Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 10MAYIS1994SALI
12 KULTUR
Silahhane'de 'İstanbul-Berlin' başlıkh projesinin ilk bölümünü gerçekleştiren Rheinsberg:
Dünyayla böyle hesaplaşıyorum
BERAL MADRA
İstanbul'un kapılan, her za-
man dünya sanatına açık olmuş-
tur; ne kör ideolojiler, ne savaş-
lar, ne askeri darbeler, ne si>asal
ve ekonomik darboğazlar, ne de
çarpık ve yozlaşmış yönetimler,
bu kapılan kapatmışür. Sanat ta-
rihi, bize bu konuda güvence ve-
riyor. Sanat ve sanatçı. bütün en-
geller arasından sıynlıp kendine
biryol v'eyerbulur.
1994 bahan, İstanbul için sonu
nereye varacağı bılinmeyen, te-
dirgin edici değişimlerin, zemin
kayrnalannın dönemi, ama sanat
kendi sürecini olanca yoğunlu-
ğuyla yaşıyor. 'Sinetna festivali',
tiyatro festivaB', 'caz konseri'.
her gün bir sergi açılışı...
Şu anda kentimizde üç yabancı
sanatçınm sergisi var: Türk îslam
Eserlen Müzesi"nde Venedikli sa-
natçı Gian Vlaria Potenza, Maç-
ka Sanat Galerisi'nde Parisli sa-
natçı François Moretlet ve Yıldız
Sarayı Silahhane Binası'nda Ber-
linli sanatçı Raffael Rheinsberg.
Sergi açmayan, ama burada çalı-
şanlar da var; Berlinli fotoğraf sa-
natçısı Lotfaar M. Peter'i ve Paris-
li Danielk Vallet Kleiner. Bu sa-
natçılan Istanbul'a getiren nedir?
Istanbul'da her şey için bir pazar
var, ama uluslararası sanat için
pazar yok. dolayısıyla bu ilgi, ti-
cari bir amaç taşımıyor. Yoksa
bu, sanat yoluyla İstanbul'a sa-
hip çıkmak mı? Eğer böyleyse,
burada ve burası için yapıt üreten
bütün sanatçılar, Istanbul'a üret-
tikleri yapıt kadar sahip çıkıyor-
lar diyebiliriz.
Sanata para akıtılmalı
Raffael Rheinsberg, Yıldız Sa-
rayı Silahhane Binası'nda 'İstan-
bui-Berlin' başlıkh biryıla yayılan
bir projenin ilk bölümünü ger-
vckleştiriyor. Berlin'de Kreuz-
berg'deki Künstlerhaus Bethani-
en'in 20. kuruluş yılı kutlamalan
çerçevesindeki bu etkinlik için,
kuruluşun müdürii Dr. Michaei
Haertdter, daha genç bir sa-
natçıyken Künstlerhaus Bethani-
en'de çalışmış olan RafFael Rhe-
insberg'i davet ediyor. Rheins-
berg, Türklerin yoğun olarak ya-
şadığı Kreuzberg'de Türkiye ile
ilişkisi olan bir etkinliğin kav-
ramını haarhyor.
Rheinsberg'in daha başlan-
gıçtan bu yana sürdürdüğü dün-
yanın belli başlı metropollerinde
çalışıp bir enstalasyon gerçekleş-
tirmesi (örneğin Tokyo, Meksi-
ko, Singapur, Paris gibi) onu he-
nıen İstanbuTa yöneltiyor. Öy-
leyse Berlin ve tstanbul arasında
bir sanat köprüsü kurulmahdır.
Rheinsberg fstanburda bir sergi
yaparsa. Türk sanatçılar da Ber-
lin'de Künstlerhaus Bethanien'-
de bir sergiye davet edilmelidir ve
İnci Eviner, Sertıat Kira/, Ahmet
Öktem, Erkan Özdilek, Rheins-
berg ile birükte önümüzdeki eylül
ayında Berlin'de sergiye katıla-
caklar. Bütün bu projenin arkası-
nda özel ve resmi kuruluşlar var.
TC Kültür Bakanhğı Yıldız Sa-
rayı Silahhane Binasfnı verme-
seydi, İstanbul Alman Kültür
Merkezi afiş ve davetiyeyi üstJen-
meseydi, Lufthansa Alman Hava
Yollan sanatçılan ve yapıtlan
Berlin İstanbul arasmda taşımayı
kabul etrreseydi, IFA (Institut
für Ausiandsdienst), Berlin Sena-
tosu ve Alman Klassen Lottene
kuruluşlan diğer bütün masraf-
lan karşılamasaydı, böyle bir ser-
gi olmayacakü, kuşkusuz. Ne
olursa olsun, sanata para akıtıi-
malıdır, anlayışmı herkesin be-
nimsemesi gerekiyor!
Sanat her zaman'başkası'
Rheinsberg, günlerce İstan-
bul'da dolaştı ve düşüncelerini
bizimle paylaştı: "Benim için,
kendi başuna çauşmak degil, baş-
kalarıyla çaltşmak önemlidir. Sa-
nat benim için her zaman 'başkası'
olmuştur. Beni İstanbul'a getiren
öncelîkle budur.
İstMibul'da öylesine güçlü bir
yaşam ortamı var ki, sanat insanın
önüne geliyor. Burada her şeyin
kendi dili, içeriği ve ortamı var,
dikkatte izJemek yetiyor, çok bü-
yük bir çaba göstermeye gerek
yok. Örneğin, Silahhane'de yapa-
cağun enstalasyon için iki şey et-
ken oldu. Birincisi, >apılann için-
de gördüğüm zengin morif dün-
yası. yani çinilerin üstündeki ola-
ğanüstü resimier. İkincisi ise Haliç
kıyısında sabahlan yaşanan bir
olay. Orada sabahlan bir dizi in-
san duruyor. Elierinde küreklerini
taşıyorlar. Küreklerine teUerle di-
ğer aletier bir yumak gibi bağ-
laonuş. Ve bekliyoriar, birilerinin
otomobillc geçip kendilerini alıp,
işe götürmesini bekliyoriar. İşçile-
rin yolun kenannda sırayla durup
beklemelerini başlı başına bir 'hey-
kel' gibi afgıladun. Karanmı ora-
da verdim. Kürek ve orak, benim
İstanbul'da İstanbul için gerçek-
leştireccklerimin malzemesini
oluşturacak."
Küresel bir sanatçıyun
Rheinsberg'in altı ay ıçinde
İstanbul'a bu üçüncü gelişi. Bu
süre içinde bizim bireysel ve top-
lumsal yaşamımızda köktenci de-
ğişimler oldu, acaba o bu deği-
şimleri izleyebiliyor mu?
"Deyim yerindeyse, ben siy asal
yönelimli bir sanatçıyun. Berlin'-
deki büyük değişimi iliklerime ka-
dar yaşadun. Burada da bu kısa
RafTaeJ Rheinsbtrg.'lstanbuJ'da öylesine güçlü bir yaşam ortamı var ki, sanat insanın önüne
geliyor. Burada her şeyin kendi dili, içeriği ve ortamı var, dikkatle izlemek yetiyor' diyor.
süre içindeki değişimi izlemeye
çalışıyorum ve bazı şeyleri seziyo-
nım. Paranın değerinin değişmesi
birçok yeni durumun başlangıcı
olabilir, yoksuOuk artabilir. Deği-
şimi yaratan bir çeşit 'hokka-
bazlık'ın varltğı beni tedirgin edi-
yor. 1 Mayıs gününü burada ya-
şadun ve işçilerin yürüyüşünü gör-
düm. Pankartlardaki yazıları
kopya ettim. Bunlardan birisi eiıs-
talasyonumun adı olacak.
Ben bir "ulusal' sanatçı değilim;
küresel sanatçıyım. Bugün bütün
dünya avnı ipin ucunu ceki>or, do-
layısıyla bugün artık 'ulusakılık'
geçerli bir katram olamaz.
Inandığımız birçok şeyin sonumın
geldiğini göriiyoruz. Çıkmaz so-
kaklann önünde>iz. Bu bep birlik-
te \asanan bir \azgidir.
istanbul müthiş bir 'yazgı' ken-
ti. Burada insan yığmları inanı-
lmaz bir devinim içinde; bu bir
bakıma kendi içinde düzeni olan
bir karmaşa. Bir yandan İstanbul
tam bir A>Tupa kenti; ötc yandan
doğaya bağımlı bir ketıt. Dört bir
yanı deniz ve Boğaziçi... Denize
kanaüzasyonlar akıyor, Boğaz'-
dan petrol yüklü tankerler geçiyor
ve geçenlerdeki tanker faciası!
Haliç'te dolaşırken göhiyorum;
Haliç'in sulan kara bir bulamaç.
Haliç'e 'Alnn Boynuz" demek,
bence kara mizah! 'İçi petrolle
dolu boynuz' demek, daha doğru.
Boğaz'da gezerken güzelliklerle
karşılaşı> orsunuz, ama aynı za-
manda tehlikeli bir eşikte durdu-
ğunuzu hissediy orsunuz. Bir anda
denizde petrol akabilir. Dünyanın
birçok bölgesinde bu 'yazgı' duy-
gusunu yaşadım. Brezilya orman-
lan, kereste ve barajlar için yok
edildi.
Dünyanın bir bölütnü, öteki bö-
lümünü so> arak zengin oldu. Bunu
düşünmek yeterü!"
Rheinsberg, üretim ve tüketim
mallannt ya da artıkiannı top-
layarak oluşturuyor yapıtlanru.
Ancak bunlan gelişigüzel top-
lamıyor. Toplama işleminde
önce. bulunduğu yerin zihinsel
bir siyasal, ekonomik, toplumsal,
kültürel haritasını çıkanyor ve
önüne çıkan bir ipucunun izinı
sürüyor.
İyiye doğru gidiş yok!
Yapıtlannda 'rastlantı' son de-
rece önemli; ancak rastlantıyi
keskin biralgılama ve bilgi biriki-
miyle besliyor. Kentlerde her za-
man, özellikle geleneksel üre-
timin yapıldığı yerlerde inceleme
yapıvor ve hurdalıklara gidiyor.
Bir sanayi arkeoloğu gibi çalışı-
yor.
"Ben, aynı zamanda yaşamöy-
küme sadık kalarak çalışan bir sa-
natçıyım. Savaşta Kicl'dc doğdum
ve bütün çocukluğumu harebeler
arasında geçirdim «e bep buluntu
üstüne çalıştan. Asd mesleğim dö-
kümcülüktür. Büvükbabam köy-
lüydü ve tırpan benim için önemli-
dir. Amcam tuğlacıydı, babam
trenciydi... Bütün bunlar,
yaptığım işlerde göriilür. Çocuk-
ken bep anlamaya çalışırdun, ne-
den hep harabelerde yaşıvoruz,
diye. Kimse anlatmazdı. Savaştan
sonra Almanya'da bir süre herkes
sustu; konuyu kapatmaya çalıştı.
Bu sorgulama, işime yansımıştır
ve ben, Almanya'da köktenci ko-
nulara ilk el atan birkaç sanatçı-
dan birisiyim.
Dikkat ederseniz, bütün işleri-
min düzemnde dikdörtgen ege-
mendir. Ben Katolik olarak büyü-
tüldüm, ama 17 yaşında KatoÛk-
likten çıktim ve şimdi dinim yok.
Bu nedenle, daire ve üçgen gibi,
shngesel biçimleri kullanmam.
Bugüne değin hep kanşıklıkian
düzeltmeye çalıştım; birbirine ait
olan nesneleri topladım ve onlan
düzenü bir biçinide verleştirdim.
Ancak, artık ivimser değilim. İyi-
ye doğru gidiş yok! Dünyada para
cekiliyor, yoksulluk aıtıyor, eko-
lojik felaketler birbirini izlivor,
siyaset girtikçe yozlaşıyor. Bun-
ların karşısında herhangi bir me-
sajım yok. tşin kendisi me-
sajundır. Nesnelerin konuşmasını
dinliyonım. dilini anlamaya
çalışıyorum. söylemlerini izliyo-
nım ve bunu dünvaya göstermeye
çalışıyorum. Sanırun dünyayla
ancak böyle hesaplaşıyorum."
'Yaşam, limonun aa tadı gibidir'
Kültür Servisi-Yaklaşık 60 kişi
ingiltere'nin Yorkshire şehrindeki bir
oteiin balo salonunda eilerinde bir ü-
mon ve bir şeker ile oturuyorlar. Balo
salonu. ünlü rock şarkıctsı Meat Lo-
afm son albümü "Bat Out Of Hell IF-
'nin yüksek volümlü müziği ile inliyor.
Müzık sona erdikten sonra toplulu-
ğun karşısına gelen, yörenin rahibi
Rev Steven Croft, Loaf ın müziği ile
Hıristiyanbk arasındaki bağlantılan
anlatmaya başlıyor.
Bu garip sahne, yeni bir çılgın sahte
peygamberin yarattığı bir tarikat top-
lantısı değil. Söz konusu rahip, Ox-
ford Üniversite'sinde ilahiyat öğreni-
mi görmüş, ruh sağlığı da son derece
yerinde saygıdeğer bir din adamı. An-
cak Meat- Loafın müziğinin. insanlan
Hıristiyanlığa çekmek için kullanıla-
bileceğini düşünüyor ve her hafta iste-
yenlerin katılabildiği bir uygulamalı
toplantı düzenleyerek bunu başarma-
ya çahşıyor. Katılımın yüksekliği ba-
şanlı oiduğunun kanıtlıyor.
Yukanda anlatılan sahne de rahip
Croft, Loafın "Ufe Is A Lemon And I
VVant My Money Back" (\'^şam Bir
Limondur ve Paramı Geri İstiyorum)
şarkısıni açıklarken oluşuyor. Croft,
"Limon çok gûzel gözüküyor ama
Rahip Croft, Meat LoaTun müziğini HıristjyanJığın propagandası için kulJanıyor.
ağzınıza atınca çok acı bir tat bırakıyor.
Meat Loaf limonu yaşam yerine geçen
bir simge olarak kullanıyor. Yani yaşa-
mak da çok güzelmiş gibi görünüyor ama
aslında acı. Bu acı tattan kurriılmanın
tek yolu ise şeker yemek. Şeker ise din-
dir" diyor. Ne yazık ki, bu açıklamayı
kanıtlamak için yapılan deney sonun-
da. salonun yansı limonun tadını be-
ğendiklerini ve şekere gerek kal-
madığının söylüyor.
Croft neden vaaz konusu olarak Lo-
af ın müziğini seçtiğini şöyle açıkhyor:
"Bat Out Off Hell çıktîğında adı bile
biliniyordu. Aniden ünlenince yaşamı tü-
müyle değişti. Yeni albümüne kadar ge-
çen y ıllarda ancak cehennem olarak tanı-
mlanabilecek bir yaşamı oidu. İlk albüm
çok ivimser ve umut doluydu. Ama ikinci
albüm rüm umutlann yok oluşunu anla-
tan karamsar bir albüm. Topiulumumuz-
da gitgide daha çok kişi yaşamı anlamsız
bulmaya başlıyor. Ya da Loafm ifade-
siyle 'Havada umutsuzluk var rüm elbise-
leri lekeliyor ve hiç bir deierjan lekeleri
çıkaramıyor.".
Croft"un bu vaazlan sayesinde kilise-
ye gidenlerin sayısı iki kâtına çıkmış du-
rumda. Loafın ifadeettiği umutsuzluğa
çare olarak Hıristiyanlığı denemeye
ikna olanlar. Croft'un farklı imajı saye-
sinde bu denemeden çekinmediklerini
de belirtiyorlar.
Ancak kilise ile toplantılann yapıldığı
oteiin tam ortasında yeralan müzik ma-
ğazasının yetkilisine göre, Meat Loaf
albümlerinin saüşı bu toplantılardan
sonra yükselmemiş. Kısacası Loaf,
farkında olmaksızın kiliseye yardımda
bulunuyor ama kilisenin Loaf a karşı-
lığını vermediği ortada.
Su Yücel'in 'Ada Mada' başlıkh sergisi Fransız Manastırı'nda
Mekaııla bütünleşen resimier
AHUANTMEN
Ressam Su Yücel, yeni sergi-
sini Bebek'te hızla yok olan bir
'İstanbul'un, henüz yitmemiş
bir köşesinde, hala ahşap ko-
naklarda yaşanan dar sokakla-
nn arasında bulunan Fransız
Manastın'nda açtı. Serginin
adı, "Ada Mada"... "Ne kadar
doğru" diyor babası şair Can
Yücel, "Çünkü her büyük kültür
birikiminin altında 'Ada. Mada'
vardır tarihte... Minos ve Helen
uygarlığından başlayarak..."
"Ada Mada", Fransız Ma-
nastın'nın bahçesinde yer alan
eski, karanlık (küçük bir pence-
resi var yine de) bir salonda ser-
gileniyor. Su Yücel'in sergileri-
ni sıradan bir mekanda, öme-
ğin herhangi bir çağnşım
banndırmayan bir galeride izle-
mek olası değil. Zaten böyle bir
mekan seçse, onun da çok belir-
gin bir nedeni olurdu kuşkusuz.
Tıpkı Beyoğlu'nun yavaş yavaş
tarihi yok olan semtlerinden
AyTialıçeşme'de eski bir evde
sergilediği "Anrikalardan"
(1988) ya da Galata Mevleviha-
nesi'nin bahçesinde açtığı "Ka-
yıp Bahçeler" (1992) sergüerin-
deolduğugibi
"Ada Mada"rtın da çağnşım-
dan yoksun bir mekar.da sergi-
lenmesi düşünülemezdi. Ama
söz konusu sergi. belki adalar-
da, Su Yücel'i bu terr.ayı işleme-
ye iten ortamda yer alsaydı,
daha da ilganç olabilirdi. Ama
zaten Yücel, adayı manastıra
taşımış. Sergide, adalarda bir
Yücel, 'Ada Mada' sergisiıtde adayı manastıra taşımış. Sergide adalarda bir gezintiye çıkıyoruz.
gezintiye çıkıyoruz. Yuvarlak sa-
londa her bir"tuvalin önünden ya-
vaş yavaş geçerken ada sokak-
lannı, evlerini. ağaçiannı, çiçek-
lerini (Raoul Dufy'ninkilere
benzeyen neşeli renklerle) veözel-
likle faytonlan izliyoruz. Bir yan-
dan da dinliyoruz adayı: Martı-
lar. faytonun sesi, arabacınm ko-
nuşmalan. kampana, atlann nal-
lannın yere değdikçe çıkardığı
seslerle birlikte kişnemeleri. Aslı-
nda faytonlar. "Ada Mada" ser-
gisinin en önemli öğesini oluştu-
ruyor: "Ada Mada dizisinin özün-
de iki çeşit hareket var. Biri, kay-
naktaki faytonun hareketi, ikin-
cisi ise o fayton temasından der-
lenen izlenim çeşitlerinin ruvale
yansımasıyla çıkan plastik hare-
ket, yani ritim. Faytonun hareketi
kendi içindeki atlar. faytonun ken-
disi, arabacı ve yolcular olarak bir
bütün oluşturmakla birlikte için-
den geçtiği ağaçlar. bahçeler, evler
ve üstünden koştuğu yola bağlı bir
olgudur. Aynı zamanda bu olgu
faytonun hızına bağiıdır. Yani gö-
recedir. Buna faytonun asfaltta
veya kaldınmda tekerleriyle ve at
nallanyia çıkardığı sesleri. üsrelik
faytonun acay ip kokusunu da kat-
manız gerekir. Gecenin sessizliği
ve yalnızlığı içinde kabaran bu
koku ve seslerle birlikte karanlık
içinde yansıyan tşığı ve onun yol-
lar. duvarlar boyunca bıraktığı
yansımasını da hesaba katarsanız,
zaten işin oziinde renk. ses, koku,
hızdan oluşturulmuş bir hareket
orfaya çıkar ve bunda fayfona
özgü bir ritim vardu-. Ritim dediy-
sem, özde de değişen bu ritim bert-
de Adalar'da y aşadığım serüvenle-
rime göre çok değişik izlenimler
yaratmıştır. Bu izlenimleri ruval
üzerinde geriye dönük bir açtdan
tek tek yenileme olanağı zaten
kısıtlı olduğuna göre bu izlenimleri
ve bu ritim değişikliklerini resmin
kendi olanakları içinde yeniden
yaratmaya çalıştım" divor Su
Yücel. Gerek eski Türk evlerinın
'hayatlan'nı (Birgi Evleri serisi).
gerek 'antikacılar'da tozlannı
kaldırmak pahasına orasını bu-
rasını kanştırdığı ve hepsinin bir
geçmışi olduğu kanısıyla 'nesne-
ler'i (Antikalardan) ya da resmı
de doğanın bir parçası haline ge-
tirerek bahçcde sergilediği tuval-
leri (Kayıp Bahçeler), Su Yücel'-
in aslında özellikle 'mekan tutku-
nu' bir sanatçı olduğunu kanıtlı-
yor. İnsan figürlerine rastlamak
güç resimlerinde. Ve tabii. hep bir
tema araştınyor Su Yücel: "Belli
çerçevelerde düşünmek, belli
konuların üzerinde yoğunlaşmak,
insanı detayiara götürüyor. Ve
bence detaylar çok önemli. Çok
farklı konuiara dağılıp, detaylar-
dan yoksun kalmayı sevmiyonım.
Onun için her sergimde, bir tema
kendiliğinden ortaya çıkıyor...
Mekan rutkusuna geimce, benim
resimlerim, sergi açıhnca bitmi-
yor. Ben sergilemeyi de resimlerin
bir parçası olarak görüyonım.
Hep özel mekanlar seçişim bu ne-
denle. Resimler. mekanla birleşin-
ce bir bütün oluşturuyor. Bazen
mekanı önce seçiyorum. resimleri-
mi o mekana göre yapıyorum."
Su Yücel'in "Ada Mada" ser-
gısi. 13 mavısa dck Fransız Ma-
nastırı'nda.
Paris'te Son Bir
Tango Can Baba!
ECETEMELKURAN
ANKARA - Can Yücel, baldıran zehiri gibi içiyor şarabı. İçtikçe
küfurleniyor dünya, kalaylanıyor şiir. İnsan bir tek omuzlannın
kısık duruşuna şaşıyor. bir de gözlerinin gerçekten mavi oluşuna.
Yıllan nasıl koymalı ki üst üste, sonunda bir heykel gibi olsun ya-
şam? Can Yücel, konuştukça Sokrat, bağırdıkça insan, sustukça
ianetlenmiş şiir karan. Nasıl olur da böyle eşkıya sesli ve göbekli
adamın omuzlan kısılıp kalır? Bir tek buna şaşıyor insan. "Can
Yücel Şiir Gecesi" oldu, bitti. Sözün biri sana, biri bana, biri de
"kara kediye" düştü.
"Taş var köpek yok / Köpek var taş yok / Taş var, köpek var /
.Ama kralın köpek / Sıkıysa at taşı"
Eray Canberk. gecenin ciddıyetıyle ve Şiir Baba'ya saygıdan al-
tan alta "Sanskritçe'den çevrilen bu şiir..." diye sürdürecek oluyor
sözü. Can Yücel. bütün gece yaptığı gibi mikrofonu kaparak "Bir
dakika, ben bir şey söylemek istiyorum" diye bölüyor:'
"O şiir Sanskritçe'den çeviri falan değil. O şiiri ben yazdun. Men-
deres zamanında kolay mı öy le şey söylemek?"
Salonda bir gürültü; Can Yücel de gülüyor.
Gece, 19.30'da başlayacak. Ama bütün dinleyiciler olası bir ak-
saklığa hazır ve hoşgörülü. Kültür Bakanlığı Müsteşan Emre Kon-
gar bekleniyor. Can Yücel, kendi deyimiyle, "ciddi bir serseri" ol-
duğu için eski çantasını takıp koluna, giriyor sahneye, girdiği gibi
konuşmaya başlıyor. Böylelikle bir ev oluyor Küçük Tiyatro. Ko-
nuklar, bir sigaradan alınan uzun nefes genişliğinde. Can Yücel,
"Ben bir şey konuşacağım size" diyor. Sonra, Can'ca sayıp sövü-
yor. geç kalmalara... Oyle ya, onunkisi illaki bir alışmamak hali.
kimi sevse " bep, hepp acele ^i". Kongar pkıp gelince. öpüşüp kok-
laşıyorlar biraz, acele bir sevgi operasyonu. Tuncel Kurtiz'in des-
tansı gelişi ise bundan önce. Elinde küçük şarap şişeleri. cebinde bir
kitap, başında bir fötr, geldi mi geliyor yani. "Hey yavrum hey" der
gibi koyuyor şaraplan. Küçük Tiyatro'da mevsim normallerinin
üzerinde bir gü-
lüşme. Can Yü-
cel'in yüreği,
olasılıkla oda sı-
caklığında şim-
di. Böylece, söz-
ler akıp gitmeye
başlıyor:
"Şiirle yaşa-
mak bir karar işi-
dir. DUin büyük
çağnşımlan
vardır. Bu büyük
çağnşımlar, bü-
yük bir plandır.
Dil, doğru dürüst
bir milliyetçilik
kuralıdır. Şiir,
devrimin kendisi-
dir >e fiili bir du-
rumdur. Şiirsiz
devrim olur mu Can Yücel, Ankara'daki şiir gecesindeydi.
hiç? Bütün dev-
rimler şiirle ilgilidir. Şiir, çocuğun yoğun konuşmasıdır. I.aflaneksil-
terek çoğaltarak yerine oturtmaktır şiir. Şiir; geçmiş, gelecek ve şim-
diki zamanı düşünme zamanıdır. Yaşadığımız mekanlar çirkindir,
ama yaşadığımız için de güzeldir. Komünizm ise bir şiirle yaşa-
maktır; çünkü bütün devrimler. şiirle ilgilidir. Şiir de insanlar bir ağa-
ca baktıklarında kaç yaşında olduğunu anladıklarında. baharda bu
ağacın çiçek actığını fark erfiklerinde başlar."
Teker teker diğer konuşmacılar çıkışorlar sahneye. Kuralsızlık,
liseli bir aşık gibi yalpahyor ınsanlar arasında. Yayıncıhğın "Mu-
zaffer ağabeyi", bu yüzyılın "ciddi adamı" Muzaffer İlhan Erdost
geliyor. Ya buradan öyle görünüyor ya da gerçekten iki heykel
sanlıyor, şöylemesine böylemesine derken iki dağ kavuşuyor bir-
birine. iki masal kanşıyor orta yerinden. İnsan. 'Yılları nasıl üst
üste koymalı ki bir anıt olsun yaşam' diye düşünüyor. "Onur, töre,
sevda, oevrim, erkek, deniz, ırmak, destan. rakı, efe" gibi sözcükler
geliyor insanın akl/na. Birde "kertenkele". bu da suf Can Yücel'in
yaramazlığı. Erdost 36 yıl önce yaşanmış bir "karakedi fadasının"
hesabını veriyor hemencecik. Bir şiire yanlışlıkla konulmuş kara-
kedi sözcüğü yüzünden Can Yücel'in nasıl kendisini. bu "yüzyılın
en ciddi adamını" kerıara çekip. "Bak. şiir ciddi iştir" dcdiğini an-
latıyor. Ve sonra sabaha kadar Pazar Postası'nın dizgisınde nasıl
yanlışı düzelttiğini anlatıyor. Can Yücel'in sesi, mikrofonun azizü-
âinden sızıyor:
" "Serseri!"
Hemen ardından Can Yücel'in çıkışı:
"fbrahim Tarltses'in bir programı var. fbo, "Osuriim miT diye so-
nıyor. millet gülüyor. "Bu milletı iyi güldürüyorlar' diye düşünüyo-
rum. Ben de o sırada 'Bir Siyasinin Şiirleri'ni okuyorum. Ben de gü-
lüy onını. Ben niye gülüy orum? Can, ne resmi ne de özel osurman.
Ben gülüy orum çünkü, bu adam deli. Ama düşünsenize şunun şurast-
nda kaç deli kaldı ki. Biri Fidel, biri Can Vûcel."
Burada kahkaha elbette. Erdost'un sözü bıtmedi oysa:
"Niye diye sorarsanız. tkisi de sakallı." Kahkaha bu kez aile
boyu.
Birind yan bitiyor sahneden çıkması gerekiyor konuşmaalann.
Can baba biraz direniyor. Kabul edince, ağır adımlarla sahneden
çıkıyor. C'kffak'3
biter mi? Geri dönüp şarap şişelerini iyi bir
kontrolden geçiriyor. Tolga Çandar türküleriyle geliyor. Sonra
Yeni Türkü. Yeni Türküyü Can Yücel'in bölmeleri:
"Yeter artık, ben şiir okuyacağım."
Böyle böyle Can baba. Şöyle şöyle ağınndan güzel olmak. meh-
tabı uyandırmadan.
Marlon nasıl "canı yanmış gibi değil, canı yana yana" koştuysa
son sahnede sevgilinin peşinden, Can Yücel de öyle koşuyor ol-
malı, yaşam dediğimiz "o koşmaktaki devin" ardından. Yaşamı.
hiçbir zaman temize çekilmeyecek olan bir çahşkan öğrenci Can
Yücel, kenarçizgisi hiç çekilmeyecek birsabıkalı. Can Yücel, bir
Marlon yalanı, sicili dolu bir kedi yavrusu. Paris'te Son bir Tango
Can Yücel. sonra bir daha. bir daha. bir daha... Korkupda arkana
bakmadan ama!
6. ULUSLARARASI
İSTANBUL TÎYATRO
FESTIVALrNDE
BUGÜN
21.15 Taksim Sahnesi Antigone- Bakırköy Şehir Tiyatrosu
18.30 Karaca Tiyatrosu Oğuz Han- Aşkabat Devlet Can
Tiyatrosu, Türkmenistan
6. ULUSLARARASI İSTANBUL
TÎYATRO FESTÎVALİ'NDE YARIN
21.15 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi İstanbul'un Gözleri
Mahmur- İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan
18.30-21.15 Ses Tiyatrosu Ay, Carmela- Ankara Sanat
Tiyatrosu
18.30 Karaca Tiyatrosu Oğuz Han- Aşkabat Devlet Can
Tiyatrosu, Türkmenistan
10.GENÇLİK GÜNLERİNDE BUGÜN
Yer: Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi [
12.00 Kısa MetrajU Film: Ejderin Dönüşü, Değer mi?,
Kuzguncuk, Yeni Dünya
13.00 Tartışma: İlişki Konuşmacı: Dr.Murat Dokur
15.00 Tartışma: Karikatüre Ne Oldu?
Konuşmacılar: Ali Ulvi,TanOral. Metin Üstündağ, Ramize
Erer
17.00 Dinleti: Kağıt Tekne Tayfalan
Tiyatro: Kafkas Tebeşir Dairesi-İstanbul Tıp Fakültesi
Tiyatro Topluluğu
Sergi: Heykel, fotoğraf, hat. tezhip, minyatür, takı, resim,
porselen
Yer: Kadıköy Haldun Taner Sahnesi
15.00 Tartışma: Gençlik ve Madde Kullanırru
Konuşmacı: Doç.Dr.Mansur Beyazyürek
19.00 Tiyatro: Jübile-Galatasaray Lisesi '.
Sergi: Mekan Düzenlemesi-Genco Gülan
Fotoğraf-Ahmet Yirmibeş