25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 12NİSAN1998PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Rus erkekleri bozuluyor mu?"Rus erkekleri giderek bozuluyor. Akıllan fikirleri içip eğlenmek ve kadınlarla yüzeysel ilişkilere gjrmek. Üstelik akıÜı kadtnlara katlanamıyortar. Rus kadınlanysa çok daha duyarlı ve akıllı. Aynca iş yaşamında da kadınlann daha iistün olduğu ortaya çıkıyor." Bu iddıalar kadınlann büyük çoğunluğu tarafmdan giderek daha sık dile getiriliyor. Hatta az sayıda da olsa. bazı Rus erkekleri bu görüşü kabul ediyor. Doğrusu bana da pek yanlış gelmiyor bu tür iddialar. Yabancılarla evlenen Rus kadınlannın sayısının çığ gibi artmasının, yalnızca parasal nedene ya da ulusal aşağılık kompleksine dayandığını savunmak haksızlık olur. Peki bu işin kaynağında ne var? Erkekler neden "bozuluyor?" Bu sorulan sorduğum pek çok kişinin görüşü birbirine yakın: "Ruslar, bu yüzyıkn en çileli uluslanndan biri. Ülkemiz Birinci Dünya Savaşı. 1917 Devrimi, iç savaş, Stalin diktatörlüğü ve İkinci Dünva Savaşı gibi büyük darbelerle yaralandı. MiKonlarca erkek öldü; çok sayıda erkek yurtdışına kaçtı, sürgünlere gönderildi, korkutuldu ve sindirildi. Tüm bu felaketlerden zarar görmeden ayakta kalanlann önemli bölümü. kay bettiklerinüze kıyasla aptal. tembel ve korkaktı. Buna bir de alkol bağımlılığı eklenince sonııç böyle oldu." Açıklama oldukça ciddi. Bu görüşün mantıksal sonucu, beraberinde "bir ulusun genierinin giderek bozuldugu ve kalitesizleştigi" iddiasını getiriyor. Bir de kimi se\ imsiz istatistikler var: Ömeğin. zihinsel özürlü olarak doğanlann sayısı katlanarak artıyor. 1990"da doğuştan özürlü olanlann oranı her 100 bin kişide 2,5 iken MOSKOVA HAKAN AKSAY bugün 4'e yaklaşıyor. Fiziksel sorunlan da buna eklersek kimilerine göre her 10 bebekten 3'ü- 4'ü "kusurlu." Askere alınmayan gençlerin yüzde 43'ünün gerekçesi, psikolojik sorunlar. Benzeri nedenlerle ordudan aynlanlann oranı ise yüzde 30'a yakın. Bazı bölgelerde çıldırarak intihara ve başka "çılguıca" protestolara kalkışanlann toplam yetişkin nüfusa oranının yüzde 10'a yaklaştığı öne sürülüyor. Kimi sağlık kurumlannın verilerine göre halkın en az beşte biri psikolojik tedaviye muhtaç durumda. Sayılan hızla artan ışsizlerin yaklaşık yüzde 40'ının ciddi ruhsal sorunlan var. Bu kuru rakamlann yansıttığı korkunç gerçeği. üst düzeyde bir sağlık göreviisi keskin bir bıçağa benzeyen bir cümleyle yorumluyor: "Rusya giderek aptallaşıyor!" Doğrusu bu tür yorum ve iddialan dinlemek ve okumak, benim gibi bu ülkeye yıllardır tutkun olan biri için pek kolay bir iş degil. Bu yazdıklanmın bile Ruslara tepeden bakan pek çok sivri zakâlı tarafından ileri geri kullanılabileceğini, hele bunlann, Ruslann akıl ve kültür birikimini bir çırpıda yok sayacaklannı düşünüyorum da... Son yıllardaki malum reformlar sonucu, Tolstoylar'ı, Dostoyevskiler'i devirmiş engin birikime sahip insanlann yoksullaşarak bizim "Kültür hazneleri tenha, ama cüzdanları kalabalık" nice saygıdeğer iş adamcıklanmız tarafından aşağılandıklannı defalarca ve acıyla gördüm. Kültürlü ve parasız olanlan, kültürsüz ve paralı olanlara karşı gücüm yettiğince savundum. Üstelik başka ülkelerdeki zihinsel özürlerin. psikolojik bozukluklann. medyatik kavga ve intihar girişimlerinin, kültürü Nasreddin Hoca ve Red Kit düzeyiyle sınırlı kalan devlet büyüklerinin varlığını düşününce, ciddi sorunlan olanlann yalnızca Rusya'dan ibaret olmadığını da anlıyorum. Ama ne yazık ki bütün bunlar "Ruslann genierinin bozuldugu" ve başta erkekler olmak üzere toplumun zihinsel-kültürel düzeyinin gerilediği yolundaki iddialan kulak arkası etmek için bir neden oluşturmuyor. Düşlerde gitmenin dayanılmaz görkemiElleri yalım yalımdı. Bomboş. anlamsız gözlerle uzun uzun baktı. Ne edeceğini bilmez gibiydı. Başını önüne eğdi, yavaşça hıçkırdı birdenbire. Acılar içindeydi, biliyordum. O koca kentte tutsaktı. kopmuştu, yapayalnızdı bundan sonra. Bir süre öylece kalakaldık. Sonra yüzünü çevirdim. Kirpikleri ıslaktı. Kıvnm kıvnm çızgiler düşmüştü alnına. Elleri daha bir sıcaktı, terlemişti. Derin derin soluk aldıktan sonra kendini toparlamak istedi. "Yann mı?" dedi yeniden. "Yann sabah ha?" "Evet" dedim kısaca. O koyu karanlık hemen arkamdaydı. Bir başka kentte yeniden başlayacaktım. Hep eskisi gibiydi, mutlaka gidecektim. "Neden böyle" diyemezdi. Mutluluklar, yerleşik, köklü bağlar, süreğen yaşamlar vardı oysa. Düzenli düşlerde. küçümen kadınlarla milyonlarcası gibi ömür sürmek vardı. Ama gidecektim. "Iki gün daha kalsaydın" dedi yeniden. Söz versem yalan olurdu. Gün ışır ışımaz, Havana'dan kalkan bir uçakla "Elveda" deyip, uzaklara uçacaktım. Kalmak umutsuz bir çabaydı. Bir olanaksızlık kâbusuydu. "Bana yazar mısınız** diye sordu. Yazmayacağımı sezmişçesine, inanmadan soruyor gibiydi. Lorca"dan kahredici iki dizeyi fısıldayıverdi: "Lo demas era muerte y solo muerte/a las cinco de la tarde - Ondan ötesi ölümdü, yalnızca ölüm / saat beşte bir öğle sonrasT Almndaki . çızgiler nasıl da çoğalmıştı. Derinlemesine uzayan morarmış çizgilerdi. Alnından şakaklanna doğru uzanıyor. inceliyor, gözlerine yakın kıvnlıyordu. Küba'nın acılarla örgülü yazgısının güncel boyutlannda. ozveriden başka hiçbir seçeneği olmayan. o iizgün yüreği nasıl avutmalıydım. Yanıtı zor bir soruydu bu. Sadece gitmek. bencillığin öz simgesi olan ışıltılı kentlerde. gitmenin dayanılmaz tutkusunu izlemek vardı düşlerde. Yann öğleden sonra saat beşte gidecektim. Gerçekte özlem bile anlamını yıtirmişti. Çok uzaklarda. bir Boğaz vapurunun 74 numaralı Altınkum'un yanaştığı Tarabya'dan. minik kesitler anlatacaktım. Çabucacık elden uçup giden o devingen gençüğin başlangıç bölümünde duracaktım en çok. Bir türlü giysiye bürünen, yalanın ve düş kınklığının tuzağındaki görünümler gelecekti usuma. Hep yönsemelerle örgülü bir anılar kümesiydi ona anlattıklanm. Öte limanlardan, bitimsiz gürültülerle dopdolu o boz renkli havaalanlanndan söz edecektim. Hostes Ingrid, hostes Aylin ve anılann. unutulmaz bölümlerindeki diğer güzelim bireyleri, tüm aynntılanyla sunacaktım. Ya gidemeyenler ne yapardı? Ona soramazdım bu soruyu. Jamaikalı Norman'a da haber vermeyecektim gidişimi. Başka yolu yoktu. Yann gidecektim. Kurtulmak gibiydi bu. Ya gidemeyenler ne yapardı sorusunu irdeleyecektim. Daracık evlere. seçeneksizliğiyle başkaldıranlara ne diyecektim? Benim 20 yıllık Jamaikalı dostum Norman, habersiz gidişime çok kızacaktı, biliyordum. Bir iki satırlık bir yazıtla, belki Kingston'da, belki New York'ta ya da Montreal'de buluşacağız diyecektim. Frankfurt'ta bir gece kulübündeki başlangıcın, onca anımsanmayan aynntılannı anlatacaktım. "Bana yazsan" dedi. "Ne olur yaz bana..." Yaban güllerinin her kıvnmında anılar vardı. Bir kurşun hızıyla geçen gençliğin ilk yeşerdiği o eski tstanbul'u düşleyecektim. T YEPYENI BİR KAMPANYA DAHA Kendinize ve/veya Sevdiklerinize MÜZİĞÎN USTALARI Dizisinden Bir ve/veya birkaç adet armağan edin. COMPACT DISC 600.000 TL Cumhuriyet ^ kitap kulübü îaksim Sergi Sobu - İstikla! Caddesi (Aksanot Karşısı) Tel:252 38 81/82 ^ kıqı Solonv - Türltocağı Caddesî No.39/4! Tef:514 01 % 0—h- i domateSUVmUim domates üreticilerinin bu yıl yüzü güldü. Ç o k f a z l a u r ü n a , a n d o m a t e s üreticileri, köylerinden getirdikleri domatesleri Buriganga nehrini kullanarak teknelerte başkent Dakka'va getirip satıyoıiar. Nehir kıyılannda yaşayan çocuklann en büyük eğlencesi yüzmek ve sularda oynamak olduğu için kö\ lüler çocukiann arasından geçerken onlara çarpmamak için çaba harcıyoriar. Çiftçilerin yüzü gülerken halk, domatesin bol olmasına karşın fiyatlann yüksek olmasından yakınıyor. (Fotoğraf: REUTERS) İsveç'e de bayram geldiBu kurban bayramının son günü buradakı Paskalya tatilınin ilk gününe rastlıyor. Birçoklanmız için bir tatilden ötekine geçiş gibi bir şey. Ancak artık ülkemizdeki uzun tatiller sevinçle, çocuksu bir beklentiyle yaşanmıyor. Çoğumuzu daha günler öncesinden bir keder kaplıyor malum nedenle. Türkiye"yi "küçük Amerika" yapmaktan söz eden aklıevvel zat ve yanındakiler. yapa yapa kan gölü yaptılar ülkeyi. Bu satırlan yazdığım sırada Isveçliler de 4 günlük uzun tatile hazırlanıyorlar. Ama özel araçlarla degil, öncelıkle tren ve uçakla yola çıkacaklar. Yük taşımacılığının en önemli bölümü trenle olduğu için yollarda kamyonlara da pek rastlanmıyor. Özel araçlar da garajda bırakılınca, otobüs yolculuğu herhangi bir tehlike içermiyor. Nüfusa oranla kişi başına en çok araca sahip olan halklar arasında Isveçliler. Neden gaza basip yola dökülmüyorlar. Çünkü çevreye, bütçeye çok daha uygun gelen tren yolu ağıyla örülü bir ülkede yaşıyorlar. Birçok hatta trenle otobüs işbirliğı yapıyor. Belirli küçük merkezlere gelen tren. küçük yerleşım yerlerine devam edecek halkı otobüslere aktanyor. Karayoluyla tren yolu arasındaki işbirliği sonucu o "trafik canavan" denılen ve Van Gölü canavan gibi gökten zembille inmiş sanılan şey burada görülmüyor. Bayramlar, uzun tatiller, dinlenme, eş- dost görme için çok güzel bir firsat olarak yaşanıyor; yola gidenin dönüp dönmeyeceğini bilmemenin kaygısıyla geçen günler" . olarak değil. Hele hele bayramın adı "Kurban Bavramı''olunca. Paskalya Yortusu, bütün dinsel içeriğine karşın zamanla bir çeşit çocuk bayramı haline geldi. Yumurta şeklindeki irili ufaklı. mikadan, kartondan kutulann içinde türlü çeşitli şekerler. çikolatalar veriliyor çocuklara. Zamane çocuklan. yakın akrabalann verdiği yumurtalann içinden para da çıkarsa daha çok seviniyorlar. İlk aldıklan şey bilgisayar oyunlan çünkü. Paskalya tatili. biraz da bahara hazırlık olduğu için patenler, "rofler btades," dizlik, dirseklik ve çenelikten oluşan koruyucu aksesuar, "skateboard"lar da haylazlann şu sıralar paralannı harcadiklan eşyalann başında geliyor. Bir çeşit arife günü olan perşembe -"pembe perşembe'' derler- küçük çocuklar cadı kılığına girip kapı kapı dolaşırlar, uzattıklan sepetlerle şeker. çikolata filan toplarlar. Tavuklu yemekler. yumurtalı soğuk mezeler, somon balığı bu bayramın tipik yemeklerindendir. Yanında bira ve votka benzeri sert içki içerler. Masalarda konuşulan neredeyse tek konu, yazın nerede tatil yapılacağıdır. iki bayramlada hiçbir ilişkisi olmayan bendenizin derdi ise, gazetelerimin ne kadar aksayacağıdır. Önce bizdeki, sonra buradakı bayram derken işimiz güç yani. Nicesi şarkıdan ve sazdan yararlanırİki sütun üzerinden çok kısa olarak verilen haberi okurken elimdeki gazetenin ete kemige büründüğünü, ortaya çıkan hınzır bir yüzün. gözlerini gözlerime dikerek alaylı alayiı baktıgını. zaman zaman da kıkırdayıp güldüğünü hissettim. Türk polisinin Beethovefl ve Mozart'ın besteleriyle eğitileceği habenni biraz alaylı ifadelerle veriyordu okuduğum gazete. lngiliz entelektüellerinin, Türk basınının söylemekten çok hoşlandığı deyişle ifade edecek olursak "ciddiyetiyle tanınan" gazetesi Guardian. benimle iyi dalga geçtı doğrusu. Müzikle eğitimin yaranna inanmadığından değil herhalde. Eğer öyle olsaydı, gazeteyi ikna etmemiz zor olmazdı o zaman. Sultan Beyazıd tarafından Edırne'de vaptınlan bir hastanede müzikle tedavi edilen hastalan örnek gösterebilirdik. Buradaki uygulamanın hastalar üzerindeki olumlu etkisini büyük gezginimiz Evliya Çelebi'nin "Yüce tannnın emriyle, nicesi şarkıdan ve sazdan yararlanır, hoşhal olurlar" sözlerivle kanıtlayabilir, hastalara ve delilere bile iyi gelen müziğin, bazı olaylarda kendilerini kontrol edemeyen polisler için de sakinleştınci olabıleceğinı iddia edebilirdik. Ama Guardian"ın derdi bu değil aslına bakarsanız. Dünya KadınlarGünü'yle ilgili olarak sadece ve sadece tek bir habere. Istanbul'da coplanan kadınlar haberine yer veren ve elinde copuyla kendinden geçmiş bir polisin fotoğrafını okuyuculannın beynine kazıyan gazete, müzikle eğitiminin abesle iştıgal olduğunu ıma etmekte. Bunu. gazetede bana bakıp sıntan o yüzün ifadesinden anlamam zor olmadı. Guardian'ın tavn yanlış değil. lngilizler, neyin abesle iştigal etmek olduğunu gerçekten iyi bilirler. Bundan iki vüzyıl önce, sonradan görme lngiliz zenginlerinin kullandıklan kibrit söndürme makinesi. tam bir abesle iştigal örneğidir çünkü. Aristokrat özentisi lngilizler sıradan gördükleri insanlardan farklı olmak için olsa gerek. yaktıklan sigaranın kibritini nefesleriyle söndürmezlerdi. Ucunda tansiyon ölçme aletlerindeki LONDRA MUSTAFA KEMAL ERDEMOL gibi hava torbası bulunan, kibrit kutusu büyüklüğündeki aleti, yanmakta olan kibrit çöpüne yaklaştınr, hava torbasına basar, alevi öyle söndürürlerdi. Görmemiş lngilizlerin kibrit alevini söndürmek için kendi nefeslerinin yeterli olduğunu anlamalan uzun sürmedi. Şimdi bu tuhaf aleti, bir garabet ömeği olarak "acayip gerecler* fiıarlannda sergiliyorlar. Anglikan Kilisesi'nin başı olduğundan, tutuculann da başı olması gerektiği için Kraliçe YTktorya, sehpa ayaklannın bile örtülmesini isterdi. Çünkü majesteleri, sehpa ayaklannın kadın bacağını çağnştırdığını düşünürdü. Birbirinden farklı bu iki abesle iştigal örneğiyle lngiliz milleti bugün kafa buluyor. Guardian. Türkler'in çoğunun da bir süre sonra birbirlerine anlatacaklan. neşeli bir olay olduğuna inanıyor şu müzikle eğitim meselesinin. Polis kadrolannın yansından fazlasının Turgut Ozal'ın cenaze töreninde Chopin'in ünlü cenaze marşının çalınmasını protesto edenler gıbı düşündüğünü bilen gazete Metin Göktepe'yi öldüren polislerin, genç gazeteciyi ıstiklâl Marşı ve ezan okumayı bilmedıği için dövdüklerinden de geçen günlerde haberdar oldu. Işte belki de bu yüzden gazete. Türkler'in polis eğitme yöntemlerini, sonradan görme lngilizler'in kibrit söndürme aleti kadar yararlı, Türk yöneticilerinin çabasını da Victoria'nınki kadar saygıdeğer bulduğunu, iki sütunluk malum haberi veriş tarzıyla ifade etti. Guardian her ne kadar kafa bulsa da Türk polisinin eğitimi için Beethoven ve Mozart'ın seçilmesi fena başlangıç değil. Böyle bir eğitim modelini akıl edenler polisimize Beethoven'in Fransız Devrimi'nden çok etkilendiğini, özgürlük ve adalet düşüncesine olan bağlılığını bestelerine yansıttığını da anlatırlarsa, her polise bir senfoni orkestrası verilmesini bile desteklerim kendi adıma. Umanm anlatırlar. Ve umanm polislenmiz Beethoven ve Mozart'ın müziklerine bir Kanuni tavn almazlar. "1543'te 1. François, 1. Süleyman'a (Kanuni) Fransa'da o devrin en usta musikişinaslanndan bir topluluğu kendisini hoşnut edeceğini sanarak yolladı. Padişah bunlara huzurunda birkaç defa eserler icra ettirdi, iltifatlarda bulundu. Hatta armağanlar ihsan etti. Fakat en kısa zamanda memieketi terk etmedikleri takdirde bunun ha\atianna mal olacağuu ihtar etti. Bunlan diniedikten sonra o kadar heyecanlannuştı ki, böyle bir musikinin kendisinin savaşa ruhuna tesir edeceğinden \e aynı sonucun milleti üzerinde de nıeydana geleceğinden korkmuşftı." (Oliver Aubert'den aktaran Bfilent Aksoy, Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki). Bakalım Türk polisi Kanuni gibi mi. yoksa sarayına baskın yapanlara kılıcı yerine o sırada çalmakta olduğu ney'iyle karşı koyan Sultan San Selim gibi mi davranacak? Bunu da yine Guardian'dan öğrenirim herhalde. 21. Yüzyıl ABD'de dönüm noktası olacak VVASHINGTON AZİZ GÖKDEMİR 2050 yılının ABD için bir dönüm noktası olması bekleniyor: Ulkenin tarihinde beyazlann keşiften bu yana ilk kez çoğunlukta yer almadıklan bir dönem başlayacak. Yine en kalabalık grubu oluşturacaklar elbette, ama mutlak çoğunluk (eğer bugün gözlenen demografik eğılimler değışmezse) elden bir daha geri gelmemek üzere gitmiş olacak. Bir ülkenın kimliğinin kalıcılığını baskın etnik grubun ezici çoğunluğuna bağlayan kimseler için ufukta birdenbire beliriveren bu istatistik ürkütücü. Ülkenin tabanında değişik şiddetlerde bir rahatsızlık hissediliyor. Nedenini anlamak zor değil. Temelinin uzun soluklu bir fetihle atıldığını bir an göz ardı edersek (Alparslan'a gösterdiğimiz hoşgörüyü birtakım çekincelerle Kolomb'a kadar uzatarak) ABD ulusunun tarihini idealize edilmiş bir "büyük deney''in peşinde koşulması olarak tanımlayabilıriz. Büyük deney ya da diğer adıyla eritme potası çeşitli etnık kökenlerden gelen insanlan harmanlayarak bir ulus yaratacaktı. Ama çorbaya herkesin tuzu eşit oranda katılmadı. Yerli halklar ezılip ufalandılar; zenciler gönüllü göçmen değil köle olarak Yeni Dünya ile tanıştınldılar; Çinlilerin gelmesini önieyen ırkçı kotalar kondu: vb. Beyaz çoğunluk ve ona mal edilen ülke kimlıği böyle bir geçmışın ürünü. Hal böyle olunca değişik unsurlan Amerikalı olarak benimsemekte milyonlarca insanm zorlanmasına şaşmamak gerek. Bugün sık karşılaştığımız bir olgu Beyaz'ın esas kabul edilip "farklı" görünenlere düşünmeden yöneltilen "Neredensin" sorusu, her şeyi özetleyen bir dışavurum. Turistler de bu etkilenmenin dışında değiller. "Normal" bir Amerikah'dan bahsederken herhangi bir etikete gerek duyulmazken "Zenci kapıyı açtT, "Hintii takski bizim bav-ullan indirmedi", gıbı cümleler elıni sallasan ellisı. lçınde aktif bir kötü niyet banndırmadıkça kimsenin suçu yok bu işte. İnsanm algılama yetisi aynmcılık ilkesine dayanıyor. Ve neyin yersiz aynmcılık. neyin kabul edilebilir olduğu her yıl değişirken Amerika doğası gereği insana değişıme alışması için fazla zaman tanımıyor. Otuz yıl önce zencilerin üzerine kurt köpeği salan vali bugün gidip bir siyah kilisesinde cemaatten özür diliyor. Bir tarihte yok etmeye çahştığı Kızılderililerle birlik olan ABD hükümeti hak eşitlığı adma New York eyaletini mahkemeye \eriyor. Genel olarak bakmca adaletsizlikler önümüzde hâlâ dağ gibi duruyor. Ama bunlan alt etme yolunda doğru-yanlış bir şeyler yapma çabalannın kazandıği i\Tneyı de yadsımak mümkün değil. Durup işleri oluruna bırakmak kadar bu topluma yabancı bir tutum olması gerek. Evet. durup oturmayahm da. burada insanm aklını çelen tatsız bir soru var: Bir yandan hedefı olabildiğince erimek olarak belırlerken öte yandan kılı kırk yararcasına etnik yüzdeler hesaplamak niye? Bu çelişkinin kaynağı da tarihte. Anglo- Sakson egemenliğinin Kızılderilileri silip süpürdüğü. zencileriyse boyunduruk altına aldığı noktayı başlangıç alırsak. bunu izleyen göç tarihi üç evreden oluşur. tlk evrede yeni gelenler aşağılanan alt tabakalardan adım adım yukan tırmanırlar. Altlannda ezecek başka gruplar bulmalan. güçsüzü tepeleyen yeni ekonomik düzende ustalığıyla sivrilen bireyler yaratmalannı kendi gruplannın başan hanesine yazarak gururla eşe dosta ılan etmeleri gibi hoşluklann güzel bir örneği Noel Ignatiev'in 'Mrlandalılar Nasıl Beyazlaşnlar1 " adiı kıtabında bulunabilir. (Burada Irlanda asıllı Türk vatandaşı Paul McMillen'in "İrtandahlar Kürtkr'in okyamıs görmüşüdür" beyanını anımsamadan edemiyor. İkinci evre. yeterince özgü\en bıriktirmiş gruplann çoğunluğu etkileme çabalannı beraberinde getirir. Asimilasyonu iki yönlü bir olguya dönüştürme çabasıdırbu, genç yaşta yitirdiğimiz Latin kökenli aktör RaıM Julia'ya "Bu durağan ülkeye kan, can katacagE" dedırten. Üçüncü e\Teye Balkanlaşma adı veriliyor. Ayağı artık yere adamakıllı sağlam basan etnik gaıplar öbekleştikleri her yerde kurtanlmış bölgeler oluşturmaya başladılar. Başanysa ait olduklan grubun lobi faaliyetlennın etkinliğıyle ölçülüyor. Yerleşip yerleşmeyecegi, yerleşine kendisini nelere bağlı hissedeceğ pek bilinmeyen biz birinci kusak göçınenler için hayii kanşık bir tablo bu. Emin olduğumuz tek nokta, burun kmrma (hatta kimimiz için nefret diyelim) devnnm geçtiği ve Amerika bizi değiştinneye ne kadar azimliyse bizim de onu değiştirmekle o derece yükümlü olduğumuz. Belki safça bir düşürce ama. dünyanm kuklacısı VVashington'dı oturduğuna göre daha iyi bir dünva istiyorsak "buralılar''la cebeleşrnekten başka çare yok. Dedik ya. durup oturmak bu diysda seçeneklerden biri değil.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear