23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET 11 EYLÜL 1996 ÇARŞAMBA BIR KONU BIR KONUK Esti İstanbul II Radyosu Müdürü, İstanbul Devlet Opera Orkestrası eski Flüt Grup Şefi Kamil Şekerkaran 4 Yapay burjuva yaratdamaz' LEVLATAVŞANOGLl - Özllikle sou yıllarda hiikürmetlerin kül- njr poltikiları çok dikkat çekici hale geldi. 27Maıt\trelsfçimierinin b«m«n ertesinde devlet »pera \e balesi dansçüan kültür po- itikısıu protesto için Atatûrk Kiiltür Mer- kezi(.AKM) öniinde gösteriJer yaptılar. Ti- murçirS^aş'ır Kültür Bakanlığı dönemın- cteDI t'!-RP işbırlıği\lede\ et baiesinin pro- dük>iy»n cdeneklerı sıfırlandı. ancak bu ka- rarsjrra aen alındı. AgâhOktav Güner'in K.Üİ1ÜT Bakanl'.ğı dönemhde türk-lslam sertezneprım '• eren kültür pol itıkasi izlen- cı. Istaıbul Büvükşehır"ir RP'iı Belediye Başkarı TayyipErdoğan, "Bale insanın bel- den aş^isını meşgul ediyor" bi^iminde söz- ler söyiedi. Ankara Bü\ ükşetıir Belediye Başkarı Melih Gökçek. Ankara'daki hey- kellerlt ilgili olarak. "Tükürüriim bö\ le sa- natın iane" dedı. Sız bu görüşlen \e tutum- lan naal deeerlendinyorsuıuz:'.' ŞEKERKARAN-Çokseslı müzığe kar- şı turarn \ e da\ ranışlar ben ım görüşüme gö- re 195C v ılından bu y ana başlarnıştır \ e sür- dürülmektedir. 1950 yılındaki genel seçim- lerde oianın sağı diye nitelendırebileceğı- miz Denokrat Parti ıktıdan geldi. Gerçi bu partinin önde gelen yöneticıleri daha önce CHP'n n tanınmış üyelerivdı. Tek panı dö- nemince. Türkıye'ye ıki büyük devlet ada- mı hâk mdı De\ let adamı nıtelıklerine sa- hıppolıukacılannsayısı. biitün uluslannta- rihlerinı ıncelediğinizde. belkı de yırmıyi geçmez. -Yani de\ let adamı niteliğine sahipolmak çok zor_. ŞEKERKARAN - Evet. çok. Dolayısıy- la bu ıkı de\ let adamının yönetı mi sürerken, akıllarnın gerı^indeki fi'kirler rıe olursa ol- sun. hıc kımse kolay kolay sesını uikselte- miyordu. Ama 1950 seçımleriyle bırlıkte önce eğitımde büyük bır değişiklik yolun- da ilk adımlar atıldı. Lluslann ekonomıle- ri, yeraltı, yerüstü kaynaklan ne kadar güç- lü olursa olsun eğıtimleri güçlü olmadığı takdırde o uluslar bu kaynaklardan yararlan- madazorluk çekerler. Bu kay naklar kısasü- rededeyatükeniryada başka uluslannsö- müriısüne alet olur. Bence kültür polıtika- sının yozlaşmasındaki binnci neden eğiti- min bozulması yolunda ilk adımların atıl- masıdır. - Bu konuda somut örnek \erebilir misi- niz? ŞEKERKARAN-Cumhurıyet'ın benim yetı^tiöım dönemlennde. daha doğrusu 1950'lere kadar okullarda. müzik derslenn- de öğrencılere mandolın çalmak öğretilir- di. Mandolin. dört çift tellı, ucuz bir çalgı- dır. Bunun özelliği şu: Bir kişi mandolin çaldığı zaman aynı anda iki ses bırden çı- karabilir. Yani. kulağı çokseslilığe kolay- lıklaalışabilir 1950'lerdensonra okullarda mandolin öğretılme>-iyavaşya\aşbırakıldı; onun yerine kamışlı flüt denılen. tek ses çı- karanbirçalgıkondu. Bu da çok yaygınlaş- tı. Bu örnek sıze saçma görünebilir. Ama benim düşünceme göre bu şekilde çocuklar tekseslıliğe koşullandınlmak istendiler. Bu da sistematik biçımde yapıldı. tkinci örnek. çok büyük eğitim merkez- lerı olan halke\lennın yavaş yavaş ışlevle- nnıyitırmelerıneyolaçılmasıdır. Halkev le- ri. güzel sanatlann her alanında temel sa> ı- labılecek eğıtım ve öğretimlerı çok geniş bir çevreye ileteb\lıyordu. Bunlann içinde müzik de vardı. Buralarda müzik kolları \ardı. Halke\ lerinin işle\ selliğı ya\aşyavaş kösteklenmeye başlandığı anda birtakyn şeylerdeğıştı. Bu. 19S0'lerekadarde\ame- den uzun bır süreç oldu. 1980'lerde bütiin dünyayı serbest pışasa ekonomisı. global- leşmevadaküreseileşme akımı sardı. Dün- yayı yöneten büyük de\ letlerin etkisıyle başlaşan bu akım. yankılarını Türkıye'de de bulacaktı. Bu yankılar. tüm dünyada ol- duğu gibi Türkiye'de de. özellikle de kültür \e sanat alanlannda etkıli oldu. Eğitimi sö\ - lemivorum. Eğıtım sıstemı her geçen gün- de bir darbe \ı\ordu. K.ültür. sanat. eğitim alanında bütün dümayı saran yozlaşmanın yankılan böylece Türkıve'de de duyuldu. Benim yakın dostlarımdan bir Ingıhz pro- fesör, yıllardan berı lngiltere'nin tanınnıı^ üniversitelerinden birisinde Latin edebiya- tı derslerı okutur. tngiltere'de Margaret Thatcher Başbakan olduğu zaman üniver- sitenın Latın edebıvatı bölümünün kaç öğ- rencısi olduğunu sordu. Birkaç tane oldu- ğunu öğrenince o bölümün kapatılması ka- rannıverdı - Bununla. İngiltere gibi kültür açısından son derece gelişmiş bir ülkede de bu tür yoz- la^malann olduğunu mu anlarmayı amaçlı- yorsunuz? ŞEKERK.-VRAN - Tabıı. Buna benzer Sunuş Son vıllarda, Türkiye'nin kültürpolitikaları iyice yozlaştı. Bir yandan güzel sanatlara, Devlet Opera ve Balesi'ne ayrılan ödenekler tırpanlanmaya çalışıhrken, öte yandan Türk-lslam sentezi ürünü kültür politikaları ön plana çıkarılmak isteniyor. Onca ö'zveri ve düşük ücretlerle. insanüstü çabalar harcayarak ortaya olağanüstü değerde temsiller çıkaran balerinlerimiz, "bazı politikacılar" tarafından neredeyse "hayat kadını" durumuna düşürülmek isteniyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi 'nin, parti ve bağlıhk değiştirmekle ünlü Belediye Başkanı Melih Gökçek, kent içindeki hevkelleri, "Tükürüriim böyle sanatın içine ", diye aşağıiamaya çalışıyor. REFAHYOL'un Refahh Kültür Bakanı Ismaii Kahraman, işi gücü bırakmış, Kırkpınar Ağalan 'na uzaktan elense çekmeye çalışarak, "Bale ve operaya ayrılan bütçenin Kırkpınar GüreşlerV'ne verilmesini önerebiliyor. Devletin yüksek katlanndaki yöneticilerin ise bu tutum ve davranışlan hiç tepkisiz izlemeleri "Acaba bunlann üstlerine gerçekten ölü toprağı mı serpildi" sorusunu akıllara getiriyor. Türk-lslam sentezine böyiesine prim veren, şeriatçı. tarikatçı takımının eline oynayan bu kültür politikalannı eski tstanbul H Radyosu Müdürü, istanbul Devlet Opera Orkestrası Eski Flüt Grup Şefi Kamil Şekerkaran 'la konuştuk. pek çok ömek saymak mümkün. Bu yozlaş- manın bızdeki yansımalan biraz daha faz- laoldu. - Peki Türkiye'de bu yansımalar neden daha fazia oldu? ŞEKERKARAN - Kültür v e sanat yerleş- mış bir düzen içerisinde gelişir. Çok kaba bır tanımlama \apmak gerekırse sanat bır burjuva ürünüdür Bunu ben burjuvazıyete- şekkürle söylüyorum. Oturmuş, yerleşmiş, kentleşmiş bır toplumda sanat yeşerir, geli- şir. Oysa tarihimize baktığımız anda, Os- manh Imparatorluğu döneminde yerleşmiş bir burıuvazi yoktur. Yani kentleşmiş, o kentte altı, yedi, on kuşaktır tüm aile fertle- ginlergrubuyaratılmayaçalışıldı. Amaya- pay bir burjuvazı \, aratmak olası değil. - Sanat veeğitim potitikalaruun yozlaşma- sında büy ük kendere göç olgusunun hiç pa- \ivokmu? ŞEKERKARAN - 1950'lere kadar bü- yük kentlere göç çok sınırlı kalmıştır. Ama 1950'den sonra. birtakım politik amaçlarla büyük şehirlenn kapılarının, gelmek ısteyen herkese açık olduğu, dolaylı ya da dolaysız olarak çeşitli politikacılar tarafından açık- landı. Büyük kentlere, özellikle de göreli sanayileşmiş kentlere büyük bir akın başla- dı. Bu akın, büyük şehirlerde daha önce yer- leşmiş olan kişilerin şikâyetlerini gerektire- tepkı meselesi. Büyükkenttevaşayanlaron- lardan etkilenıyor. onlar bü> ük kentte \ aşa- yanlardan etkilenıyor. Bu etkileşim 200 \ ıl gibi bir süre devam etmeli ki köyden. kasa- badan gelenler büyük kentlı olsunlar. Buna karşılık büyük kentlıler köyden. ka^abadan gelenlerden geniş ölçüde etkilenıyorlar. Bu etkilenmeye bir örnek \ermek ıstiyorum: Büyük kentlerde artık lahmacun. dürüm. gözleme, kebap kültürü gelişti. Artık ye- mek kültürü kalmadı. Kent yemeklerinin hazırlanması çok uzun zaman alıyor, onun için bu yiyecekler büyük kentlerde yerleş- ti, deniyor. Tamamıyla yanlış. Bir dönerin. lahmacunun, kebabın hazırlanması pek mı KAMİL ŞEKERKARAN 1930, İzmir Karşıyaka doğumlu. Lise öğrenimini Karşıyaka'da, yükseköğrenimini İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde tamamladı. 1949'da İstanbul Şehir Orkestrası sınavını kazanarak flütist olarak orkestrada görevaldı. 1957'de Ankara Devlet Operası Orkestrası Flüt Grup Şefliği sınavını kazanarak bir süre Ankara'da çalıştı. Daha sonra İstanbul Şehir Orkestrası'na geri döndü. 1964'te İstanbul İl Radyosu Müdürlüğü'ne getirildi. Bunun ardından İstanbul Devlet Opera Orkestrası'na, Flüt Grup Şefliği'neatandı. Çeşitli gazetelere müzik yazıları yazdı. 1995 yılında da emekli oldu. rınin bırlıkte oturduğıı bır topluluğu göre- meyız Herhalde sa\ aşlardan bunafirsatbu- lamamı^tır. Bilıyorsunuz. savaşlarda da her zaman Osmanlı uvruğundakıler askere alı- nırdı. Reaşa dedığıniz Hıristiyan azınlıklar alınmazlardı. Bunu da >unun için anlatıyorum: Askere alınma>an toplumsal kesim oturmuş, yer- leşmiş. burjuvalaşmıs. bir toplum katmanı oluşturdu. Dolay ısıy la bızım ulusal kültürü- cek kadar fazla oldu. ama bir yandan da u- cuz el emeğı olduğu için bu durumdan ya- kınanlar fazla da seslerini yükseltmediler. Bu göçe. ucuz el emeğinden yararlanmak ıçın bır anlamda göz yumdular. Büyük kentlere göç eden bu kıtle kendı köy. kasaba. ya da küçük illerinde belli bir düzen içinde yaşıyorlardı. Bu düzen olduk- ça sık\ \e ahlaksaldı. - Bü\ ük kentlere göç eden bu kitlcnin ab- kolay' 1 Bu ömekleri çok alanlara yayabılı- nz. Kanımca 1950den sonra\aşamaktaol- duğumuz bu olgunun bır başka yönü \ ar. O da kendisinı Türkiye'de yönetıme aday gö- renlerin çoğunluğunun. aldıkları eğitim ve öğrenim ne olursa olsun. kırsal kökenli ki- şiler olmalan. Bır başka dey ışle de hıçbir za- man burju\a olma olanağını elde edememıs vatandaşlar. Oysa kendi kırsal bölgelennde, her za- ültür ve sanat, yerleşmiş bir düzen içerisinde gelişir. Çok kaba bir tanımlama yapmak gerekirse sanat bir burjuva ürünüdür. Bunu ben burjuvazıye teşekkürle söylüyorum. Türkiye'de bir çok şey yapay olarak yaratılmaya çalışıldığı gibi son 20-30 yılda bir de yapay zenginler grubu yaratılmaya çalışıldı. Ama yapay bir burjuvazi yaratmak olası değil. müze \e sanatımıza azınlıkların katkıları çok fazla olmuştur. Buradan belki de şöy le bır saptama yapabilirız: Türkıye Cumhuriyetı kurulduğundan bu yana hiçbır sa\aşa k'atılmadık. Bu nedenle bir kentleşme hareketının başlangıcının baş- langıcı başladı. diyebiliriz. Ama oturmuş. yerleşmiş. tam anlamıyla bir burjuva toplu- mu niteliğinı kazanabilmek 2-3 yüzyıllık bir sürey ı gerektıren bır olgudur. Türkiye'de birçok şey yapay olarak y aratılmay a çalışıl- dığı gibi son 20-30 yılda bir de yapay zen- şık olduğu bütün kurallar, değerler böylece altüst m ü oldu? ŞEKERK.\R\N - Evet. Bunlann büyük kentlerde geçerli olmadığını gördüler. Gör- düler ki büyük kentlerin geçerli kuralları çok farklı. Dolayısıyla bunlar ne kasabalı. ne büyük kentlı. ne de köylü oldular. Ikisi- nin arasında bır köy - kentsel kültür yetıştı. oluştu. Bunu. her yıl daha büyük ödünler \erilerek bozulan eğitimle birleştırdığıniz anda ortaya yozlaşmış bir kültür çıktı. Köy kültürü yok. kasaba kültürü yok. Bu, etki man saygıyla düşündüğüm, çok öz bir kül- türleri var. Kente. özellikle debaşkentegel- dikleri zaman daha önce almış olduklan. 1950'lerden bu yana bozulmuş olan eğıti- min bir sonucu olarak birtakım yanlış şey- lere koşullanmış oluyorlar. Bunlar burjuva değıller. Eğitim düzeyle- ri kendilerince yüksek. ama gerçek anlam- da yüksek değil. Bir yandan da işın ıçıne Cumhuriyet' in ilk y ıllanndan çok farklı an- lamlar yüklenerek kullanılmaya başlanmış bir"mUlhetçilik" davası var. Bunlann mıl- liyetçilik anlayışlanyia benim deyimimle "ulusalcüık" anlayışım arasında büyük farklar \ar. Sanıyorum pek çok kışı de be- nim bu görüşümü paylaşıyor. Bır de işin içi- ne polıtikanın çirkınlikleri, pohtika gereği venlmesı gereken ödünler \e daha başka öğelergirince. yerleşmişvedüzenli birtop- lumun ürünü olan gelişmiş sanat, güzel sa- natlar konusunda hiç kuşkusuz sizin demin söylediğıniz gibi konuşacaklardır. - Orada bir saptama yapmak istiyorum. Politikanın çirkinliklerinden söz ettiniz. RE- FAHYOL hükümetüıin RefahJı Kültür Ba- kaıu İsmaıl Kahraman geçenlerde çok par- lak bir fıkirle ortaya çıkü. Devlet Opera ve Balesi'ne harcanacak paranuı Kırkpınar Güreşleri'ne ödenek olarak aynlması öne- risinde bulundu. Siz buna ne diyorsunuz? ŞEKERK.\RAN - KırkpınaV Güreşleri için de para ayıralım. Kırkpınar Güreşle- ri'ni. yüzyıllardır de\am eden bir gösteri öğesiûlarakdünyanınilgisiniçekmekama- cıyla kullanalım \e bu iş ıçm de para har- eayalım. Ama burada bir saptama yapmak- ta \arar var: Ikıncı Dünya Sa\aşı'nın sonunda Avus- turya yanıp yıkılmış. Viyana'nın altı üstü- ne gelmışti. Kentin bütün altyapısı yok ol- muştu. Kentte büyük çapta onanma başlan- dıgı anda ilk yapılan iş Viyana Operası bi- nasının bina, eleman. araç-gereç ve öbür donanım açısından birıncıl olarak restore edilmesi olmuştu. Dünyanın her yerinde halklar. ınsanlar kendi öz gereksinimlerinı yaşamın doğal bir kuralı olarak birinci plan- da tutarlar. Ama buna karşın. Viyana Ope- rası binnci öncelikle işlevselliğine yeniden kavuşturulmuştur. \'iyana Operası. sürekli de\ let desteğıyle ayakta durabilen bir ku- rumdur Dünyanın en büyük. en zengin ül- kelennden birisi olan ABD'nin Nev, York kentındekı Metropolıtan Operası da dolay- lı da olsa de\ let desteğıy le ayakta duran bir kurumdur Kaldı ki Türk operası \e balesi geçmışi çok kısa olmasına karşın zaman za- man her canlı organızmada olduğu gibi u- fak tefek düşü^ler yaşamasına rağmen. ge- nelde yükselı^. çızgisi ızlemış bir sanatsal kurumdur. - Dinci basınuı, özellikle Akit gazetesinin yazarlan bir süredir opera ve baleye bütçe- den para a> rılmasını kalemlerine doladılar. Hatta opera ve baley e sırasında "asalak. kan emici. kene" gıbı deyımler de kullanabilı- yorlar. Sızce bu na.sıî bir mantık'' ŞEKERKARVN - Kullanılan bu deyim- ler hiç kuşkusuz bellı bır düzeyın çok altın- da. Hele hele bır yazılı yayın organında gü- zel sanatların bır dalınınbu dey ımlerleeleş- tınlmesi son derece üzücü. Ancak. sanırım herkes kendisine verilen görevı yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla da göre\lerinı herhalde çok ıyi yapıyorlar. - Son aylarda ortaya çıkan yine çok ilginç bir yaklaşım \ar, İstanbul Sanat ve Kültür Festhali. İstanbul Sinema Festhali ya da benzeri sanat \e kültür fesri\allcrine devlet tarafından parasal destek \erilmesi istenmi- yor. "Bunların \erıne bu paralan türbelere verelını" gibi sözler telaffuzedilebiliyor.gö- riişler dilegetirilebiliy or. Sizbu görüşleri na- sıl karşılıyorsunuz? ŞEKERKAR\N - Mtmari bakımdan ger- çekten tarıhse! değerlerı olan istertürbe. is- ter çeşme. ıster bır eski konak olsun, bun- ları geleceğe saklamak zorundayız. Çünkü bunlar kültür mırasıdır. Bu. uygar bir top- lumun göre\ ıdır. Mi^lümanlığıöndetutaraktürbeyedeğer \ ermekte. bızzat gerçek Müslümanlıkta ol- mayan ışle\lerı yenne getırmek ısteğidir. Türbelere. y atırlara ve benzerlerine bel bag- lamanın güııah olduğu. Islam dininın ku- rucu;,u Hazreti Muhammed tarafından ya- şamında söy lennııştır. Hazreti Muham- med'ın o sözlerı de Dıyanet Işlerı Başkan- lığı'nın ya\ ınlarında. gayet açık bır bıçim- de kitap halınde yayımlanmıştır. Ama ne- dense bunu görmezden gelmek istiyorlar. Hiç kimsenın. falan ya da filan türbeye bir saygısızlık yapmasını ben kabul edemem. Nasıl kı hiçbır mezara da bir saygısızlık ya- pılmasını kabul edemezsem. bu da böyle. Ama türbe. mezar. yatır gibi yapılardan medet unımayı gerektırecek birtakım da\- ranış \e sözler içmde. birtakım eylemler içinde olmak dının özüne de karşı bır dav- ranıştır dıye dü^ünüyorunı Kaldı kı bır ulusun. bir de\ letin kutsal değerleri ya da kutsal saydığı değerler sa- natsal değerleriyle bır bütün oluşturur. Bir devlet. bır ulus. sporuyla. bilimiyle, sana- tıy la. inancıyla. kutsal saydığı değerlerle bir bütündür. Bu bütünün bir tarafını göz ardı edip. öbür tarafmı daha öne çıkarmaya çalışmak bütünün kendısıni bozar. ORUŞ/Prof. Dr. PARS TIĞLACI Sanat vefletişîmkongresi ve San Francisco noûarı Her yıl Amerikan Biyografi Enstitüsü ile Cambridge Uluslararası Biyografi Merkezi'nin dünyanın bir ülkesınde bir- likte düzenledikleri Uluslararası Sanat \e İletişim Kongresi'nin 23.'sü. bu yıl Ame- rika Bırleşık Devletleri'nin en gözde şe- hirlenııden San Francisco"da toplandı. Kongre'de ülkemi temsil etmek üzere aldığım resmi da\et üzerine Istanbul'dan yola koyuluyorum. Amsterdam yoluyia 15 saat süren kazastz belasız bir uçuştan sonra San Francisco'ya \anyorum. Şeh- rin en büyük klasik oteli sayılan 190^ ya- pılı Faırmont Otelı'ne. çeşitli ulusa men- sup dünya delegeleriyle bırlıkte yerleşiy o- rum. Akşamleyin 160 kişiden oluşan kongrenin üyeleri onuruna verilen bir re- sepsıyon kokteylini görkemli bir yemek ziyafeti izliyor. Açılış konuşmasını yapan kongre başkanı. dünyanın dört bucağın- dan gelen delegeler "hoşgeldiniz" diyor. Geeenın sessizliğınden yararlanarak bana yabancı olmayan bu ilginç şehn do- laşmak geliyor içimden. ^bla düşüyorum. Sağıma soluına bakınca şehrin ilk belir- gın yapılaşma özelliğine hayranlık duy- mamak mümkün olamıyor. Fevkalade ba- kımlı olarak korunmuş olan çeyrek yüz- yıllık yapılar dimdik ay akta duruyor. Do- İaştıkça romantık "San Franciseo" şarkı- sını terennüm ettikçe. burada yaşadığım gençlik anılanm canlanıyor bellegimde. Çağdaş Amerikan ede'biyatının başlıca otontelerinden biri olan Bilisli VMIliam Saroyan'la burada tanışıp dost olmuştuk 1968'de. Ölümsüz yaratıcının "İnsanlık Komedisr. **Uçan Trapezde Cüretkâr Adam". -Baba, Sen Çılgmsın", -*\\esle> Jackson'ın Maceraları", "Aram Derler Bana", "Belaü Kaplanlar". "Yüreğim Dağlık Yerlerde" adlı romanlannda ya- şam karşısmdaki hayran]ığı\ekendiliğın- denliği. hem ironik hem de romantik ola- rak açıkça görünür. Saroyan. şu anda bulunduğum şehir hakkındaki duygu ve düşüncelerini şu sözleriyleyansıtmıştı: "San Francisco, ba- şı buluüarla örtülü ve ayaklan vadilere gö- miilü bir şehirdir. San Francisco bir keşif dünyasıdır. \'üreğin tath bir maceraya sü- rükleneceği bir yerdir. Ruhun. her geçen gün oranında tazeleneceğini bildiği bir şe- hirdir." Saroyan. 1961 'de (2-30 Mayıs) asıl memleketi olan Bitlis'i Fikret Ot- yam'ın eşliğinde ziyaret etmiş ve bu ara- da ülkemizin seçkin aydınlanndan Aziz Nesin ve Yaşar kemal ile tanışmıştı. Düny aca ünlü Omar KJıayyam Resto- ram'nın bulunduğu semte doğru ağır adımlarla ilerlivorum. Uzun vıllar ABD'nin başkalanndan (General Eisen- hovver. Nixon vb.) tutun senatörlere ve yerli ve yabancı çokuluslu siyaset. sanat \e kültür adamlarına \anncaya dek ziya- retettikleri yerdi burası. Ama şımdi. 15 yıl önce sahibi George Mardikian'ın ölü- münden sonra restoranın yerinde yerler estiği görülüyor. İlginç bır kışılığe sahip bulunan Bay- burtîu George Mardikian'la 1968'de bu- rada tamşmıştım. Dünyayı kasıp kavuran Ikinci Dünya Savaşı'nda "dörtyıldulı ge- neral" rütbesiyle Amerikan ordusunun ia- şe komutanlığını yapmış \e bu görevi sı- rasında orduııun iaşe sorununu ıslah etme- yi başarmıştı. Aynı zamanda. bırkaç ya- yınlanmışyapıtıda bulunan Mardikian'ın "Song of America"" (Amerika Şarkısı) ad- b kitabı bende imzalı duruyor. Çın Mahallesi'ne doğru devam ediyo- rum yoluma. Zavallı Ayhan Işık'ı anımsı- yorum bırden. Sevgili eşi Gülşen'le kolkola bana doğru ılerlerken rastlamış- tım ona 1968'de. aynı yerdi. Birlikte Çin yemeklennin tadını çıkartmıştık. "Şimdi neredesin Ayhan!** diye haykırmak geli- yor içimden. ama ne yazık ki cevap ala- mıyorum. Dillere destan olan "Golden Gate" Köprüsü'nü görüyorum uzaktan. 1935'tengünümüzedek 1030 kişinın köp- rüden denize atlayıp intihar ettikleri bili- niyor. Uzunca süren yaya gezimden sonra Fa- irmont Oteli'ne dönüp odama çekılıyo- rum. Ertesi gün otelin "Altın Salonu**nda kongre açılıyor. Haftanın her günü düzen- lenen seminerlerde dünyanın dört buca- ğından gelen ve kendi ülkelerini temsil e- den sanat ve toplum bilim otoriteleri tara- fından çeşitli konularda özgün tezler sa- vunuluyor. Kongre'nin ikinci günü Nevv Jersey'İi Prof. Virginia .Apelian "Başan Yolunda Kadınlar" konulu ilgı çekıei ko- nuşmasını sunuyor delegelere. Buarada düzenlenen müzik şölenlennde dünyaca tanınan icracılar ve ses sanatçılan. üstün yeteneklerini bır kez daha kanıtlıyorlar. Korolar ve ulusal dans gösterileri şölene renk katıyor. Ziyafetlerde delegeler arasında süredu- ran görüşmeler sırasında "İnsan Hakla- n"nın istisnasız bütün ülkelerde değışik alanlarda ve çeşitli biçimlerde ihlal edil- diğı vurgulanıyor. Çeşitli ırk. renk \e ulu- sa mensup deİegelerin birbirlenne atfet- tikleri içten ve sevgi dolu bakışları, da\- ranışlan gözümden kaçmıyor. Salt insan- cıl duygu ve düşüncelenn egemen oldu- ğu bu büyüleyici ortamdan aynlmak gel- miyor içimden. Seminerlerden birinde söz ahp ulusla- rarası güvenlik. banş ve insan haklan ko- nularındaki duygu ve düşüncelerimi dile getirince. aynı duygulan ve düşünceleri paylaşmakta olan kongre arkadaşlanmın yüzlerinde memnunluk ifadesi beliriyor. konuşmamı. "Life's Mountain" (Hayat Dağı) adlı şiirimle bitiriyorum. -Ttemmuz gecesi bir de ne görelim, şim- şekler çakıyor. göğe yükselen havai fişik- ler. havada patlayıp sönüyor. Meğer 4 Tenımuz 1776 günü bağımsızlığına kavu- şan ABD'nin 200. y ıldönümü kutlanıyor- muş bütün ülkede. Kongre sonrası ülkeme dönüşürnü bir hafta kadar erteleyip. California Üniver- sitesi Kütüphanesi ile Halk Kütüphane- si'ndeki Şarkıyat bölümlerinde araştırma- lanmı sürdürüyorum. Her dilde milyon- larca kıtabın düzenlice tasnif edilmiş olup çokuluslu araştırmacılara açık olan bu ör- nek bilim ve eğitim kurumlannda. Arap \e Uatin harfli Türkçe kitapların ve bu arada benim y apıtlanmın da varoluşudik- katimi çekiyor. Sonuç olarak kıvanç verici ve verimli bir yolculuktan sonra ülkeme kavuşuyo- rum. POLİTİKA VE OTESİ MEHMED KEMAL Madrid Kapısında... "Karanlıkta kar yağıyor" şiırini Nâzım Hikmet 1937'de yazmış, ben 17 yaşındayım. Şıir daha yazıl- dığı yıllarda elimize geçmişti. Okumuş, ezberlemiştik. Elimize geçmişti diyorum. Çünkü Nâzım yasaktı. Şiir, ispanya savaşında, kar altında, bir ispanyol nö- betçisini anlatıyordu. Madrid kapısındaki nöbetçiyi. Şair Enver Gökçe'yle birlikte Bahriye Caddesi'nde onlann kapısının eşiğinde oturuyor, şiirı ezber ediyor- duk. Almanya'daçıkan "Yaz/n" dergisindegördüğüm za- man bunları anımsadım. Dergi son sayısını ispanya iç Savaşı'na ayırmış. Picasso'nun Guernica'sı var. iki de fıkra. Fransa'da görevli bir Nazi subayı sorar: "Bunu siz mi yaptınız?" Picasso: "Hayır, der. Siz yaptınız!" Sergide bir balık resmi önünde duran Nazi subayı, "Bu ne biçim balık" diye sorar: "Bu balık değil resimdir." Cumhuriyetçiler: "No Pasaran - Faşizme geçityok" diye, faşist "Ya- şasın ölüm" diye bağırıyordu. ispanya'da bir yerde "yaşam", öbur yerde "ölüm" çarpışıyordu. ServerTanilli'nin "No Pasaran-Faşızme geçityok" diye bir yazısı var. Halk cephesini anlatıyor. Server Tanilli, bundan yıllarca önce öğrencileri için bir sanat tarihi yazmıştı. Yememişler, içmemişler bu ki- tabı kovuşturmaya almışlardı. Ben de Tanilli'yi tutan bir yazı yazmıştım. Yazı, aramızda kopmaz bir bağ oldu. Üniversrtelerin vur kır döneminde Tanilli hocaya da kıydılar. Kurulan bir pusuda belden aşağısını yitirdi. Yılmadı. Durmadan kitap yazdı. Son kitabı iki ciltlik "Osmanlı Imparatorluğu Tari- hi"dir. ispanya'da "iç savaş" sona ereli 60 yıl olmuş. Bu 60 yıl unutulmaz derslerle doludur. Ülkeye acı ve gözya- şı getirmiştir. Savaşın öyküsünü herkes okumalıdır. Franco güçlerine karşı savaşan "Uluslararası Tugay"m destanı daha iyi anlaşılacaktır. Unutulmaz derslerle doludur. ispanya iç Savaşı, her bakımdan ikinci Dün- ya Savaşı'nın bir genel provası sayılır. ispanya, Picasso olur da Guernica olmaz mı? Gu- ernica, Picasso'nun isteği üzerine 1939 yılında New York Modern Sanatlar Müzesi'ne konulmuştur. "Bu resim ispanya Cumhuriyeti'nindır; ancak Fran- co militarizmi yıkıldıktan, İspanya yeniden cumhuriye- te ve demokrasiye kavuştuktan sonra ispanya'ya dö- nebilir." Bizim Yahya Kemal, ispanya denince şal, zıl ve gu- lü anımsar, biz Nâzım'ın Madrid Kapısı'ndaki nöbetçi- yi... işte ondan birkaç dize: Kar yağıyor belki bu akşam ıslak ayaklann üşüyordur Kar yağıyor ve ben düşünürken seni şurana bir kurşun saplanabilir ve artık bır daha ^ ne kar, ne rûzgâr, ne gece.. * ' ' *t ^" ! .' ve sen böyle "non passaran" deyip Madrid kapısına dikılmeden önce Herhalde vardın Kimdin, nerden geldin, ne yapardm? B U L M A C A SEDAT YAŞAYAS 1 2 3 4 5 6 7SOLDAN SAĞA: 1/ Tırmanıcı san çıçeklerı olan. ko- kusu sarmısağı an- dıran ve nemli yer- lerde yetişen bır 3 bıtki. 2/ Kabada- yı...Un.etvebam- ya ile yapılan bır yemek. 3/ Bır der- „ nek ya da kurulu- " şun üyelerinin bu- 7 luşmaları için ay- nlmış yer... Arap 8 abecesinde bır Q harf.4/Kalaykatı- larak donuklaştırılmış ya da kemik tozu katılarak ya- n donuk hale getırilmiş cam. 5/ Bağ budamaya ya da ağaç kesmeye yarayan 3 bir tür eğri bıçak... Maden 4 eşyaüzerınevurulanbirtür c cila. 6/Yabancı... Yeten ka- dar aydınlık olmayan... ° Kuzu sesi. 7/ Radyo d'alga- lannın yankısını alarak ci- Q simlerin yerini \e uzakh- g ğını saptayan aygıt... Pa- sak. 8/XVIII. yüzyılda Fransa'da moda olan bır bezeme bı- çemi. 9/ Meyve kurusu... Elementlerı altına çevırmek ıste- yen uğraş alanı. YLKARlDAiN AŞAĞ1YA: 1/ Halk dilinde ıki kulplu büyük sepete verilen ad. 2/ Kım- lığı belırlenemeyen uzay cısımlerıne venlen ad... Akdenız Bölgesi'nde bir akarsu. 3/ Bir sporda erışilmış derecelerin en üstünü... Çevresi nhtımlarla kuşatılmış ha\uz. 4/ lrı \e tombul kucak çocuğu. 5/Çocuğun eğıtım ve öğretımıyle ıl- gili erkek bakıcı... Bır tuzla ürününün satıldığı bölgeler. 6/ Akıl... Kokmuş hayvan ölüsü... Bır bağlaç. 77Ensız olarak dokunmuş parçalann yan yana eklenmesıyle oluşan nakış- lı ince kilım... Doğu Ânadolu'da yaygın olan geçıcı kırsal yerleşme tipi. 8/ Tifo gibi bazı ha'stalıklara eşlık eden kas zayıflıgı. 9/ llaç... Federko Garcia Lorca'nın bır oyunu. haftasonu istanbul'u unutun 15 Eylül Pazar Maden Deresi Orman içinde Dere bo\u yürü>1işü ve şelale 15 Eylül Pazar Çiğdem Yaytası Özgün evleriyle. onnanıyla .çiçek tarlalanyla Elmacık dağlanndaki yayîada bir son bahar yürtiyüşü 21 -22 Eylül Assos Festivali Uautamav acağınız doğa. tarih ve tiy atro ziyafeti 22 Eylül Pazar Sülüklügöl Kapıorman Daglan'nda doğa harika bir göl ArnikaMis sok. 6/5 BeyogluTel:(212) 245 15 93-249 06 46 Fax:245 29 76 Eskişehir Anadolu Cniversitesi tletişim Bılimleri Fakültesi öğrenci kimligimi kavbertim. Hükümsüzdür. EBRU KOSEOĞLU Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. EMİNE ERTÜRK Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. ALİ TAŞTEKİSOĞLL
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear