14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
2NİSAN1996SALI CUMHURİYET ** SAYFA KULTUR 15 1 5 . U L U S L A R A R A S I İ S T A N B U L F İ L M F E S T İ V A L İ PORTRE ERICCLAUSEN Danimarka sinemasını uluslararası bir alana taşıyan ünlü yönetmen Eric Clausen. 1942 doğumlu. tlk filmi "Kazablanka Sirki" ile dikkatleri üzerine çeken ve kendine özgü sinema dilini duyuran Eric Clausen, 1982 yı- lında çektiği traji-komik "Felix'\ 1983 yılında sosyal içerikli komedisi "Rocking Silver" ve 1986 y\lında "Ayın Karanlık Yüzü" gibi filmle- riyle tüm dünyada tanındı. Çocuk filmleri de çeken yönetmen. bu alan- da 1980'li yıllarda "Rami vc Juliet" ve "Ben ve Mama Mia" adlı iki fil- me imza attı. Çeşitli festivallerde ödüller kazanan Eric Clausen'in 1993 yapımı "Sudan Çıkmış Balık" filmi. geçen yılki festivalde gösterilmişti. Yönetmenin. 20. yüzyılın en büyük senfoni yazarla- nndan biri olarak değerlendirilen. Danimarka'nın ünlü bestecisi Cari Nielsen'ın yaşamını konu alan filmi '"'Çocukluk Senfonim''. festivalde bugün gösterilen fılmler arasında yer alıyor. BUGUN BEVOĞLLi EMEK: İçerdekıler (12.00. 18.30). KırYaşamı (15.00. 2IJ0ı BEYOĞLl FİTAS-1: Çocukluk Senfonım (12.00. 18.30). Chungkıng Eksprest (15.00. 21.İ0) BEYÖGLU FÎTAŞ-2: Tahta Adamın Kansı (12.00. 18.30). Toni (15.00. 21.30) BEYOĞLl FİTAŞ-3: Böeek 12.00). Bir Kadının Anatomisi (15.00), istanbul Kanatlanmın Altında (18.30). Soğuk Geceler (21.30) BEYOGLU ALKAZAR: Sahne lşıklan 112.00. lfi.30). Sessiz Kız (15 00. 21.301 KADIKÖY REKS: Cennette Güz (12.00). Erotik (15.00). Göçmen (18.30ı. Röntgencı (21.30) YARIN BEYOĞLL EMEK: Gızenı Trcnı (12.00. 18.30). McMullen KarĞe$\er (15.00. 21 30) BEYOĞLU FİTAŞ-1: Eğlcncc (12.00. 18.30). Göçmen (15 00. 21.30) BEYOĞLL FtTAŞ-2: Nedcn Tann Orada Değıldi? (12 00. 18.30). Yaşam Bızimdir (15 00. 21.30) BEYOĞLL' FİTAŞ-3: 80 Adım (12.00). Düş. Gerçck Birde Sinema (15.00). Aşk Gzerınc Söylenmemış Her Şey (18.30). Yerçekımlı Aşklar (21.30) BEYOĞLU ALKAZARrYaşamak (12.00.18.30). kızıl (15.00. 21.30) KADIKÖY REKS: Bahçe (12.00). Benden Sana (15.00), Sinema Delileri (18.30). Çatışma (21 30) K A Ç I R M A Y I N 1968 yılında. Na- gazaki'deyiz. 14 ya- şındaki Shizuko an- ncsi vc küçük kızkar- deşiyle birliktc sade bir evde yaşıyor. Ba- balan onlan terk ct- miş. Bir gün annesi- nin se\gilisi giriyor yaşamlarına ve Shi- zuko'nun çocuk dün- yası, kökten değişi- yor. Yönetmen Gen- jiro Arato, festivalın "Edebiyattan Beyazperdeve" bölümünde yer alan bu filmınde, korkunç yazgısına sessizlikle dırenen gencecik bir kızın acıklı öy- küsünü işliyor. Üvey babasının cinsel tacizinc maruz kalan Shizu- ko'yu canlandıran Mame Nakamuranın başanlı performansıylada destcklenen film, evrensel bir sorunu sert. eleştircl bir bakış açısıy- la irdeliyor. Günün en ilginç filmlerinden biri. CUMHUR CANBAZOĞLU gelince Güneydoğu Asya'nın o meşhur dünyaya açılma projesi sanayiden önce sanatla başladı. 'yedinci sanat' sinema da bu kültür ihracaunın lokomotifliğini üstlendi. Hong Kong, Tayvan \c Çin Halk Cumhuriyeti'nın nitclikli filmleri şu anda Batı'da rahatlıkla salonlarda gösterime girebiliyor, hatta Ang Lee gibi yönetmenler "Sensc and Sensibility" (Aşk ve Yaşam) ayannda iddialı Batı yapımlannı yönetme olanağı buluyorlar. Sinema eleştirmenleri ise bu Doğu fırtınasının sırnnı araştırmaya çalışırken bir yandan da çekik gözlü genç yönetmenlerin zor isimlerini czberliyorlar... Geçen yıl sonunda Batı'da göstenme çıkan "Chunking Ekspresi" de eleştirmenlerden olumlu not almış, omuz kamerasının getirdığı temposuyla sinema çevrelerinde • büyük sükse yapmış bir film. Televizyondan geldigiiçin filmlerinde tempoyu sonuna dek arttırmayı seven VVongKar-YVai iki polisin bir restoran-barda çakışan öykülerini anlatıyor. Birinci öyküdeki 223 yaka numaralı polis memuru restoranda otururken içeri girecek ilk kadına âşık olmayı kafaya koyuyor. Bir partı eroini Hong Kong'dan çıkaracak Pakistanlılara emanet edemeyen san peruklu. siyah gözlüklü güzel kadını kader polisin oturdugu restorana sürüklüyor. Kadın içeri girince öykünün gidişatı değişiyor. Ikinci öyküde ise 663 numaralı polise âşık olan garson kızın onun dikkatini çekebilmek için yaptıklan sürüklüyor konuyu... Omuz kamerasının getirdiği tempoyla tanınan bu fılmden sonra Hong Kong'da Wong Kar- Wai'ye Doğu'nun Godard'ı denmeye başlanmış. Karmakanşık anlatima rağmert festivalde yeni bir dil arayanlann doğru adresi olacak Chunking Ekspresi. Sahne ışıkları söndüğünde... Kültür Servfei - Charlie Chaplin ya da popüler adıyla Şario, "Sahne Işıklan" filmınde bambaşka bir yüzle çıktı izleyicınin karşısına: Sessiz sinema dönemi çoktan sona ermiş, Chaplin'in ölümsüzleştirdiği 'küçük serseri' tipi bir efsane olarak sinema tarihinde yerini almış \e sinema hızlı bir gelişim sürecine girmişti. Chaplin artık yapımcıhğını da kendi üstlendiğı filmlere imza atıyordu. Uluslararası IstanDul Film Festivali'nin "Sinemanın Yü/yılı - 2" programı çerçevesinde bugün gösterilen 1951 tarihli "Sahne fşıklan" da bu filmlcrden biri. Charlie Chaplin'i o küçük serseri tiplemesiyle özdeşleştirenler için sürpriz bir filmdi bu: Aşm duygusal, hüzünlü. ağlamaklı ya da tek kelimeyle acıklı bir Chaplin filmiydi "Sahne Işıklan." Bir dönem ünlü bir komed>enken. izleyicınin değişen beklentilerine yanıt veremeyen. unutulmuş, bir köşeve itilmiş Cahero'yu canlandmyordu Chaplin. yazıp. yönettiğı. yapımcılığını üstlendiği. üstelik Raynıond Rasch ve Larr> Russell ile birlikte müziğine de imzasım attığı bu filmde. (Chaplin. bu filminin müziği içıp 1972 yılında özel birOscaralmıştı.) Charles Chaplin'in oğlu Sydney Chaplin. Nigel Bruce, Bustcr Kcaton (Chaplin ile Keaton ılk keirbiraraya- geliyordu) ve bu filmk birliktc uluslararası alanda adını duvuran 21 yaşındaki Claire Bloom'un başrollerini paylaştığı "Sahne lşıklan"nda Caivero, intihara kaikışan genç bir balennin yaşamını kurtanvor, ona umut venyor. yaşama sevinci aşılıyor. ancak kendi kariyerine daır umutlan bir türlü yineleyemiyor... "Sahne lşıklan"na birdaha. eskisi gibi kavus^amıyor. "Sahne Işıklan", Chaplin'in ya^amında da bir dönüm noktasıydı. Filmın prömiyeri için dördüncü kansı Onna ile birlikte Amerika'dan lngiltere>e giderk<n%. Amenka'ya geri dönüş hakkının ABD Adalet Bakanlığı'nca soruşturulacağı habcrinı alan Chaplin. o tarihlerden sonra yaşamını Isviçre'de sürdürecekti. Chaplin'in bazı politikacı ve köşe yazarlannın yıkıcı etkinliklerle iliskisi olduğu ileri sürülüyordu. Yıllarca yaşamını sürdürdüğü ABD'nin, dünyanın en çok sevilen sanatçılanndan biri olan Charlie Chaplin'e yaptıgı 'kötü bir şaka' olarak algılanmıştı bu durum. Bugün artık klasikleşen müziği. - Charlie Chaplin ile gencecik Claire Bloom'un etkileyici performanslan ve dokunaklı konusuylaUftıema ' •- tarihinin klasikleri arasına girmiş bu filmi izlemediyscniz kaçırmayın... K I S A K I S A İÇERDEKILER / Jim Jar- musch'un. bir hapıshanede aynı hücrevı pavlasan iki ınsanın öy- küsünü anlattığı. sıradışı karakter \e diyaloglanyla keyıfli komedi. KIR YAŞAMI / Niichael Bla- kemore'un. Çehov'un "Vanya Dayı"sından beyazperdeye ser- bestçe uvarladığı şıırsel bir "doğa filmi". TAHTA ADAMIN KAR1SI / 1920'lerde Cin'de. bir savaş ağa- sının müstakbel gelınıni uzaktaki bir malikâneye götürmekle görev - li bir köylünün ba^ından geçenle- ri anlatan. ülkenın geleneklerıne de ayna tutan bır çalışma. TONİ/ Jean Renoir ustadan. bir Italyan taş ocağı amelesiy le bır ispanyol göçmen kızının aşkı... BOCEK/Ümit Elçi'nin filmi. her yönüyle nefret edılecek ışken- ccci bır polıs komıserinın öykü- sünü anlatıyor. BİR KADININ ANATOMİSİ / Hüha Avşar. Mehmet Aslantuğve UfurPblat'ın başrollerını paylaş- tığı bu Y'a>uzOzkan fılminde, ev- lılığın tekdüzelığı ıçınde mutsuz- luğa sürüklenen insanlann öykü- sü anlatılıyor. İSTANBIL KANATLAR1- MIN ALTINDA/Mustafa Altıok- lar'ın Türk sınemasında son yıllar- da görülmedığı ölçüde ızleyicı çe- ken filmi. Hezarfen Ahmet Cele- bınin öyküsünü anlatıyor. SOĞUK GECELER / Kadir Sözen'ın filmi, sokak çocuklan-, nın acıklı yaşantısına duyarlı bir pcncere açıyor. Olümle iç içe yaşayardarın öyküsü NEV İN IINAHN ANKARA- Her birimiz birer ip cambazı değil miyiz aslında! Denge çubuğuyla yürümeye çalışırken. her an hayatın ayağımızın altından kayacağı olasılığıyla yüz yüze değıl miyiz? Allahtan bu acı gerçek; hayatın sunduğu renklerle. karmaşavla, tempoyla çok uzağımızda durur. Biz ancak onu >aşanılan derin acılarda. kav ıplarda. tehlikelerdc, kazalarda. risklerde yakınımızda hissederiz. "80. Adım" filmi. kurgusuyla bu gerçeği yaşattı bana film boyunca. Filmde ne bir ip cambazı vardı. ne de bununla ilgili görüntüler... Ama Korkut'un (Levent Ülgen) yaşama bakış açısı. inandığı doğrular nedenıyle her an olümle iç içe yaşamayı seçmesi. kendine has farklı ahlak anlayışından ötürü çoğu insanın cesaret bile edemeyeceği hayat tarzına doğru ccsurca yüriimesi... Bunlann hepsı bana seyircilerin yüreğini hoplatan. hayatı hafife alan ip cambazlannı aklıma getıvdi. Inancı uğruna, aşkı uğruna. ahlaksal dogrulan uğruna ölümü bile göze alan. hayatı cesur adımlarla yüriiyenleri bir ip cambazı gibi alkışlanz. Bu kişilerc bir yandan gizli hayranlık duvarken, cesaretlenni çılgınca ve deİicc bulmaktan da geri kafmayız. Ama bizden kısa. ama >oğunluk olarak bizden çok daha ağır yaşadıklannı niyeyse hep gözardı ederiz. Gözardı etmeyenler zaten o bilgeliğe erişmiş Düşleriııi yitireıüerin yalııizhğı, - Filmin ön hazırlıklan ve çekimi ne ka- darsürdü? TOMRİS GİRİTLİOĞLU- Senaryo üzerine çalışma bir yılı aldı. Burada şunu belirtmemde yarar var. Mehmet Eroğ- lu'nun 7-8 yıl önce 'Yanm Kalan Y'ürü- yüş' adlı romanından uyarladığı 80. Adım senaryosu teknik açıdân çok güçlü. çok ustaca yazılmış bir senaryoydu. Yeşil- çam'da saygı duyduğum tüm film yönet- menleri bu senaryonun peşindeydiler. Sevgili Okancığım da bu fıkirdeydi. 'Tür- kh«'de bugfine dek yazılınış en iyi senar- yo" olarak değerlendiriyordu Eroğlu'nun bu çalışmasını. Bu bir yıllık çalışma, se- naryonun özüne müdahale etmek için de- ğil sadece benım Mehmet Eroğlu'nun dünyasıyla, kendi diinyamı buluşturmak için özen gösterdiğım 'bircalışma" olarak degerlendirilmeli. Birde bazı karakterle- rin daha öne çıkanlması düşüncesini taşı- yordum. Bu çalışmalar bir yılı aldı. daha sonra mekân araştırması ve çevre düzen- lemesi için yaptığımız ön çalışma da 6 ay sürdü. 1,5 yılı aşkın bir çalışmadan sonra ise 'bütçe koşullan' nedeniyle bize ven- len süre -film çekimi için- 6 haftaydı. Bu- na Bangkok'a gidiş, yol süreleri falan da- hil. Eğer 8 hafta olabilseydı, kafamdakı- lerini daha çok gerçekleştirme imkânı bu- labilecektim. Çekımden sonra post-pro- duction yani efekt. kurgu, müzik çalışma- ları ise 6 ay, filmin montajı da 4 ayımızı aldı. - Filmde en çok dikkarimi çeken husus, roldağıhmını paylaşan munculann göster- dikleri etkin kanlımdı. Hiçbiri, diğerinin gölgesinde kalma\acak şekilde roUerinin hakkuıı veriyordu. Bu güçlübağnasıloluş- ru aralannda? Yönetmen olarak nasıl bir disiplin içindeydiniz? O> uncu yönetimine bakış açısuuz nasıldı? Sanınm bugüne kadaryaptığım fılmle- rin içinde en doğru oyuncu çalışmam bu oldu. Çekimden önce, hemen hemen her sahnenin ön provasını yaptık oyuncular- la. Okuma provalanndan başlayarak so- ğuk provaya kadar uzanan sıkı bır çalış- ma içinegirdik.Özellikle LeventÜlgenle beş av öncesınden başlayarak her hareke- tini, her mimiğini birlikte tartıştık. Öyle ki üç ay sonra Levenfı çekım dı^ında da "Korkut" diye çağırıvorduk. O da bunu çok benımsemıştı. çünkü film hazırlığın- da çok büyük bir ruhsal değışim içine gir- diğinı rahatlıkla söylevebilinm. Sonuçta montaj anında filmin tek bır karesınde bi- le Levent Ülgen"i kendi bakışıyla görme- dim. Yürüme stilınden. mimığine kadar Korkut'u ba^anyla oynadı. Zuhal Olcay ise bugüne dek çalışmalannı dikkatle ta- kipettiğimbıroyuncuvdu. llkkezbırara- ya geldik. Onunla çalışmaktan büyük ke- yif aldığımı söyleyebihrim. Viyola sah- neleri için üç ay ders aldı. Son derece dı- siplinlı. son derece yönetmene yardımcı olan bü> ük bır o\ uncu Zuhal. Keza dığer- leri de... Ön provalardan ?>onra çekıme bir ay kala birbinnıızle hiç görüşmeme kara- n aldık. -Neden? Cünkü sinemayla tiyatroyu ayıran bir şey var. Tıyatro her gece tekrarlanan bır olgu olduğu için oyuncu. sahnede teknı- ğıni ön plana çıkanr. Sinema oyunculuğu ise oyuncunun zekâsına. rolünü yaşama duygusunu lyicehıssctmesinebağlıdır. Bu da oy uncunun kendi kendısıy le yalnız kal- masını gerektıren bir sürecı yaşamasını gerekli kılar. Prosadan sonra ona hıç mü- dahale etmeyeceksıniz. O kendısıyle baş- • S.Uluslarardsı Ankara Film Festivali'nde özel jüri ödülüne layık görülen Tomris Giritlioğlu'nun "80.Adım' adlı filmi yarın 15.Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterime sunulacak. Filmde Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncusu Levent Ülgen, Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer başlıca rolleri paylaşıyorlar. başa, ona tanıdığınız bu süreçte, o karak- teri yaşayacak. o ruhsal değişımtn içıne gi- recek. Ben buna ınanıyorum. Işte o yüz- den görüşmedik bır ay boyunca.. - Ovuncularla roUerine iyicc ısınmalan için tanıdığınız bu süreci, siz yönetmenli- ğe başlarken nasıl yaşıyorsunuz? Senaryoyu okurken bır cümlenin peşı- nedüşerinıben. Fılmıdeo cümlenin üze- rine oturtmaya çalışırım. - Pi'ki 80. Adım'da hangi cümle sizi fil- min peşine düşürdü? Cümlelerdcn bın şuydu: Senaryoda Has.an (F.mre Bay kal) şöy le dıyordu Kor- kut'a: 'Sana yaptıklannı (işkence) scyret- tirerek işimi bitirdilerj' Kı bu bir kuşağın dramıdır aslında. Dığeri de Hasan'a ait. 'Neden dışan çıkmadın. (, ıksaydın hepi- miz kurtulurduk' der. Korkut Hasan"\n bu ithamına karşılık şu cevabı venr: 'İçer- deki kanaryalar için geri döndüm.' Işte bu cümlcler benı filmın peşınden süriikledi. Bır de film çekerken peşınde olduğum cümleler \ar. - Onlar neler? 80. Adım'da temel cümle şudur. Bazı ınsanlar \ardır. kışıliklen. duyarlılıklan. içsel dogrulan, yaşantılanyla düşüncele- ri arasındaki bağ hcp doğru ve sağlıklıdır. Diğcr ınsanlara öyle bır görünüm verirler ki. onları kendılerine düşman ederler. In- sanlar bunlara bır yandan. senın de dedi- ğın gıbı. hayranlık duyarlarken. bır yan- dan da içsel bir öfke taşırlar ve ondan kur- tulmak ıstedıklenni düşünürler. Halbuki kurtulmak ıstediklerı: kendi zaafları \e kendi yanltşlandır. - Bu yanlışı görememeleri daha doğru- su görmek istememeleri. her iki taran da korkunç bir yalnızuğa itiyoroJsagerek,öy- ledegilmi? Tabıi. şüphesiz... Aslında aşın cesare- tın. aşın korkunun da altında yatan neden toplumsal yalnızlıktır. Bızbıreyler olarak bu toplumda. bızleri olağanüstü yalmzlı- ğa. öfkeye ve direnmeye ıten dönemler yaşadık. Dırenenlerı onaylar gibi görii- nüp. içsel olarak tepkıler duyduk. Kimısı dırendiğını zannederken. bırdenbire içini boşalttı: o hücrelerde. ışkence odalannda bıraktıgençlıklennı.düşlenni.erkeklikle- nnı ya da kadınlıklannı. Böyle bır kaos yaşandı. ıkı cunta dönemi süresince Tür- kıye'de. Bu film. çok üstüne gıtmeden. büy iik hartle asla olmadan. küçük harfler- le bu yalnı/lık duygulanna da söylediğı- nız gibi değinmeye çalıştı. kişilerdir. Bilirler ki 80 adım veya sonra veya daha önce olümle iç icedirler. Yürekleriyie elleri aynı hareket eder. Inançlanyla. ahlakıyla. doğrulanyla bedenlcri aynı yöne bakar. Herkes gibi ip cambazı olduklarının farkındadırlar. Olümle yaşam birbirini besleyen bir coşku içinde akar yüreklerinın içıne. Ama bunu etraflanna. yakınlanna belli edebilirler mi? O da ayn bir sorunsaldır. Korkut. yakın çevresine yüreğinin bu akışını pek hissettiremiyor Sedat'ın (CKan Canova) eşi Lerzan (Zuhal Ofcay) hariç. Hariç tutmamız gereken biri daha var o da iki yaşında verildiği yetimhanedeki hademe kadm (Hümeyra). Belki kudurarak ölmesin diye vurduğu Portekizli denizci de dahil onu anlayanlara. Belki Alman arkadaşı.. Belki Bangkoklu fahişe.. Belki nişanlısının annesi (Derya Alabora). Belki halıcılık yapan üniversite arkadaşı.. Bunlar Korkut'a ılımlı yaklaşan insanlar. ama onun coşkusunu, yüreğinin sesini duyan iki kişiden çok eminiz: Biri hademe kadın, diğcri sonradan sevgilisi olan Lerzan. Tabii birde filmin ana izleğini bize iyice duyuran küçük kızı ihmal etmemelıyiz. Korkut'un yetimhane yıllannda çok sevdiği kanaryasını hediye ettiği çocukluk arkadaşı bu. Yetimhaneden evlatlık olarak aynlan küçük kız, elinde Korkut'un kanaryasıyla aynlırkcn, ağacın tepesinde onu izleyen arkadaşına son kez teşekkür ctmeyi unutmaz. Korkut kıza gülümsemektedir sadece. Hayatının sonraki devrelerinde ölüme karşı takındığı tavnn "ilk alışkajilığT böyle başlar. Kıza gülümser ve ağacın tepesinden küçücük bedeninı boşluğa bırakır. Sev gi, çocuksuz bir kan- kocanın arasından uzaklaşmaktadır kendisinden. Cocuk kafasında sevginin yüceliği hayatı hiçleştirir. Ölüme ilk "merhaba" deyiştir bu. Ağacın dibindeki taş kuyunun derinliğindeki su küçücük bedenini kaldınr su yüzüne. hayat uzatırelini dostça.. Daha sonra üniversitede, öğrencilik yıllannda bir laboratuvar yangınının tertiplenmesine kanşır adı. Başka bir arkadaşı yapmıştır ama olsun.. onun adını vermemek için tüm işkencelere. acılara dayanır vücudu... Nişanlıyken, nişanlısının annesi girer bir anne sıcaklığında hayatına. Yüreğinin sesini dinler atılır kolİanna. sevişir.. Gemide kudurarak ölmeyi bekleyen çok sevdiği bir arkadaşını gülümser bir ifadeyle gözünü kırpmadan vurur. Ama yakınları fark etmese de ızleyici onun yüreğinin çarpıntılannı duyar. geçırdiği iç buhranlarla onun ruhsal bunalımlanna tanık olur. ALINTILAR TAHSİIN YÜCEL Gerçek ve Kurgu Romancı arkadaş kitaplarını imzalıyor; önünde du- ranlann sayısı hiçbır zaman üçü, dördü aşmadığın- dan, yanındaki dostuyla ya da okurlarla söyleşmeye de olanak buluyor. Ama, olacak şey değil, nerdeyse her üç kişiden biri, birkaç yıl önce yayımladığı roma- nın ozan kahramanının "gerçek yaşamdaki" adını soruyor. Aynı soruyla daha önce de karşılaşmış, faz- la şaşmıyor, ozanının kurgusal bir kışi olduğunu, do- layısıyla romandakınden başka bir adı bulunamaya- cağını söylüyor. Kimi yeterli buluyor yanrtını, kimi kuş- kuyla dinliyor. Bir genç kız da aynı soruyu sorup ay- nı yanıtı aldıktan sonra, "Ben dört kez okudum bu romanı, dört okuyuşumda da ağladırn", diyor. "Onun mezanna gitmek istiyorum. Ne olur, söyleyin!" Ro- mancı arkadaş, şaşkın, üzgün bu mezarı romandan ve kendi imgeleminden başka hiçbır yerde bulama- yacağını yineliyor. Genç kız bana dönüyor o zaman, "Siz de bilmiyor musunuz?" diye soruyor. "Gerçek- ten bilmiyor musunuz?" Romancı arkadaş kıpkırmı- zı kesiliyor, kitabında önemli bir yanlışlık yapmış ol- ması gerektiğini söylüyor. Ama nasıl? Nerede? Yanıt bulamıyor. Nasıl bulacak ki? Çağdaş yazın kuramlan yazınsal gerçekle dış ger- çek arasındaki indirgenmez sınırı yeterince gösterdi bize, herhangi bir yazın yapıtının, doğrudan doğru- ya gerçegi, gerçek olayları ve gerçek kişileri anlat- mak savında olduğu zaman bile, başka türden bir gerçek ürettiğini yeterince kanıtladı. Ama okur, ya- zınla yaşam arasındaki karşıtlığı bilsin, bilmesin, ro- manın eşiöinden içeri girer girmez, onu gerçekle öz- deşleştirmeye başlar. Bir sabah kalktp da burnunun yerinde yeller estiğini gören Kovalef'in ya da kendi- ni bir hamamböceğine dönüşmüş bulan Samsa'nın öyküsünü bile gerçeğin ta kendisi gibi algılayabilir. Gene de izlenimin bir tür inanca dönüşerek okuma ediminden sonra da sürmesı usa yatkın bir şey ol- masa gerek: Samsa'nın öyküsünü okurken gerçek- liğinden kuşku duymayız belki, ama, kitabı kapattık- tan sonra. mezannı aramak da usumuza gelmez. Oysa romancı arkadaşın genç okuru öyküsünü oku- duğu roman kişisinin gerçekliğini tartışmak bile iste- miyor. "Nerede kusur ettim? Gerçekten bilemiyo- rum!" diye yineliyor romancı arkadaş. "Doğru, anla- tıcılanma romanımın bir tür yaşamöyküsü olduğu- nu, gerçek adlann değiştirildiğini söylettim, bir de kahramanımı az çok bilinen bir ozan diye tanıttım, birkaç dize uydurup onunmuş gibi gösterdim. böy- le yapmakla yazının gücünü kötüye mi kullandım dersin?" Biz sorulanmıza yanıt ararken, Memet Fuat'ın ya- zısı geliyor: "Kurmaca Yaşamöyküleri" (Cumhuriyet, 20.3.1996). Kuşkusuz görmüşsünüzdür: Memet Fuat nerdey- se tam karşıt bir tutumu savunuyor orada: Bizim ro- mancının kusuru kurmaca bir kişiyi hem gerçek, hem tanınmış bir kişi gibi gösterip gerçek adını gizlediği- ni söylemekti; oysa, ünlü Amadeus fılminde iki ger- çek kişinin, Mozart ile Salieri'nin, olduklarından fark- lı yorumlanmış (dolayısıyla "kurgulanmış ") olmalan- na karşın, gerçek adları ve yaşamlarının kimi gerçek oluntulanyla verilmiş olmasını eleştırmekle başlıyor işe. Ama her iki tutum da aynt kaptya çtkryor: KUr- macanın "kurmaca değilmış gibi" görunmesi ya da gösterilmesi. Olası yanılsamalan aşma yolunda öne- rilen çözüme gelince, her iki tutum için de geçerli gö- rünüyor: Açıklık ve ölçülülük: "Sanat yapıtının kurma- calığını gizleyen her şeyden kaçınmak gerekir", di- yor Memet Fuat. Gerçekten de Amadeus'un yaratıcıları, Mozart ve Salieri adlarını kullanmasalardı, bizim romancı roma- nını gerçekten yaşamış bir ozanın yaşamöyküsü gi- bi sunmasaydı, işler böylesine kanşmayacaktı. An- cak, işlerin herkes için aynı ölçüde karışıp kanşma- ması bir yana, her şeyden önce sorunun eskiliği (do- layısıyla sürekliliği) kuşkuya yöneltryor insanı. Öyleya, kimi okur ya da izleyicileri yanılgıya düşürüyor diye, tozlu çekmecelerden çıkarılmış gibi sunulan bunca "mektup-roman"\, günlük biçiminde yazılmış, ama aynı biçimde "bulunmuş" gibi sunulmuş bunca an- latıyı, karşımıza türün gereği olarak gerçek kişiler çı- karan, ama, tanım gereği, olayları ve kişileri yorum- layıp değiştiren bunca tarihsel romanı kapiya mı ko- yacağız? Hadi koyduk diyelim, kurmaca niteliğini gizlemeyen, tam tersine, özellikle öne çıkaran kimi roman ya da oyunlar da benzer yanılgılara yönelte- mez mi? Yöneltebilir: Andre Gide, Kalpazanlaföa ikide bir "yazar"ı araya sokarak yapıtının kurmaca ni- teliğini vurgular, ama okuı Madame Bovary'yi ya da Eugenie Grandet yi nasıl okursa, Kalpazanlar'ı da öyle okur genellikle. Öte yandan, tüm kişiler, tüm olaytar kurmaca da olsa. bugüne dek yazılmış anla- tıların, çekilmiş filmlerin yüzde doksan dokuz virgil dokuzunda, gönderge olarak kullanılan bir "gerçek yer", bir "gerçekzaman" vardır, bunlar da kişiler ka- dar önemli öğelerdir, yani sorun daha çok bir "basa- mak" sorunudur. Ayrıca, adına yaraşır her anlatı, ta- nımı gereği, ıster gerçek olsun, ister düşsel, yapısı- na katılan her insanı, her yeri, her dönemi, her olayı kurmacaya dönüştürür. Bu bakımdan, roman, tür olarak, "tarih" değil de "anlatı", film, tür olarak, "bel- gesel" değil de "sinema yapıtı" diye sunulduktan sonra, yapıtın kurmaca niteliğini gizlemek söz konu- su değildir artık. isteseniz de gizleyemezsiniz. Bun- dan sonra, sorun "gerçeklik" sorunu değil, "gerçe- ğe - benzerlik" sorunudur. Her yapıt, kendi iç gerek- lerine göre, kendine özgü bir gerçeğe - benzerlik oluşturur. Onu kendi sınırlan içinde değerlendirip de- ğerlendirmemekse, yaratıcısının değil, okurun ve eleştirmenin bileceği iş. Ya da bana öyle geliyor. BUGUN SÖYLEŞİ "Cumhuriyetten Günümüze Sosyal Yaşam, Kültürel Değişimler" başlıklı söyleşi saat 18.30'da Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Kütüphanesi'nde izlenebilir. Karikatürcüler Derneği'nin düzenlediği "Mizah Haftası%" kapsamında "Nasreddin Hoca" konulu söyleşisi saat 16.00'da Karikatürve Mizah Müzesi"nde izlenebilir. MÜZİK "İstanbul'da Müak Etkiteşim ve Höşgörü" başlığı altında Boğaziçi Üniversitesi Büyük Toplantı Salonu'nda saat 19.00'da bir etkinlik gerçekleştiriliyor. Programda Rum Ortodoks müzığınden örnekler: Leonidaş Asteris. Türkıye sınagoglan müziği: David Sevi Korosu, Musevi halk şarkılan. Ermeni cemaati müziğinden örnekler: Sevan Şencan. Are Dolduryan, Jaklin Carkçı ve Üç Horon Kilisesi Teganni Grubu. Osmanlı'tslam Musikisi ömekleri: Kani Karaca ve Dersaadet Oda Müziği Topluluğu yer alıyor. TİYATRO Grup Kafka Dario Fo-Franca Rame'nin "Kadın Oyunlan" adlı oyununu saat 20.00'da Martı Sanatevı'nde sahneliyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear