23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 AĞUSTOS 2001 CUMA DIZI Osmanlı'damezhep olarak Hanefiliğin resmen ahnması, Sünni tarikatların egemenliğini sağlamıştıin, toplumsal gelişmenin önünde engel İttihat - Terakki ve Bektaşiler • Kuruluş dönemi sonrası Osmanlı padişahlan içinde sadece Sultan Abdülaziz'in Bektaşiliğe eğilimli bir tutumu vardır. O da yasaklı olan Bektaşiliğin üzerindeki yasaklılığı "yeterince" kaldıracak kadar inancına bağlılığın gereğini ortaya koyamamıştır. 6) Dönemin Yönetiminde Ulema Etklnliğini Kırma Savaşımi: •»^"uruluş dönemi padişahlannın dışın- « t da, Osmanlı padişahlan tümüyle M.M. Sünni eğilimli tarikatlara bağlan- mışlardır. Hele halifelığı de üstlenınce, Sün- ni İslamcı bir fonksıyonla kendilerini yü- kümlü hissetmişlerdir. Bu durum, son padi- şaha kadar sürmüştür. Yalnız, Sultan Abdü- laziz'in Bektaşiliğe eğilimli bir tutumu var- dır. O da yasaklı olan Bektaşiliğin üzerin- deki yasaklılığı "yeterince" kaldıracak ka- dar, inancına bağlılığın gereğini ortaya ko- yamamıştır. Padişahlar, III. Selim'den itibaren genel- likle Mevleviliğe eğilim göstermışlerdir. Mevleviler, IV. Mehmet zamanıyla (1648- 1687) öne çıkarlar. III. Selım, açıkça Mev- levilik yanlısı bir tutum sergılemıştir. Bu durum, üst düzeyli devlet adamlanna da yansır. Sona yaklaşırken II. Abdülhamit Nakşibendı, V Mehmet Reşat ise yme Mev- levi'dir. Vahdettin'ın ıse tarikatı bılinme- mektedir. Mezhep olarak Hanefiliğin resmen alın- ması, bunun yönetımce meşrulaştınlması, Osmanirda Sünni tarikatların egemenliğini \ sağlamıştır. Bu etkinlik, Sünni dınin nimet- leriyle beslenen ulemanın toplumunyaşamı- nın her alanında belırleyıci ve hükmedicı ol- masına neden olmuştur. Yüzyıllardan ben eline böyle bir gücü geciren ulema, kendısı- ne karşı eğılimlere olanak tanımamış, bu tür eğilımlerin doğmasını baskı yoluyla engel- lemiştır. Onlann gözünde farklı inançlar, özellıkle Alevi-Bektaşı eğılımler "rafızi ve dehri"dirler. Çağdaş ve değişımci eğilim gösteren Tanzımat sonrası aydınlan ıçın Sünnı ulemanın damgası ve yakıştırması hep bu ve bunun gibi suçlama taşıyan ifadeler ol- muştur. Osmanlf nın son yüzyılına II. Ab- dülhamit uzun zaman yönetimde kalışıyla (1876- 1909) damgasını basar. Yüksek ule- ma ile bürokrasi Abdülhamit rejiminin da- yanaklan olmakla bırlikte. o asıl yoksullu- ğu "kaderve kısmet inançlan"yla boyun eğ- meye dönüştürmüş, dine bağnazca bağlan- mayı sağlayarak kölelik ruhunu geliştirmiş, özgürlüğü ve gelişmeyi toplumun gündemi- ne taşımaya çalışan Batıcı aydınlara karşı bir önyargıyla donanarak tepkı öğesi durumu- na gelmiş, çeşitli Sünni tarikatlann müritle- rinden oluşan geniş kamu yığınlanna dayan- mıştır. Yenl bir din adamı tipi O nun egemenliğini sürdürmesinde, halife ıle halk arasında din bağmın kuruluşunda, bu dönemlerde geli- şen "yeni bir din adamı tipi" de büyük rol oynar. Bunlar ekonomik çöküntüye paralel olarak doğmuştur. B ugüne kadar halk- tan uzak kalan resmi ulema aristok- rasisinin altında ve dışında olan bir gelişmedir. Halkm içinden çıkmış ve halkla iç içedirler. Sürekli de coğalmaktadırlar. Medrese öğ- rencileri, hafızlar, imamlar, şeyhler, çerçiler, şerifler, seyyit- ler, nakibler, üfürükçüler, mü- neccimler, büyücüler, mağribı- ler bu dönem mantar gibi çoğal- mış. padişah -halıfenin destek- çileri olmuşlardır. Bunlann me- kânlan durumuna gelen popüler Sünni inanç merkezleri niteliğin- de olan tekke ve zavıyelerde bu dönem oldukça yapay düzeyde ar- tışlar olmuştur. Eskı Nakşıbendi, Sa- zelı, Rüfai. Mevlevı tarikatlannın ya- nı sıra Kuzey Afrika, Cezayır, Sudan. Arabıstan kaynaklı Ticaniye gibi tan- katlar Osmanlı'da ve sarayda "ıtibarlT tarikatlar ve çevreler durumuna yüksel- mişlerdir. Arap şeyhleri ve emirleri bu Özeilikle halifeliğin kendileri- ne geçmesinden sonra Osman- h padişahlan, Sünni Islamcı bir fonksiyonla kendilerini yü- kümlü hissetmişler ve Sünni eğilimlitarikatlara bağlanmış- lank Padişahlar, III. Selimden itibaren genellikle Mevleviliğe eğilim gösterirken, imparator- luğun son dönemlerine yakla- şıldığmda II. Abdülhamit Nakşıbendi. V. Mehmet Reşat ise yine \le\ le\ i akımın içinde yerini almıştL çeşniye ayn bir renk katmıştır. Işte Abdül- hamit rejiminin ve sarayın gerçek dayanak- lan bunlardır. Doğallıkla muhalefet konu- munda olan Jön/Genç Türk hareketi, bu ke- simın karşısında yer alan Alevi-Bektaşi çev- relerle "doğal ittifak" içinde olacaktır. Bu durum, koşullar gereği kaçınılmazdır. Osmanlı'nın son yüzyılı O zellikle Tanzimat öncesi ve sonra- sında kısa bir dönem kimi muhale- fet nitelikli olaylarda ulema, ko- numlan gereği etkin olmuştur. Özeilikle toplumun geniş bir kesiminin meşruiyetın kaynağını din olarak görmesi, ulemamn bu alandaki önemini somut olarak ortaya koyar. Osmanlf nın son yüzyılında ise, ulema ile aydınlar arasında muhalefet konusundaki ilişki iki biçimde yeni birboyut kazanır. Bu gelişmeye göre; bırincisi yeni aydın tıpinın büyük çoğunluğu "dini toplumsal gelişme- nin önünde engel" görmektedir. Bu neden- le ulema artık uyuşulabilecek ve uzlaşılacak birbağlaşık değildir. Ikincisi ise; siyasal re- jimin meşruiyetini dinsel kurallara dayandı- rarak açıklaması, dinın meşruiyetini çürüt- mek için. muhalefetin ulemanın zorunlu desteğine gereksinim duymasını gerektir- miştir. J ön/Genç Türkler bu ikinci kesimle ilginç ilişkiler kurmuştur. Abdülhamit reji- minin kendisine karşı gördüğü bu ulema ve dınci kesime yönelik siyasal baskısı, bu ke- simle Jön/Genç Türk hareketi arasında iş- birliğıne, ilginç ve sıcak ilişkilenn gelişme- sine neden olmuştur. Yönetimın özeilikle Sünni eğilimli halk-islamcı çevrelerin tem- silcilennden yararlanmaya çalışması, bu ilişkiler yumağını daha da karmaşıklaştır- mıştır. Jön/ Genç Türklerin ortodoks Islam ulemasmdan aldıklan fetvalarla sultam dü- şürmeyi ve rejımi yıkmayı "caiz" göster- meye çalışması, İttihat ve Terakki örgütünü 1895 öncesinin "öğrend topluluğu" niteli- ğinden kurtarmak ve çeşitli kesimlere yö- nelmek çalışmalan sırasında ilkin bu ulema kesimine yönelmeleri, belli bir süre birbir- lerinden yararlanmalan bu karmaşık ve il- ginç ilişkılerin bir sonucu ohnuştur. Ulema temsılcılerinın örgütün merkez yönetimini ve birtakım mevkıleri ele geçirmış, etkin duruma geldiklen de olmuştur. Suriye, Mı- sır gibi şubelerde de ulema ile Kadiri ve Ru- fai gibi Sünni tarikat çevrelerinin egemen- liği olmuştur. Örneğin Bedevı şeyhi Naili Efendi, Istanbul merkez örgütünde etkındir. Bu durum çeşitli çevrelere de çarpıcı gelir ve eleştirilere yol açar. Batı özgürlüklerini esas alan Jön'Genç Türk hareketiyle "fana- tik ve anti-Avrupa tabakalann; denis, softa ve ulemanın nasıl beraberce hareket ettiği" sorulur. Örgütün darbe hareketleri sırasın- da saraydan "özel bağış" larla beslenen Seyh Abdülkadır ve Naılı Efendilerin tutuklan- ması, 350'nin üzerinde örgüt üyesınm ya- kalanması Istanbul merkez örgütünün çök- mesine neden olmuştur. Bu olaylardan son- ra ve örgütün oluşturulmasının ikinci aşa- masında dinci, Islamcı, ulema ve Sünni ta- rikat çevrelerine karşı daha ölçülü yaklaşıl- mış, örgüt bu çevrelerden uzak tutulmuştur. Özeilikle, Alevi-Bektaşi çevrelerle ilişki bu deneyimden sonra yoğunluk kazanacaktır. Sürecek Devrimci hareketler Yeni Osmanlıcılık ve Jön Türkler 7) Yeni osmanlılartn Radlkalleştlrdlği Softacılık Karşısında. II. Abdülhamit1 In Sünni Tarikatlara Yanasma PoHtikasi: Feni Osmanlıcılık ve onu izleyen Jön/Genç Türk, it- tihat- Terakki gibi hareketler Batı standartlan ölçü- sünde yeterince birer "devrimci hareketier" değildirler. Jön/Genç Türkler Avrupa'da libereL, milliyetçi, sosyalist ve Paris Komüncüleriyle tanışmalanna, onlarla içlı-dıslı olmalanna ve onlardan etkilenmelerine karşın, onlarla "aynı dalga uzunluğu"nda çevreler edinememişlerdir. Onlara karşın, Islamcı ve tutucu nitelenmışlerdir. Kaldı ki, Avrupa standartlanna uysalardı, Türk toplumunu o öl- çüde etkileyebilmeleri olanaksız gözükmektedir. Oysa, Yeni Osmanlılar ve Jön/Genç Türkler toplumu tabandan harekete geçiren bir dinamizm yaratmayı başarabılmış- lerdir. Ama bu dinamizm, Avrupa'nın etkisiyle oluşan haksızlıklara karşı birkitlesel tepkı olarak düşünülmemiş- tir. Avrupa'yı ürküten bu durum olur. Bilındıği gibi Yeni Osmanhlarda bir Panıslamıst eğilim görülmez. Bu eği- lim çok sonralan İttihat ve Terakki ile ortaya çıkacakür. A bdülhamit, Yeni Osmanlılann zayıfnoktalannı çok /m. iyi bilmektedir. Onlann memuroluşlan,sürülmeve görevden uzaklaştınlma gibi zayıf bir yanlarmın olma- sı ve kendi aralannda tam bir uyuşum içinde olmama- lan Abdülhamit'i zaman zaman bu hareketi etkisiz kıl- mada, zayıflatmada başanlı kılmıştır. Yeni Osmanlılar- sa medrese öğrencılerini (suhteler' talebe-i ulum) etki- leyebilmişlerdir. O dönemler, kitleler halinde siyasal ey- lemlere girişebilen tek kesim suhteler/ softalardır. u kesim Istanbul içine ve dışına "cerre" çıkabili- yor, para kazanabiliyor, yayın izleyebiliyor, yaban- cı dil öğrenebiliyor, Kınm'dan, Kafkasya'dan sürgün ge- len din adamlanyla görüşebiliyorlardı. Yeni Osmanlılar bu gruplarla toplantilar yapabiliyor ve camılerde bir ara- ya gelebilmektedirler. Bunlar arasında meşrun'yetin öv- güsünü yapan Mehmet Bey gibi propagandactlar çıka- bilmiştir. Ali Suavi ve Hoca Sadık Efendi gibi medrese kökenli Yeni Osmanlılar bu kaynaşmayı daha rahat yü- rütmüşlerdir. Böylece Yeni Osmanlılann etkısinde ka- lan medresehler Abdülhamit'in karşısında giderek radi- kalleşerek yer alırken, Abdülhamit de bunlara karşın Sünni tarikat kesimlenyle yakınlık kurar. Bu nedenle Kadiri. Rüfai, Sazeli, Sadi, Halveti ve Nakşibendi tari- kat çevreleriyle ilişkilerini geliştirir, onlardan güç ve destek abr. Doğallıkla, bu ilişki siyasal nedenlidir. Güç edinmek ve denge kurmak amacı taşır. Yoksa tarikatla- ra ilgjsi, aşın bir sufilik merakından ileri gelmemekte- dir. n u durum, Sünni din ve tarikat eğılımleri içerisinde ÂJ bir yeğleme (tercih) siyasetidir. Yoksa. II. Mahmut Yeniçerilik'le savaşında Bektaşi Tarikatı'nı da düşman saymış ve yok etmiştir. Abdülhamit'in ilk dönemlerin- de Bektaşilik bir güç oluşturmadığından. bir alternatif değildir. Çelişki. çatışkı kutuplaşma ve yandaşlaşma Sünni toplumun kendi içinde, yani seri/ ortodoks Islam- cı kesim ile Sünni eğilimli tasavvufi tarikatsal kesim ara- sında yaşanmıştır. J&^umazlığı, kuşkuculuğu ve böl-yönet siyasetiyle bi- J\. linen Abdülhamit Bektaşi çevreleri de böhneye ça- lışmıştır. Anadolu'da etkin olan Çelebilere karşın, Bal- kanlarda etkin olan Babağan Kolu'ndaki özeilikle Ar- navut Bektaşilerini yanıha çekmeye çalışmıştır. Besim Atalay'ın saptamasma göre; Abdülhamit döneminde bu- lunan devlet adamlannm, valilerin, bakanlann birçoğu Arnavut Bektaşileri'ndendir. Bu durum, Abdülhamit'in ünlü böl-yönet siyasetinin bir ürünüdür. BIRBAKIMA SERVER TANİLLİ Çetin Sorular... * überal felsefenin, Batı'da Aydınlanma Çağı'nda, dinci ve mutiakiyetçi otoriteye karşı verdiği büyük mücadeleyi unutmak mümkün değildir. Ama aynı felsefenin, Sanayi Devrimi'nin arkasından, "Bıra- kınızyapsınlar, bırakınızgeçsinler!" deyip, serma- yenin azgınlığına karşı emekçi halka nasıl sırt çe- virdiği de unutulmaz. O yıllardan başlayarak, libe- ral düşünceye -pek de haklı olarak- kuşkulu göz- lerle bakılır olmuştur. Doğrudur, İkinci Dünya Savaşı'nın arkasından, Batı, yeniden "liberal" temeller üzerine oturtulur. Ama unutulmasın, aynı Batı'da, özeilikle de Avru- pa'da, Beveridge Raporu, "sosyal devlet"\n de temellerini atıyordu. Ona uyup Birleşmiş Milletler Şartı ve 1948 Insan Haklan Evrensel Bildirisi, sos- yal ilerlemenin ve sosyal güvencenin altını çizmiş- lerse, hiç de rastlantı değildir. Peki, 9O'lı yıllarla, Batı'da küreselleşmenin, bü- tün bu gelişmeyi unutup "yeni liberalizm"\n peşi- ne takılmış olması ne oluyor? O, kimi insanlann sandıklan gibi sadece bir teknolojik evrimin ürü- nü olmayıp, Reagan-Thatcher yıllanndaki birse- çimden doğmuştur; öyle olduğu için de, teknik buluşlar gibi "gen döndürülemez" bir nitelik taşı- mıyor, pekâlâ tersıne çevrilebilir. Bir politikanın yaptığını bir başka politika bozabilir. Bizdeki aymaz liberal takım, hele onun "Hayek döküntüsü" yobaz kanadı, konuyu bu çerçeve içinde düşünmüş değil. Ne liberal felsefenin "ay- dınlanmacı" köklerinden haberdar, ne sonraki "ta- rihsel bağlam"dan. Bir soyutlamanın arkasından gidiyor ve öyle olunca da insanlanmıza yanlış re- çeteler uzatıyor. "Tanhsel bağlam"\n dışında dü- şündüğü için, Türkiye söz konusu olduğunda, ne 30'lu yıllar için söyledıği doğru, ne Demokrat Par- ti hareketi ve uzantıları için söylediği; hele Özalcı- lık için değerlendırmesi, kökünden yanlış. Derdi dili büyük seımaye! Ülke ekonomısi dışanya teslim olacakmış; in- sanlar işsiz kalacakmış; olsun, sonunda tekniği- miz ve ekonomimiz yenilenecek ya, bu kadar fire- si de olacak elbette... Kafa bu! Bu arada, "liberal" olduğunu unutup, bin dere- den su getırerek dıncı güçlerin değirmenine de su taşıyor. Ancak, tarih de yoluna devam ediyor... • Amerikan ve Avrupa ekonomilerinden hoşnırt- suzluk işaretleri gelmeye başlamıştır. Her an bir sürpriz olabilir oralarda. Daha da önemlisi, ülke içinden, uyarılara yenileri eklenıyor. Onlardan Ser- dar Turgut'unkilen özeilikle belirtmeliyım. Düşü- nürümüzün, Hürriyet'te 20, 21 ve 22 Ağustos ta- rihli yazılan mutlaka okunmalı. Cumhuriyet'in baş- lanndan bugüne, ekonomı ve politikamızın son derece ilginç bir dökümünü yapıyor ve önemli so- nuçlara vanyor. Onları bir yazıda özetlemek mümkün değil. Pek genelde kalarak şunlar söylenebilir: 1929 Bunalı- mı'nın arkasından, Cumhuriyet kadrolan bir eko- nomik kurtuluş savaşını da gerçekleştirmiş; ülke, en azından, "büyük altyapı yatınmtan"na kavuş- muştur. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşı'nın ertesin- de, merkez ülkeler, Türkiye'yi, sanayileşme hede- finden saptınp tarıma ve dış ticarete ağıriık veren bir stratejiyi benımsemeye zorlamışlardır. Ülke ekonomisinin bağımlılığı ve bunalımlarlatanışma- sı böyle başlar. 1946 yılında, köylülüğün ağır bastığı, orta sını- fın da zayıf olduğu bir toplum, demokrasiye geç- meye de hazır değildı. Demokrasiye erken geçil- mesiyle de, paradoksal olarak, ülkenin gelecek- teki gerilemesinin temelleri atılmıştır. Ama asıl dar- beyi, 80'li yıllarla girilen "denetimsız piyasa eko- nomisi" vurmuştur; ülke ona da hazırlıklı değildi. Sonuçta, üretim temeli yok olmaya yüz tutmuş, ta- nmı mahvolmuş, dengeleri altüst olmuş bir ülke yaratılmıştır; üretmeden tıcaretle, rantla, faizle ya- şamaya çalışan "abuk bir balon ekonomısi"yd\ bu. O da patlamıştır. Yoksullaştık, daha da yoksullaşacağız. Şımdi gelip durduğumuz noktada iki büyük so- run van Birincisi, üstelık bir "yönetim boşluğu"nun yaşandığı ülkede, bir geçiş süreci adına, güçlü bir kadroca, hemen bir Ulusal Kalkınma Stratejisi, kapsamlı bir Kalkınma Planı, bir büyük program yapılmadan; devletin yol göstericiliği de insanlara sağlanmadan bu karadelikten kurtulmak mümkün mü? İkinci olarak, yoksullaşma sürecinin hızlanaca- ğı ve orta sınıfı da yok olmak üzere olan bir top- lumda, demokrasiyı nasıl yaşatacağız? "Ekonomik bunalımı piyasa aşar, siyasal buna- lımı da seçımle aşanz" demenin bir getireceği yok- tur. Gecikmeden yanıt bekleyen çetin sorular doğ- rusu... t İKİ TÜRKİYE ÂŞIGININ YASAMÖYKÜSÜ İki "insan"ın yaşamöyküsü... Nilgün Kışlalı "Türk" dedi... Ahmet Taner Kışlalı "Atatürk" dedi. Bir Türk'ün ölümü... * - İki Türk'ün ölümü... •, "". Türklerin ölümü... Öluyorlar. öldürülûyorlar, "Türk" dedikçe, "Atatürk" dedikçe... Ve "Ölen ölür, kalan sağlar bizdendir" diyenler ürûyor... Olsun... Bu kitap, Kışlalı ların geride bıraktıkları sevginin, doğallığın ınsanlığın ve umudun izterinî yansıtıyor. KONUR SOKAK 27/1 06640 KIZILAY - ANKARA ÖMJT TEL: (0312) 419 38 26-27 FAKS: (0312) 417 56 68 Urfa 'da bir dershane için Psikoloji ya da Psikoloji danışmanhk ve rehberlik öğretmenleri aranıyor. Telefon: (0 414) 313 32 71 - (0212) 51115 50
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear