23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 2SOCAK1998PAZAR 8 PAZAR YÂZILARI Şiirimle sana bir ses verebilseydim...Şair-i Azam Abdülhak Hamid Tarhan, bir da\et sonrası evinegeri getirdiği genç ve güzel Ingiliz kızıyla vedalaşmadan önce, kızın ellerini avuçlannın içine alarak kulağma şunları fısıldar: "Izin verin de ayıplanmı günahsız eüerinizle örteyim." Londra'da diplomat olarak bulunduğu yıllarda epeyce çapkınhk yapmış olan Makber şairi, genç kıza bunlan söylemek için ne kadar düşündü acaba? Eğer dûşünmeden, o anda söylediyse, bu kelimeler, düşûnerek yazdığı ve içinde "Akrep nıi yedim/ Yüan mı yuttum" gibi dizelerin de yer aldığı kimi şıirlerinden daha başanlı bana sorarsanız. Çünkü üstadın, "lakta, kaskatta verilmiş randevular var idi/ kuvveden fiik çıkmış çok arzular var idi" gibı garip şiirleri pek çoktur. Söz konusu genç kıza da duyduğu kuvvetle muhtemel olan o arzulan iyi ki bir şiirle dile getirmemiş. Ne yazık ki birçok kimse geçmişin bu tanınmış şairi gibi davTanmamış ama. Karşı cinsten beğendiklerine. duygulannı, istekJerini, nedense şiirle ifade etmeyi seçen çok sayıda kişi var. Çok sayıda garip şiir de tabıi. Şiirin kolay yazıldığını sanmaktan kaynaklandığını düşünüyorum bunun ve bu tür "şairlerin" bu kanıya nasıl vardıklannı anlamakta zorluk çekiyorum. Sevgisini düzgün cümlelerle yazılmış bir mektupla ifade etmeyi seçseydi, adı Co olan sevgilisine şu dizeleri yazmak zorunda kalır mıydı acaba bir Türk kızı? "Her zaman Co/ Mevsim kış, seni istiyorum çatır çaür/ Sonbaharda da istemiştim şan] şanl" Hayır, tabıi ki uydurmuyonım. 1963 yılında "yazıhnış" uzunca bir şiirden alınan bu dizeler, çok ciddi bir yayınevinin Çağdaş Türk Şairlerinden Seçme ûst başlığını taşıyan Aşk ve Sevda Şiirleri Antolojisi'nden alınma. Son dizeleri de şöyle: "TeJ tel üstüne çekiyorum Tann'ya/ Cooo'm gebniyorsun/ Hani ya?" Oysa kelımelerle ne hoşluklar yaratılır. Cumhuriyet gazetesinin sahip ve başyazan Yunus Nadi Bey, LONDRA MUSTAFA K. ERDEMOL yanında eşi Nazıma Hanım. büyük kızı Leyla, küçük kızı Nilüfer, oğullan Nadir ve Doğan beylerle birlikte Yat Kulübü'nde davettedirler Yanlannda şair Halil Nihat Boztepe ile Yusuf Ziya Ortaç da bulunmaktadır. Nilüfer Hanım on yedisinde ya vardır ya yoktur. Çok da rüzgârlı bir genç kızdır. Boztepe soluğu kesilmişçesine yanındaki Yusuf Ziya'ya hanımefendinin kim olduğunu sorunca, verilen yanıt şudur: "Eder hak-i siyahtan bembeyaz bir nilüfer peyda/ Hüda kaadirdir eyler bazı 'Yunus'dan lüfer peyda!" Ne kadar hoş, değil mi? Şiirden haberdar oldu mu bilen yok, ama Yunus Nadi o akşam Yusuf Ziya Ortaç'a kendi gazetesinde çalışması için teklifte bulunmuştur. Kim tarafindan yazıldığını bilemediğim şu dizeler en "münasebetsiz" isteklerin bile zekice olması koşuluyla şiire dökülebileceğine kanıt olabilir belki. Bakın şair sevdiğinden ne istiyor: "Benimle bir gececik camehaba ginnez misin/ Beni günaha sokup sen sevaba ginnez misin.". Camehab uyku kıyafeti demek. Mecazen ise "yatak" anlamına geliyor. Herkes. bu dizelerin kimliği bilinmeyen şairi ya da Ortaç gibi zekice ve kıvrak yapamıyor bu işi. Numan Ağa'nın Hisarbuselik şarkısındaki şu dizelere bakın: "Seni gördüm o perçemle fesle/ Niçün ülfet ediyorsun böyle herkesle". Şiir sevgisi iyi hoş da, bunlan bir de bastınp yayımlarmak ne oluyor anlamak güç. Bu tür "şairlerin" kendine olan güvenlerine hep özenmişimdir. Yaşamını Londra'da sürdüren yazar ve çevirmen Ornan Suda'dan duyduğum. onun da bir şiir kitabında rastladığı şu dizeleri yayımlamak cesaret işi değil mi sizce de? "Ömrümce şuna oldum Id kaani/ Musiki oluyormuş tahsile manL" "Şairin" bu kanıya varmasına yol açan ne tür olaylar oldu yaşamında acaba? Peki, oğlunu aritmetikten uzak tutmak için ille şu şiiri yazmak zorunda mıydı Sümbülzade Vehbi? "Heves etme sakın ol hendeseye/ Girme ol daire-i vesveseye." Ingiltere'de şu sıralar, kısa ve anlamsız dizelerden oluşmuş şiirler pek rağbet görüyor. Hele biraz da küfürlü oldu mu, okuyucusu artıyor bile. Geçen yıllarda yeni yetme bir şaire bu tür şiirleri için dünyanın parasını verdi bir yayınevi. Yukanda "şüıierini" okuduğunuz bazı "şairlerimiz" de Ingiltere'de iyi para kazanabilirler. Hele sevdiği kıza duygulannı "Eğil bir yol alyanaktan öpeyim/ manda gölc s._ar gibi şarpadak" diye ifade eden Kaygusuz Abdal günümüz Londrası'nda yaşasaydı şimdi köşe olmuştu eminim. Madencinin ayak sesleri JOHANNESBURG AYSU ÖNEN Johannesburg'da yürümek için pazar günleri beklenir. Çünkü pazar günleri, büyük alışveriş merkezierinin hafta boyunca otopark olarak kullanılan çatı katlan, bit pazarlanna dönüşür. Zaire maskelerinden ev yapımı turşulara kadar her çeşit malın satıldığı tezgâhlar arasında yürüyün yürüyebi Idiğiniz kadar. Bütün gün sizin. Gerçekten bir sokak olmasa da yürüdüğünüz, yerden bilmem kaç kat yüksekte de olsanız, yürüyecek güvenli bir yol parçası buldunuz ya... Bazı günler, pazann uğultusu arasından yere sertçe vurulan ayak sesleri duyarsınız. Seslerin geldiği yöne başınızı çevırdiğinizde, meraklılann oluşturduğu çemberin içinde hayatınızda gördüğünüz en ilginç dansçılar vardır; parlak portakal rengi iş tulumlan giymiş, siyah lastik çizmeli üç adam. Müzikleri yoktur ama, sonsuz bir enerjiyle dans ederler. Ilk bakışta son derece ilkel, hatta gelişigüzel sert ayak figürleri kısa süre içinde modern ve kesintisiz bir dansa dönüşür. Betona hızla vurulan lastik çizmelerin topuklanndan çıkan ses adeta bir müzik oluşturur. Ses çıktıkça dans ederler, dans ertikçe ses yükselir. Dansçılar ayakian altındaki betonu topukladıkça ortalığı saran ritim, kulaklannızda ses olarak değil de tabanlannızdan şiddetli bir elektrik akımı gibi gire/ bedeninize ve beyninize çakılır kalır. Dansçılardan biri dışındaki madenci kaskını çıkanp seyirciler arasında dolaştınr. Dans biter. Bir süre kaska atılan bozuk paralann sesi duyulur. Sonra o da kesilir. Tezgâhlar arasındaki yürüyüşünüze devam edersiniz topuklannız yan yana. Pazar günleri bit pazarlanna yaptığım yolculuklar, benim için, ayağı kanatlı tann Hermes uğruna yapılan küçük hac yolculuklandır. "Ey Hermes, bana bağışlanan ayaklann değerini, tekertekli makinede gezerek unutmadım. Bak hâlâ ayaklanmı kullamyor ve yiirüyorum." Bit pazanndaki lastik çizme dansı adeta bir çeşit pagan şükran ayini gibi gelir bana. Ayaklann şöleni! Dansın aslında ne benimle ne de Hermes'le ilgisı var. Lastik Çizme Dansı adı verilen bu geleneksel dans. Soweto'da oturan madencilerin tok karnına ve bir iki ev yapımı kaçak bina üstüne keşfettikleri bir dans. tlk başlarda yüksek sesle atılan sloganlar ve ayaklann öfke ve karşı çıkma duygulanyla sertçe yere vurulmasından ibaret olan bu gösteri, sonralan maden hayatını, fakirliği, ırkçıhğı, ezilmeyi anlatan ritmik koreografilere dönüşmüş. Bütün günü madende emir kulu olarak geçiren Soweto'lu madenci, akşam karanlığında içkinin verdiği cesaretle dövmüş yeri lastik çizmelerinin topuklanyla ve rahatlarruş. Bazı madenciler, çizmelerinden daha çok ses çıksın diye, bir tele dizdikleri gazoz kapaklannı ayak bileklerine bağlamaya başlamışlar. 1980'lerin ortasında Lastik Çizme Dansı, bir halk dansı olarak benirnsenip halk sanat merkezlerinde geleneksel Zulu danslannın yanında öğretilmeye başlandıysa da, cahil sarhoş madenci dansı damgasını üzerinden atamamış ve madencinin hikâyesini anlatan dans olarak çoktan Sovveto sokaklannı terk etmiş. Lastik Çizme Dansı'nı canlı rutanlar, bit pazarlannda para kazanmaya çalışan dans okulu öğrencileri. Herkesin dört tekerlek üzennde yaşadığı Güney Afrika korkanm bir gün ayağı kanatlı tann Hermes'i kızdıracak ve hepimiz ayaklanmızdan olacağız. Ayrılmaz ikilinin hüzünlü sonu Kedi Rastus ile sahibi Max Corkill, 11 yıl boyunca hiç aynlmadan motosikletle Yeni Zelanda'yı gezdiler. Aynlma/ ikilinin motosikletaşkı geçen hafta geçirdikleri bir trafik kazasıyla son buldu. Rastus ve CorkiH'in ölümleri motosiklet camiasında bü> iik bir üzüntü yarattı. Corkill ve Rastus'u aynı tabuta koyan arkadaşlan, ikilinin tabutunun üstüne kasklannu önüne defotoğraflannıkoydular. Cenaze töreninin ardından onlarca motosikletli Ne» Pl> mouth kentinde ikilinin anısına geçit resmi düzenkdi. Liderlerin cinsel sorunlan tarihi belirliyor"Koskoca Amerika" küçücük bir sorunu tartışa tartışa bitiremiyor. "Yatmış mı. yatmamış mı?" Sonunda iş, yakışıklı Bill Clinton'ın koltuktan indirilmesi ihtimaline kadar dayanıyor. Herkes ve bu arada "Küçük Amerika" ülkelerinin gariban yurttaşlan olan bizler, bu nu tartışıyoruz. Oyunun cazibesı "taciz kurbanı kadın" rolüne ve dolayısı yla hukuk-siyaset sahnesi ne yeni yeni kadınlan sürüyor: "Benim neyim eksik? Sayuı Başkan benimle de yatmıştı!" Bence haddınden fazla sıkıcılaşan, ama hayata giderek paparazzi beyniyle bakmaya başlayan "21. Yüzyıl dünyası" için ıyice kızışan bu oyun, Rusya'da sakin bir gülümsemeyle izleniyor. Clinton'ın seks öyküleri buradaki haber bültenlerinde, Türkiye'dekilerden çok daha geride ve seyrek yer alıyor. Geçen yıllarda yapılan birkaç anket, Ruslann, devlet ve politika adamlannıh kaçaniaklannı doğal gördüğünü ortaya koymuştu. Hatta yıllarca bir hostesle kınştırdığı söylenen eski liderlerden Brejnev'e ve şarkıcı Azize'nin ünlü erkekler kervanına katıldığı iddia edilen eski parlamento başkanı Hasbulatov'a, bu nedenle "Aferin" diyen epeyce ınsan çıkmıştı... Cinsel konulan abartmamak, onlan küçümsemek anlamına gelmiyor. Ruslann tarihi de tıpkı başka halklann tarihi gibi, zaman zaman liderlerinin cinsel tercih ve çıkmazlanna bağlı olarak biçimlendi. Örneğin. tarihin en acımasız liderlerinden bıri olan IV tvan (Korkunç Ivan), kimine MOSKOVA HAKAN AKSAY göre 7-8 kez evlenmişti, kimine göre - birkaç gün süren ilişkileri de göz önüne alınırsa - çok daha fazla. Eşleri birbiri ardına zehirlenerek ve hastalanarak öldü. Tarih kitaplannda, bunlardan bazılannın Ivan Grozniy tarafından öldürüldüğü, bazılannın hapsedildiği, bazılannın da bırdenbıre ortadan kaybolduğu yazıyor. Bir keresinde zalim çar, birkaç gün sürecek birevlilik için talihsiz gelini 2 bin aday arasından seçmişti. Bütün bu ilişkılerinin onu şiddetle sarstığı, onun ise bunun acısını başka yöntemlerle çıkardığı sır değil. Aşklanyla tatmin olmayan. savaşlanyla bu boşluğu doldurmak ısteyen Napolyon Bonapart da cirisel sorunlannı tarihe mal etmişti. Acaba büyük aşkı ve ilk eşi Josephine olmasaydı. Napolyon Napolyon olur muydu? Napolyon'dan 6 yaş büyük olan Josephine'nin yaşamı yoksullukla geçmişti. Pek güzel değildi; hele dişleri. Dul ve iki çocukluydu. Ama önemli bir özelliği vardı: Erkekleri iyi tanıyordu. Kısa sürede evlendiler. Napolyon. savaş sırasında bile her gün Josephine'e bir mektup gönderdi. (Bunlardan biri 1933'te Londra'da 20 bin dolara satılmıştı.) Bir mektupta şöyle diyordu: -Aşkın aklırru başımdan aldL Yiyemiyor, uyuyamıyorum. Senin resmine bakıp öpmeden bir saat bile Türkiye'yi kapış kapış "satın alıyorlar" STOCKHOLM GÜRHAN UÇKAN Türkiye kapış kapış "sanlıyor." Yok hayır, sözü yabancılara peşkeş çekilen rütünümüze. TEKEL'e, limanlara getirmeyeceğım. Kapış kapış satılan şey, Türkiye'nin tatil beldelenndeki haftalar. Tek başına Türkiye'ye yılda 130 bin lsveçli gönderen Express Turizm Şırketı'nin, Tursem'le birlikte batmasından sonra doğan boşluğu diğer turizm şirketleri büyük bir ihtirasla doldurmaya çahşıyorlar. Bunlardan birisi bir Ingiliz şirketı. Isveç'e yeni yerleşti. "Bir tngiliz olarak, güneşe hasretin ne demek olduğunu iyi biliyoruz" diye ilanlar veriyorlar. Bir başka ilanlan şöyle: "Grönland bize bu kadar yakınken neden gidip taa Fiji Adaları'nı kokoni yapnk?" Türkiye'ye iştahla eğilen bir başka şirket ise Yunanlı! Daha önce biraz isteksız de olsa Türkıye'ye turist gönderiyordu, ama şimdi ilanlannda, Bodrum dahil yeni beldeleri kataloglanna aldıklannı duyuruyorlar. Yine de Türkıye en çok turist gönderecek şirket, bir lsveç turizm şirketi. 8 beldedeki 188 otelle anlaştığını duyuruyor. Son 6 yıl içinde Türkiye'yi tatil için yeğleyen lsveçlilerin oranı % 20 arttı. Bu yıl yaklaşık 160 bin Isveçlinin ülkemize gelmesi bekleniyor. Birçok şirketin Türkıye'dekı tatil programlan şimdiden bitti; hiç değilse, haziranın ikinci yansı ve temmuz gibi en çok rağbet gören devrelerdekiler. Işyerlerinde, metrolarda, otobüslerde kulağıma sürekli olarak "Türkiye" adı geliyor. Artık Antalya'nın Antalya olduğunu. Antalya olmadığını bile öğrendiler. Bodrum, Marmaris, Alanya, Kemer. Side kulaklara ve ağıza kolay geliyor da Kuşadası (Kusadaası) ve lçmeler (Ikmeler; lşmeler) bıraz zorluyor bu insanlar. Antalya, yalnızca Türkiye'deki tatil beldeleri içinde değil. bütün tatil beldeleri arasınıda lsveçlilerin tercih sırasında 3. durumda. Ancak gidenlerin en hoşnut kaldıklan yer Marmaris. Kıyıdaki o palmiyeh yolda sıra sıra dizili olan restoranlann hepsinin önünde biri tarafından kollanndan tutulup içeri çekilmeye çalışılmasına bile pek aldırmıyorlar. lsveç"te yaşayan Türkler. fiyatlann yüksekliğı nedenıyle Mannaris'ten uzak dururlarken onlar, peşin paralan bitip kredi kartıyla devam ettikleri haide pek yakınmıyorlar astronomik ücretlerden. verilmeyen fişlerden ve adamına göre biçilen fiyatlardan. Zaten otel sahipleri de yabancı ülkelerden gelen turiardan bizim u gurbetçiler"ın çıkmasından hiç hoşnut değiller. Bizimkiler fiyatlara içerden bakıyorlar, yabancılardışardan. Insanın kendi vatanına yabancı turist gibi gitmesi aslında pek hoş bir şey değil; ne var ki burada doğup büyüyen çocuklanmız için, uçaktan indikten 1 saat sonra kendını bir otelin havuzunda bulmak fevkalade pratik bir şey. Zaten artık önce anneanneyi, babaanneyi, dedeyı zıyaret edelım de sonra deniz kenannda bir yere gıdelım düşüncesi de yok oldu.Bizim gibi yurtdışında "eskiyenler' 1 için. bırakın anneanneyi. dedeyi. anne baba bile kalmadı. Aynca, elınde bavulla kapısı çalınan otelde sıze "Kardeşim neden rurla gelmiyorsun? Otelimizi tura kapattık. Hem öylesi sana çok daha ucuza çıkar" diyorlar. Yani, istesek de ıstemesek de turistiz kendi ülkemizde. geçiremivorum. Zaferlere aldırdığım yok. Senin hoşuna gittiği için zafer kazanmak istiyorum. Zaferlerin seni memnun edecegini bilmeseydim, hemen ordumu bırakıp Paris'e koşar ve kendimi senin ayaklannın dibine atardun." O sıralarda Paris, Josephine'in başka erkeklerle maceralar yaşadığı söylentileriyle çalkalanıyordu. Sonradan Imparator'un birlikte olduğu pek çok kadın ve onlardan doğan çocuklan kavgalannı büyüttü. Napolyon'un önemli siyasi ve askeri kararlar alırken, yakın çevresinin kendisine sunduğu çeşitli milletlere mensup güzel kadınlan ölçüt haline getirdiği kanısı yaygınlaştı. \ Dale Carnegie, Ünlü Adamlann Bilinmeyen yönleri adlı kitabında, ölüm döşeğindeki Napolyon'un son sözünün "Josephine" olduğu iddia ediyor. Sacha Guitry'nin Napolyon adını taşıyan ve Raymond Pellegrin'in başrolünü oynadığı filmde ise, ölüm döşeğindeki son sözler, "Fransa" ve "başkomutan." Herhalde Napolyon'un hayatının özetini bu ikisi (aşklan ve iktidar savaşlan) oluşturuyor. Ama yukandaki mektuba bakılırsa, bunlardan hangisinın başta geldiğini anlamak zor değil. Kapı kırmaya azmetmişlerin ülkesi burası Türkçede kapı çalınır, ya da tıklatıhr. "Tıklatma" eylemine. güncel toplum kültürümüzün yakındığımız kaba sabalıklanndan çok uzak bir şeylerin sinmiş olduğu açık. Oturmuş ve bugün zayıflamış olsa bile sağ kalmakta direnen bir saygı. lncelik vb. Bir yere konuk olarak gideceksiniz, kapı sessizce tıklatılacak. Sizin bu çekingenliğinize karşılık içeriden kapıyı açanlar geleneksel bir konukseverlikle tezahürat yapıp sizi buyur edecekler. Hoş vakit geçirilecek, tabii baygınlık veren densizlikler edilmediği, konukseverliğe tövbe ettirecek uzunlukta kalınmadığı takdirde. "Çalmak" dediğimizde de benzer çağnşımlar var, ister aklınıza minik bir çan, ister bir aşırma eylemi gelsin; sanki (en yüzsüzlerimiz bile) zaman çaldığımızın bilincindeyiz. Bir çıtkınldımlık, bir kedisellik. Devlet kapısı, el kapısı gibi şeyler karşısında ezikliğimizin bir izdüşümü de olabilir bu. Insan galiba yurt dışında oturmadan böyle şeylere kafa yormuyor. Öyle ya, ziyaretçisiniz. elbette kapı mmmm ^^^—m tıklatılacak, tekmeye kınlarak girilecek değil herhalde. Ama gelin bir de Amenka'ya bakalım. 1215'teMagnaCarta'yı imzalamış bir bireye saygı Anglo kültüründen beslenen Ingilizcede nedense kapı tıklatılmaz. vurulur. Ve pratikte "iyi" vurulur. kapı canlı olsa "öldüresiye" diyeceğim. Türkçe'de kapının vurulması olağandışı bir durumu belirtir, Ingilizce'de ise vurmak, hatta yumruklamak, işin standârdı. Şu bokstaki nakavtın "nak"ı var ya, işte o "knock" fiili. Işyerlerinde, devlet dairelerinde nezaket, "affedersiniz"ler, "sir"ler, "ma'am"lar diz boyudur da iş kapıda varlığını beyan etmeye gelince o uygar görünümlü insanlar birer kuşatmacı Viking olurlar üç saniyeliğine. Belkı yaşamın, hele buradaki gibi nöroz üretmekte usta iş yaşamının, üzerine sakinlik kisvesi geçirilmiş acımasız kavgası ancak böyle dışa vurulabiliyor. Bu kravatlı, tayyörlü dünyada kaç kere yumruk atma fırsatı çıkar insanın karşısına? Buldun kapıyı, geçir! Belki de dil yalnızca aynası değil kültürün, onu yönlendiriyor da. "Knock"tan başka kullanılan kapı vurma fiilleri: "Bang" ve "Pound" Bunlar iyıden ıyiye saldın yüklü. Dil size seçenek bırakmıyor ki. Bir.de pek kullanılmayan, bizdeki tıklatmaya en yakın (ama yine daha sert) "rap" var. Onu da bir tek Edgar Allan Poe'nun şiirinde anımsıyorum; maalesef pek geçerli bir istisna değil, çünkü kapıyı çalan insan değil. bir kuzgun, bilindiği gibi. "Zil yok mu" sorusu akla gelecektir. Çoğu evde zil yok, ve çay kaşığı ağırlığında tokmaklar da genelde süs için. Iş kalıyor kol kuvvetine. Amerika'da başka bir şehirde öğrenciyken oda arkadaşımla kapımıza ' gelenlerin yerli mi yabancı mi olduklannı çalışlanndan anlardık. Yerlilerin, yani Amerikalılann, kapı çalışlanyla kişilikleri, sikletleri ya da geliş nedenleri arasında bir bağlantı aramak boşunaydı. Türkiye'de kıracakmışçasına kapı yumruklanırsa "alacakb gibi" deriz. Gelen de alacaklı değilse ya acil bir durum vardır, ya konuğunuz "duyuramam" endişesi içindedir ya da hakkınızda iyi emeller beslemeyen bir ekip kapınıza dayanmışı demektir. Amerika'da benzer bir patırtınm ardından Helmut Kohl cüsseli birisi de çıkabilir, jokey de. Zarif bir kadın da olabilir. Bütün bu kişileraynı toplumsal koşullanma VVASHINCTON AZİZ GÖKDEMİR ile yetişiyor olmalılar: tyi aile terbiyesi aldığını bildiğim birçok ^ ^ ^ ^ ^ ^ _ çocuğun kapılara yumrukla yetinmeyip tekmeyle giriştiğini, hatta cıddi bir azarlama tehlikesiyle karşılaşmadan oyun olsun diye havadan sıçrayıp "tam gövde" kapı çaldıklanna tanık oldum; Türkiye'de nasıl kapalı" kapılar erişilmez "merci"lerin asık suratlı simgeleri haline gelmişlerse. Amerika'da bunun tersini pompalayan şeffaflık ekolü kapıyı ulusal bilinçaltında "vur ababya" konumuna indirgemiş olabilir. Şir de burada evler de genelde daha büyük olduğundan, ilkokul yıllannda tavan arasındaki baba ya da annesine geldiğini duyurmaya propramlanmış kapı gümletme, ileride hedef hanenin hacmi küçülünce gerekli esnekliği gösteremiyor anlaşılan. Hepsi iyi hoş da, şimdi bir de bağışıklık olgusu başgösterdi. Komşumun kapısı her akşam birkaç saatte bir şiddetli yumruklamalarla dakikalarca sarsılıyor. Biz artık "kapı böyle bir, bilemedin ki iki defa çalınır; yok işte" dediğimiz sırada kapı açılıyor ve gelen içeri buyur ediliyor. Beklenen "Yahu iki saattir niye kapıyı açmıyorsun?" ya da "Ku-saydın bari" şeklinde sözler edılmiyor, aksine "Aaa, hoşgeldin, ne haber?" "Hiç, geçiyordum, uğradun." Kapıya bir kez taarruz etmekle yetinenler ise komşumu yok sanıp gidiyorlar. Komşumun kulaklan Sağlam. Durumun açıklaması: Yok. Işimiz zor. : CHP Tjre İlçesi UĞUR MUMCU Anısına Toplantı Konuşmacı Tarih Yer ALEV COŞKUN Yazar - Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı 25.01.1998 Pazar Saat: 13.00 Belediye Düğün Salonu Türkiye Gazetecıler Cemıyetı'nın yayınladığı günlük Bizim Gazete Ülke sorunlarına ilişkin raporlarıyia, araştırmalarıyla, köşe yazılanyla, tarafsız haberleriyle sivil toplumlann gazetesi. Düzenli okumak için abone olun. Tel: 0.212. 511 08 75
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear