25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
3AYFA CUMHURİYET 26 HAZİRAN 1998 CUMA 14 KULTUR Ravel Yaylı Çalgılar Dörtlüsü, Fransız bestecilerinin müziğini yaşatmayı amaçlıyor 'Ravel hep sürprizlerle dolu'FECİRALPTEKİN 1986 >ılında L>on'da kurulan Ravel Yaylı Çalgılar Dörtlüsü. 26. Uluslarara- 5! lstanbul Müzık Festıvalı'nin Fran- sa'yla Buluşma bölümü kapsamında ge- ;en salı akşamı Aya îrinı Müzesi'nde bır <onser verdi. Dörtlü, kemanlarda Gi- jvanni Battista Fabris ve Reiko Kitaha- tna. v ıyolada Zoltan Toth ve vıyolonsel- ie Jean-Michel Fonteneau'dan oluşuyor. ^epertuvanndakı eklektik anlayış ve mü- rikal seçimleriyle dıkkat çeken dörtlü- /e yönelttiğımiz sorulan Fonteneau ya- aıtladı. - Ravel Ya> Iı Çalgılar Dörtlüsü nasıl bir ıraya geldi? JEAN-MICHEL FONTENAL - KJta- hama \e ben iki yıldır çalışmalanmızı bir- likte sürdürüyorduk. 1986 yılında Lyon Operası'nda Toth ıle tanıştık ve aynı yıl birlikte Ravel Dörtlüsü'nükurduk. O za- man kemanlann bınnde Nathalie Joffre vardı. Yaklaşık üç yıl repertuvar üzerin- de çalıştık. 1989 yılında Uluslararası Evian Yaylı Çalgılar Dörtlüleri Yanş- ması'nda Tortelier ve Kültür Bakanlığı Ödülleri'ni kazandığımızda uluslarara- sıkanyerimızdebaşlamıştı. 1995 yılın- da Fabns bınnci keman olarak toplulu- ğa katıldı ve Dörtlü, bugünkü halinı al- mışoldu. Kendi soumTumuzu oluşturduk - Dörtlü'ye ünlü besteci Ravel'in adı- nı vermenizin nedeni nevdi? Topluluk ıçın bir isım aramaya başla- dığımız 1987 yılı, Fransa'da Maurice Ravel'in ölümünün 50. yılı olarak kut- lanıyordu. O zaman Fransa'da Ravel adı- nı taşıyan başka bır grup yoktu v e bu bi- zım için büyük bir fırsat oldu. Aynca o günlerde Ravel üzennde pratik yapıyor- duk. topluluğa bir isim bulmamız hiç zor olmadı. - Kuruluşundan bu yana topluhığun çiz- BUSUutitlMi! İSTAMIOL MİZİK FESThMÜ • "Özellikle Ravel'e çok yakın hissediyoruz kendimizi. 12 yıldır içinde olmamıza karşın, onun müziği bizim için hep sürprizlerle dolu. Her defasında farklı bir yanını keşfediyoruz. Debussy'nin müziği de bu bakımdan Ravel'i andınyor, şiir gibi. Şiir de düş gücüyle beslenir." , rtpcnuvarındakıekleknkaniavı^vemuzikalseçinıiyledikkatiçekiyor. (hotoğrat: K.ADER TUGLA) gisinde herhangi bir değişiklikoldu mu ? Hayıı. çızgımizde büyük bır değişik- lik olmadı. Bız. müzıkte yapmak ıstedik- lenmızi daha en başta açıkça ortava koy- muştuk. tlk üç yıl temel repertuvar üze- nnde çalıştık ve bıze aıt. kışısel bır so- und oluşturduk. 1989"da farklı bir reper- ruv ar ûzerinâe çalışma> a başladık. Ama- cımız. müzik adınavenışeyleryapmak- tı. ama çızgımiz bellıydı. Genç Fransız bestecileriyle de çalıştık. Genç bir top- luluk olduğumuz ıçın belli bestecıler üzennde yoğunlaşıp hızlı bır biçımde özelleşmek yenne. birçok stil öğrenmek yoluyla kendi kişisel sound'umuzuoluş- turmak istedik. - Fabris topluluğa neler katu? Fabris topiuluğun sound'una genç ve taze bir hava verdi. Topiuluğun ıç den- gelerindededeğışıklıkleroldu. Sanınm böyle değişıklikler, müziği yaşatmak ıçın en ıvı fırsatı v eriyor bızlere. - lstanbul konserinizde Debussy. Fa- ure ve Ravel yonımlan sundunuz... Onlar. 20. yüzyıla yetışen en büyük Fransız bestecıleri. Zamanımızın en önemli ızlenimci yapıtlarını veren bu isimlenn müzığını yaşatmak gerektığı- ne manıyorum. En başından bu yana çal- dığımız içın, özellikle Ravel'e çok ya- kın hissediyoruz kendimizi. 12 yıldır ıçınde olmamıza karşın. onun müziği bi- zim ıçin hep sürpnzlerle dolu. Her de- fasında farklı bir yanını keşfediyoruz. Debussy'nin müziği de bu bakımdan Ravel'i andınyor, şiir gibı. Şiirdehiçbir zaman aynı değildir, düş gücüyle besle- nir. Faure ıse çok derin. Onu çok iyi ta- nımadan ve anlamadan müziğini çalmak olanaksız. - Halen Beethoven'ın dörttüklerinin kaydı üzerinde çahşıyorsunuz... Beethoven'la yine klasıklere dönmek istedik. Amacımız, oluşturduğumuz so- und'u bir kez daha gözden geçirip temiz- lemekti. - Bu yaz için belirlediğiniz konser prog- ramı ve CD çalışmalannız konusunda biraz bilgi verir misiniz? Eylül ayında gerçekleştireceğimiz bir Japonya tumemiz var. Orada Ravel, Haydn, Şostakoviç ve Schumann'ın ya- pıtlannı seslendırecegiz. Aynca halen. 20. yüzyılın ılk yansında yaşamış Fransız bes- tecilerinin yapıtlannı yorumlayacagımız bir ÇD üzerinde çalışmaktayız. - Beş kıtada konserler veriyorsunuz. Dünyanın çeşitli yerlerinde izleyicinin klasik müziğe yaklaşımını nasü buluyor- sunuz? Çok farklı. Bu farkı küçük bır karşı- laştırma yaparak açıklayabilirim. Örne- ğin Güney Amerika izleyicisi ne kadar coşkulu ve heyecanlıysa, Japonlar da o kadar vakur. Konserin sonuna dek tep- kilerinı belli etmiyorlar ve sonra da ne düşündüklennı açıkça söylüyorlar. Ünlü obua sanatçısı Douglas Boyd, lstanbul da bir 'master class' gerçekleştirdi Okyanusta büyük balıkolmak Kültür Servisi - Dünyanın sayılı obua sa- natçılanndan biri olan Douglas Boyd, iki konser ve konservatuvar öğrencilerine yö- nelik bir "master class" ile Istanbullu mü» zikseverlerle buluştu. ' ' ' ' "• ' ' c ' Avrupa Oda Orkestrasrnın önde gelen sa- natçılanndan biri olan Douglas Boyd, Boru- san Grubu için verdiği özel konser öncesin- de konservatuvar öğrencilerine yönelik bir "master class" gerçekleştirdi. Boyd, Boru- san'm katkılanyla düzenlenen "master class'" kapsamında, Minıar Sinan Üniversitesi ve ls- tanbul Üniversitesi konservatuvar öğrenci- lerine obua ile ilgili teknik bilgiler verdi ve uygulamalı çalışmalar gerçekleştirdi. Mas- ter class'a katılan konservatuvar öğrencile- ri, bu tür çalışmalann çok gerekli olduğu- nu, öğrenim hayatlan boyıınca böyle bir şan- sın çok sık karşılanna çıkmadığını belirtti- ler. Academy of Saint Martin in the Fields, Av- rupa Oda Orkestrası, La Fenice Orkestrası, Viyana Senfoni Orkestrası gibi seçkin top- luluklarla konserler veren ve sayısız kayıt ger- çekleştıren Boyd. halen Kraliyet Müzik Aka- demisi'nde öğretim üyesi olarak görev ya- pıyor. Boyd. öğrencilerle birlikte olmaktan büyük keyif aldiğını söylüyor ve tstanbui'da- ki "master class"ı söyle değedendiriyor:,,, u Öğretmekbenim için büvük birzevk. Ima- run bu çahşmadan benim kadar öğrenciler de zevk almışlardır" Boyd "Buradakiögrencilerinteksorunu, farkk müzisyenlerle bir aray a gelememeleri'' diyor ve eklıyor: "Eğer Londra gibi bir kent- te yaşıyor olsalardı. mihonlarca konseri iz- leme, pek çok sanatçıyla karşılaşma ve hat- ta çalışma imkânı bulabilirlerdi. Çiinkü bu- radaki öğrenciler, karşılaştığım diğer öğrcn- cilerden daha az yetenekli değilier. Tek prob- lem, öğrenimlerini j urtdışında sürdürme ko- nusunda kendilcrine çuk fazla fırsatın sunul- manıası. Onlar küçük havıızda balık olmak zorunda kalıvorlar, ama dışarıda büvük bir okyanus var asunda. lstanbul 'a da çoköneııı- li orkestralann geldiğini ve konserier verdi- ğjni biliyorum. ancak bu konserier bile Al- mama. İngütere ve Fransa'dakilerin sayısı- na uiaşamıyor" Bir v irtüöz olarak parlak bir uluslararası kariyere sahip olan Boyd, obua ile dokuz yaşında tanışmış. Bu tanışmayı "şanseseri" olarak niteleyen ünlü müzisyen, piyanist olan annesiaın destegıyk çok iyi bir müzik eğitimi aldığını ve meslek seçimini olduk- ça erken bir yaşta yaptığını anlatıyor. Öğrencilik yıllannda klamete büyük bir tutku besleyen Boyd, bu enstrümana ilişkin akademik bir eğitim olmaması yüzünden obuayı seçmiş. Son üç yıldır önemli orkest- ralann şefliğini de üstlenen Douglas Boyd, orkestra şefliği ve solistliğini birlikte yürüt- menin ne demek olduğunu şöyle anlatıyor: "Orkrestra idare etmck yaşamım nov unca çok istediğim bir şeydi, mesleğinı açısından benim için donık noktası olarak düşünüyo- rum bunu. Orkestra şefliği vıida birkaç kez vaptığınu bir iştir. ama solistİik ö> ledeğiL He- men her gün obua çahyorum, belli bir disip- lüı içindeçalışıyorum. Bir orkestra ile birlik- te çalmak. üstetik dünyanın en önemii or- kestralanndan biri ise gerçekten de dünya- nın en harikulade duv gusu. özellikle Mozart ya da Haydn çalıyorsanız bu, insanın yaşa- yabileceği en kutsal anlardan biri_" Yılda ortalama 80 gösteri sergileyen Marsilya Ulusal Balesi, tstanbul'da da iki gösteri sundu Roland Petit'in koreografileri hiç yaşlammyor NURDA.N CtHANŞÜMUL 26. Uluslararası lstanbul Müzik Fes- tivalı'nde Marsilya Ulusal Balesi. iki "gece Istanbullu sanatseverlerle buluş- tu. Marsilya Ulusal Balesi. koreografı- lerini Roland Petit' in yaptığı "V'e Ay Ha- rap Tapmağm Üzerinden Bahyor', 'Car- men", 'Genç Adam \e Olüm'ü sahnele- di. *Ve Ay Harap Tapınağın Üzerinden ' Batıyor'da Agnes Lascompes. Thierry Haus«ald. Angelo\ergari. "Carmen'de Jan Broeckx. Lucia Lacarra. Vlaria Gt- menez. 'Genç Adam ve Ölüm'de ise Caıiotta Zamparo. Juliano Peparini ve Lienz Chang yer aldı. Marsilya Ulusal Balesı'nın 14 yıldır başdansçısı olan ve Çatmen'de Don Jo- se'yı canlandıran Jan Broeckx. Roland Petit'in koreografı yaparken çok aynn- nlı düşündüğünü, hem müzik hem de ko- reografı üzenne uzun araştırmalar yap- tığını belirtiyor: " Daha sonra ise doğaç- lama olarak dansçıların önünde çalış- maj a başlıyor. Doğal olarak dansçıların , bunu çok çabuk kavraması gerekiyor. Petit, karakterler üzerinde de büyük bir çalışma > apıyor. Dansçılan seçerken on- lann karakteristik özelliklerini göz önü- ne alarak her dansçının özelliğinden v a- rarlanmava çahşıvor. Dansçüann karak- teri \e onların Perife verdiği enerji çok önemli. Dansçıların karakteıierine ve kalitesine göre vapıtlan yarahyor." A)TII repertuvaria sürekli turne Roland Petit'in iyi işler yaptığını ve geniş bır yelpazede çalıştığına dikkat çeken Jan Broeck.x. "Roland Petit iyi iş- ler yapan bir koreograf ve yaptığı kore- ografiler yaşlanmıyor, hep güncel kau- yor. Carmen, Genç Adam ve Ölüm 40'ü yıllarda sahnelenmişti ve hâlâ dans edi- yoruz, günceüiklerini koruyorlar. Ayn- D, ca Petit, klasik, neoklasik gibi geniş bir yelpazede çalışıyor" diye anlatı>or. Roland Petit ile 13 > ıl çalışan ve Genç Adam v e Ölüm'de baş dansçı olarak ver alan Carlotta Zamparo da "Perit ile her zaman çok iyi arkadaş olarak kaldık. Kişisel sebeplerden dola>ı topluluktan a>- rıldım. Tekrar toplulukta konuk dansçı olarak bulunmaktan çok mutluyum" di- yor. Carmen'de rol alan Maria Gimenez ıse Roland Petit ile 1 yıl çalıştığını vebubır v ıl içinde çok fazla şey öğrcndiğıni v ur- guluyor. Marsilya Ulusal Balesi, yılda ortala- ma 80 gösten sahneliyor. Turneprogra- mına göre de birkaç gösten üst üste sah- nelenebılivor. Broeckx'e göre bu olay. dansçılar içın hem kolay hem de zor "Be- Iirli bir gösteri düzeni yok. Ancak avnı repertuvar uzun süre devanı ettiğinden dansçılar fazla zorlanmıyor. Turnelerde 6-10 temsil üst üste sahnelenebiliyor. Buraya gelmeden önce Çin 'de turnedey- dik." Dansta büyük devrim Broeckx"e göre sahnede olmak çok önemli- "Dansçılar seçilirken ilk aşa- mada tekniklerine göre eleniyorlar. Da- ha sonra ise genelde koreogrann zevki- ne göre seçiliyoıiar. Tıpkı >aşamda oldu- ğu gibi. Karşınıza biri çıkar ve onunla bir şey ler paylaşmak istersiniz. Ondayaşam "ansçılann karakteri ve onlann Petit'e verdiği enerji çok önemli. Buna göre yapıtlannı yararıyor. Geniş bir yelpazede çaltşıyor ve koreografileri hâlâ güncel. Marsflya ITusal Baksi'nin baş dansçılarından Jan Broeckx, Caıiotta Zam- paro \e Maria Gimenez. (KADERTUĞLA) enerjisi bulursunuz, Dansta da aynen böyle. Karşılıklı enerji varsa vcrimli ola- biliyorsunuz." Carlotta Zamparo. koreografı yap- manın bir iç enerji gerektirdığini vurgu- layarak, "Birandabenkoreografiyapa- cağım diye başlayamazsınız" diyor. Jan Broeck.\, Marsilya Ulusal Balesi'nde bale dersleri vermiş. Aynca Petit'in ba- zıkoreografilenni tekrar sahnelemişve çalıştıncı olarak görev almış "En sev- diğiın şey dansçılara enerji vermek veon- larla birlikte dans etmek" diyen Bro- eckx. çalıştıncı olarak kalmayı tercih ediyor. "Gün geçtikçe daha fazla modern top- iuluğun ortava çıkmasından" yakınan Broeckx bu topluluklann çofunun yap- tıklarını dans olarak nitelendirmiyor: "Okuldan çıkan öğrenciler için en ftnem- lisi bütün klasik baleieri çalışmalan. Ar- ük çok az klasik baletopluluğu kaldı. Bü- tün bale topluluklannda çok daha az para var. Bu da daha az dansçı. daha az kosrüm demek. Klasik baleieri büyük topluluklar sahneleyebiliyor. Genel ola- rak dans tiyatrosu gibi popüler şeyler var. Böyle olunca klasikten çok neo-kla- sik baleler sahneleniyor. Ama dans ri- yatrolannda yer almak için dans eğiti- mi almak gerekmiyor ve çoğunun da dans eğitimi yok. Örneğin son seyretti- 0m dans rivarrosunda. bir dansçı kendi etrafına yapraklar ve benzeri şey ler sar- mış. Bir sağa bir sola koşuyor. Arkasın- dan ise klasik bir bale dansçısının hare- ketleri yansıyor. Bu, benim için dans de- ğil. Dansın hareket olması lazım, duygu vermeli. Böyle sağa sola koşmakla ol- maz. O zaman herkes dansçı olabüir ve danseğitimi almanın hiçbir manrığı kal- maz." Carlotta Zamparo ise dansta büyük bir devrim yaşandığına inanıyor "Bir şey- ler değişnıeli. Ancak bazı klasik baleler aynı kalmalı. Ben balede büyük bir ge- lişim ve değişim olduğuna inaıııvorum. Bunlar vaşannıalı." Jan BroecL\ Berlin'de UğurSeyrek'le dans ettiğini ve çok iyi bir dansçı oldu- ğunu söylüyor: "Marsilya Ulusal Bale- si'nde de grup dansçısı olarak yer alan Tarhan Eroğlu var. Eroğlu. İngiltere'de yaşamış ve İngiltere'deeğitim görmüş. Sa- nınm Türk dansçısı diye nitelendirme- mek gerek. Aynca Almanva'da yaşayan Mehmet Balkan'la da birlikte dans et- tik. Hepsi çok iyi dansçılar." Marsilya Ulusal Balesi, lstanbul'dan sonra Tunus'a, Cenevre'ye ve lspan- ya'ya gidecek. YAZI ODASI SELİM tLERt Yazarımız: Oktay Akbal Cumhuriyet'ten çıkarçıkmaz, daha yolda, yokuş aşa- ğı ınerken sayfalarını kanştırdım. Çok sevdiğim, us- tam bellediğim bir hikâyecinin yeni kitabı. Sonra Eminönü-Üsküdar vapuru. Açıkta oturuyo- rum. Denızde pempemsi, sanmsı güneş lekeleri. Yeni kitapları, hele sevdiğim biryazarın eseriyse, ilk sayfasından açıp serinkanhlıkla okuyamam. Kitapla aramda söze dökülmesi hayli zor bir kaynaşma- ku- caklaşma yaşanır. Belki de, yeni birdost edinmiş gibiyimdir. Oktay Ak- bal'ın, Hücrede Karmen'lnde de (Papirüs Yayınlan) ay- nı duyguyu yaşadım. Hücrede Kaımen'in evrilip çevrilişinde nice zaman- lar öncesine dalıp gittım. Atatürk Erkek üsesi'ndey- miş, öğretmenimız Bakiye Ramazanoğlu bir derste Oktay Akbal'ın öyküsünü okuyor. O günkü yazarımız Oktay Akbal. Ama benim Oktay Akbal'ım daha eskilerde bir za- man dilimınde. Ortaokul yıllarımda. Sahaflar'dakı Elif Kitabevi'ne dadanışlarım dönemınde. Pembe çizgıli kapaklı BerberAynası, hemen yanı başında Yeditepe Yayınları'ndan Bızans Defınesi. Berber Aynası'nda "Yabancı Okulda" adlı bir öykü var. Gerçi ben o sıralar Galatasaray'da öğrenciyim, ama Oktay Akbal'ın hıkâyesındeki anlatıcıyla bire bır duy- gular paylaşıyorum. Etüdde gızli gızli okuyor ve içle- niyorum. Bizans Definesı'ndeyse Türkçe hikâyelerin en gü- zellerinden bırine vurulacağım, "Esterile Roza "ya. Öğretmenimizin okuduğu öyküyü dinlerken bir gün Oktay Akbal gibi öyküler yazmayı düşlüyorum. Hem o sıralar bir şeyler yazıyorum da... Öğretmenimiz: "OktayAkbal'ın Suçumuz Insan Ol- mak adlı çok acı bir romanı vardır; okuyun çocuklar", dtyor. Çok güzel degıl, çok acı bir roman. Suçumuz Insan Olmak'ı güçlükle bulabilmiştim. Güzel ve acıydı. Sonu çok dokunmuştu. Uzun süre son sayfalann etkisi altında yaşamıştım. Herhalde otuzu aşkın yıl geçti, o sayfalar bende ızlerinı korudu. Alabildiğine hüzünlü bir 'imkânsız aşk' romanı. Ama şımdi Hücrede Karmen'le baş başaydım. Ki- taptaki "Büyükbabam ve Ben 1 daha önce Adam Öy- kü dergisinde okumuştum. "Zıya Bey" çok yakınım- dı elberte: sevdiğim bır şairi, Ziya Osman Saba'yı bir anı-öyküde yaşatıyor, Akbal'ın Şair Dostlanm'ma ye- niden çekip götürüyordu. Üsküdar'a geldığimizde hep Oktay Akbal duyarlı- ğı. Bireyi mı anlatıyor. 'ben' kişısinı mi anlatıyor; ben- ce sıfatlandırmak gereksiz, bır Oktay Akbal dünyası vardır, hepsi bu. "YalntzlıkBana Yasak"gibi, "Bursa'da Toulouse-Lautrtec" gibi eşsiz öyküler vardır. Kanlıca'ya gidecektim o gün. Gece geç saat dö- nüşte, yazı masasının ışığını yaktıktan sonra Hücre- de Karmen'i tekrar açtım. Adeta bir dürtü, beni son öyküye, "Evrak-ı MetrDuke'yi Kim Yazdı?"ya sürük- ledi. 1998'de kaleme alınmış bu öykü, yalınlığı ve o oran- da derinliğiyle gerçek bir ustanın verimı. Bana sorar- sanız, Suçumuz Insan Olmak'tan bile acı. Ama değıl- miş gibi, bir şey söylemez, açısından konuşmazmış gibi. Ancak, Oktay Akbal yazabilirdi. Düşündüm, ben yazsaydım, yazabilseydim, yalın- lığı böytesıne pekiştiremezdım. Pekiştirmek şöyle dur- son, süsledikçe süslemeye uğraşırdım, bulmuşken az- dırırdım konuyu. Güzide Sabri ve Güzide Sami hanımlar, öykünün bu kişileri esinler-esinlergetirdiler. Tıpkı ilkgençliğimin okumalarından... Oktay Akbal okumalanndan biriydi. Geceye, saate aldırmayıp bır hikâye yazabılirdim. Öylesine duyuyordum 'hikâye' yazma ısteğinı... Öykülerinde moda yazarlann, ama daha çok yaban- cı yazartann rotasını tutturmaya çalışan genç öykü- cüler bilmem Oktay Akbal okuyorlar mı? Andığım öy- küsü bile, Oktay Akbal'ın Türk hikâyeciliğinde gele- nekle yeniyi nasıl birleştırebildiğinin, kaynaştırabildi- ğinın belgesı. Takvimde İz Bırakan: "Kitaplıklara gitmelıyim! Eski dergiyapraklannda be- nim Diojen'ımi bulmalıyım! Servetifünun Basıme- vı'ndekı loş odada ilk denemelerimi çıziktırirken. Te- pemde yazdığım yazıyı bekleyen sermürettip Meh- met Bey'le konuşurken. Yazariık heveslisi birgencin dünyasınagirebilmeliyim... Olabilırse!.. "Oktay Akbal, "Diojen Kendini Anyor" (Hücrede Karmen), 1998. Genç Etkinlik başlıyor I Kültür Seryisi - Uluslararası Plastık Sanatlar Derneğı ve TÜYAP ışbırlığıyle düzenlenen Genç Etkinlik'ın dördüncüsü bugün başlıyor. Etkinliğin ilk gün etkınlıklen kapsamında saat 18.00'de gerçekleşecek açilış ve ödül törenınde Türkiye'de plastik sanatlar ortamınm oluşması ve gelışmesinde gösterdıklen katkılar nedeni ıle Melike Kurtıç Abasıyanık. Semahat Acuner, Muammer Bakır, Zerrın Bölükbaşı. Nevın Çokay. Ruzın Gerçın, Mürşide Içmelı, Hamza lnanç, thsan Şurdum ve Ismail Hakkı Öcal'a '50. Yıl Hızmet OnurÖdülleri' verilecek. Saat 18.30'da Grup Mozaık'ın 'Kültürel Yapılanma' başlıklı atölye çalışması. saat 19.15'te de Hakan Yılmaz'ın 'Bir Şışede Bır Mılyon Insan' başlıklı gösterisı izlenebilır. K Ü L T Ü R » Ç İ Z İ K K Â M 1 L M A S A R A C 1
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear