23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
6SUBAT1996SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 Michael Crichton'un son romanı sonbaharda Türkiye'de yayımlanacak 4 Kayıp Dünya'nnı peşmdeKfiltür Servisi - Michael Crichton sü- rekli kişilik değiştıriyor. Bir gün Jurassic Park'la dinozorlu dönemlere giderken di- ğer gün ararruza dönüp spor, bilitn, poli- tika üzerin: yazabiliyor. Sinemaya, tele- vizyona, yayın dünyasına karşı çok du- yarlı; onlar ne istiyorsa tam karşılığını ve- ren 'maflan'rahatlıkla ûretebiliyor Crich- ton. 53 yaşındaki yazar, medya kültûrün- de daha önce eşine rastlanmayan özellik- ler taşıyor. Eleştinnenler ondan nefret et- se de Crichton halkın sevgisini tercih et- tiğini her firsatta belirtiyor ve entelektüel rolü oynamaktan büyük zevk aldığını ek- liyor. Boyuikimetreyiaşanbu'ınedyade- vi'nin Jurassic Park'ı milyonlarca satan bir best-seller kitap olmakJa kalmayıp si- nemada da tüm zamanlann en fazla para getiren filmi unvanına sahip. Magazin dergilerini birbirine düşüren 'Taciz(Disc- losure), 1995'in son günlerinde Türki- ye'de gösterime çıkan 'Congo' ve 60 ül- kede gösterilen, tıp dünyasıyla ilgili TV dızısi 'EJt', Cnchton'ın 'son numarala- nndan' yalnızca ikisi. ABD'de ilk baskısıyla iki milyon tiraja ulaşıp yeni birrekora sahip olan 'The Lost WBIW (Kayıp Dünya) adlı romanı bugün- lerde Avnıpaİı okura ulasmaya hazırlanı- yor. Türkiye'de İnkıIapKitabevi'nce son- baharda yayımlanacak bu yapıtı beyaz- perdeye aktarabilmek için çalışmalar sü- rüyor. SpieJberg'ünyöneteceği film Eylül 1997'de biz de gösterime girecek. Crich- ton'a sinema haklan için Spielberg'ün kaç para verdiği açıklanmadı, ama söylentile- re göre yazann kasasına giren miktar beş milyon dolardan fazla. Michael Crichton'ın 'Jurassic Park'ı milyonlarca satan bir best-seller kitap olmakla kalmayıp sinemada da tüm zamanlann en fazla para getiren filmi unvanına sahip. Artık dinozorlar yerine insanoğlunu incelemek istediğini vurgulayan Crichton'ın, ABD'de ilk baskısıyla iki milyon tiraja ulaşıp yeni bir rekora sahip olan 'The Lost World' (Kayıp Dünya) adlı romanı bugünlerde Avrupalı okura ulaşmaya hazırlanıyor. - Dinozoriann öykfisü ikifîlmlesona mı eriyor? CRİCHTON- Steven, Üçüncü Jurassic ıçın kitap yazmamı istedi, ama çocuklara yaşadıklan dünyayı fark ettirecek bir ya- pıtla meşgulüm. Tabii, projenin tamamen unutulduğu anlamına gelmesin bu sözler. Yalnızca şu anda dinozorlar yerine insa- noğlunu incelemek istiyorum. - Dinozoriann sfejartdt nhatsa e<tiğigi- bi bir hava sezilryor.. Rahatsızlıktan öte, o dönemin belirsiz- liği, işi karanlıga sürüklüyor. Ben birçok bilim adamının ıddia ettiği gibi dinozor neslinin tükenişini dış etkenlere değil. kendi içlerinde yaşadıklan kaosa bağlıyo- rum. Birbirlcriyle uğraşırken yok olma süre- cinin başladığını ve bunu sonra engelle- yemediklerini düşünüyorum. - tnsanoğiunu inceicyeceğim derken di- nozorlaria kaos içinde >aşa>an insanlann geteceği arasında bir bağianb mı kuruyor- sunuz? Evet, bunu denıyorum. Biz ABD'de tam bir sosyal çöküntü ve düzensizlik içinde- yiz. Yasam standardı günden giine dilşü- yor, smıflararası ucurum büyüyor. Eğitim düzeyi pek parlak değil, yeni fikirler çok yetersiz ve yüzeysel. - ABD'yi, dinozoriann yaşadıklan or- tamla mı karşdaşönyorsunuz? Gazetelerde yazılanlara ve TV'de izle- diklerimize bakılırsa pek farkı yok. Bun- lan yazmak istiyorum. Bugün insanın ya- şadığı kaosu ve kuıtuluş yollannı araştı- ran bir roman olabilır bu. - Nasıl bir konu var kafanoda? Bırteknolojikpolisiyeolabilir. Tehlike- deki insanı ve onu kurtarabilecek bilgisa- yarlan anlatabılırim. - Romanian sinemayı düşünerekyazdı- ğmızı, parayı çok sevdiğinizi yazıyorbastn. Ne derece doğnı bu iddiaiar? Fazla paraya hiç hayırdemedim, ama bu işi yalnız para için yaptığımı söylemek haksızlık olur. Aslında Jurassic Park'm devamını yaz- mam için çocuklardan her gün birçok mektup alıyorum, Spielberg de hiç rahat bırakmıyor. Doğruyu söylemek gerekirse sinemayı çok seviyorum ve bu nedenle Los Ange- les'a taşınıp endüstrinin yakınına geldim. - On romanımz, sanat tarihi arastırma- nn, iki tıp kitabınız var. Eleştirmenler si- zin çalışmaya mahkûm olduğumızıı yan- yorûr._ Şu anda yaptığım işi çok seviyorum. Canım isterse antropoloji, hp ya da bilgi- sayar programcıhğıyla uğraşabilirim. Bu dallarda diplomalanm var. Şöhret, çalış- tığınız sürece yanınızda, bunu çok iyi bi- liyorum ve özel yaşamı olumsuz etkilese de her zaman çaJışmayı seçiyorum. - KitapUnnızın nasıl best-sellerolduğu- mı hiç dBşündünüz nıü? Bu konuda özel bir çabam ve sihrim yok. Dikkafimi çeken konuyu alıp yazıyo- rum, kitap best-seller olunca diğer insan- lann da benim gibi düşündügünü, hisset- tiğini anlıyorum. - .Vfih/onlarca insanın nabzını tutmak zorolsa gerek-. Çok riskli bir arayış; kabul ediyorum. Aslında insanlan hayal kınklığına uğrat- maktan çok korkuyorum. Londra'da Emil Nolde sergisi, Ballets Russes'in yaratıcısı Diaghilev ve La Boheme'in 100. yılı konuşuluyor Faşizmin gölgesinde kalan sanatçı IŞILMUHTEStP LONDRA- Bir sanatçıyı kişiliğinden ve inançlanndan soyutlayıp salt sanatı için yargılamak mümkün mü? Alman dışavurumcu res- sam Emfl Nolde'nin (1867- 1956) Whitechapel Sanat Galerisi'ndeki sergisi her gün çok kalabahk birkitle ta- rafından izleniyor. Sergi, Nolde'nin ırkçı-Alman mil- liyetçiliği ve Nazi partisiyle ilişkileri ön plana çıkanlarak gerek eleştirmen gerekse iz- leyiciler arasında büyük ku- tuplaşmalara yol açtı. Nolde, Alman dışavurum- culuk akımının en tanınmış sanatçılanndan biri. Dışavu- rumcu terimi Nolde tarafin- dan sınırlayıcı bulunmasına karşın, sanatçının çevresini ve kişiliğini dış göriintülerin ötesine geçerek göz kamas- tıncı renk karmaşası, çarpı- tılmış, şekilsizleştirilmiş in- san imgeleriyle, iç dünyanm dışa yansıması olarak belirt- mesi yönünden ortak bir çı- kış noktası. Emil Nolde sergisi, krono- lojik sıra dikkate alınmaksı- zın konu birliğine göre dü- zenlenmiş. Tüm bölümler- deki en önemli ortak yan, Nolde'nin renk kullanırrun- daki denn, içgüdüsel yetene- gi, yanan turuncu ve kırmı- zılar, koyu yeşil, ağır, içe dö- nük sanlar ve siyah. Yapıtlann büyük bir bölü- mü, sanatçının ya^ammdaki olay ve yerlerle yakından il- gili. Örneğin, Berlin'de ya- şadığı dönemlerde kent ya- şamı, kabare, kafe ve dans görüntüleri önplanda. Nolde'nin kadın-erkek re- simleri zıt fıkirleri içermesi yönünden oldukça ilginç. Bir bölümünde erkek güçlü ve küstah, kadın yalnızca bir seks aleti. Diğerlerinde ise kadın baştan çıkancı ve gü- zel, erkekse yaşlı ve çirkin. Cinsellik hem kutlanıyor hem de korkuluyor gibi. Emil Nolde'nin en güçlü yapıtlan, dini konulardaki resimleri. Klasik dini konu- lan bu yüzyılda işleyen çok az ressamdan biri, Nolde. Tüm yapırlannda olduğu gi- bi ustaca renkJendirilmiş bu resimler büyük bir cinsel enerjiyle yüklü. Nolde'nin sanatının gro- tesk ve fantastik yanı günü- müzde en ilgi çeken yönle- rinden biri. Bu tablolann bü- yük bir kısmını sanatci ufak bir balıkçı köyünde yaşadığı dönemde yerel efsane ve öy- küleri dinleyerek gerçekleş- tirmiş. Sergide aynca Nolde'nin doğum yeri Baltık bölgesi görüntüleri, tarlalar, deniz, bulutlar, çiçekler kısacası tüm doganın adeta yan-dini bir saygıyla resmedilmiş gö- füntüleri yer alıyor. Nolde 1913-1914 yıllannda Yeni Gine'ye bir yolculuk yap- mış. Her ne kadar aradığı saf, bozulmamış doğayı bulama- dığı için düş kınklığına uğ- ramışsa da bu dönemde yap- tığı suluboya çalışmalar can- lılıklanyla dikkati çekiyor. 1941 yılında avangard ol- duğu gerekçesiyle Nazı reji- mi Nolde'nin çahşmasuu ya- sakladı. Berlin'deki stüdyo- Londra Kraliyet OperasTnda sergilenen 'La Boheme', Emil Nolde'nin 1909 tarihli 'Dans Eden Çocuklar'resmi(aşağıda), 'BalletRusses' sergisindeyeralan Leon Bakst'ın bir kostüm tasarunı (yanda). ^ondra'daki Whitechapel Galerisi'nde yer alan Emil Nolde sergisi, faşist eğilimleriyle tanınan ünlü sanatçının dünya görüşünün sanatından soyutlanıp soyutlanmaması gerektiği konusunda tartışmalara yol açtı. Emil Nolde, yaşamı boyunca Nazileri savunmuş, ancak yapıtlan avangard olduğu gerekçesiyle Nazilerce yasaklanmıştı. suna bir daha dönmedi, an- cak gizlice ufak kâğıt parça- lanna suluboya, tempera ve pastel çahşmalannı sürdür- dü. • • • "Ben ilk olarnk büyük bir şariatanım ama havalı, iki, baştan çıkarıcıyım, üç, küstah ve sevimliyim, dört, mantıklı- yım ama çokazprensibesahi- bim, beş, görünüşegöreyete- neksizim. Zannedersem ken- dimeen uygun işi buldum. Sa- natlan desteklemek. Bunun için gerekli herşeye sahibim. Para hariç. Mais ça viendra." (S.P. Diaghilev. 1895) Dünya Diaghilev'i daha çok ünlü Ballets Russes'in kurucusu olarak tanır. Barbi- can Sanat Galerisi'ndegeçen hafta başlayan "Diaghflev- Baliets Russes'in Yaraocıa'' sergisi bu yöne ağırlık ver- mekle beraber Diaghilev'in daha önceki yıllannı, genel olarak tüm görsel sanatlan destekleme çabalannı, Rus sanatını dış dünyaya tanıtma çabalannı da ortaya çıkan- yor. Serginin ilk bölümündeki aile resimlerinden görüldü- ğü gibi Diaghilev, Çarlık Rusyası'oın imtiyazlı sınıfı- na mensup. Varlıklı bir taşra ailesinin çocuğu. Nitekim gençlik yıllannda imparator- luk tiyatrolannda görev alı- yor. Ancak katı bürokratik koşullar ve ilgi alanlannın çok yönlülüğu nedeniyle bu görevde uzun süre kalamı- yor. Kısa bir süre sonra "Sa- nat Dünyası" adlı dergiyi çı- karmaya baslıyor ve kendisi gibi Batı sanatındaki yeni akımlan kucaklayan birgrup sanatçıyla bir araya geliyor. Serginin ilk yansında bu grubun yapıtlan yer alıyor. Yapıtlardaki stil farklılıklan ve etkiler çok yönlü. Ve izle- yiciye. Ballet Russes'in ku- ruluşu sırasındaki sanatsal atmosferi gösteriyor. Daha sonra sahne ve kostüm de- senlenni göreceğımiz Bakst, Goncharova, Benois gibi sa- natçılan başka yönleriyle ta- nımaya başlıyoruz. Serginin ikinci yansı tiyat- ro desen ve kostümlerine ay- nlmış. Bu bölümde daha ön- ce yapıtlannı gördüğümüz sanatçılar tiyatro desenleriy- le adeta kendilerini bulmuş- lar. bambaşka bir canlılık ve kendilerine güvenle çalışma- ya başlamışlar. Bakst'ın kostüm desenle- ri cesur ve modern adeta so- yut çizimii vücutlara büyük bir çizgi ve renk uyumuyla giydirilmiş. Goncharova'nm Coq D'Ordesenleri Rus folk sanatından etkilenmiş deko- ratif çizgi ve renk unsurla- nyla son derece özgün ve ne- fes kesici. Ballet Russes kos- tüm desenlerinin yıllardır modacılara esin kaynağı ol- masının nedenlerini burada açıkça görüyoruz. Sergilenen kostümlerin özellikle Nijinsky, Karasavi- na. Fokine, Pavlova gibi ef- sanevi dansçılan bezedikle- ri düşünülürse serginin bu bölümü salt göz şöleni ol- maktan çıkıp bambaşka bo- yutlara ulaşıyor. Sergi, 1914 yılında Birin- ci Dünya Savaşı'nın başla- masıyla bitiyor. Bu tarihten sonra daha değişik akımlara açılan Ballet Russes kim bı- lir belki ikinci bir sergi konu- su olur. • •• Anlatıldığına göre, Stra- vinsky ve Şostakoviç iik kar- şılaştıklannda aralannda bir süre sessızlik hüküm sürer. Birden Şostakoviç sorar: - Puccini'yi nasıl buhırsu- nuz? Stravinsky: - Hiçtahammül edemem- Şostakoviç derin bir nefes alır - An, ben de. Aralanndaki buzlar çözü- lür. Yüzyıl başından bu yana müzisyenlenn ve elitistlerin tüm küçümsemelerine kar- şın Puccini'nin yapıtlan en çok sahnelenen ve de izleyi- cinin en çok sevdiği opera bestecisi olma özelliğini ko- ruyor. 1 Şubat 1996, dünyanın belki de en sevilen operası "La Boheme"in ilk sahnele- nişinin 100. yıldönümü. Henry Mürger'in popüler sahne yapıtından uyarlanan "La Boheme"in doğuşu ol- dukça olaylı. Puccini ve Le- oncavallo aynı oyunu beste- lemeye başlayınca Milano müzik çevreleri ve basın iki- ye bölündüler. Sert yazılar, ALENTILAR suçlamalar hatta hakaretler birbirini kovaladı. Sonunda Puccini bıryazısında, "Bıra- kın ikimiz de besteleyelim, karan ide>ici versin'" dedi. Ve izleyici karannı verdi. Neden "La Boheme" bu denli popüler? Güzel melo- diier, Italyan operasının en bilinen ikj aryası ve birinci perde sonundaki o muhte- şem düet. Ama yalnız bu ye- terli değil. Acaba, iki genç insanın, kötü sonuçlanacağı- nı başından hissettiğimiz aş- kımı? Puccini her zaman ol- duğu gibi tiyatro içgüdüsünü öylesine etkileyici kullanmış ki "La Boheme"i kaç kez iz- lerseniz izleyin belirli yerler- de yine irkiliyorsunuz, Mi- mi 'nin sessiz, garip ölümün- de yine gözleriniz doluyor. Beiki de bizleri etkileyen kendi kaybolan gençliğimiz ve kaybettiğimız o masum sevgiler. TAHSİN VÜCEL Tarih Bir tann vergisi olmalı: kimileri tarihle sıkı mı sıkı bir ilişki kurmuşlar, tarihle oturup tarihle kalkıyorlar. Bu da biraz şaşırtıyor insanı. Biz çağdaşlarına dudak bükerek kendilerini ancak tarihe karşı sorumlu sayıp tarihe göre yaşayan heykel-adamlara sözüm yok. Onlar tarihsel kişiler, böyle gelmişler, böyle de gide- cekler. Daha çok bizim gibi kişilerin ikide bir yaşadı- ğımız "gerçek tarihsel gün"\erden söz etmeleri, her- hangi bir görüş bildirirken sırtlannı güvenle tarihe da- yamalan ya da tarihi ciğerinin içini bildikleri bir dost gibi göstermeleri şaştrtryor beni. Örneğin bir spor yazanmız, şu yeryüzünde her gün yüzlercesi yapılan bir futbol maçını eleştirirken "Tarih, X takımının bu maçı haksız birpenaltı golüyle alıp götürdüğünü ya- zacaktır" dedi mi donup kalıyorum. Kaçırılan Avrasya feribotuna havadan inmeyi ba- şaran ünlü televizyoncumuz da serüvenini anlatır- ken bir "tarihin" canlı tanığı olduğunu kesinliyor, hat- ta, gemide eylemci ve tutsaklarta düşünsel ve duy- gusal iletişimlere giriştiğine göre, gözleri önünde ya- zılmakta olan bu tarihe kendisinin de katıldığını çıt- latıyordu. Çok alçakgönüllü bir insan olmasa daha da ileri gidebilir, örneğin varlığı ve söylemiyle eylem- ci ve tutuklulann tutumlannda ister ıstemez birtakım değişiklikler yaratmış olması gerektiğini, dolayısıyla tarihin akışını değıştırdiğını ilerı sürebilirdi. Sürsün sürmesin, insan soruyor ister istemez: tarihi ne sa- nıyor bu insanlar? Neden her şeyin içine tarihi soku- yorlar? Neden her şeyi böyle kolayca tarihselleştiri- veriyorfar? Bana öyle geliyor ki, tersine çevrilmiş bir tarih an- layışına bağlandıklan için yapıyorlar bunu. Hepimiz biliriz, tarih kimi zaman geçmişin bilgisi olarak düşü- nülür, kimi zaman da bu geçmişin kendisi olarak. Oysa spor yazannın X takımının haksız bir penaltı go- lüyle alıp götürdüğünü düşündüğü maçı yazacak olan tarih, henüz yazılmamış olduğuna göre, şimdi- lik yalnızca "gelecektir, hangi tansıkla bilinmez, doğ- ruyu yanlıştan ayıracağı umulduğuna göre de "yar- gı". Diyeceğim, neresinden bakılırsa bakılsın, böyle bir tarih bizim bildiğimiz tarih kavramıyla çelişir. Av- rasya feribotunda tarihe katıldığını söyleyen televiz- yoncunun tarihine gelince, hep olaylann içinde ya- şadığına, uğraşı bize güncel olaylan yansıtmak oldu- ğuna ve tanıklık ettiği bunca güncel olay arasında yal- nızca Avrasya feribotunun kaçınlmasını "tarih" ola- rak nitelediğine göre, belli ki güncel olaylar arasında bir seçme işlemine girişmekte, ancak kimi ayncalık- lı olaylan "tarihsel" saymaktadır, ama bir eleme ışle- minden sonra bile olsa "güncel"\ tarihselle özdeşleş- tirdiğine göre, onun tarih anlayışı da aynı çelişkiye bağlanmakta. Gerek spor yazanmızın, gerek televizyoncumuzun tutumunda, içinde yer aldıklan kuruma duyduklan güvenin önemli bir payı var kuşkusuz: bu kurumlar kitlenin ilgisini çeken ya da kitlenin ilgisini çekmeye aday görünen her şeyi yazı, ses ve görüntü olarak kütüğe geçiriyor, bunun için de tüm yaşanmışlann topiandığı yer olarak beliriyorlar. Bu nedenle, bu ki- şiler "Tarihiyazılı, sözlü ve görüntülü yayıncılığın söz etmediği olaylar üzerine kuracaK değilsiniz ya!" di- yebilirler. "Geçmiş üzerine bilgi ve bu geçmişin ken- disi biçiminde tanımladığına göre, tarih yaşanmış 'şimdiki zamanlar'dan olusmuştur; öyleyse, şu an- da bizler de yürüyen bir tarihin içinde yer almakta- yız; öyleyse, hepimiz tarihin içindeyiz!" de diyebilir- ler. Ne var ki, bu sözlerle tarihin kesintisiz bir oluşum olduğunu kesinlemiş oluruz yalnız, ona katıldığımızı, zaman zaman şu ya da bu biçimde tanıklık ettiğimi- zi, başka tanıklıklar arasında bizim tanıklıklanmızın da onun belirginleştirilmesine katkıda bulunabileceğini kesinlemiş oluruz. "Tarihin içinde suda balıklar gibi yaşanz" derken yüzyılımızın en ünlü bilinçlenme tut- kunu Jean-Paul Sartre da bizi aynı akışa gönderir kuşkusuz, her şeyimızle bu akışın içinde olduğumu- zu söyler. Ama balık benzetmesi her şeyden önce ra- hatsızlığımızı, kalıcıyı geçiciden, tarihseli güncelden ayırma konusundaki yetersizliğimizi vurgular. Neden? Bizden önce gelmiş olanlann yaptığım çok iyi bildiğimiz, bizden sonra geleceklerin de üç aşağı beş yukan aynı başanyla yapacağına inandığımız şe- yi bizler beceremediğimiz için mi? Hayır, konunun do- ğası gereği, bu iş (şu yaşamakta olduğumuz günle- rın tanhîni yazma işi) gelecek kuşaklann işi olduğu için. Hiç kuşkusuz, buna karşı çıkabilirsiniz, ünlü te- levizyoncumuzun yaptığı gibi, daha şimdiden gün- cel ile tarihseli birbirinden ayırmaya, daha da iyisi, bu- günün "tarihsel"\n\ sergileyip yorumlamaya girişebi- lirsiniz. Çok eski zamanlarda bile yapılırdı bu, nice krallann özel tarihçileri vardı, onlar da, sütün kayma- ğını alır gibi, "günce/"den "tarihsel" çıkanr dururlar- dı, ama yapıtlanndan bize ulaşan şeyin tarih olduğu- nu söyleyemeyiz. Hiç kuşkusuz, tarih eklemelerden çok, çıkarmalarla belirienirgibi görünür, ama hem bu çıkarma tek seçicilikle bağdaşmaz hem de eşsü- remlilik olarak yaşadığımızı artsüremlilik olarak algı- layıp yansıtmak zordur. Gelecekte "güncelimiz"den "tarihselimizl çıkaracak olanlann üstünlüğü burada yalnızca, bize göre artsüremsel bir konumda bulun- malannda. Böylece, konumlannın yardımıyla, günde- liği, durmamacasına yineleneni tarihsel diye nitele- mezler hiç değilse, yani seçkin televizyoncumuzJa seçkin spor yazanmızın düştüğü yanlışı yinelemez- ler. Paul Valery, "Tarih yinelenmeyen şeylerin bilimi- dir", der. Neden derseniz, tarih, bir bilgi dalı olarak, her za- man bir evrimin tarihidir, her zaman bir evrimi yansı- tır, olgu olarak da evrimin ta kendisidir. Edebiyatçılar Demeğrnden Türkiye Yaymcılar Birliğine eleştipi ANKARA (ANKA) - Türkiye Yayıncılar Birliği'ne üye 60 yayınevinin Izmir ve Ankara'daki TÜYAP fuarlanna katılmama karanna ilişkin tartışmalar sürüyor. Edebiyatçılar Derneği Genel Başkanı Mustafa Şerif Onaran, Türkiye Yayıncılar Birliği'nin bu tutumunu anlamanın mümkün olmadığını belirterek fuarlann yalnız kitap satış yeri değil, çok yönlü bir sanat şenliği olduğunu söyledi. Şerif Onaran, kitap fuarlanna katılacaklannı belirterek yayınevlerinin de TÜYAP gibi tecrübeli bir kuruluşun fuara destek vermesini memnuniyetle karşılaması gerektiğini ifade etti. Türkiye Yayıncılar Birliği'nin fuardayalnızca yayıncılık konulanyla ilgili açıkoturumlar yapılmasını • istediğini kaydeden Onaran, ancak ülke sorunlanna ışık tutacak fikir tartışmalannın, edebiyat sorunlanna ilişkin açıkoturumlann ve yazann okuyucusu ile buluştuğu imza günlerinin de fuarda yer almasının önemli olduğunu vurguladı. Türkiye Yayıncılar Birliği'ne üye 60 yayınevi fuann organizasyonunu gerçekleştiren TÜYAP'ın ödül verilecek yazarlardan söyleşilere kimlerin katılacağına kadar her şeye kanştığı, oysa yalnızca altyapıyla ilgilenmesi gerektiği görüşünü dile getirerek Izmir ve Ankara'daki kitap fuarlanna katılmama karan almıştı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear