimizinki değildi. HATAY 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN KAMULASTIFL\L4 VE BELGELERİNIN ÖZET İL.4NI DosyaNo:2002 193 Davacı Bayındırlık \e tskân Bakanlığı \ekili Abdül- kadir Güllû tarafindan davalı Hüsevin Nalça alej'hıne açılan kamulaştırma bedelının tespıti davası uyannca, Aşağıda özellıklen yazılı taşınmaz davacı ıdare tara- findan afetzedelere konut ve kamu tesıslen tahsıs ama- cıyla takdır komısyonunca m2 bınm fıyatı 6.000.000.- Tl olarak belırlemp kamulaştırma çahşmalanna başla- nılmıştır. Kamulaştırması >apılan taşınmaz. Antakva, Saray- cık Köj'ü'nde kaın 34 pafta Ll. kamulaştınlan kısım 14372 15 m2. malikı Hüsevnn Nalça, hıssesı tam, no'su 1672, kamulaştırmayı yapan Bayındırlık \e Iskân Ba- kanlığı Mahkememızdekı duruşma tarıhının 20 05.2002 günü saat 09.20'de yapılacağı ılgılılere ilan olunur. 22 04.2002 Basın. 2 7 425 ADAK4 BEŞtŞCİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN EsasNo:2001 114 KararNcr 2001 1000 Davacı tsmet Erdoğan vekili A\. Alı Galıp Akın tara- findan da\alı Nebahat Erdoğan aleyhıne açılan boşan- ma davasının \apılan yargılaması sonunda: Davalı Nebahat Erdoğan'ın bıldınlen adreslenne çı- kartılan teblıgatlar bıla teblığ lade edılmış. emnıyetçe de yaptınlan tüm araştırmalara ragmen teblığe yarar açık adresı tespit edılemediğınden duruşma günü adına ılanen teblığ edılmış, mahkememızın 10.12.2001 tarih, 2001 114 Esas 2001 1000 sayılı karan ıle davaıun ka- bulüne Sıvas iiı, Gemerek ılçesı. Çepnl Ş. Bnb. M. Aras Mah,lcö\ıi 12 cılt, 42 hanede nüftısa kayıtlı bulu- nan Imdat \e Emıne'den olma 04.02.1934 d.lu Ismet Erdoğan ıle aynı hanedeki ,\zız \e Meryem'den olma 01 01.1950 d.lu Nebahat Erdoğan'm Türk Medeni Ya- sası'nın 134 maddesı hükmü uyannca boşanmalanna 12 080 000 -TL mahkeme masrafinın davalıdan tahsılı- ne daır verilen karar teblığ tanhınden ıtibaren yasal sü- resı ıçensinde temyız edilmedıği takdırde hükmün ke- sınleşeceğı hususu davalı Nebahat Erdoğan'a ilanen tebliğ olunur. Basın: 27146
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear