23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 EKİM2001 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA JvLJJLiJ. U l Y kultur(â cumhuriyet.com.tr 15 HAYATIN ÖTE YAKASI FERtDUN ANDAÇ Borges'in gözleriylebakmak"Kör Abid'in Kuşlan" denildi mi, nutkum tutulurdu. Bir sevinç dalgası geçerdi gözlerimden, son- ra korkular alırdı beni içine. 0nun, yeryüzünün bütün kuşla- nnı getirip buloışturduğu yer ha- lamgilin. ormana iki adım ötede. evlerinin bitişiğindekı maşatlığın bitimindeydi. Uğursuz bilinirdi. Kuş evi. kuş- bazlığı içın ne s-öylentileredilirdi! Daha birçok şcy söylenirdi onun için. Güvercin taklalan, turna katar- lan, keklik sekişleri, baykuş ötüş- leri, kumru guruldayışlan.. Bil- cümle kuş sesleri, kanat süzülüş- leri... Bir de çan seslen... Maşathk taşlanndan kına çıkaran, burada oyun kurup oyun bozan biz çocuk- lann bayramıydı. Taşın belleğine dokunur, kuşlarla yeryüzü gezgi- ni kesilirdik. O seslere, görüntülere yaklaştık- ça, akşam karanlığına kalmadan maşatlıktan geçip gitmeyı unutur- duk. Hele, bir de Abıd'ın bir işine koşuşmuş; kuşlann arasına kanş- mışsak, sevincimize payanda yok- tu... Ondan öğrendiğimiz hünerleri gösterebilmek için sıgırcık sürü- lerine, bıldırcın uçuşlanna, ispi- noz kaç kaçlarına tuzak kurmak için yedi yabanın düzüne dağılır- dık çil yavrulan gibi. Kan ter içinde her dönüşümüz bir bozgunu, bu işte ehlileşeme- menin, bunun sırrına erememenin kederini getirirdi. Ertesi gün daha bir dikkat kesilir, onun el hüneri- ne, söz döküşüne, kuşlarla dilleş- mesine bakmaz; adeta onunla so- luk alırdık. • • • Sokaklardan kopmuş, bir ustaya çırak durmuştum. Önce sesime kulak vermişti. Sonra bağlamayı turuşu göstermiş, tezene ile telle- re dokunuşa yol açmış, parmakla- nmın perdelere nasıl dil olabile- ceğini belletmişti. Içgözüyle konuşuyor, dokuna- azıya daha içerden, hayata bir başka boyuttan Borges'in gözleriyle bakmaya başlayalı beri; yaşanmışlık, tanıklık; okuma eylemi süresinde bellekte ışıldayıp duran anışma anlannm içgözümüzü nasıl açtığını anlamaya da çalıştım demeliyim. Görme yetisini 1955'te, 56yaşında yitiren Borges, 1986'yadeğinyazdı, anlattı. Yazının ucuyla baktı hayata. Biz de onun gözleriyle baktık yazılanlara. rak anlatıyordu, Cahit Uzun. Abid'in dilinden düşürmediği sözlerin ezgısindeydim. Bütün derdim bunu dile getirebilmekti. Nice sonra, o günü, bir kuşluk vakti yakalamıştım; kiraz ağacın- dan bağlamamı kucaklayıp kapısı- navarmıştım: "•Suiannıögrenme- ye geJdim", dercesine, o ezgilerle söze durmuştum: "Benigörüpyü- zün öte döndürmey Gene benim gönlüm sendedir sende/ Çaüp hilal kaşın yere indirme,/ Günah sende değfl yavTum bendedir bende." • • • Nicedir bir yol ugrağındaydım. Dilim lal, düşüm üryandı. Dönüp dünöp Jose Saramago'nun Köritik adlı romanını okumuştum. Artık masumiyet çağı geride kalmıştı. Önümde açılan her sayfada; ışığa ve nesnelere dokunmak istercesi- ne parmak uçlanmı oynahyordum. Bir an. romanın kahramanlan gi- bi "Acaba kör mü oldum" diye bir kaygıya kapıhyordum. Çünkü elimdeki kitabı biraz önce kapa- mıştım. Dilsizleşmenin de içkörlü- ğü getirdiğini, ama asıl körlüğün hissetmekle başladığını, yanımda- bir göçmen kuş katan gibi duran- larla aramızdaki uçurumun da bir körlük olduğunu dile getirmek is- terdün. Saramago'nun sarırlan arasında gezinirken Abid'e, Cahit Uzun'a sık sık dönüşüm; onlann karanlı- ga dalan gözleriyle hayata bakma- nın şenliğinde yaşamış olmarun ne anlama geldiğini düşündürüyordu bana. • • • Yazıya daha içerden, hayata bir başka boyuttan Borges'in gözle- riyle bakmaya başlayalı beri; ya- şanmışlık, tanıklık; okuma eylemi süresinde bellekte ışıldayıp duran anışma anlannın içgözümüzü na- sıl açtığını anlamaya da çalıştım demeliyim. Görme yetisini 1955'te, 56 ya- şında yitiren Borges, 1986'ya de- ğın yazdı, anlattı. Yazının ucuyla baktı hayata. Biz de onun gözleriy- le baktık yazılanlara. Kuşlann ardına düştüğümde hiç sormamıştım. "Abid kör mü" di- ye. Bağlamaya gönül indirdiğim- de ise Cahit Uzun'un kara gözlük- lerinin ardındaki dünyanın renkli- liğüıe şaşmıştım. Tıpkı, Borges'i her okuyuşumda hissettiğün şaş- kınlık gibiydi, bu da. OKUMA ÖNERILERI * Jorge Luis Borges 'in Toplu Eserleri 1998'de îletişim Yayınlan 'nca yayımlanmaya başladı: Ficciones, Çev.: Tomris Uyar - Fatih Özgüven; Alef, Çev.: T. Uyar, E Özgüven, E Akerson, P. Bayaz; Brodie Raportı, Çev.: YıldızE. Canpolat, Kıım Kitabı, Çev.: Y. E. Canpolat; Aîçakhğın Evrensel Tarihi, Çev.: Celal Uster; YediGece, Çev.: C. Uster; Dantevari Denemeler / Shakespeare 'in Belleği, Çev.: Peral Bayaz Charttm. * Borges'in Türkçede diğer çevirileri: îngiliz Edebiyatma Giriş, Çev.: C. Üster, 1987, Afa Yay.: Tıîsımlar, Gül Dalaman, 1988, Armoni Yay.; Sonsuzluğun Tarihi, Çev.: Ayşe Ataiay, 1990, Düzlem Yav.; Altın ve Gölge, Çev: S. Özpalabtyıklar, 1992, Sel Yay.; Düşsel Varhklar Kitabı, Çev.: Bora Komçez, 1992, Mitos Yay. * RichardBurgin, Borges ile Sövleşi, Çev.: Alber Sabanoğlu, 1994, Mitos Yay. * James H'oodall, Kitabın Aynasındaki Adam, Çev.: Armağan Anar, 1997, îletişim Yay.; Borges ve Yazma Üzerine, Der.: N. T. Giovanni. Çev: Tomris Uyar, 1998, Îletişim Yay. BELLEK KUTUSU "Ben, yazıyı, yaşayan ve büyüyen bir şey olarak görüyorum. Dünya edebiyatını bir tür orman olarak görüyorum; kendi içinde karmakarışık, bizi de yutan, sürekli büyüyen bir orman. Kaçmılmaz bir imgeyi tekrar kuUanmakpahasına, bir tür canlı labirent olduğunu söyleyeceğim. Canlı bir karıştırmaca. Belki de labirent kelimesi, karıştırmacadan daha gizemli." Borges, "Gerçek, herzaman olasıya da olabilir değlidir. Ama öykü yazarken onu elinizden geldiğince inandıncı hlmalısınız, yoksa okurun imgelemi gerçeğinizi dışlavacaktır." Dehanın ve yüreğin şöleni ZEYNEPORAL Önce bir rüzgâr sesi duyduk. Memleketimin dağlanndan, bozkırlardan ama en çok insan- larının soluğundan gelen rüzgâ- nn sesi... 0 rüzgâr sesi müzık olup kucakladı, söz olup sanp sarmaladı. O rüzgâr sesi, şim- diydi, burasıydı, memleketim- di, yeryüzüydü... O rüzgâr sesi dünden bugüne, bugünden yan- na uzanan bir yoldu. 0 yolda yaratıcı dehanın gü- cüyle kanatlandık. Azmin, eme- ğin, çalışmanın gücüyle sarsıl- dık. Memleketimin ve yeryüzü- nün tüm acüannı yüreğimizin en derinlerinde duyduk. Mem- leketimin ve yeryüzünün tüm sevinçleriyle coştuk. Ve inan- dık. Her notaya, her sözcüğe, sa- pına kadar inandık. Öylesine sa- hiciydi. Savaşa karşı djreniş Istanbul'da Lütfi Kırdar Sa- lonu'nda, Fazü Say'ın "Nâ- am"ını izleyenler, yine rüzgânn sesiyle her şey sona erdiğinde, gözyaşlannı gizlemeye çalışır- ken, "iyi ki yaşıyorum" duygu- sunupaylaşıyordu. Aynı saatler- de, dışanda bir yerlerde, birile- ri, bombalar yağdınyordu biri- lerininüzerine. Olüm makinele- ri, ölümbulutlan, ölüm saçıyor- du. Içeride "çoculdar ölebilirya- rm" diye uyanyordu kemanlar, kontrbaslar, "çocuklar öldürül- mesin" diye haykınyordu trom- petler, "savaş canavannı yok edeüm" diye yükseliyordu kü- çük bir kız çocuğunun sesi... Dışanda, "boğazlananbirço- cuğun kanı gibi akarken za- man"; içeride, çocuklann a\Tiç- lannda yeşeren tohumlardı za- man. Çünkü... Çünkü yüz kişı- lik koro direniyordu savaşa kar- şı, yüz kişilik orkestra direni- yordu ölümlere karşı, solistler direniyordu... Fazıl Say, yorumculuktaki çıl- gın dehasını, besteciliğine taşv- mıştı. Alabildiğine özgür, bü- yuk orkestra ve geniş yelpazeli koro olanaklanndan sonsuz ya- rarlanan, linzmi hiç unutmayan, e\Tensel çağdaş yaratıyla Türk motıflerini bütünleyen empro- vizasyonlarla coşup çağlayan, Nâzım' ın düşünce ve duygu de- rinliğini müziğe döken çok zen- gin bir besteydi bu. Fazıl Say'la Genco Erkal'ın buluşması ise mucizevi bir dünya nimetiydi. Belki bin kez izledim Genco Er- kal'ı Nâzım'ın şiirini yorumlar- ken. Bu kez farklıydı. Arkasın- da (hayır, arkasında değil, ya- nında, içinde) 200 kişilik orkest- ra ve koronun desteğıyle (hayır, desteğiyle değil, bütünlüğüyle) yorumu, söyleyiş biçimi, beden dili farklıydı. Sahnedeki herke- si teatral, dramatik bir yapıya çekip bütünlüğü sağhyordu. Sertab Erener. soprano sesiy- le sonsuz bir cesaret örneği \ e- riyordu. Cesaret, çünkü "starh- ğfiu" yok sayıp (70 dakikalık eserde altı dakika söylüyor) böylesine öz\'erili bir çahşma- nın bir parçası olmayı goğüsle- yebilmişti. Yalnız yüreğe işle- yen sesiyle değil, tavnyla da muhteşem bir bütünlüğün par- çası olmanın tadını çıkanyor, gururunu taşıyordu. Bariton Tuncer Tercan'ın se- si mükemmeldi. Genco Erkal, "Sevdaünızkomünisttir/Onyü- dan beri hapistir" diye koroyla "oynaşıyor"; Fazıl Say'ın emp- rovizasyonlanyla Genco Er- kal' ın "oyun içinde oyun" misa- li söyleşiyordu. Birinin müziği nerede başlıyor, ötekinin sözü nerede bitiyor, ayırabilmek ola- naksızdı... Bu ikisi arasındaki diyalogla başlayan "Vatan Ha- ini" ise çok geçmeden orkestra ve koronun katılımıyla, yurtta- şımız Nâzım Hikmet'i sözüm ona yurttaşlıktan atanlann sura- tına eşsiz bir tokat olarak çarpı- yordu. ŞefNaciOzgüç'ünbage- tinin ucuna takılmış, "Bu cen- net, bu cehennem bizun" diye kanatlanıyorduk! Rüzgâra karşı yürüyen, rüz- gân önüne katıp yürüyen şairin ve rüzgânn ardından söyleye- cek tek sözüm var: "lyi ki varsuuz!" Fazıl Say'a, Kültür Bakanlığı'na, CSO'ya, TRT'ye ve herkese... UNUTULMAZ 70 DAKtKAMN SONUNDA - Lütfı Kırdar Konser Salonu'n- daki müzik, şiir ve av dınlanma şöleni dakikalar süren alkışlarla tamamlandı. Tebrilder ve tesekkürler OKTAYEKÎNCÎ Evet, hem "tebrflder" hem "teşekkür- ler..." Kutlamak, yürekten kutlamak, bağnmıza basarak kutlamak için, "Idm- den" başlamah?.. Sırayı nasıl yapmalı?.. Bazen "konuşmak" yetersiz kalır... Düşünceyi söze dönüştürürken ya da ya- zıya dökerken "çaresiz" kalınır... Söz- cükleri \e duygulann tanımlannı "üst üste", "iç içe", "büükte" seslendireme- diğiniz için. ille de ardı ardına sıralamak zorunda olduğunuz için, ne yapacagını- zı şaşınrsınız... Oysa ilk söylediğinizle diğerleri sizin için hep "eşdeğerde"dir. Işte şimdi Fazıl Say'ın, Nâzım'ının ve onu yaratanlann, seslendirenlerin karşı- sında asıl bu "dil açmazuun" içinde- yim... Bizi "biz" yapan değerlerimizle "gurur" duymamızı yine bizlere "ar- mağan" etrikleri için, onlara teşekkürü- müzü sunmanın "adüaneyöntemini" bu- lamamanın "coşkulu sıkmbsını" yaşıyo- rum... "Ağaç ve orman" gibilerdi.. Şöyle söylersem, belki en doğrusu olacak: Bu tarihsel "vefa borcunun" yi- ne böylesine "Nâzun'a yakışır" bir mü- kemmellikte ödenmesinde, aklı, fıkri, becerisi, katkısı, emeği olan herkesin, "birP olmasaydı, "öteküer" de olmaz- dı.. Tıpkı; "Bir orman gibi tek ve hûr, bir ağaç gibi kardeşcesine" idıler... Fazıl Saj olmasaydı, Lütfi Kırdar da- ki unutukaaz 70 dakika yaşanabilir miy- di?.. Istemihan Talay'ın bu önderligi, ısra- n ve duyarhlığı olmasaydı, aynı 70 da- kika Kültür Bakanhğının doruğa çıkan bir "kültür ve aydınlanma hizmetT ola- rak anılabihr miydi?.. Ahmet Necdet Sezer'in demokrat ve çağdaş kişiliği olmasaydı, Cumhurbaş- kanlığı Senfoni Orkestrası'nın üstün ka- biliyetli sanatçılan ve yöneticüeri yine "Nâzım için" böylesine eşsiz bir eserde tüm hünerlerini gösterebilirler miydi?.. Hele Kültür Bakanlığı'nın aynı "hi- mayesi" olmasaydı, TKTGenelMüdür- • Bu tarihsel 'vefa boreunun', böylesine 'Nâzım'a yakışır' bir mükemmellikte ödenmesinde, yine tarihe geçecek bir 'kültür, sanat ve aydınlanma dayanışmasımn' zor erişilir öraeğini sergileyenlere ne soylesek, yetersiz kalacaktır. lüğü de yıllann özlemi olan "kamu du- yarhnğı" ile bu bimayeye ortaklık yap- masaydı, Kültür Bakanhgı Devlet Çok- sesK Korosu'nun TRT Ankara Radvosu Çoksesli Korosu'nun tüm üyeleriyle ay- nı heyecan ve sevgiyle bu eserin "varol- masma" olan tatumlanamaz güzellikte- ki katkılan gerçekleşebilir miydi?.. Her iki koronun yönetmenleri Elnara Kerimova ile tbrahim Yaacı, CSO'nun yine tüm üyelenyle "yürek yüreğe vere- rek" eserin seslendiriknesini yöneten şef Naci Ozgüç'le böylesine "tarihsel bir dav^ruşma" sergileyebilirler miydi?.. ... Ve ben eminim ki bu zamanla "des- tanlaşacak" olan birlikteliğin yarattığı ilham ve güçtür ki sevgili Genco Er- kal'ın da sanki o yıllar yılı bizlere hep aynı "yurt ve insan sevgisijle" yaşattığı Nâzım şiirlerinde artık doruklardaki "erişilmezyerini" almasını sağladı... Ser- tab Erener de aynı dayanışmanın içinde yükselerek sanatırun "gerçek düzeyini" kanıtladı. Tuncer Tercan, bundan böyle o hep "yüreğinin ünılanyla" söylediği halk türkülerimizi "halkuı en büyük öz- lemini" de seslendirerek sürdürmenin onuruyla yaşayacak... O güzel çocuklanmız, îlMn Alpay, Tuğçe Kavut, tlke BiçeL, Gökçen Taşbaş, Volkan Safran. Deniz Gültek ve onlan "imrenerek" alkışlayan arkadaşlan da işte bu "Cumhuriyet tarihimize övünçle geçecek" ortaklıktaki unurulmaz anıla- nyla, geleceğimizın "ajdmlanmaordu- suna" bilinç ve cesaretle kahlacaklar... Dedim ya, bazen dil yetersiz kalıyor, konuşmanın teknik gerçekliği insanı ça- resiz bırakıyor... Ama bu, hiç bu denli çarpıcı olmamıştı... Böylesine çok yönlü, geniş katılımlı, ilgili herkesi ortak kılan ve bir "Cumhu- riyet projesi" olarak yüreklerimize su serpen mükemmel bir çalışmanın ancak -o kimilerinin ısrarla "küçültmek" iste- dikleri- "devietin" desteği ve önderliğin- de gerçekleşebileceğı "gerçeği" de yine böylesine açık ve "somut" olarak kanıt- lanmamıştı... Bunun için de bir kez daha tebnkler ve teşekkürler... ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Bir Oda Müziği Topluluğu... Stüdyo Drama, sekiz ay önce sanat yaşamına bir tiyatro topluluğu olarak adım atmıştı. Bu sezo- na ise tiyatronun yanı sıra oluşturulan yeni bir bi- rimle, Stodyo Drama Oda Müziği Topluluğu ile başladı. Eıtıan Birol (gitar), Emel Coşan (Viyo- la), Barış Karabulut (Kerman). Oylum Karakaş (Viyolensel), Ulaş Kurugüllü (Keman), Gökay Öz- vardar (Gitar), Ozlem Tuzcu (Pıyano) ve Tuba Yenice'den (Gitar) oluşan topluluk, 3 ve 4 Ekim akşamları Ortaköy Afife Jale Sahnesi'ndeki açılış konserlerinde müzıkseverlere Albinoni, Bach, Beethoven, Boccherini, Carulli, Giuliani, Has- se, A. King, Melikov, Mendelssohn, Mozart, Pachelbel, Preisner, C. G. Scheidler, Vivaldi ve Çaykovski'nın eserlerınden oluşma iki ayrı prog- ram sundu. Stüdyo Drama Oda Müziği Topluluğu, gelecek- teki konserlerinde belli bestecilere ve müzik tür- lerine ayrılmış programlar sunmayı da amaçlıyor. Stüdyo Drama, bu yeni bırimle birlikte salt bir tiyatro topluluğunun adı olmaktan çıkıp, çeşıtlı sa- natları çatısı altında bir araya getırecek bir sanat kurumu olmanın yolunu tuttu. Stüdyo Drama'nın Genel Sanat Yönetmeni Onur Bayraktar, ilk kon- ser gecesi yaptığı konuşmada, gelecek sezon ay- nı çatı altında bir modern dans topluluğunun da kurulmasının amaçlandığını açıkladı. Hâlâ sanat yapmak için değil, fakat sanat yap- mamak için hertürlü koşulun bulunduğu, bir viz- yonu gerçekleştirmek biryana, vizyon sahibi ola- bılmenin bıle büyük yüreklilik gerektirdiği bir or- tamda yaşadığımız göz önünde tutulduğunda, bu tür girişimler daha farklı bir anlam kazanıyor. He- le böyle girişimlerin sözcüğün tam anlamıyla çi- çeği burnunda gençlerden kaynaklanması, ka- nımca doğrudan bir mesaj nıteliğini taşıyor. Çün- kü kendılerine hep olumsuz miraslann layık görül- düğü bu gençler, her şeye karşın sanatı seçmek- le hem kendi yaşıtlarına, hem de "yetişkinlere" sanki şöyle seslenmekteler. "Bizler, göze alma yürekliliğini gösterebilen bir avuç insanız. Sizler de bizleh yaşatmayı göze almaya var mısınız?" Soru, birkaç bakımdan onemlı. Herşeyden ön- ce, daha önceki yazılarımda da birkaç kez değin- diğim gibi, ülkemizde varlıklı kişi ve kurumlann sanat korumacılığı, hâlâ reklam amaçlarının sınır- larını aşabilmiş değil. Kentleşmenin hızla yoğun- laştığı söylenen ülkemizde kendisine kentsoylu, yanı burjuvadiyen kesımin "soyluluğu", bu bakım- dan hayli tartışılır konumda. Çünkü yalnızca ün yapmış sanatçılara değil, fakat yolun başında olanlar ile sanatın eğitimıne de büyük yatınmlar yapmak, Batı'da eskiden beri burjuva toplumunu belirleyen en önemli özelliklerden biri olagelmiş- tir. Çok düşündürücü olan ikinci olumsuzluk ise yalnızca sanat yapmayı amaçlayan gençlere ken- di yaşıtlarının gösterdiklen umursamazlık. Bilindi- ği gibi, Afife Jale Sahnesı, Ortaköy'ün tam göbe- ğindedir. Her gün Ortaköy'dekı barları ve eğlence yerlerini dolduran gençliğin onda biri, birtaş atım- lık mesafedeki bir sahnede her hafta yaşıtlarınca sergilenmekte olan düzeyli tiyatro temsillerine ve konserlere yaklaşık bir kadeh içki parasına kıyıp bilet alarak gelse, o temsılleri ve konserleri ger- çekleştirenlerin bu çabaları sürdüıme bağlamın- da hiçbir kaygıları kalmaz. Bütün bu olumsuzluklara karşın, Stüdyo Dra- ma'nın ve benzerierinin yaşayacağına, daha doğ- rusu yaşaması gerektiğine inanmak istiyorum. Çünku bunun aksi bir durum, karanlıklarımızdan kurtulmanın en güçlü yollarından birini kendi elle- rimizle kapatmaktan başka bir şey olmaz! e-posta: ahmetcemat(â superonline.com acem20«ı hotmail.com "Çin Operası Gerisi Fotoğrafları' • ANKARA (ANKA) - Fotoğraf sanatçısı Belmin Söylemez. Pekin, Şanghay, Hong-Kong ve Taipeı'de gerçekleştirdiği 'Çin Operası Gerisi Fotoğraflan" adlı sergisini, 16 Ekim'de, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde açacak. Sergi, Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Kuangyi Yao'nun himayelerinde. Türkiye ile Çin arasında diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 30. yıl kutlamalan faaliyetleri kapsammda açılacak. Serginin açılışma Kültür Bakanı tstemihan Talay da katılacak. 2. • 12.00 • 14.00 'Türkiye'de Sosyalizmin İktidar Arajişı'. Konuşmacı: Kemal Okuyan. Düzenleyen. GelenekYaçinlan. • 14.45 -16.15 'Şiir mi?, Şair mi?'. Konuşmacılar: NevzatÇeük, küçük tskender. Düzenleyen: Om Yayınlan. • 16J0 -1730 'N L P Zihnimizi Kullanma Klavuzu'. Konuşmacı: NUGün. Düzenleyen: Kuraküşı Yayınlan • 17.45 -1930 'Klonlanmak Ister misiniz?' Konuşmacılar: BetüT Çotuksöken, Beyazrt Çn-akoğlu, HalukErtan. Düzenleyen: Bilim ve Ütopya. BUGÜN • BORUSAN KÜLTÜR MERKEZt'nde, 10.30 - 12.00 saatleri arasında 'Müziğin Rengi'adh atölyede Sonya Tannsever. Nivazi Selçuk yer alacak. (212 292 06 55) • GOETHEENSTİTÜSÜ'nde saat 19.00'da Alain Resnais'in yönettiği 'Gece ve Sis' adlı film gösterilecek. (212 249 20 09) • AKBANK11. CAZ FESTİVALİ'nde, Aksanafda 12.30'da McCoy T>ner At The VVarshaw Jazz Jamboree 56' ve 17.00'de Maceo Parker - Roots Revisited 58' adlı gruplar dmlenebılir. (212 252 35 00) M BEYOĞLU ADA KÜLTÜR de saat 13.00- 15.00 arası Ömer FarukTekbilek albümlerini imzalayacak. (212 251 55 44)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear