23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15 MART 2001 PERŞEMBE 14 I V I JI j | LJIV kultur@cumhuriyet.com.tr Soyııt resimde bir dip dalgıcı olan sanatçınınyapıtları MilliReasürans Sanat GalerisVnde Mübin'inresmi niye farklı?LEVENT ÇALIKOĞLU Mübin Orhon, Necmi Sönmez'in iddia etti- ği gibi çağdaş Türk resminin gelişim çizgisi içinde "öncesiz-sonrasız" bir konuma mı sa- hip? (1). Bağlamlan iyice çizildiği takdirde tar- tışılabilir bir konu bu. Hatta üzerine panel bi- le gerçekleştirilebilir. Mübin'in Türk resmi içerisinde farklı bir ko- numa ve pentür anlayışına sahip olduğu ke- sin. Özellikle 1950'lerdenitibarenbelirginlik kazanan soyutlama anlayışının hem Paris hem de Istanbul kanatlanyla arasında yaşam tarzı ve varoluş sorunsallan açısından ciddi aynlık- lar var. Bir kere Mübin'in resminde hiçbir za- man bir figür problemi söz konusu olmamış. Dolayısıyla somut herhangi bir imge onun so- yut resim anlayışına altyapı oluşrurmaz. Ve- ya herhangi bir somut imgeye ait bir kalıntı, soyuta doğru evrilmez, soyutlama vesilesine dönüşmez. Gösterdikleri tam anlamıyla form- dan annmış bir renk anlayışı üzerine kurulu- dur. Bu noktayı aydınlatabümek için ufak bir karşılaştırma yapalım: Mübin, soyut sanatın lirik yönünü temsil eden ve "Paris Ekotü" ola- rak adlandınlan ressam ve eleştirmenlerin bir araya geldiği etkinliklerde yer alan Nejad Dev- rim ya da Fahr el Nissa Zeid gibi figürden so- yuta kademeli olarak geçiş yapmamıştır. Ze- id'in 1949'da Galeri Colette Alendy'deki ilk kişisel Paris sergisi figür, soyutlama ve non- figüratif olarak üç ayn gruba aynlmıştı. Bir tarafla gotik vitraylan anımsatır renkli yüzey bölümlenmeleri, diğer yanda peyzaj içerisin- de figürler. Soyut resme somut bir öneri getirmedi Benzer şekilde Nejad Devrim'in de 1950 yı- lında Leo CastelK'nın New York'ta gerçekleş- tirdiği Young Painters in U.S.&France ve 1952'de Paris Ekolü'nün bıçkın eleştirmeni Charfes Estienne'ın Peintres de la Nouvelle Eco- le de Paris sergilerine verdiği yapıtlannın alt- yapısında kaligrafik unsurlar ve Bizans mo- zaiklerindeki sembolik yön ve lirik ritim duy- gusu hâkimdir. Zaten Devrim, tüm resim se- rüveni boyunca ister lirik partisyonlannda is- terse de renk ve lekeye bağlı soyut çalışmala- nnda olsun açık bir imgeden hareket ettiğini belli eder. Kentler, seyahatler, mekânlar, kub- beler onun resminin formel altyapısını oluş- turur. 1947'lerde başlayan soyutlama dene- melerine rağmen Sdiın Turan da kaligrafik im- geyle bağını hıç koparmamıştır. Onun açık bir imzaya dönüşen, firçamn ve rengin adım adım serpildiği jestüel ifadeli soyut resimlerinde bile yazı ile ilişkisini yitirmemiş bir resmin izi- ni sürmek olası. Ayru tarihlerde Paris'te bulu- nan ve geçen yıl Paris Ekolü sergısine de ka- tılan HakkıAnfa'yı ise bu karşılaştırmanın içe- risine hiç dahil etmiyorum. Çünkü daha 1950 başlannda Paris'e gidiş gelişlerinde Picas- so'yu henüz yeni keşfeden Anlı, bu tarihler- de kübik bir dil peşindeydi. Öncesinde Aka- demi'de Leopold Levy'den etkilenmişti. 1960'larda ise iyice netleşen soyut resimleri ise açık bir Hartung yakınlığı taşır. Nitekim Anlı, son dönemlerinde yine figür meselesi- ne el atmıştır. M, Oysa Mübin, yukandaki örneklerde olduğu gibi (bu yazıda karşılaştırmayı Paris kanadıy- la sınırh tutuyorum) soyut resme somut bır öne- ri getirmemiştir. Nesnel dünyanın kaba ve ge- çici görünümlerini aşan tinsel bir hedefi var- dır ve varlığın mutlak özüne dair bir derinlik meselesine sıkı sıkıya bağlı kalarak bu açma- zı sonuna kadar zorlamıştır. Deyim yerindey- se soyut resimde bir dip dalgıçlığı yapmıştır. Gerçi iktisat doktorası için gittiği Paris'te (1948) kısa sürede okulu bırakıp 1954'e ka- dar Academie de la Grande Chaumiere'de be- lirli aralıklarla çıplak modelden desen ve açık havada peyzaj çalıştı, fakat bu akademik et- kileri hiçbir şekilde resmine yansıtmadı. öte yandan Paris ekolünün etkısiyle ge- ometrikten lirik soyutlamaya geçtiği yıllarda bile -örneğin 1953 tarihli işi- resmini gele- neksel referanslara bağlamadı. Bunu özellik- le belirtiyorum, çünkü bizde Paris okulunun şu özelliği hiç tartışılmadı: Savaş sonrası Pa- ris'e akın eden ressamlardan yanlannda ma- halli özelliklerini de beraberinde getirmeleri istenir. Bu kâğıda dökülmüş bir akit değildir, ama Yieira da Süva, Serge Charchoune, Nata- lia Dumitresco'nun çalışmalanna baktığmuz- da bunu açıkça sezebiliriz. Kaldı ki hem Dev- rim, hem de Zeid için Parisli eleştirmenlerin kaleme aldıklan yazılarda her ikisinin de ge- leneksel değerlerle soyutlamayı birleştirip Pa- ris'in çok renkli kültürüne dahil olduklanndan 'übin, Batı'nın soyut diline direkt bir kanal aralamış, tamamıyla renk soyutlaması üzerine kurulu bir dilin olanaklannı kullanmıştır. övgüyle söz edilir. Şüphesiz Mübin'in birkaç röportajında da belirttığı gıbı onun resminde Doğu fılozofısınden, mıstık durgunluklardan, Mevlana'nın tinsel fıkirlerinden etkiler vardır. Ama bu etkilerin hiçbiri resme şekil olarak yan- sımamıştır. Esas itibanyla ıle ressamla resim arasındaki mücadelenin doğal sonucudur bu resimler. Boya, renk, dokunuş, saydamlık, aza ındırgeme, hızını resmin iç gereklılığinden alan bir tavırdır bu. Ortaya koyduklan Necmi Sönmez'in de belırttiği gıbı bır anlatma veya aktarma değil, tam anlamıyla duyumsatma üzerine kuruludur. Yakmhk kurmak ciddi birikim ister Gelelim Mübin'in Baü resmi ile kurduğu iliş- kilere: Mübin'in 1951'den 1960'adeğinkal- dığı 225 Rue St. Jacques adresindeki Schola Cantorum'da Atian, Ponakoff ve YTeira da SU- va ile ilişki kurduğunu, InsClert'in galerisin- de gerçekleştırdıği düzenlı sergilennde Sam Francis, Cesar, Talrîs, Bryen, Messagnier, Jorn, Giacometii'yle aynı galerinin çatısı altında bir araya geldiğini biliyoruz. Denilebilir ki Mü- bin, Türkiye'deki soyutlama çabalanndan çok. Batı'nın soyut diline direkt bir kanal arala- mıştır. Aynca ne Paris'teki Türk meslektaşla- n ne de Istanbul'dakiler gibi geometrik bir alt- yapıyı değil, tamamıyla renk soyutlaması üze- rine kurulu bir dilin olanaklannı kullanmıştır. Ban'da Kandinsky'den Cezanne'a (şaşırmayın, biz hâlâ Cezanne'ı sadece kübizmin babası ola- rak biliyoruz!) oradan da Turner'a uzanan renk üzenne kurulu bu dıl çok açık ki bizde ancak 1960 başlannda -o da kısmı ölçülerde- belirginlik kazandı. Burada geometrik altya- pıyı küçümsediğim anlaşılmasın, ama omur- gası şekillerle belirlenen kompozısyonun ara bölmelerinin renklendinlerek soyutlamaya ulaşılması başka, tamamen boya ve renk ola- naklanyla soyut resim yapma ışi başka şey- lerdır. llkinin bir göndenmı vardır, izleyiciyi bir ucundan tutar, ıkincisinde ise resimle kar- şı karşıya kalan seyirci yolunu şaşırabilir. Hat- ta karşısındaki resmin kolayhkla üretilmiş ol- duğu kanısına da kapılabilir. Nitekim Mü- bin'in özellikle monokrom ışleri ile yakınlık kurmak ciddi bir entelektüel birikim ister. Bizde klasik koleksıyonerlerimizin nere- deyse düz bir duvar dokusunu andıran Mübin'in işleriyle diyalog kurmasını beklemek hata olur. (Yapıtlannın hangi koleksiyonlarda ol- duğuna bakarsanız dedığımı daha iyi anlaya- büirsiniz!) Mübin'in de Stad ve Rotiıko ile olan ilişkisi ise bir başka yazının konusu. Ama şu ana kadar saydıklanmı tespit edebılmek için Milli Reasürans'ta düzenlenen sergiyi izle- mek yeterli. (1) Necmi Sönmez, "Mübin Orhon 'un Re- simlerindeki Imge-Form Bütünlüğü Üzeri- ne ", Milli Reasürans Yayınları, Şubat 2001. L•asse Hallström'ün 'Çikolata' adlı fîlmi Isveçli sinema eleştirmenleri tarafindan ılımlı bir beğeniyle karşılandı. Yönetmen ise eleştirileri önemsemedi. îsveç 'Çikolata'yı kıskandı GÜRHANUÇKAN STOCKHOLM - îsveçli yö- netmen Lasse Hallström'ün ye- ni fîlmi "Çikolata'', Isveçli sine- ma eleştirmenlerince ılımlı bir beğeniyle karşılandı. Başrollen- ni Juliette Binoche, Lena Oün ve Johnny Depp'ın oynadığı filmin kendi ülkesinde değerlendiriliş şekline Hallström, hiç önem ver- mediğını söyledi. Bir Îsveç gaze- tesinin Hallström'e yöneltriği so- rular ve yönetmenin verdiği ya- nıtlar şunlar: - Sizin için Isveçten gelen eleş- tirfler ne kadar önemli? HALLSTRÖM - Benim için herhangi bir anlamı yok. Filme her yerde kanşık eleştiriler getırildi. Îsveç'te de öyle olacağını bili- yordum. Hiç kuşkusuz, lsveç'e özgü 'tsveç kıskançhğuıın" bütün gücüyle kendini gösterip göster- meyeceğini bekleyip görmek il- ginç bir şey. Bir süredir gözük- müyordu da. - Peld Oscar adayhkian? Hem somutolarakhem de kişisel,ne ka- dar önemli? HALLSTRÖM - Filmimin en iyi film kategorisinde aday gös- terilmesinden büyük sevinç ve onur duyuyorum. Bu durum ba- na, bundan sonraki filmlerimde daha iyi malzeme kullanabılme ve en ilginç ve iyi senaryolann ilk bana önerilmesi olanağını vere- cektir. Film açısından da hiç kuş- kusuz reklam değerine sahip. - Sizin son zamanlarda konuş- ma şektinize baküınca Lena'vLa (Ofin)birliktememieketegeridön- meyidüşündüğiinüz iztenimido- ğuyor. Oyle mi? HALLSTRÖM - Biz ABD'de kendimizi ziyaretçi olarak görü- yoruz ve oradaki yaşantımızdan çok hoşnutuz. Ama merkez üssü- müz Stockholm. Buradan yola çıkarak uluslararası düzeyde ça- lışmalar yapmayı tasarlıyoruz. - Yeni tasariadığmız film konu- sunu,AnniePnHol'un 'DenizYol- culuğuHaberieri'adhkitabmdan ahyor. Bu roman, kurak New Fo- undland çevresini anlatan nefıs bir yapıt Kişikri özgün ve kulla- nılan dil çok canh. Bütün bunlan bir filme nasıl sığdıracaksımz? HALLSTRÖM-Sığdınlamaz zaten! Onun yerine kitaptan ba- zı bölümlerle yetinilir. Aynı za- manda Hollywood'un bu şiirsel anlatıma ilgı göstermesinden çok memnunum. Benim için kitap bır esinlenme kaynağı, temel. Ay- nen adapte etmek zevkli olmaz. 'Çikolata' da romandan çok fark- lı, 'CamEvKurallan' da. Benbu filmleri, kendı ayaklan üzerinde duran bağımsız ürünler olarak görüyorum. - Ama siz romanlan sinemaya uygulamakla famnan büyük bir yönetmensiniz». HALLSTRÖM - Filmlerimin temelinde kitap olması bir rast- lantı sonucu. Orijinal senaryo ve kitap seçenekleri arasında dolaş- mak istiyorum. Fadiş otuzyaşında Bugün 19.00 'da Pera Palas Oteli 'nde kutlanıyor Kültür Servisi - Roman kahramanı Fadiş'in doğumunun 30. yılı nedeniy- le 2001 yılı içinde çocuk edebiyatı mer- kezli etkinlikler düzenlenecek. Çocuk ve gençlik kitaplan yazan Gülten Da- yıoğlu'nun ilk romanı olan 'Fadiş' 1971 yılında, Milliyet Yayınlan tarafindan basılmıştı. Yayımlandığı tarihten bu ya- na büyük ilgi gören kitap, ülkemizde ço- cuk romanlan dalmda ilk kez 'çok sa- tan kitap 1 olma özelliğini kazanmıştı. 1979 yılmdan bu yana ki- tap, Altın Kitaplar tara- findan bastınlıyor. Fadiş kitabının 30. doğum gü- nü etkinliği bugün saat 19.00'da Pera Palas Ote- li'nde gerçekleşecek. 'Fadiş' üzerine yapı- lacak panel, sempoz- yum, açıkoturum ve ti- yatro gösterileri prog- ramı şöyle: 18 Nisan'da Çocuk Edebiyatında Fadiş'in Yeri başlıklı panel Prof. Dr. Meral Alpay tarafindan yö- netilecek. Prof. Dr. Ayla Oktay ve Doç. Dr. Muhsine Helimoğlu Yavuz'un katılacağı panel, Ibrahim Üzümcü Kon- ferans Salonu'nda gerçekleşecek. 11 Mayıs'ta düzenlenecek sempozyumun konusu; Roman Kahramanı Fadiş'in Doğumunun 30. yıh. Ankara Üniversi- tesi Eğitim Bilimleri Fakültesi tarafin- dan yönetilecek etkinliğe konuşmacı olarak Doç. Dr. Sedat Sever, Prof. Dr. Nizamerrin Koç, Prof. Dr. Talat Hal- man, Prof. Dr. CahitKavcar, Prof. Dr. Tanju Gürkan, Prof. Dr. Üstün Dök- men, Prof. Dr. Belka Özdoğan, Doç. Dr. Nesrin Kale, Dr. Kemal Ateş, Yrd. Doç. Dr. ZühlkarSaym katılacak. Sem- pozyum ATAUM Konferans Salonu'nda 10.00-17.00 saatleri arasında gerçekle- şecek. 12 Mayıs tarihinde yapılacak açıko- turumun konusu; Gülten Dayıoğlu'nun Kitaplannda Çocuk Tipleri Çocuk Vak- fı Çocuk Edebiyatı Okulu tarafindan düzenlenen oturumu Yalvaç Vural yö- netiyor. Çocuk Vakfı Kültürevi'nde sa- at 13.00'te düzenlenecek etkinliğe Yrd. Doç. Dr. Alev Sınar ve Mustafa Ruhi Şirin ka- tılacak. 17 Mayıs tari- hinde gösterilecek 'Fa- diş Sahnede' ısimh tiyat- ro oyunu Fevziye Mek- tepleri Vakfi Özel Aya- zağa tlköğretim Müdür- lüğü tarafindan düzen- lenecek. Etkinlik, vakfin Ayazağa Kampusu'nun konferans salonunda ger- çekleşecek. 24-26 Mayıs tarihleri arasında yapılacak ıkinci sempozyumun konusu; Fadiş'in Doğumunun 30. Yıhnda, Çocuk ve Gençlik Kitaplan Yazan Gülten Dayıoğlu ve Ya- zmı. Eskışehır Osmangazı Üniversite- si Fen-Edebiyat Fakültesi, Karşılaştır- malı Edebiyat Bölümü'nce düzenlene- cek etkinliğe Prof. Dr. Yalçın Şahin, Yrd. Doç. Dr. AfiGültekin. Doç. Dr. Ha- Bl Buttann, Yrd. Doç. Dr. Umut Gûr- bûz, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Semerci, Yrd. Doç. Dr. Medine Sivri katılacak. Etkinlik Eskişehir Osmangazi Üniver- sitesi Meşelik Kampusu'nda gerçekle- şecek. IŞILDAK VE YELPAZE ATİLLA BtRKİYE Kültür İşleri! Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı konu alan ünlüromanıYaban, ilk basımını 1932 yılında yapıyor. Roman, bilin- diği gibi aydın ile köylü arasındaki uçurumu, ça- tışmayı, çelişkiyi, savaş ortamında sergiliyor. Yayımlandığı yıllarda, köyün/köylünün konu- munu, durumunu sergileyişi açısından Yakup Kadri, sert eleştiriler almış ve bu yüzden de ro- manın ikinci basımı on yıl sonra yapılmış. Sağ kolunu Birinci Dünya Savaşı'nda yitiren ro- manın baş karakteri yüzbaşı Ahmet Celâl emir erinin köyüne -bir anlamda- "sığınır"; koylüyü göz- lemler, izler. Büyük bir hayal kınklığına uğrayan, Ahmet Ce- lâl'in bilincinden, romanın başlarındaşu satırla- n (düşünceyi) okuruz: "Talim, terbiye, iyi ömek.. bunlann hepsi ge- çici şeylerdir. Ve çevre değişmedikçe, insanın değişmesine imkân yoktur. Bu küçük mülaha- zadan, Türkiye'deki yenilik ve Garpçılık hare- ketlerinin, neden başansızlığa uğradığı sorunu- na kadar çıkabiliriz". Hiç kuşkusuz, yetmiş yıl önce kaleme alınmış bu satırian, yıllardır bizi meşgul eden bir kültür politikası sorunu/sorunsalı olarak ele alabiliriz; hat- ta, daha da derinleştırebılirız. O dönem daha çok politik açıdan eleştirilen bu -ve benzeri- "sava" başka bir boyuttan, "kültür sosyolojisi"nden yaklaşıp karşıt bir sava da ula- şabiliriz (üretebiliriz)! Burada önemli olan, bizi yüz yıllardır meşgul etmiş birsorunun altının önemle çizilmesi... Üs- telik şimdilerde doğru dürüst eğitim de yok. Bırakalım pedagojiktartışmalan, edebiyatı tam anlamıyla içermeyen, kendi edebiyat değerieri- ni kapsamayan eğitim mi oluıi • • • "Kültürel" açıdan şu anki konumumuz ne? Acaba evrensel değerlere ulaşabildik mi? Önce- likle de insan haklanna saygı kavramını anlaya- biliyor muyuz? Dört bir yanımız, teknolojinin en son verileriy- leçevriliyken, dört bir yanımız Batı'nın en son ürün- leriyle çevriliyken, Batı'nın evrensel bazı "değer- lerini" özümseyebildik mi? örneğin demokrasi gibi... öte yandan da başka kültürlerin etkisine, yö- rüngesine girdik derken, acaba kendi kültürümüz ne; dahası küttürümüzü tek bir eksende görebi- lir miyiz? Ya da birçok parçadan oluşan zengin bir "bütünlük" mü dememiz gerekir? önce kültür ne, ona bakmalı biraz biraz. (Kül- türün tanımı, ister istemez ilk yapıldığından bu yana çok yol aldı.) TDK Türkçe Sözlük'e (göz- den geçirilmiş altıncı basım) göre: 1. Bir topluluğun tinsel özelliklerini, duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumunda- ki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklan- nın türrjü, ekin. 2. Gerekli bilgileri edinerek be- ğeni, eîeştirme ve değerlendirme yeteneklerini geliştirmiş olma durumu. 3. Belli bir konuda ka- zanılmış geniş ve düzenli bilgi. Ana Britannica'nın "kültür" maddesinin tanım bölümünde de şunlar yazıyor "Kültür, insan türüne özgü bilgi, inanç ve dav- ranışlarbütünü ile bu bütünün parçası olan mad- dinesneler. Toplumsalyaşamın dil, düşünce, ge- lenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, alet- ler, teknikler, sanat yapıtlan gibi her türlü mad- di ve tinsel ürünü kapsamına alır. Temelindeyal- nızca insanda bulunan bıryetenek yatar. Buye- tenek, bazı yazahara göre soyut ve akılcı düşün- me yetisi olarak tanımlanmışsa da bu terimlerin anlamı pek açık değildir. Bazı kuramcılara göre de kültür, insanın simgeleştirme yeteneğinin ürünüdür. Yalnızca insana özgü birzihinseledim olan simgeleştirme, nesnelere ve olaylara du- yulan aşan bazı anlamlar venlmesini sağlar; dil ya da konuşma bunun en iyi ömeğidirama sim- geleştirme, kültürvn tanımında çok önemli biröğe olsa da tek başına kültürü açıklamaya yetmez. Kültür, toplumsalyaşamın ürünüdür; işlevi, top- lumsal pratikleh anlamlandırmaktır ve kendisi de ancak toplumsalyaşamın başka yönlenyle iliş- kisi içinde anlam kazanır." • • • Ele aldığı konulara özgün açılardan bakan Ner- mi Uygur, Yaşama Felsefesi adlı kitabında yer alan (Çağdaş Yayınlan, 1981), "Politika- Kültür llişkileri" adlı denemesinde şöyle diyor "Balığın yaşama ortamı su, insanınsa kültür- dür. 'Doğallıkla' böyledir bu. Her zaman, her yerde, herkes bir kültürün ıçine doğar, kültür içinde yaşamını sürdüriır. Kendi kültür çevresi- ni sözüm ona ilkel ve yetersiz bulanlar bile as- lında çok işlenmiş bir kültürdokusunun öğesi du- nımundadıhar." Bu açıdan baktığımızda "her şeyimiz kültür"; ve dört bir yanımız kültür bıçimleriyle çevrili. Bun- lann aşağı-yukan, ilkel-gelişmiş, yeterli-yetersiz, üstün- alçak oluşları, sanırım artık tartışılmıyor. Ancak, yozlaşmadan söz etmek olanaklı. Ya daterminolojik açıdan bakarsak kültür tanımına uymayan yeni -sözde- 'kültürier'den, yeni kül- tür-çevrelerinden / biçimlerinden söz etmek ola- naklı. Sanırım asıl sorun bu! New York'ta kitap NEVV YORK (AP) - New York'ta The National Book Crıtics Circle (Ulusal Kitap Eleştirmenleri Birliği) Ödülleri sahiplerini buldu. Ödüle değer bulunan yapıtlar arasında Cynthia Ozick'in makaleleri ve Imparator Hirohito'nun bır bıyografisi bulunuyor. Dört dalda aday olan Ozick, eleştiri kategonsinde 'Quarrel & Quandary' adlı derlemesıyle birinci seçildi. Ozick'in kitabı, şiirin üstünlüğünden 'Anne Frank'ın Hatıra Defteri'nin ticarileştirilmesine dek pek çok konuyu içeriyor. Pazartesi günü yapılan törende Herbert P. Bix de 'Hirohito and the Making of Modern Japan' adlı biyografisiyle ödüle değer bulundu. 1974'te kurulan Ulusal Kitap Eleştirmenlen Birliği, 750 editör ve eleştırmen üyeden oluşan ve kâr amacı gütmeyen bır örgüt. Ödüller için ise para verilmedi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear