Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 12NİSAN1998PAZAR
8 PAZAR YAZILARI
Rus erkekleri bozuluyor mu?"Rus erkekleri giderek bozuluyor.
Akıllan fikirleri içip eğlenmek ve
kadınlarla yüzeysel ilişkilere gjrmek.
Üstelik akıÜı kadtnlara
katlanamıyortar. Rus kadınlanysa
çok daha duyarlı ve akıllı. Aynca iş
yaşamında da kadınlann daha
iistün olduğu ortaya çıkıyor." Bu
iddıalar kadınlann büyük çoğunluğu
tarafmdan giderek daha sık dile
getiriliyor. Hatta az sayıda da olsa.
bazı Rus erkekleri bu görüşü kabul
ediyor. Doğrusu bana da pek yanlış
gelmiyor bu tür iddialar.
Yabancılarla evlenen Rus
kadınlannın sayısının çığ gibi
artmasının, yalnızca parasal nedene
ya da ulusal aşağılık kompleksine
dayandığını savunmak haksızlık
olur. Peki bu işin kaynağında ne
var? Erkekler neden "bozuluyor?"
Bu sorulan sorduğum pek çok
kişinin görüşü birbirine yakın:
"Ruslar, bu yüzyıkn en çileli
uluslanndan biri. Ülkemiz Birinci
Dünya Savaşı. 1917 Devrimi, iç savaş,
Stalin diktatörlüğü ve İkinci Dünva
Savaşı gibi büyük darbelerle
yaralandı. MiKonlarca erkek öldü;
çok sayıda erkek yurtdışına kaçtı,
sürgünlere gönderildi, korkutuldu ve
sindirildi. Tüm bu felaketlerden
zarar görmeden ayakta kalanlann
önemli bölümü. kay bettiklerinüze
kıyasla aptal. tembel ve korkaktı.
Buna bir de alkol bağımlılığı
eklenince sonııç böyle oldu."
Açıklama oldukça ciddi. Bu görüşün
mantıksal sonucu, beraberinde "bir
ulusun genierinin giderek bozuldugu
ve kalitesizleştigi" iddiasını getiriyor.
Bir de kimi se\ imsiz istatistikler var:
Ömeğin. zihinsel özürlü olarak
doğanlann sayısı katlanarak artıyor.
1990"da doğuştan özürlü olanlann
oranı her 100 bin kişide 2,5 iken
MOSKOVA
HAKAN
AKSAY
bugün 4'e yaklaşıyor. Fiziksel
sorunlan da buna eklersek
kimilerine göre her 10 bebekten 3'ü-
4'ü "kusurlu." Askere alınmayan
gençlerin yüzde 43'ünün gerekçesi,
psikolojik sorunlar. Benzeri
nedenlerle ordudan aynlanlann
oranı ise yüzde 30'a yakın. Bazı
bölgelerde çıldırarak intihara ve
başka "çılguıca" protestolara
kalkışanlann toplam yetişkin nüfusa
oranının yüzde 10'a yaklaştığı öne
sürülüyor. Kimi sağlık kurumlannın
verilerine göre halkın en az beşte
biri psikolojik tedaviye muhtaç
durumda. Sayılan hızla artan
ışsizlerin yaklaşık yüzde 40'ının
ciddi ruhsal sorunlan var. Bu kuru
rakamlann yansıttığı korkunç
gerçeği. üst düzeyde bir sağlık
göreviisi keskin bir bıçağa benzeyen
bir cümleyle yorumluyor: "Rusya
giderek aptallaşıyor!" Doğrusu bu
tür yorum ve iddialan dinlemek ve
okumak, benim gibi bu ülkeye
yıllardır tutkun olan biri için pek
kolay bir iş degil. Bu yazdıklanmın
bile Ruslara tepeden bakan pek çok
sivri zakâlı tarafından ileri geri
kullanılabileceğini, hele bunlann,
Ruslann akıl ve kültür birikimini bir
çırpıda yok sayacaklannı
düşünüyorum da... Son yıllardaki
malum reformlar sonucu,
Tolstoylar'ı, Dostoyevskiler'i
devirmiş engin birikime sahip
insanlann yoksullaşarak bizim
"Kültür hazneleri tenha, ama
cüzdanları kalabalık" nice
saygıdeğer iş adamcıklanmız
tarafından aşağılandıklannı
defalarca ve acıyla gördüm.
Kültürlü ve parasız olanlan,
kültürsüz ve paralı olanlara karşı
gücüm yettiğince savundum. Üstelik
başka ülkelerdeki zihinsel özürlerin.
psikolojik bozukluklann. medyatik
kavga ve intihar girişimlerinin,
kültürü Nasreddin Hoca ve Red Kit
düzeyiyle sınırlı kalan devlet
büyüklerinin varlığını düşününce,
ciddi sorunlan olanlann yalnızca
Rusya'dan ibaret olmadığını da
anlıyorum. Ama ne yazık ki bütün
bunlar "Ruslann genierinin
bozuldugu" ve başta erkekler olmak
üzere toplumun zihinsel-kültürel
düzeyinin gerilediği yolundaki
iddialan kulak arkası etmek için bir
neden oluşturmuyor.
Düşlerde gitmenin
dayanılmaz görkemiElleri yalım yalımdı.
Bomboş. anlamsız
gözlerle uzun uzun baktı.
Ne edeceğini bilmez
gibiydı. Başını önüne
eğdi, yavaşça hıçkırdı
birdenbire. Acılar
içindeydi, biliyordum. O
koca kentte tutsaktı.
kopmuştu, yapayalnızdı
bundan sonra.
Bir süre öylece
kalakaldık. Sonra
yüzünü çevirdim.
Kirpikleri ıslaktı. Kıvnm
kıvnm çızgiler düşmüştü
alnına. Elleri daha bir
sıcaktı, terlemişti. Derin
derin soluk aldıktan
sonra kendini
toparlamak istedi.
"Yann mı?" dedi
yeniden. "Yann sabah
ha?"
"Evet" dedim kısaca. O
koyu karanlık hemen
arkamdaydı. Bir başka
kentte yeniden
başlayacaktım. Hep
eskisi gibiydi, mutlaka
gidecektim. "Neden
böyle" diyemezdi.
Mutluluklar, yerleşik,
köklü bağlar, süreğen
yaşamlar vardı oysa.
Düzenli düşlerde.
küçümen kadınlarla
milyonlarcası gibi ömür
sürmek vardı. Ama
gidecektim.
"Iki gün daha kalsaydın"
dedi yeniden. Söz
versem yalan olurdu.
Gün ışır ışımaz,
Havana'dan kalkan bir
uçakla "Elveda" deyip,
uzaklara uçacaktım.
Kalmak umutsuz bir
çabaydı. Bir olanaksızlık
kâbusuydu. "Bana yazar
mısınız** diye sordu.
Yazmayacağımı
sezmişçesine, inanmadan
soruyor gibiydi.
Lorca"dan kahredici iki
dizeyi fısıldayıverdi: "Lo
demas era muerte y solo
muerte/a las cinco de la
tarde - Ondan ötesi
ölümdü, yalnızca ölüm /
saat beşte bir öğle
sonrasT Almndaki .
çızgiler nasıl da
çoğalmıştı.
Derinlemesine uzayan
morarmış çizgilerdi.
Alnından şakaklanna
doğru uzanıyor.
inceliyor, gözlerine
yakın kıvnlıyordu.
Küba'nın acılarla örgülü
yazgısının güncel
boyutlannda. ozveriden
başka hiçbir seçeneği
olmayan. o iizgün yüreği
nasıl avutmalıydım.
Yanıtı zor bir soruydu
bu. Sadece gitmek.
bencillığin öz simgesi
olan ışıltılı kentlerde.
gitmenin dayanılmaz
tutkusunu izlemek vardı
düşlerde. Yann öğleden
sonra saat beşte
gidecektim. Gerçekte
özlem bile anlamını
yıtirmişti. Çok
uzaklarda. bir Boğaz
vapurunun 74 numaralı
Altınkum'un yanaştığı
Tarabya'dan. minik
kesitler anlatacaktım.
Çabucacık elden uçup
giden o devingen
gençüğin başlangıç
bölümünde duracaktım
en çok. Bir türlü giysiye
bürünen, yalanın ve düş
kınklığının tuzağındaki
görünümler gelecekti
usuma. Hep
yönsemelerle örgülü bir
anılar kümesiydi ona
anlattıklanm. Öte
limanlardan, bitimsiz
gürültülerle dopdolu o
boz renkli
havaalanlanndan söz
edecektim. Hostes
Ingrid, hostes Aylin ve
anılann. unutulmaz
bölümlerindeki diğer
güzelim bireyleri, tüm
aynntılanyla
sunacaktım. Ya
gidemeyenler ne
yapardı? Ona
soramazdım bu soruyu.
Jamaikalı Norman'a da
haber vermeyecektim
gidişimi. Başka yolu
yoktu. Yann gidecektim.
Kurtulmak gibiydi bu.
Ya gidemeyenler ne
yapardı sorusunu
irdeleyecektim. Daracık
evlere. seçeneksizliğiyle
başkaldıranlara ne
diyecektim?
Benim 20 yıllık
Jamaikalı dostum
Norman, habersiz
gidişime çok kızacaktı,
biliyordum.
Bir iki satırlık bir
yazıtla, belki
Kingston'da, belki New
York'ta ya da
Montreal'de buluşacağız
diyecektim. Frankfurt'ta
bir gece kulübündeki
başlangıcın, onca
anımsanmayan
aynntılannı
anlatacaktım.
"Bana yazsan" dedi. "Ne
olur yaz bana..." Yaban
güllerinin her kıvnmında
anılar vardı. Bir kurşun
hızıyla geçen gençliğin
ilk yeşerdiği o eski
tstanbul'u
düşleyecektim.
T
YEPYENI BİR
KAMPANYA
DAHA
Kendinize ve/veya Sevdiklerinize
MÜZİĞÎN USTALARI
Dizisinden
Bir ve/veya birkaç adet armağan edin.
COMPACT DISC
600.000 TL
Cumhuriyet
^ kitap kulübü
îaksim Sergi Sobu - İstikla! Caddesi (Aksanot Karşısı) Tel:252 38 81/82
^ kıqı Solonv - Türltocağı Caddesî No.39/4! Tef:514 01 %
0—h-
i
domateSUVmUim
domates üreticilerinin bu yıl yüzü güldü.
Ç o k f a z l a u r ü n a , a n d o m a t e s üreticileri, köylerinden
getirdikleri domatesleri Buriganga nehrini kullanarak teknelerte başkent Dakka'va getirip satıyoıiar. Nehir
kıyılannda yaşayan çocuklann en büyük eğlencesi yüzmek ve sularda oynamak olduğu için kö\ lüler çocukiann
arasından geçerken onlara çarpmamak için çaba harcıyoriar. Çiftçilerin yüzü gülerken halk, domatesin bol
olmasına karşın fiyatlann yüksek olmasından yakınıyor. (Fotoğraf: REUTERS)
İsveç'e de
bayram geldiBu kurban bayramının son
günü buradakı Paskalya
tatilınin ilk gününe rastlıyor.
Birçoklanmız için bir
tatilden ötekine geçiş gibi bir
şey. Ancak artık ülkemizdeki
uzun tatiller sevinçle,
çocuksu bir beklentiyle
yaşanmıyor. Çoğumuzu daha
günler öncesinden bir keder
kaplıyor malum nedenle.
Türkiye"yi "küçük
Amerika" yapmaktan söz
eden aklıevvel zat ve
yanındakiler.
yapa yapa kan gölü yaptılar
ülkeyi. Bu satırlan yazdığım
sırada Isveçliler de 4 günlük
uzun tatile hazırlanıyorlar.
Ama özel araçlarla degil,
öncelıkle tren ve uçakla yola
çıkacaklar. Yük
taşımacılığının en önemli
bölümü trenle
olduğu için
yollarda
kamyonlara da
pek
rastlanmıyor.
Özel araçlar da
garajda
bırakılınca,
otobüs
yolculuğu herhangi bir
tehlike içermiyor. Nüfusa
oranla kişi başına en çok
araca sahip olan halklar
arasında Isveçliler. Neden
gaza basip yola
dökülmüyorlar. Çünkü
çevreye, bütçeye çok daha
uygun gelen tren yolu ağıyla
örülü bir ülkede yaşıyorlar.
Birçok hatta trenle otobüs
işbirliğı yapıyor. Belirli
küçük merkezlere gelen tren.
küçük yerleşım yerlerine
devam edecek halkı
otobüslere aktanyor.
Karayoluyla tren yolu
arasındaki işbirliği sonucu o
"trafik canavan" denılen ve
Van Gölü canavan gibi
gökten zembille inmiş
sanılan şey burada
görülmüyor. Bayramlar,
uzun tatiller, dinlenme, eş-
dost görme için çok güzel bir
firsat olarak yaşanıyor; yola
gidenin dönüp
dönmeyeceğini bilmemenin
kaygısıyla geçen günler" .
olarak değil. Hele hele
bayramın adı "Kurban
Bavramı''olunca.
Paskalya Yortusu, bütün
dinsel içeriğine karşın
zamanla bir çeşit çocuk
bayramı haline geldi.
Yumurta şeklindeki irili
ufaklı. mikadan, kartondan
kutulann içinde türlü çeşitli
şekerler. çikolatalar veriliyor
çocuklara. Zamane
çocuklan. yakın akrabalann
verdiği yumurtalann içinden
para da çıkarsa daha çok
seviniyorlar. İlk aldıklan şey
bilgisayar oyunlan çünkü.
Paskalya tatili. biraz da
bahara hazırlık olduğu için
patenler, "rofler
btades," dizlik,
dirseklik ve
çenelikten
oluşan
koruyucu
aksesuar,
"skateboard"lar
da haylazlann
şu sıralar
paralannı harcadiklan
eşyalann başında geliyor. Bir
çeşit arife günü olan
perşembe -"pembe
perşembe'' derler- küçük
çocuklar cadı kılığına girip
kapı kapı dolaşırlar,
uzattıklan sepetlerle
şeker. çikolata filan
toplarlar. Tavuklu
yemekler. yumurtalı soğuk
mezeler, somon balığı bu
bayramın tipik
yemeklerindendir. Yanında
bira ve votka benzeri sert
içki içerler. Masalarda
konuşulan neredeyse tek
konu, yazın nerede tatil
yapılacağıdır. iki bayramlada
hiçbir ilişkisi olmayan
bendenizin derdi ise,
gazetelerimin ne kadar
aksayacağıdır. Önce bizdeki,
sonra buradakı bayram
derken işimiz güç yani.
Nicesi şarkıdan ve sazdan yararlanırİki sütun üzerinden çok kısa
olarak verilen haberi okurken
elimdeki gazetenin ete kemige
büründüğünü, ortaya çıkan
hınzır bir yüzün. gözlerini
gözlerime dikerek alaylı alayiı
baktıgını. zaman zaman da
kıkırdayıp güldüğünü hissettim.
Türk polisinin Beethovefl ve
Mozart'ın besteleriyle
eğitileceği habenni biraz alaylı
ifadelerle veriyordu okuduğum
gazete. lngiliz
entelektüellerinin, Türk
basınının söylemekten çok
hoşlandığı deyişle ifade edecek
olursak "ciddiyetiyle tanınan"
gazetesi Guardian. benimle iyi
dalga geçtı doğrusu. Müzikle
eğitimin yaranna
inanmadığından değil herhalde.
Eğer öyle olsaydı, gazeteyi ikna
etmemiz zor olmazdı o zaman.
Sultan Beyazıd tarafından
Edırne'de vaptınlan bir
hastanede
müzikle tedavi edilen
hastalan örnek
gösterebilirdik. Buradaki
uygulamanın hastalar
üzerindeki olumlu etkisini
büyük gezginimiz Evliya
Çelebi'nin "Yüce tannnın
emriyle, nicesi şarkıdan ve
sazdan yararlanır, hoşhal
olurlar" sözlerivle
kanıtlayabilir, hastalara ve
delilere bile iyi gelen müziğin,
bazı olaylarda kendilerini
kontrol edemeyen polisler için
de sakinleştınci olabıleceğinı
iddia edebilirdik.
Ama Guardian"ın derdi bu değil
aslına bakarsanız. Dünya
KadınlarGünü'yle ilgili olarak
sadece ve sadece tek bir habere.
Istanbul'da coplanan kadınlar
haberine yer veren ve elinde
copuyla kendinden geçmiş bir
polisin fotoğrafını
okuyuculannın beynine kazıyan
gazete, müzikle eğitiminin
abesle iştıgal olduğunu ıma
etmekte. Bunu. gazetede bana
bakıp sıntan o yüzün
ifadesinden anlamam zor
olmadı. Guardian'ın tavn yanlış
değil. lngilizler, neyin abesle
iştigal etmek olduğunu
gerçekten iyi bilirler. Bundan iki
vüzyıl önce, sonradan görme
lngiliz zenginlerinin
kullandıklan kibrit söndürme
makinesi.
tam bir abesle iştigal
örneğidir çünkü. Aristokrat
özentisi lngilizler sıradan
gördükleri insanlardan farklı
olmak için olsa gerek. yaktıklan
sigaranın kibritini nefesleriyle
söndürmezlerdi. Ucunda
tansiyon ölçme aletlerindeki
LONDRA
MUSTAFA
KEMAL
ERDEMOL
gibi hava torbası bulunan, kibrit
kutusu büyüklüğündeki aleti,
yanmakta olan kibrit çöpüne
yaklaştınr, hava torbasına basar,
alevi öyle söndürürlerdi.
Görmemiş lngilizlerin kibrit
alevini söndürmek için kendi
nefeslerinin yeterli olduğunu
anlamalan uzun sürmedi. Şimdi
bu tuhaf aleti, bir garabet ömeği
olarak "acayip gerecler*
fiıarlannda sergiliyorlar.
Anglikan Kilisesi'nin başı
olduğundan, tutuculann da başı
olması gerektiği için Kraliçe
YTktorya, sehpa ayaklannın bile
örtülmesini isterdi. Çünkü
majesteleri, sehpa ayaklannın
kadın bacağını çağnştırdığını
düşünürdü. Birbirinden farklı bu
iki abesle iştigal örneğiyle
lngiliz milleti bugün kafa
buluyor. Guardian. Türkler'in
çoğunun da bir süre sonra
birbirlerine anlatacaklan. neşeli
bir olay olduğuna inanıyor şu
müzikle eğitim meselesinin.
Polis kadrolannın yansından
fazlasının Turgut Ozal'ın
cenaze töreninde Chopin'in
ünlü cenaze marşının
çalınmasını protesto edenler
gıbı düşündüğünü bilen gazete
Metin Göktepe'yi öldüren
polislerin, genç gazeteciyi
ıstiklâl Marşı ve ezan okumayı
bilmedıği için dövdüklerinden
de geçen günlerde haberdar
oldu. Işte belki de bu yüzden
gazete. Türkler'in polis eğitme
yöntemlerini, sonradan görme
lngilizler'in kibrit söndürme
aleti kadar yararlı,
Türk yöneticilerinin
çabasını da Victoria'nınki kadar
saygıdeğer bulduğunu, iki
sütunluk malum haberi veriş
tarzıyla ifade etti.
Guardian her ne kadar kafa
bulsa da Türk polisinin eğitimi
için Beethoven ve Mozart'ın
seçilmesi fena başlangıç değil.
Böyle bir eğitim modelini akıl
edenler polisimize Beethoven'in
Fransız Devrimi'nden çok
etkilendiğini, özgürlük ve adalet
düşüncesine olan bağlılığını
bestelerine yansıttığını da
anlatırlarsa, her polise bir
senfoni orkestrası verilmesini
bile desteklerim kendi adıma.
Umanm anlatırlar. Ve umanm
polislenmiz Beethoven ve
Mozart'ın müziklerine bir
Kanuni tavn almazlar. "1543'te
1. François, 1. Süleyman'a
(Kanuni) Fransa'da o devrin en
usta musikişinaslanndan bir
topluluğu kendisini hoşnut
edeceğini sanarak yolladı.
Padişah bunlara huzurunda
birkaç defa eserler icra ettirdi,
iltifatlarda bulundu.
Hatta armağanlar
ihsan etti. Fakat en kısa
zamanda memieketi
terk etmedikleri takdirde
bunun ha\atianna mal
olacağuu ihtar etti. Bunlan
diniedikten sonra o kadar
heyecanlannuştı ki, böyle bir
musikinin kendisinin savaşa
ruhuna tesir edeceğinden \e aynı
sonucun milleti üzerinde de
nıeydana geleceğinden
korkmuşftı."
(Oliver Aubert'den aktaran
Bfilent Aksoy, Avrupalı
Gezginlerin Gözüyle
Osmanlılarda Musiki). Bakalım
Türk polisi Kanuni gibi mi.
yoksa sarayına baskın yapanlara
kılıcı yerine o sırada çalmakta
olduğu ney'iyle karşı koyan
Sultan San Selim gibi mi
davranacak? Bunu da yine
Guardian'dan öğrenirim
herhalde.
21. Yüzyıl ABD'de dönüm noktası olacak
VVASHINGTON
AZİZ
GÖKDEMİR
2050 yılının ABD için bir dönüm noktası
olması bekleniyor: Ulkenin tarihinde
beyazlann keşiften bu yana ilk kez
çoğunlukta yer almadıklan bir dönem
başlayacak. Yine en kalabalık grubu
oluşturacaklar elbette, ama mutlak
çoğunluk (eğer bugün gözlenen
demografik eğılimler değışmezse)
elden bir daha geri gelmemek üzere gitmiş
olacak. Bir ülkenın kimliğinin kalıcılığını
baskın etnik grubun ezici çoğunluğuna
bağlayan kimseler için ufukta birdenbire
beliriveren bu istatistik ürkütücü. Ülkenin
tabanında değişik şiddetlerde bir
rahatsızlık hissediliyor. Nedenini anlamak
zor değil.
Temelinin uzun soluklu bir fetihle
atıldığını bir an göz ardı edersek
(Alparslan'a gösterdiğimiz hoşgörüyü
birtakım çekincelerle Kolomb'a kadar
uzatarak) ABD ulusunun tarihini idealize
edilmiş bir "büyük deney''in peşinde
koşulması olarak tanımlayabilıriz. Büyük
deney ya da diğer adıyla eritme potası
çeşitli etnık kökenlerden gelen insanlan
harmanlayarak bir ulus yaratacaktı. Ama
çorbaya herkesin tuzu eşit oranda
katılmadı. Yerli halklar ezılip ufalandılar;
zenciler gönüllü göçmen değil köle olarak
Yeni Dünya ile tanıştınldılar; Çinlilerin
gelmesini önieyen ırkçı kotalar kondu: vb.
Beyaz çoğunluk ve ona mal edilen ülke
kimlıği böyle bir geçmışın ürünü. Hal
böyle olunca değişik unsurlan Amerikalı
olarak benimsemekte milyonlarca insanm
zorlanmasına şaşmamak gerek. Bugün sık
karşılaştığımız bir olgu Beyaz'ın esas
kabul edilip "farklı" görünenlere
düşünmeden yöneltilen "Neredensin"
sorusu, her şeyi özetleyen bir dışavurum.
Turistler de bu etkilenmenin dışında
değiller. "Normal" bir Amerikah'dan
bahsederken herhangi bir etikete gerek
duyulmazken "Zenci kapıyı açtT, "Hintii
takski bizim bav-ullan indirmedi", gıbı
cümleler elıni sallasan ellisı. lçınde aktif
bir kötü niyet banndırmadıkça kimsenin
suçu yok bu işte. İnsanm algılama yetisi
aynmcılık ilkesine dayanıyor. Ve neyin
yersiz aynmcılık. neyin kabul edilebilir
olduğu her yıl değişirken Amerika doğası
gereği insana değişıme alışması için fazla
zaman tanımıyor. Otuz yıl önce zencilerin
üzerine kurt köpeği salan vali bugün gidip
bir siyah kilisesinde cemaatten özür
diliyor. Bir tarihte yok etmeye çahştığı
Kızılderililerle birlik olan ABD hükümeti
hak eşitlığı adma New York eyaletini
mahkemeye \eriyor. Genel olarak bakmca
adaletsizlikler önümüzde hâlâ dağ gibi
duruyor. Ama bunlan alt etme yolunda
doğru-yanlış bir şeyler yapma çabalannın
kazandıği i\Tneyı de yadsımak mümkün
değil. Durup işleri oluruna bırakmak kadar
bu topluma yabancı bir tutum olması
gerek.
Evet. durup oturmayahm da. burada
insanm aklını çelen tatsız bir soru var: Bir
yandan hedefı olabildiğince erimek olarak
belırlerken öte yandan kılı kırk yararcasına
etnik yüzdeler hesaplamak niye? Bu
çelişkinin kaynağı da tarihte. Anglo-
Sakson egemenliğinin Kızılderilileri silip
süpürdüğü. zencileriyse boyunduruk altına
aldığı noktayı başlangıç alırsak. bunu
izleyen göç tarihi üç evreden oluşur. tlk
evrede yeni gelenler aşağılanan alt
tabakalardan adım adım yukan tırmanırlar.
Altlannda ezecek başka gruplar bulmalan.
güçsüzü tepeleyen yeni ekonomik düzende
ustalığıyla sivrilen bireyler yaratmalannı
kendi gruplannın başan hanesine yazarak
gururla eşe dosta ılan etmeleri gibi
hoşluklann güzel bir örneği Noel
Ignatiev'in 'Mrlandalılar Nasıl
Beyazlaşnlar1
" adiı kıtabında bulunabilir.
(Burada Irlanda asıllı Türk vatandaşı Paul
McMillen'in "İrtandahlar Kürtkr'in
okyamıs görmüşüdür" beyanını
anımsamadan edemiyor.
İkinci evre. yeterince özgü\en bıriktirmiş
gruplann çoğunluğu etkileme çabalannı
beraberinde getirir. Asimilasyonu iki yönlü
bir olguya dönüştürme çabasıdırbu, genç
yaşta yitirdiğimiz Latin kökenli aktör RaıM
Julia'ya "Bu durağan ülkeye kan, can
katacagE" dedırten. Üçüncü e\Teye
Balkanlaşma adı veriliyor. Ayağı artık yere
adamakıllı sağlam basan etnik gaıplar
öbekleştikleri her yerde kurtanlmış
bölgeler oluşturmaya başladılar. Başanysa
ait olduklan grubun lobi faaliyetlennın
etkinliğıyle ölçülüyor.
Yerleşip yerleşmeyecegi, yerleşine
kendisini nelere bağlı hissedeceğ pek
bilinmeyen biz birinci kusak göçınenler
için hayii kanşık bir tablo bu. Emin
olduğumuz tek nokta, burun kmrma (hatta
kimimiz için nefret diyelim) devnnm
geçtiği ve Amerika bizi değiştinneye ne
kadar azimliyse bizim de onu
değiştirmekle o derece yükümlü
olduğumuz. Belki safça bir düşürce ama.
dünyanm kuklacısı VVashington'dı
oturduğuna göre daha iyi bir dünva
istiyorsak "buralılar''la cebeleşrnekten
başka çare yok.
Dedik ya. durup oturmak bu diysda
seçeneklerden biri değil.