14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1TEMMUZ2001 PAZAR 10 PAZAR YAZÜARI 'Temiz' medya imparatoru da oluyormuş! STUTTCART AHMETARPAD "Citizen Kane" çok ünlü bir Amerikan filmidir. Orson Welles'in başrolde oynadığı filmin konusu, büyük medya patronu VVilliam Randolph Hearst'ın yaşamıdır. Günümüz Almanyası 'nın da bir "Citizen Kane"i var. Adı Leo Kirch. Gazetesinden televizyonuna, yayınevinden film şirketlerine neredeyse tüm Alman medyasını elinde tutan Kirch'i, sahibi olmadığı gazeteler şu sıralar yerden yere vuruyor. Nedeni, televizyon yayın haklannı elinde bulundurduğu Almanya futbol ligi. Leo Kirch'in sahibi olduğu dev holding, AJmanya Futbol Federasyonu'na 2004 yılına kadar üç milyar mark ödedi. Birinci lig maçlannı televizyonu SAT 1 'de artık istediği saatte yayımlayabilecek. Cumartesi öğleden sonra saat 17.15'te sona eren futbol maçlarından görüntüleri bu sezona kadar 18.30'dan itibaren veriyordu. Ancak 2001/2002 s'ezonunda saat 20.15 'ten sonra yayımlayacağını açıkıaması Alman futbol severleri ayağa kaldırdı. Tabii 3-4 saat görüntü beklemek istemeyen, Kirch'in "şifreli" kanalı Premiere'e abone olup her cumartesi en önemli iki maçı canlı seyredebilir. 2002 ve 2006 futbol dünya şampiyonaları maçlannın Avrupa televizyon haklanna da geçen yıl toplam 3.4 milyar mark ödeyen Leo Kirch'e meydan okumak herkesin harcı değil. "tmparatoriuğu*nun temellerini 1956'da kurduğu Sirius-Film şirketi ile atmış. Fellini'ye nakit 20 bin mark vererek gösterim hakkını satın aldığı ilk film "La Strada". Günümüzde Kirch'in en büyük yatınmlan arasında. % 40'ına sahip olduğu ünlü Axel Springer Yaymevi ile % 36 hissesini elinde bulundurduğu Constantin film var. 17 bine yakın sinema filmi ile 53 bin saatlik dizi filminin de yaym hakkı Leo Kirch'in. Alman "Citizen Kane"nin yabancı ortakJan da var. Bu medya krallan en az onun kadar güçlü. Hatta biri ülkesinin başbakanı, Avustralyalı RupertMurdoch'un yanı sıra Italyan SiKio Berlusconi de Leo Kirch'e ortak. Bundan altı ay kadar önce de Suudi prensi Al Vald'in şifreli kanal Premiere'e 800 milyon markJa katıldığı biliniyor. 74 yaşındaki Leo Kirch, televizyonlara çıkmayan, basın toplantısı yapmayan, balolara gitmeyen, kısacası ortahkta görünmeyi hiç sevmeyen bir insan. "lmparatorluğu"nu uzaktan yönetiyor. Bu nedenle toplum onu, gizem dolu kişiliği olan bir ınsan diye tanıyor. Çamur atmak isteyen kimileri de "karanlık adamın biridir" diyor. Tam 45 yıldır Alman medyasını elinde tutan, iş alanınıgiderek büyüten Leo Kirch'in politikacılarla, daha doğrusu politikacılann onunla yakınlık kurması bir ölçüde olağan. Büyük işadamlanyla da arası iyi olan Kirch'in adı, tüm bu ilişkilerine karşın hiçbır skandala kanşmamıştır, banka da "hortumlamamıştır." O, medyanın "temiz imparatoru." Kışısel servetinin 10 milyar mark, holdingin sermayesinin de 40 milyar mark olduğu söyleniyor. Onu çok yakından tanıyan dünyaca ünlü bir yazar: "Kirch, tıep başkalaruun cesaret etmediği riskli işlere gÜTniştir" diyor. •'Burnu iyi koku anr, yüreklidir, servetini de hiç künseye kazık ıtnıadan yapmıştır." Me diyelim, böyle "medya nnparatoru"nu tanrı bize de aasip etsin! Köpek olmaktan vazgeçsek olmaz mı...Aziz IVesin'in zındanlarda geçen acılı yaşanıında. tek partı dönemlerindeki ağır baskılar büyük rol oynadı. 1946'lardan sonra, Amerika'yla çok sıcak ilişkilere giren Türk hükümetı. daha sonralan Demokrat Parti iktidan dönemlennde "Türkiye'vi 2. Amerika yapma" ülküsünü benimsemiş ve bu şaklabanlığa burun kıvıran aydın kesimini, düzmece suçlamalarla tutukevlerine doldurmuştu. ÖzellikJe Aydınlı toprak ağası Adnan Menderes'in 1960'ta hak ettiği darbeyle son bulan dikta rejimi sırasında, yüzlerce aydın, "komünist, vatan haini" suçlamasıyla, uzun yıllar hapıste yattı. Aziz Nesın de o aydınlardan biriydi. Istanbul'da, ünlü öykücü Sabahattin AH'yle birlıkte, tek parti döneminın baskılannı mizah yoluyla sergilemeye başlayan Aziz Nesin, "Marko Paşa" adlı gazetesinde, siyasal yergi ve taşlamanın en cesur örneklerini yazdı. Amerikan tapıncmın resmen onay gördüğü o günlerin Türkiyesi, şimdiki Türkilizceli yaygm sapkınlığın da başlangıcı olmuştu. O günlerde de bilinen kimliğini cesurca sürdüren Cumhunyet gazetesi, yürürlükteki sıkıyönetimin nasılsa gözünden kaçan sözcüklerle, "Amerika'nın sınnian, Tûridye'de başlıyor" manşetini atacaktı. Cumhuriyet gazetesinin o başlığını gören ve "Nereye gidiyoruz" sorgulu bir broşür yayımladı. Tek parti rejimıni ve sıkı yönetim generallerini çok öfkelendiren o broşürde, Truman Doktrini tanımlı girişimle, Amerika'nın kendi siyasal, ekonomik ve stratejik çıkarlarına kıhf hazırladığı savı işleniyordu. 10 bin sayı basılan broşürün sokaklarda dağıtılmasının ardından, Aziz Nesin'in kapısını çalan polisler onu yaka paça polis müdürü Ahmed Demir'in karşısına çıkardılar. Çatık kaşlı polis müdürü, burnundan soluyarak işaret parmağını Aziz Nesin'in yüzüne doğru salladıktan sonra şöyle bağıracaktı: "Ya demek biz Türklerin Rus köpeğjolmasınıistiyorsun?"... Sakinliğini bozmayan Aziz Nesin, öfkeli polis yetkilisine şu yanıtı verdi: "Beyefendi başta, şu köpek olmayı bıraksak olmaz mı? Eğer köpek olmak gerekecekse, Amerikahnın ya da Rus'un köpeği olmak yerine, bizi en iyi mamayla besleyenin köpeği olmak, daha iyi iş savümaz mı?" « _ „ „ _ _ Aziz Nesın, bırbırinı izleyen sorgulamalar sırasında, polisi ele geçen yazıları kendisinin yazdığına da inandırmakta zorluk çektı. Onun kısa boyuna ve esmer yüzüne bakıp, ona yazarlık yakıştırmayan polisler, "ttiraf et bakalım, bu broşürü ashnda kim yazdı" sorusunu soruyorlardı. Hapisliğını bitirdikten sonra, Bursa'da sürgüne yollanan Aziz Nesin'in sürgün anılan. yürek sızlatan bir dramın da açıklamasıdır. Kendisini zindanlara atan adaletsiz ve bilinçsiz adamlara korkusuzca direnen yazar, pisi pisine adam harcayan bir düzenin anatomisini de ortaya koyar. Trajik ve komik öğelerle öngörülen insan manzaralanndan, yoğun kesitler aktaran Aziz Nesin, en küçük bir ödün vermeksizin, soylu direnişini korkusuzca sürdürmüştü. Aziz Nesin'in çıkardığı "Nereye Gküyoruz?" adlı broşür için askeri savcı, ilk duruşmada sanığın 20 yıl süreyle hapsini istemişti. Davayı izlemeye gelen gazetecilerin karşısında gürleyen sıkıyönetim generali, "Dunışma içeriği basına vasakbdır, eğer tek bir saür yazarsanız, topunuzu pestile çeviririm" uyansında bulunmayı unutmadı. Davanın askeri yargıçlan, binbaşı savcıyla uzun uzun pazarlık ettikten sonra, suçun kesinleşmediği savıyla, Aziz Nesin'i, 20 yıl yerine 10 ay hapse yollayacaklardı. Karann son _ _ _ _ b ö l ü m ü n d e ise onun Bursa sürgünlüğüne ahkâm kesilmişti. Aziz Nesin, 10 aylık hapis ve Bursa'ya sürgün cezası aldığı davada, suçlamanın dayanağı olan "Nereye gidiyoruz?" broşürünü ısrarla görmek istedi. 10 bin basılan ve Istanbul sokaklannda dağıtılmış olan broşürü savcı ve yargıçlar sadece polis raporundan öğrenmişlerdi, ama broşürü ne savcı, ne de mahkeme yargıçlan görmüştü. Yazar, tam 25 yıl süreyle, karşısına kim çıktıysa, hep broşürü sorduysa da "Nereye Gidiyonız?" broşürünü gören bir Tann kuluna rastlamadı. Broşürün nereye gittiğini kimseler görmemişti, TORONTO ENGtN AŞKIN ama broşürü yazan hapse ve sürgüne gitmişti. Aziz Nesin'in ellerinde kelepçe, Istanbul'dan iki jandarma eriyle ayak bastığı Bursa günlerini, pınl pınl bir Ingilizceyle çeviren, yine Profesör Joseph S. Jacobson oldu. Daha önceki çevirileri gibi, Türkçeye egemen saygın bir çevirmenin gücünü ortaya koyan "Memoirs of An Exile-Bir Sürgûnün Anılan* içimize ışık saçan bir mizah görkemının yeni bir kanıtı oldu. Balkan ülkelerinde, Ortadoğu'da, Rusya ve Avrupa'da iyi bilinen Aziz Nesin, Ingilizce konuşulan ülkelerde çok az tanınıyordu. Profesör Jacobson ve onun sorumlusu olduğu Amenkan yayınevi "Southmoor Studios"un şubat başında çıkardığı yapıt, daha önce yayımlanan Dog Tails-Köpek Kuyruğu ve Istanbul Boy, Part IV-Istanbul Çocuğu, Bölüm IV gibi diğer yapıtlaria, ünlü yazanmız Yeni Dünya'da da ünlenme olanağma kavuşuyor. Prof. Jacobson, haziran başında Aziz Nesin'in "Surname"sini de Ingilizceye çevirerek büyük yazann Ingilizce çeviri dizisine yeni bir örnek sundu. Bu son çeviri "Hayri The Barber Surname" adını taşıyor. Bize düşen bir ışi üstlenerek Aziz Nesin'i, Fakir Baykurt'u,fiyasHatil'i ve diğer birçok edebiyat ustamızı Kuzey Amerika'ya tanıtmaya girişen Profesör Jacobson'a, bakahm kuru teşekkürü esirgemeyen bir resmi makam çıkacak mı? Işte Joe'nun internet adresi: josephsjacobson@ Peres *le Arafat buluştu Filistin Devlet Başkanı Vaser Arafat ile tsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres, önceki gece Porteldz'in başkenti Lizbon'da bir araya geldi. Portekiz Başbakanı Antonio Guterres'in konutunda yaklaşık iki saat süren görüşmede, Peres'in Arafat'a Israil ve Filistinlilerin banş yolunda "çok önemli bir noktada" bulunduklannı söylediği bildirildi. Peres'in. Mitchell raporundaki banş planını uygulamak istediklerini an cak bunun için tam bir ateşkes sağianması gerektiğini söylediği bildirildi. Peres'le Arafat dün Lizbon'da düzenlenen Sosyalist EnternasyonaJ toplanüsına katıldı. (REU TERS) Bazen mutluluğun bir paraleli yoktur Değerli yazar Fatma Semiha Uçuk, "Tutku (!)" adlı öyküsünde, ("MarüsızDenJz" Insancıl Y. 1995) şöyle yazıyor: "Omrü boyunea evliükle mutluluğu tren raylan gibi birbirine paralel iki çizgi olarak düşünmüş ama ikisini bir arada yürütememişti. Oysa ki biri olmadan öbürü, çatısız bir eve benziyordu, yıldızlan seyrederken üşüyordunuz." Yıldızlan seyrederken gerçekten de üşeyebilir insan, evlı olsa da, olmasa da. Bir yakınlık, bir yürek bağı olması yeter. Kişi içindeki sakJı köşeleri dışan açtığında, bırakın üşümeyi, dolu da yiyebilir, sağanak da. Mutluluklanmızın, mutluluk sandıklanmızın bir paraleli var mı diye soruyorum kendi kendime. Zamanm, koşullann değişmesi, düşüncelerin başka tellere yönelmesi, acaba bizi hangi raylarda yolculuğa sürüklüyor? tşte bu noktada akhma yaratıcılar gelir, yani sanatçılar. Biz sıradan kişilerin düşünceleri, izlenimleri ve deneyimleri. kaldınm boyunea akan sel sulan gibi geçip gidiyor ama, gerçek sanatçılannkiler kalıyor. Bizler içimizi içeri döküyoruz, bilemediniz dost mektuplanna; onlar içlerini dışan döküyorlar: Beyaz perdeye, tiyatro sahnesine, kitaba, müziğe, yontuya, resme. İsveçli tiyarrocu, sinema yönetmeni ve yazar Ingmar Bergman, sanat yapıtlarına son şekli hep kadmlann verdiğini söyler. Gerek filmlerinde canlandırdığı unutulmaz kadın tipleri olarak, gerek de sahneye koyduğu oyunlarda yorumlamanın en büyük ağırlığını taşıttığı ve taşıyabileceğini bildiği kadın oyuncularla olan iletişimin verimli ve "~""""—~ yaratıcı olmasından dolayı. (Bergman'ın, filmlerinin en gözde yıldızı olan ve halen onun yönetmenliğini yaptığı bazı fılmlerin senaryosunu yazdığı Norveçli Liv Ulhnann ile olan ve bir süre süren sahne ve beyaz perde dışı beraberliğini burada, sanat treninin sapa bir istasyonda bir süre raydan çıkmış olmasına veriyorum.) Evlilik ve mutluluk, raylı STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN veya raysız, isveçli bir başka yazan da düşündürmüştü: August Stringberg'i, "Cennet de kadın, cehenjıem de" diye yazarken kimbilir hangi fırtınalı evliliğinin bir çıkmazındaydı. Ne var ki oyunlanndan belki de en ünlü olanı "Matmazel Juöe"de yarattığı ölümsüz kadın tipi, kadınlara, onlardan korktuğu oranda değer de verdiğini gösterir. Ashnda bu oyunun adı Isveççe orijinalinde "Fröken Julie"dir ve neden Fransızcası böylesine yayılmıştır, o ayn bir konu. Bir başka İsveçli sanatçı, ozan 1 Marianne Linder, "Kırmızı Gövercin" adlı şiirini şöyle bitiriyor: "Suyu içme, sevgüim / çiçeklere dokunma / kanıyor içimizde bir beyaz gövercin." Ister bu ülkede, ister sevgili memleketimde her şeyin, her güzelliğin ille de böylesine karmaşık bir formülü olması mı gerektiğini sorguluyorum. Çok farklı ortamlarda yaşayan insanlann ortak sorunlarla boğuşması da beni çok etkiliyor. Bizdeki, yani Türkiye'deki bazı sorunlann başka yerlerde benzeri pek görülmemiştir ama o ayn konu. Sevgili Semiha Hanım haklı. Gerçekten de evlilik/ birliktelik ve mutluluğun bir paraleli yok. Giderek daha sık olarak, çatısız evlerde yıldızlan seyretmeye zorlanıyoruz. Bazı şeylere alıştınlıyoruz; yaşamımız dolara endeksleniyor. Güncel ekonomi politikasından dolayı yazmıyorum bunlan; kendimize, değer yargılanmıza yabancılaşmaıruzdan dolayı. Sanatçılara, onlann ürünlerine daha fazla sokulmamız gerekiyor. Bu yeterli mi? Bu sorunun yanıtı, bir pazar yazısının boyutlannı aşıyor. "Aşk var olmakür/ birbirinin yaşamında" yazıyor Maria Wine. Haklı kadm. Var mıyız birbirimizin yaşamnıda? Belli ki kanıyor içimizdeki beyaz güvercin. Oyleyse neden bir araya gelemiyoruz? Neyi, ne zamanı bekliyoruz? Kulaklann çınlasın Fıstıkçı Cahit! Herhalde bir on yıh geçmiştir. Popüler bir haber dergisinin Londra temsilcisiyken tanışmıştım Cynthra Payne'le. Yaşadığı bölgenin millervekılinin ölümü üzerine, ara seçimlerde Gökkuşağı Ittifakı adı verilen bir partiden adaylığını koymuştu. Kısa boylu, beyaz saçlı, toparlak, güleç yüzlü, sevimli mi sevimli ihtiyar bir kadındı. Hani görseniz teyze diyesiniz gelirdi. Bu görüntüsüne bakıp ya bir öğretmen emeklisi ya da insana sakinlik veren yumuşacık tavırlanndan ötürii huzurevi yöneticisi sanabilirdiniz onu. Hakkında çok şey yazılmış, yaşamı sinemaya aktanlmış olan bu kadıncağız, ülkenin en ünlü kadın satıcısıydı oysa. "Ben kadm satryonım" dese, "Aman estağfurullah o nasıl söz" diyeceğiniz bir kadın satıcısı hem de. Londra'nın en lüks ve zengin semtlerinden birinde, çok gösterişli bir evde "iş yaşamını" sürdürürken, hiç beldemedığı bir anda evini polis basmış, baskın bir skandalı ortaya çıkarmıştı. Payne'in evini ziyaret etmeyen kalmamış meğer. Üst düzey askerler, polisler, ünlü işadamlan, pohtikacılar. Hayli gürültülü bir yargılama sonunda kadm satıcılığından değil, 200 yıllık bir yasaya dayanarak "düzensizev kullanmaktan" bir yıla mahkûm ettiler Payne'i. Işte ben de herhalde bu cezanın bitiminden hemen sonra adaylığını koyduğu o seçim çahşmalannda tanıştım onunla. South Kensington'da lüks bir pubdaki seçim karargâhma gittiğimde çok şaşırmıştım. Hayatımda bu kadar güzel kızlan bir arada görmemiştim daha önce. Yakasındaki Gökkuşağı Ittifakı amblemiyle dolaşan ve beni görür görmez yanıma gelen görevliye kim olduğumu, neden geldiğimi söyledim. Gırgır, şamata seslerinin geldiği, bir dolu gazetecinin bulunduğu salona aldılar beni. Elime de bir içki futuşturdular. Bir yandan içkimi yudumluyor, bir yandan da Gökkuşağı Ittifakı'nın broşürlerine, bildirilerine göz atıyordum. Bir ara ortalık hareketlendi. Bütünflaşlartek bir tarafa çakmaya başladı. Cynthra Payne geliyordu. Yanında da beni kapıda karşılayan o görevli vardı. Payne, herkesin ortasında yerini aldı, başıyla salonda bulunanlan selamlayıp sessizliği sağladıktan sonra, yanındaki adamın yardımıyla beni gösterip şu cümleleri söyleyiverdi. "Beyler, bayanlar! Aramızda bir de Türk gazeteci var. Dünyanın ilgisini nasıl çekriğimizi görüyorsunuz." Salonda öyle bir kahkaha koptu ki anlatamam. Elimdeki içkiyi bardakla beraber nasıl yurmadım, hayretler içerisindeyim. Zaten her firsatta bizimJe dalgasını LONDRA geçen bu adamlar, Payne'in kampanyası için kalkıp da Türkiye'den geldiğimi sanmışlardı. Allah'tan kepazelığim uzun sürmedi. Sazanlıkta yalnız değilmişim meğer. Son dakikada geldiği için bir önceki sahneyi kaçıran bir Fransız gazeteci de kendisini tanıtırken daha aksanıyla ortahğın bir daha kahkahalarla çınlamasına yol açtı. Fransız meslektaş, Ingiliz gazetecilere tek başına malzeme olmaktan kurtarmıştı beni. Sonra Cynthra Payne'le karşılıklı muhabbete başladık. Adeta ağzmdan bal damJıyordu. Ne kadar hanımefendi ve kibardı bilemezsiniz. Neredeyse elini önce öpüp, sonra ahııma koyup aynlacaktım yanından. SeçimJerden başanyla çıkacağma inanıyordu. "Evimi bir kere bile ziyaret edenler oy verseler bizim htifak iktidara bile gelir" dıyordu. Dönüp dolaşıp yaptığı "işin" serbest bırakılması gerektiğine getiriyordu sözü ama, arada bir yaşam pahalılığından, yoksullaşmadan da söz ediyordu. Sık tekrarladığı konu ise parlamenter maaşlan idi. "Çok para ahyor, hiçbir iş yapnuj'orlar" diyordu. Tam o su"ada akhma bizim Fıstıkçı Cahit gelmez mi? Yaşım tutmadığı için ben tanık olmuş değilim ama, bir yerlerde okumuştum bir zamanlar. 60'lı yıllarda, Fıstıkçı Cahit olarak da ^ ^ ^ ^ ^ ^ bilinen Cahit ~""^"~'~ TopgüDe adlı bir vatandaş, adında sosyalist kelimesi de bulunan bir parti kurup seçimlere katılmıştı. Genelev çalışanlannm da hakkını arayacaktı parti. Bu yüzden ilk seçim konuşmasmı yaptığı yer Istanbul'daki genelevler sokağıydı. Seçimlerde bir tek oy bile alamayınca, Topgülle partinin tabelasını denize atmış, parti de tarihe mal olmuştu. Payne'nin partisi de tıpkı Topgülle'ninki gibi hezimete uğradı seçimlerde. "Evimi ziyaret edenler, oy verenlerden fazlaydı" diyerek yorumlamıştı sonuçlan. Geçen haftalarda yapılan seçünlerden büyük bir başanyla çıkan Işçi Partisi hükümeti, zaferinin üzerinden daha bir hafta bile geçmeden başbakanın, bakanlannın ve milletvekillerinin maaşlanna, partinin en gözü kara destekçilerinden Dail>' Mirror'ı bile kızdıracak oranJarda zam yapınca aklıma işte bu Cynthra Payne geldi. Gökkuşağı Ittifakı ile yeniden seçimlere girse. bakan ve milletvekillerine yapılan zammı da diline dolasa. parlamentoya gırmesi işten bile değil. Görünen o ki, şu sıralar bu zamma büyük öfke duyan Ingilizler, yıllar önce hislerine tercüman olmuş Payne'i bu kez ciddiye alacaklar gibi. MUSTAFA ERDEMOL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear