23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 NİSAN 1998 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 15 Bayram ve armağan Bu bayramda da dostları ziyarete giderken şeker, çiçek yerine kitap armağan etme önerimizi yineliyoruz. Çağdaş Yayınlan'nın bir dizi yeni kitabı bayram öncesi çıktı: Yakup Kepenek'ten Yanlış Yıllar, Hikmet Çetinkaya'dan Sevdanın Adresi Belli Değil, Oktay Ekinci'den Şeriatın KravatJı Başkanı, Bülent Tanör'den Kurtuluş Kuruluş, Necati Cumalı'dan Aşk Da Gezer, Mustafa Balbay'dan Balkanlar, Erol Manisalı'dan Türkiye Avrupa llişkileri. Bayram ve biraz izin Vaziyet, iki gün öncesinden Kurban Bayramınızı kutluyor ve 14 Nisan'da buluşmak üzere izninizi istiyor. BİLDİRMECE Bakan, bakan ne bakan? Sabık bakan, başbakan; Anayasa çiğneyince Fazilete fal bakan! Selcuk Erez Elektronik posta: Deniz.Som@raksnet.com Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.5124497 - Çokuluslu BAT şirketinin ortakhğı TEKEL'e 1 mifyar dolar kaybettirecekmiş. "BAT'h TEKEL iflasa aider!" o ndokuz Mayıs Üniversitesi Rektörü Osman Çakırın Türk-Islam Sentezi'nin merkezine dö- nüşen üniversitede gerek üç hilalle birtürba- na profesörtük verilmesi gerekse sara has- tasının şoför yapılmasıyla ilgili yazılarımıza gönderdi- ğt açıklamalar bu köşede 11 Şubat'ta yayımlanmıştı. Bay Rektör, yeterlı bulmamış ki, mahkemeden aldığı kararla aynı açıklamalarını 2 Nisan'da bu kez aynen ya- yıımlattı. Bay Rektör, mahkeme tarafından uygun bu- lunan açıklamasında aynen şöyle diyordu: "Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türkiye'nin en çağ- daş eğitim kurumlarındandır." Türbanlı öğrencüerin derslere rahatça girdiği, üniver- sıtenin tıp fakültesı hastanesinde türbanlı hemşire ve doktorların görev yaptığı, Atatürk'e hakaret ettiği id- dıa edilen bir kişınin soruşturmasının sümen altına itil- diği, üniversitedeki türbanlı eğitim düzenini bir suç du- yurusuyla savcılığa bildıren vatandaşın sürüm sürüm süründürüldüğü Samsun'da Türkiye'nin en çağdaş Osman Çakıreğitimi yapılıyorsa ülkemizin ne hallere düştüğüne va- rın siz karar verin. Irkçı ve şeriatçı çevreler tarafından üniversiteye yönelik yayımlanan "ılim" gazetesi "Ma- lazgirTte, ülkücü bir öğrencinin Eğitim Fakültesi De- kanı Dursun Akbulut'a içtenlikle yönelttiği bir soru "çağdaş"lık konusunda en somut örneği vermiyor mu: "Hocam, üniversitemiz teknolojinin eğitimde kulla- nılması açısından çok geri durumda. Bizim dördüncü sınıfta iki dönem bilgisayar kullanımı dersi var. Bu der- si hocamız bilgisayarın resmini karatahtaya çizerek anlatmak durumunda kalıyor. Acaba bu konuda bir çalışmanız var mı?" Bilgisayar kullanımı dersinin bilgisayann karatahta- da resmedilerek yapıldığı bir üniversiteyi Türkiye'nin en çağdaş üniversitelerinden biri olarak tanıtmak ve bu konuda mahkemeden karar çıkartmak yargıyı da kan- dırmak olmuyor mu? Gelelim, "üç hilalle bir türbana profesöriük" konu- suna. Bay Rektör, mahkemeden gönderdiği açıklama- da 2547 sayılı yasanın ve ilgili yönetmeliğin hükümle- rının aynen uygulandığını anlattığı için şimdi sözümüz YÖK Başkanı Kemal Gürüz e... Ondokuz Mayıs Üni- versitesi'nde Doç.Dr. Nazmi Polat'ın profesörlüğe yük- seltilmesi sırasında, 2547 sayılı Yüksek Öğretim Yasa- sı'nın 17. maddesinin III. bendinde yazılı, boş kadro ila- nından sonra aranan 15 günlük başvuru süresi nasıl oluyor da 10 güne indiriliyor? Belgeler ortada. Yanıt verin... Yanıtınıza lütfen, yılbaşı yoğunluğundaki pos- ta ile yedi gün içinde (ki bu sürenin dört günü resmi ta- tildi) profesör adayının yurt içi ve yurt dışı yayınlannı içeren dosyasının Ankara, Trabzon ve Erzurum'daki jü- ri üyelerine nasıl ulaştığını ve Bay Rektör'ün açıkladı- ğı gibi layıkıyla değerlendirilip Samsun'a nasıl geri dön- düğünü eklemeyi de unutmayın. SESSİZ SEDASIZ (!) NURİKURTCEBE Yüksek Yerilim Hattı Erdinç UTKU Yalnızhk paylaşılmaz. Yalnızlar paylanır. Adını koymadığı kitap yazdı, sürüldü Istanbul'daki ilköğretim müfettişle- rinden Ramazan Çavdar, ilkokul bi- rinci sınıflar için matematik kitabının yazımına katılmıştı. Birçok öğretmen ve müfettiş bu tür kitaplara imzasını atarken Çavdar, kitabın yazarları ara- sına adını koymamıştı. Çavdar, birçok öğretmen ve müfet- tiş gibi kitabı dağıtım şirketine de ver- memiş; kitabın tanıtımının elden ya- pılmasını yeğlemişti. Satıldığında pa- rası ödenmek üzere okullara bırakıl- mıştı kitap. Aldığı sonuç pek başa- nlı sayılamazdı çünkü üç bin adet ba- sılan kitap iki yıl içinde satılamamış- tı ki, "kitap sattığı" gerekçesiyle hak- kında soruşturma açıldı. Müfettiş Çavdar, savunmasını "Ki- tap satmak suç değildir. Eğer görevi- mi kötüye kullanarak, ilgililere baskı ya- parak kitap satmaya çalışmışsam suç olan budur. Böyle bir durum varsa hakkımdaki soruşturmanın yenilen- mesini ve genişletilmesini talep edi- yorum" diye yaptı. Milli Eğitim, so- ruşturmayı genişletemedi ama mü- fettiş Ramazan Çavdar'ın tayini önce Gaziantep'e sonra da Edirne'ye çık- tı! Yazdıkları kitap ve okul dergilerini dağıtım şirketi kanalıyla satan hat- ta yayınevi adına pazariamacılık ya- pan Istanbul'daki müfettiş ve öğret- menlere gelince: Herkes yerli yerirv- de. Çünkü "sistem" böyle! PALAS PANDIRAS L Postmodem Tûrk ninnisi: "Dandini dandini dastana, danalar girmiş TEM otoyoluna." MûfrtBozacı ÇED KOŞESİ OKTAY EKİNCİ Afrika'dan Bergama'ya Çevre tartışmalannda "sorun yaratan yatırımcıyı" sorgula- mak yerine "iziıı veren yönetime" yüklenmek sanki genel bir kural oldu. Nitekim çevre davalannda da "davalı" taraf proje sahipleri değil, onlara ruhsat veren, ya da arazi tahsıs eden "idare" oluyor. Yani, sadece "devlet" yargılarit-' yor... Ancak, kimiömeklerdevarki artık orada sadece "çevre düş- manı yetküileri" sorgulamak ger- çek sorumluyu görebilmek için yeterli olmuyor. Yöneticilere böy- lesi duyarsız ve hatta hukuk dışı kararlar aldırtabilen, hatta onlar- dan "izin koparabilen" yatınm- cılann bu büyük ve etkiü güçle- rini "hangi ilişkilerden" aldık- lannı da irdelemek gerekiyor. Tıpkı, Bergama Belediye Baş- Bergama'da altın madencılığı ara- ma ruhsatını önce 26.4.1989'da Türkiye'den Eczacıbaşı'nın şirke- ti ESAN alıyor. Sonra da aynı ruh- satı 4.10.1989'da ışte bu uluslara- rası ortakiığa "üretilecek altının binde 6'sı" karşıhğında de\ redi- y o c - ' " • • : , • Eurogöi'd'uh büyiîk ortaği NR Alman asıllı birGüney Afrikalı aileolan Oppenheimer'lereait bir şirket. Baba Oppenheımer. 20. yüzyılın başlannda bu ülkede hem madencı hem de zencilen ezen ırkçı beyazyönetımının belediye başkanı. O'nun oğlu Harry daha da "sert" bir ırkçı ve sömürgeci Işte bu aıle. Güney Afrika'dakı "Mandela'nın zaferiyle" bırlık- te şımdı Eurogold kanalıyla Ber- gama'da... • Eurogold'un dığerortağı MG Bergamahlar direniyor... Tıpkı Güney Afrikalılann yakın yıl- lara dek direndikleri gibi... kanı Sefa Taşkın'ın, sıyanürlü al- tın madenciliğineverilmiş ruhsat- lann "kimlere verildiğini" gün ışığınaçıkartan "Siyanürcii Ah- tapot" adlı kitabında yaptığı gi- bi... Karanlık ilişkiler... Kimdır bu Eurogold; \e yargı kararlanna rağmen yaptığı yasa- dışı madencılik faaliyetini huku- ka aykın gazete ilanlanyla \ e hat- ta "Âtatürk'ün sözJerini"de kul- lanarak savunma gücünü ve ayn- calığını nereden, hangi ilişkile- rinden alıyor?.. Siyanürlü Ahtapot'un sayfala- nna daldıkça, bu sorunun yanıtı- nı görmekJe kalmıyorsunuz. Ber- gama halkının aslında herhangi bir çevre savaşımı değil, denebi- lir ki bütün ülke ve ulusumuz adı- na yüzyılın belki de en kirlı ve in- sanlık dışı uluslararası ilişkilen- ne karşı bir "bağınısızlık ve onur direnişi" sürdürdüklenni de an- lıyorsunuz. Bunu fark edince de onlara des- tek olmanın öncelikle bir "yurt- severlik görevi" sayılması gerek- tiğini, Eurogold'un sadece "tek- nolojisini" tartışmak isteyenlere yüksek sesle haykırmak istiyorsu- nuz... Işte, Sefa Taşkın'ın belgeledi- ği gerçeklerden küçük bir kesit: • Eurogold 1989'da kuruldu- ğunda. yüzde 67'si Norraandy Poseidon, (N.P), yüzde 33"ü de Metal Mining (MG) şirketine ait. ise Alman Daimler Benz. Si- emens gibi dünya devlenyle bir- likte Kuveytkökenli Investment firmasıyla da aynca ortak. Yani Avrupa'nın yani sıra Arap ser- mayesi de Bergama'daki siyanür- lü madenin arkasındalar... • Eurogold'un o kimilerince "güven duyulan" teknolojısi ise I1VCO adlı bir başka uluslararası şırkete ait. 1NCO. Nazilere silah sağlayan. Guatemala'da dikta- törlüğü besleyen. "karanlık" bir firma. O kadar ki ABD Yüksek Mahkemesi bile INCO'nun bu kirli ilişkilerini yargılayarak: •'ABD tarihinin en şerefsiz şir- keti" olduğuna karar vermiş... Eurogold'a işletme ruhsatı ve- ren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın dönemin bakanı Ersin Faralvalı imzasını taşıyan 28.9.1992 tarihli yazısuıda şu açık- lama var: "Güney Afrika'da son vıllarda güvenli ortam kalma- yınca altın madencileri Türld- ve'ye de yöneldiler..." Ne diyelim? Aynı bakanlık bü- -okratlan, belki Sıyanürlü Ahta- jot'u okurlar da ömeğin Mande- la'nın özgürlük tarihine geçen şu <özünü görüp, Bergama'nın ruh- <at dosyasına kapak yaparlar: "Be- >azlar geldiğinde onlann tanrı- •ı, bizim toprağımız vardı. Son- ra onlann toprağı. bizim tanrı- jıız oldu..." Neyse ki Danıştay, Bergama lalkını ve bizleri "topraksız" bı- akmadı. HAYVANLAR İSMAIL GÜLGEÇ 17/1H! ]} duÖutA KtM KtME DUM DUMA BEHIÇAK behicakfâ turk.net ÇİZGİLÎK KÂMİL MASAKAC1 H A R B İ SEMtH POROY TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKA\ 5 Nisan NERBERT VON KARAJAN.. 19O8'DE BUSUN UMLU ueegesr vou &usAj~AN(je#GAyAM) DOĞ- . ÇOK KUÇÜ< YHŞrA (S) PtYANtSr OLA&tfC JÇ , ORKESTGA YÖNEriCtUĞ/Ne YONELMİfTİ. 1927'[>£ MozA/er'/N "£&*eo"MUN£ÜĞÜMU "OPEK/IS-M&A ŞEFLHS/ yAPAZAK /£j£ı roPLAy/MCA, BU MESLSSe /LK AOfMUJt ArMIÇ Ot-DU. rt/rCŞK Z4MANIMDA 8İK A&A NAZI PBer/StHİN ÜYeLİSİME AUHMAS/, ÖAJPE GELSN Nt EUGEU-/YEMEMİŞri. ÖZ£LUKLE, 1954 YtUNDA f DlĞl BERLİN FİLAtSMOMl oeicESrGASt ŞEFL/ĞİNİ^UJMÛNE YAKIN GÜHLESE OESİN SuRPÜeMÜÇTÜ- YORUMOUUJ6UNM1& USTA LıK HAPAK, KL4S/K AAtıaiĞi yAYSINl^ÇngMAl^Kt SAÇA&Sl PA DÜU- PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Çıplak Adamlar Yağmuıiu bir pazar sabahı, kentin merkeze olduk- ça uzak bir semtinde o önemli gün için özel olarak hazırlanmış büyük bir salonda toplanmışlardı. O sa- bah erkenden kalkmışlar, gardıroptan, kendilerine en çok yakıştığını, kişiliklerine en uygun düşeceğini dü- şündükleri koyu renk giysilerini seçmişlerdi. Toplan- tının yapılacağı salonun dış kapısında, ince ince ya- ğan yağmurdan ıslanmış saçlannı elleriyle düzeltiyor- lar, ıslak etterini kâğıt mendilîerle kuruluyorlardı. Son- ra kendilerini tanıyan, seiamlayan, karşılayan arka- daşlannın ellerini teker teker sıkarak toplantı salo- nuna doğru ilerliyorlardı. Böyle önemli günler için de- neyimli ve hazıriıklıydılar. Konuşmalann yapılacağı kür- sünün karşısına dizilmış sandalyelerin en ön sırala- nnda, kendileri için ayrılmış yerlerine oturmadan ön- ce çevrelerine bir göz atıyorlar, dostlanna el sallıyor- lardı. Toplantılarda en ön sırada oturmanın, salonun giriş kapısıyla oturacaklan yer arasındaki yolu ola- bildiğince kalabalık bir yandaş topluluğuyla almanın ayncalığını doya doya yaşıyortardı. Kapıdan girince adımlannı yavaşlatıyoriar, çevrelerinde hatırı sayılır bir kalabalığın toplanmasına özen gösteriyorlardı. Onlar oturunca, kendilerine kapı ile koltuk arasında- ki yolda yoldaşlık etmiş topluluk, kapıdan girecek baş- ka bir önemli kişiliğe aynı yolda yoldaşlık etmek üze- re yeniden kapıya yöneliyordu. Bir gün gelecek, on- lar da ön sıratarda oturacaklar, o zaman aynı yolda başkalan kendilerine yoldaşlık etmek için yanşacak- lardı. Onun için oradaydılar. Ön sıralar eski bakanlara, eski belediye başkan- lanna, eski ve yeni milletvekillerine, sendika önder- lerine, önde gelen yerel politikacılara ve diğer önem-. li kişiliklere ayrılmıştı. Her yeni gelen önemli kişi, sa- lona daha önce gelip yerini almış. yanındaki koltuk-1 ta oturan önemli kişilik ile tokalaşıyor, onunla konuş-, maya başlryordu. Konuşmalar ilerledikçe heyecan-' lanıyoriar, heyecanlan yüzlerine vuruyor, el kol hare- ketlerini denetleyemiyoriardı. Ön sıralardaki önemli. kişilerin aralarında ne konuştuklannı duyamayan,, ancak onlann dışa yansıyan heyecanlanna bakıp, bun-. dan derin anlamlar çıkartmaya çalışan arka sırada- kiler de heyecanlanıyortardı. Fakat onlar ön sırada- kiler kadar deneyimli olmadıklan -belki de ne için he-1 yecanlandıklannı tam olarak bilemedikleri- için ge- riliyorlar, onlar gerildikçe salonun havası da gergin-) leşiyordu. Kolay değildi. O yağmuıiu pazar sabahı,; 0 büyük salonda toplanan insanlar, tümü sosyalist, ya da sosyal demokratlar tarafından yönetilen ülke-. lerden, Hollanda'dan biraz az; Isveç'ten, Avustur-, ya'dan, Portekiz'den fazla; Norveç'in yaklaşık üçt katı nüfusa sahip bir metropolün "sosyal demokrat" önderini seçmek için bir araya gelmişlerdi. Istanbul'un "sosyaldemokrat" önderi, Türkiye'de, işçilerin en örgütlü, sivil toplum kuruluşlannın en yay-' gın olduğu; geniş emekçi kitlelerinin emek-serma-, ye çelişkisini en yoğun yaşadıklan bu kentte seçilir seçilmez hızlı birörgütlenmeçabasınaginşecek, ül-, kenin en fazla üniversitesine ve yüksekokuluna sa-, hip olan, ülkenin en seçkin aydınlannın yaşadığı bu kentte, onların da desteğini alacak; meslek kuruluş- lan, meslek odalan ile bütünleşecek, kentin ve ülke- nin sorunlanna çağdaş, uygulanabilir çözüm seçe- nekleri üretecekti. Kendilerini ülkenin en büyük ken- tinin "sosyal demokrat" önderi olmaya layık gören insanlar, lider adaytan, doğal olarak "so/"u Anka- ra'da iktidara taşıyacak büyük siyasal savaşımda önemli sorumluluklar üstleneceklerinin bılıncınde ol- mak zorundaydılar. Ne var ki, böyle bir bilinç ne konuşmalanna ne de davranışlarına yansıyordu. Çağdaş siyasal ilişkiler- de geçerli temel yaklaşımlardan biri olan "uzlaşma" kavrammı sanki hiç duymamış gibiydiler. Oturduk- lan kottuklann hemen önünde kurulan plato, yandaş-, lannın her birinin dramatik birer rol üstlendiği bir ti- yatro sahnesine dönüşmüştü. Bu doğaçlama oyu- nun, tümü erkeklerden oluşan oyunculan birbirleri ar- dınca sahneye fırlıyor, rollerini oynayıp sahneden ini- yoriardı. Seyircilerin alkışlan ve yuhalamalan birbiri- ne kanşıyordu. Mikrofon kapanın elinde kalıyor, kür- sü yıkılacak gibi oluyor, oyuncular birbirlerine bağı- np çağırıyorlardı... Aradan saatler geçiyor, salonu doldurmuş "seçkin" kalabalık hâlâ toplantılannı baş- latacak bir kişi seçme becerisini gösteremiyordu. Neden sonra birisi seçildi, toplantı başladı ve bir sü- re sonra alkışlarla, flaşlarla ve çok daha büyük bir yandaş topluluğunun yoldaşlığında "en büyük baş- Âran"salonagirdi... O gün olan bitenleri salonun bir köşesinde izliyor- dum. Arkamdaki duvann dibinde göğüslerine birer "parti" rozeti takmış iki genç kadın, tanık olduğu bu görüntülerkarşısındayıkılmış, umudunu yitirmış, hır- sından ağlayan bir arkadaşlarını yatıştırmaya çalışı- yordu. Çıkmadan önce salonun en ön sıralarında oturan ve şimdi büyük bir sessizlik içinde "en büyük toaşfran larını dinleyen önemli adamlara son bir kez baktım. Hepsi çıplaktı ve hepsi birbirine benziyor- du. (Faks:0216-418 84 10) BULMACA SEDAT YAŞAYA\ 1 2 SOLDAN SAĞA: 1/ Yahudi nüfu- zuna karşı koy- ma polıtikasını 1 tutan kımse. 2/ n Dinsel konuş- ma... Leylak 3 rengi, açık mor. 3/1967'delstan- bul'da yayım- lanmış sosyalist dergi... Halk edebıyatında re- dife venlen ad. 4/ Lityumun simgesi... Oyun- 9 dakazanılanher parti. 5/ Genellikle ait bölümü killi ve kumlu, üst bölümü tebeşir olan 2 Il.jeolojikçağınsondö- 3 nemi. 6/ Cnlü şaır Öz- - demir Asaf'ın soyadı... Tavlada bir sayı. 7/ Ayak bileği kemıgi... Dingıl. 6 8/ tyı yetişmiş, değerlı 7 kimse... Bir kimsenın 3 davranışlarına temel olan ahlak ilkelerinin tü- mü. 91 Devınmekten ve özellıkJe kasların kasılmasından) canlının edindiği duyum. X YLKARIDAN AŞAĞIYA: 1 1/ Aptal, bön, şaşkın... Yarma, yanlma. 2/ Bir alay işa-1 reti... lcraat. 3/ Lezzet... Yurdumuzda bir petrol bölgesi.^ 4/ "Hayat zamanda — bırakmaz, Bir boşluga düşersiıç bir boşluktan" (Attilâ llhan)... Kız evlat. 5/ Kanun, san-' tur gibi yatınlarak calınan sazlann genel adı. 6/ Bir top- lulukta çalışan insanlann her bın... Bir gıda maddesi. II Adı birçok efsaneye konu olmuş ünlü Fngya kralı... Tan-" ntanımaz. 8/ Bir bağlaç... Taslak. 9/ Senliklerde cadde-> lere kurulan süslü kemer... "Bursa'da bir — camı a\lu- su / Mermer şadırvanda şakırdayan su" (Ahmet Hamdij Tanpınar). 1
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear