22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 10MAYIS1994SALI 12 KULTUR Silahhane'de 'İstanbul-Berlin' başlıkh projesinin ilk bölümünü gerçekleştiren Rheinsberg: Dünyayla böyle hesaplaşıyorum BERAL MADRA İstanbul'un kapılan, her za- man dünya sanatına açık olmuş- tur; ne kör ideolojiler, ne savaş- lar, ne askeri darbeler, ne si>asal ve ekonomik darboğazlar, ne de çarpık ve yozlaşmış yönetimler, bu kapılan kapatmışür. Sanat ta- rihi, bize bu konuda güvence ve- riyor. Sanat ve sanatçı. bütün en- geller arasından sıynlıp kendine biryol v'eyerbulur. 1994 bahan, İstanbul için sonu nereye varacağı bılinmeyen, te- dirgin edici değişimlerin, zemin kayrnalannın dönemi, ama sanat kendi sürecini olanca yoğunlu- ğuyla yaşıyor. 'Sinetna festivali', tiyatro festivaB', 'caz konseri'. her gün bir sergi açılışı... Şu anda kentimizde üç yabancı sanatçınm sergisi var: Türk îslam Eserlen Müzesi"nde Venedikli sa- natçı Gian Vlaria Potenza, Maç- ka Sanat Galerisi'nde Parisli sa- natçı François Moretlet ve Yıldız Sarayı Silahhane Binası'nda Ber- linli sanatçı Raffael Rheinsberg. Sergi açmayan, ama burada çalı- şanlar da var; Berlinli fotoğraf sa- natçısı Lotfaar M. Peter'i ve Paris- li Danielk Vallet Kleiner. Bu sa- natçılan Istanbul'a getiren nedir? Istanbul'da her şey için bir pazar var, ama uluslararası sanat için pazar yok. dolayısıyla bu ilgi, ti- cari bir amaç taşımıyor. Yoksa bu, sanat yoluyla İstanbul'a sa- hip çıkmak mı? Eğer böyleyse, burada ve burası için yapıt üreten bütün sanatçılar, Istanbul'a üret- tikleri yapıt kadar sahip çıkıyor- lar diyebiliriz. Sanata para akıtılmalı Raffael Rheinsberg, Yıldız Sa- rayı Silahhane Binası'nda 'İstan- bui-Berlin' başlıkh biryıla yayılan bir projenin ilk bölümünü ger- vckleştiriyor. Berlin'de Kreuz- berg'deki Künstlerhaus Bethani- en'in 20. kuruluş yılı kutlamalan çerçevesindeki bu etkinlik için, kuruluşun müdürii Dr. Michaei Haertdter, daha genç bir sa- natçıyken Künstlerhaus Bethani- en'de çalışmış olan RafFael Rhe- insberg'i davet ediyor. Rheins- berg, Türklerin yoğun olarak ya- şadığı Kreuzberg'de Türkiye ile ilişkisi olan bir etkinliğin kav- ramını haarhyor. Rheinsberg'in daha başlan- gıçtan bu yana sürdürdüğü dün- yanın belli başlı metropollerinde çalışıp bir enstalasyon gerçekleş- tirmesi (örneğin Tokyo, Meksi- ko, Singapur, Paris gibi) onu he- nıen İstanbuTa yöneltiyor. Öy- leyse Berlin ve tstanbul arasında bir sanat köprüsü kurulmahdır. Rheinsberg fstanburda bir sergi yaparsa. Türk sanatçılar da Ber- lin'de Künstlerhaus Bethanien'- de bir sergiye davet edilmelidir ve İnci Eviner, Sertıat Kira/, Ahmet Öktem, Erkan Özdilek, Rheins- berg ile birükte önümüzdeki eylül ayında Berlin'de sergiye katıla- caklar. Bütün bu projenin arkası- nda özel ve resmi kuruluşlar var. TC Kültür Bakanhğı Yıldız Sa- rayı Silahhane Binasfnı verme- seydi, İstanbul Alman Kültür Merkezi afiş ve davetiyeyi üstJen- meseydi, Lufthansa Alman Hava Yollan sanatçılan ve yapıtlan Berlin İstanbul arasmda taşımayı kabul etrreseydi, IFA (Institut für Ausiandsdienst), Berlin Sena- tosu ve Alman Klassen Lottene kuruluşlan diğer bütün masraf- lan karşılamasaydı, böyle bir ser- gi olmayacakü, kuşkusuz. Ne olursa olsun, sanata para akıtıi- malıdır, anlayışmı herkesin be- nimsemesi gerekiyor! Sanat her zaman'başkası' Rheinsberg, günlerce İstan- bul'da dolaştı ve düşüncelerini bizimle paylaştı: "Benim için, kendi başuna çauşmak degil, baş- kalarıyla çaltşmak önemlidir. Sa- nat benim için her zaman 'başkası' olmuştur. Beni İstanbul'a getiren öncelîkle budur. İstMibul'da öylesine güçlü bir yaşam ortamı var ki, sanat insanın önüne geliyor. Burada her şeyin kendi dili, içeriği ve ortamı var, dikkatte izJemek yetiyor, çok bü- yük bir çaba göstermeye gerek yok. Örneğin, Silahhane'de yapa- cağun enstalasyon için iki şey et- ken oldu. Birincisi, >apılann için- de gördüğüm zengin morif dün- yası. yani çinilerin üstündeki ola- ğanüstü resimier. İkincisi ise Haliç kıyısında sabahlan yaşanan bir olay. Orada sabahlan bir dizi in- san duruyor. Elierinde küreklerini taşıyorlar. Küreklerine teUerle di- ğer aletier bir yumak gibi bağ- laonuş. Ve bekliyoriar, birilerinin otomobillc geçip kendilerini alıp, işe götürmesini bekliyoriar. İşçile- rin yolun kenannda sırayla durup beklemelerini başlı başına bir 'hey- kel' gibi afgıladun. Karanmı ora- da verdim. Kürek ve orak, benim İstanbul'da İstanbul için gerçek- leştireccklerimin malzemesini oluşturacak." Küresel bir sanatçıyun Rheinsberg'in altı ay ıçinde İstanbul'a bu üçüncü gelişi. Bu süre içinde bizim bireysel ve top- lumsal yaşamımızda köktenci de- ğişimler oldu, acaba o bu deği- şimleri izleyebiliyor mu? "Deyim yerindeyse, ben siy asal yönelimli bir sanatçıyun. Berlin'- deki büyük değişimi iliklerime ka- dar yaşadun. Burada da bu kısa RafTaeJ Rheinsbtrg.'lstanbuJ'da öylesine güçlü bir yaşam ortamı var ki, sanat insanın önüne geliyor. Burada her şeyin kendi dili, içeriği ve ortamı var, dikkatle izlemek yetiyor' diyor. süre içindeki değişimi izlemeye çalışıyorum ve bazı şeyleri seziyo- nım. Paranın değerinin değişmesi birçok yeni durumun başlangıcı olabilir, yoksuOuk artabilir. Deği- şimi yaratan bir çeşit 'hokka- bazlık'ın varltğı beni tedirgin edi- yor. 1 Mayıs gününü burada ya- şadun ve işçilerin yürüyüşünü gör- düm. Pankartlardaki yazıları kopya ettim. Bunlardan birisi eiıs- talasyonumun adı olacak. Ben bir "ulusal' sanatçı değilim; küresel sanatçıyım. Bugün bütün dünya avnı ipin ucunu ceki>or, do- layısıyla bugün artık 'ulusakılık' geçerli bir katram olamaz. Inandığımız birçok şeyin sonumın geldiğini göriiyoruz. Çıkmaz so- kaklann önünde>iz. Bu bep birlik- te \asanan bir \azgidir. istanbul müthiş bir 'yazgı' ken- ti. Burada insan yığmları inanı- lmaz bir devinim içinde; bu bir bakıma kendi içinde düzeni olan bir karmaşa. Bir yandan İstanbul tam bir A>Tupa kenti; ötc yandan doğaya bağımlı bir ketıt. Dört bir yanı deniz ve Boğaziçi... Denize kanaüzasyonlar akıyor, Boğaz'- dan petrol yüklü tankerler geçiyor ve geçenlerdeki tanker faciası! Haliç'te dolaşırken göhiyorum; Haliç'in sulan kara bir bulamaç. Haliç'e 'Alnn Boynuz" demek, bence kara mizah! 'İçi petrolle dolu boynuz' demek, daha doğru. Boğaz'da gezerken güzelliklerle karşılaşı> orsunuz, ama aynı za- manda tehlikeli bir eşikte durdu- ğunuzu hissediy orsunuz. Bir anda denizde petrol akabilir. Dünyanın birçok bölgesinde bu 'yazgı' duy- gusunu yaşadım. Brezilya orman- lan, kereste ve barajlar için yok edildi. Dünyanın bir bölütnü, öteki bö- lümünü so> arak zengin oldu. Bunu düşünmek yeterü!" Rheinsberg, üretim ve tüketim mallannt ya da artıkiannı top- layarak oluşturuyor yapıtlanru. Ancak bunlan gelişigüzel top- lamıyor. Toplama işleminde önce. bulunduğu yerin zihinsel bir siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel haritasını çıkanyor ve önüne çıkan bir ipucunun izinı sürüyor. İyiye doğru gidiş yok! Yapıtlannda 'rastlantı' son de- rece önemli; ancak rastlantıyi keskin biralgılama ve bilgi biriki- miyle besliyor. Kentlerde her za- man, özellikle geleneksel üre- timin yapıldığı yerlerde inceleme yapıvor ve hurdalıklara gidiyor. Bir sanayi arkeoloğu gibi çalışı- yor. "Ben, aynı zamanda yaşamöy- küme sadık kalarak çalışan bir sa- natçıyım. Savaşta Kicl'dc doğdum ve bütün çocukluğumu harebeler arasında geçirdim «e bep buluntu üstüne çalıştan. Asd mesleğim dö- kümcülüktür. Büvükbabam köy- lüydü ve tırpan benim için önemli- dir. Amcam tuğlacıydı, babam trenciydi... Bütün bunlar, yaptığım işlerde göriilür. Çocuk- ken bep anlamaya çalışırdun, ne- den hep harabelerde yaşıvoruz, diye. Kimse anlatmazdı. Savaştan sonra Almanya'da bir süre herkes sustu; konuyu kapatmaya çalıştı. Bu sorgulama, işime yansımıştır ve ben, Almanya'da köktenci ko- nulara ilk el atan birkaç sanatçı- dan birisiyim. Dikkat ederseniz, bütün işleri- min düzemnde dikdörtgen ege- mendir. Ben Katolik olarak büyü- tüldüm, ama 17 yaşında KatoÛk- likten çıktim ve şimdi dinim yok. Bu nedenle, daire ve üçgen gibi, shngesel biçimleri kullanmam. Bugüne değin hep kanşıklıkian düzeltmeye çalıştım; birbirine ait olan nesneleri topladım ve onlan düzenü bir biçinide verleştirdim. Ancak, artık ivimser değilim. İyi- ye doğru gidiş yok! Dünyada para cekiliyor, yoksulluk aıtıyor, eko- lojik felaketler birbirini izlivor, siyaset girtikçe yozlaşıyor. Bun- ların karşısında herhangi bir me- sajım yok. tşin kendisi me- sajundır. Nesnelerin konuşmasını dinliyonım. dilini anlamaya çalışıyorum. söylemlerini izliyo- nım ve bunu dünvaya göstermeye çalışıyorum. Sanırun dünyayla ancak böyle hesaplaşıyorum." 'Yaşam, limonun aa tadı gibidir' Kültür Servisi-Yaklaşık 60 kişi ingiltere'nin Yorkshire şehrindeki bir oteiin balo salonunda eilerinde bir ü- mon ve bir şeker ile oturuyorlar. Balo salonu. ünlü rock şarkıctsı Meat Lo- afm son albümü "Bat Out Of Hell IF- 'nin yüksek volümlü müziği ile inliyor. Müzık sona erdikten sonra toplulu- ğun karşısına gelen, yörenin rahibi Rev Steven Croft, Loaf ın müziği ile Hıristiyanbk arasındaki bağlantılan anlatmaya başlıyor. Bu garip sahne, yeni bir çılgın sahte peygamberin yarattığı bir tarikat top- lantısı değil. Söz konusu rahip, Ox- ford Üniversite'sinde ilahiyat öğreni- mi görmüş, ruh sağlığı da son derece yerinde saygıdeğer bir din adamı. An- cak Meat- Loafın müziğinin. insanlan Hıristiyanlığa çekmek için kullanıla- bileceğini düşünüyor ve her hafta iste- yenlerin katılabildiği bir uygulamalı toplantı düzenleyerek bunu başarma- ya çahşıyor. Katılımın yüksekliği ba- şanlı oiduğunun kanıtlıyor. Yukanda anlatılan sahne de rahip Croft, Loafın "Ufe Is A Lemon And I VVant My Money Back" (\'^şam Bir Limondur ve Paramı Geri İstiyorum) şarkısıni açıklarken oluşuyor. Croft, "Limon çok gûzel gözüküyor ama Rahip Croft, Meat LoaTun müziğini HıristjyanJığın propagandası için kulJanıyor. ağzınıza atınca çok acı bir tat bırakıyor. Meat Loaf limonu yaşam yerine geçen bir simge olarak kullanıyor. Yani yaşa- mak da çok güzelmiş gibi görünüyor ama aslında acı. Bu acı tattan kurriılmanın tek yolu ise şeker yemek. Şeker ise din- dir" diyor. Ne yazık ki, bu açıklamayı kanıtlamak için yapılan deney sonun- da. salonun yansı limonun tadını be- ğendiklerini ve şekere gerek kal- madığının söylüyor. Croft neden vaaz konusu olarak Lo- af ın müziğini seçtiğini şöyle açıkhyor: "Bat Out Off Hell çıktîğında adı bile biliniyordu. Aniden ünlenince yaşamı tü- müyle değişti. Yeni albümüne kadar ge- çen y ıllarda ancak cehennem olarak tanı- mlanabilecek bir yaşamı oidu. İlk albüm çok ivimser ve umut doluydu. Ama ikinci albüm rüm umutlann yok oluşunu anla- tan karamsar bir albüm. Topiulumumuz- da gitgide daha çok kişi yaşamı anlamsız bulmaya başlıyor. Ya da Loafm ifade- siyle 'Havada umutsuzluk var rüm elbise- leri lekeliyor ve hiç bir deierjan lekeleri çıkaramıyor.". Croft"un bu vaazlan sayesinde kilise- ye gidenlerin sayısı iki kâtına çıkmış du- rumda. Loafın ifadeettiği umutsuzluğa çare olarak Hıristiyanlığı denemeye ikna olanlar. Croft'un farklı imajı saye- sinde bu denemeden çekinmediklerini de belirtiyorlar. Ancak kilise ile toplantılann yapıldığı oteiin tam ortasında yeralan müzik ma- ğazasının yetkilisine göre, Meat Loaf albümlerinin saüşı bu toplantılardan sonra yükselmemiş. Kısacası Loaf, farkında olmaksızın kiliseye yardımda bulunuyor ama kilisenin Loaf a karşı- lığını vermediği ortada. Su Yücel'in 'Ada Mada' başlıkh sergisi Fransız Manastırı'nda Mekaııla bütünleşen resimier AHUANTMEN Ressam Su Yücel, yeni sergi- sini Bebek'te hızla yok olan bir 'İstanbul'un, henüz yitmemiş bir köşesinde, hala ahşap ko- naklarda yaşanan dar sokakla- nn arasında bulunan Fransız Manastın'nda açtı. Serginin adı, "Ada Mada"... "Ne kadar doğru" diyor babası şair Can Yücel, "Çünkü her büyük kültür birikiminin altında 'Ada. Mada' vardır tarihte... Minos ve Helen uygarlığından başlayarak..." "Ada Mada", Fransız Ma- nastın'nın bahçesinde yer alan eski, karanlık (küçük bir pence- resi var yine de) bir salonda ser- gileniyor. Su Yücel'in sergileri- ni sıradan bir mekanda, öme- ğin herhangi bir çağnşım banndırmayan bir galeride izle- mek olası değil. Zaten böyle bir mekan seçse, onun da çok belir- gin bir nedeni olurdu kuşkusuz. Tıpkı Beyoğlu'nun yavaş yavaş tarihi yok olan semtlerinden AyTialıçeşme'de eski bir evde sergilediği "Anrikalardan" (1988) ya da Galata Mevleviha- nesi'nin bahçesinde açtığı "Ka- yıp Bahçeler" (1992) sergüerin- deolduğugibi "Ada Mada"rtın da çağnşım- dan yoksun bir mekar.da sergi- lenmesi düşünülemezdi. Ama söz konusu sergi. belki adalar- da, Su Yücel'i bu terr.ayı işleme- ye iten ortamda yer alsaydı, daha da ilganç olabilirdi. Ama zaten Yücel, adayı manastıra taşımış. Sergide, adalarda bir Yücel, 'Ada Mada' sergisiıtde adayı manastıra taşımış. Sergide adalarda bir gezintiye çıkıyoruz. gezintiye çıkıyoruz. Yuvarlak sa- londa her bir"tuvalin önünden ya- vaş yavaş geçerken ada sokak- lannı, evlerini. ağaçiannı, çiçek- lerini (Raoul Dufy'ninkilere benzeyen neşeli renklerle) veözel- likle faytonlan izliyoruz. Bir yan- dan da dinliyoruz adayı: Martı- lar. faytonun sesi, arabacınm ko- nuşmalan. kampana, atlann nal- lannın yere değdikçe çıkardığı seslerle birlikte kişnemeleri. Aslı- nda faytonlar. "Ada Mada" ser- gisinin en önemli öğesini oluştu- ruyor: "Ada Mada dizisinin özün- de iki çeşit hareket var. Biri, kay- naktaki faytonun hareketi, ikin- cisi ise o fayton temasından der- lenen izlenim çeşitlerinin ruvale yansımasıyla çıkan plastik hare- ket, yani ritim. Faytonun hareketi kendi içindeki atlar. faytonun ken- disi, arabacı ve yolcular olarak bir bütün oluşturmakla birlikte için- den geçtiği ağaçlar. bahçeler, evler ve üstünden koştuğu yola bağlı bir olgudur. Aynı zamanda bu olgu faytonun hızına bağiıdır. Yani gö- recedir. Buna faytonun asfaltta veya kaldınmda tekerleriyle ve at nallanyia çıkardığı sesleri. üsrelik faytonun acay ip kokusunu da kat- manız gerekir. Gecenin sessizliği ve yalnızlığı içinde kabaran bu koku ve seslerle birlikte karanlık içinde yansıyan tşığı ve onun yol- lar. duvarlar boyunca bıraktığı yansımasını da hesaba katarsanız, zaten işin oziinde renk. ses, koku, hızdan oluşturulmuş bir hareket orfaya çıkar ve bunda fayfona özgü bir ritim vardu-. Ritim dediy- sem, özde de değişen bu ritim bert- de Adalar'da y aşadığım serüvenle- rime göre çok değişik izlenimler yaratmıştır. Bu izlenimleri ruval üzerinde geriye dönük bir açtdan tek tek yenileme olanağı zaten kısıtlı olduğuna göre bu izlenimleri ve bu ritim değişikliklerini resmin kendi olanakları içinde yeniden yaratmaya çalıştım" divor Su Yücel. Gerek eski Türk evlerinın 'hayatlan'nı (Birgi Evleri serisi). gerek 'antikacılar'da tozlannı kaldırmak pahasına orasını bu- rasını kanştırdığı ve hepsinin bir geçmışi olduğu kanısıyla 'nesne- ler'i (Antikalardan) ya da resmı de doğanın bir parçası haline ge- tirerek bahçcde sergilediği tuval- leri (Kayıp Bahçeler), Su Yücel'- in aslında özellikle 'mekan tutku- nu' bir sanatçı olduğunu kanıtlı- yor. İnsan figürlerine rastlamak güç resimlerinde. Ve tabii. hep bir tema araştınyor Su Yücel: "Belli çerçevelerde düşünmek, belli konuların üzerinde yoğunlaşmak, insanı detayiara götürüyor. Ve bence detaylar çok önemli. Çok farklı konuiara dağılıp, detaylar- dan yoksun kalmayı sevmiyonım. Onun için her sergimde, bir tema kendiliğinden ortaya çıkıyor... Mekan rutkusuna geimce, benim resimlerim, sergi açıhnca bitmi- yor. Ben sergilemeyi de resimlerin bir parçası olarak görüyonım. Hep özel mekanlar seçişim bu ne- denle. Resimler. mekanla birleşin- ce bir bütün oluşturuyor. Bazen mekanı önce seçiyorum. resimleri- mi o mekana göre yapıyorum." Su Yücel'in "Ada Mada" ser- gısi. 13 mavısa dck Fransız Ma- nastırı'nda. Paris'te Son Bir Tango Can Baba! ECETEMELKURAN ANKARA - Can Yücel, baldıran zehiri gibi içiyor şarabı. İçtikçe küfurleniyor dünya, kalaylanıyor şiir. İnsan bir tek omuzlannın kısık duruşuna şaşıyor. bir de gözlerinin gerçekten mavi oluşuna. Yıllan nasıl koymalı ki üst üste, sonunda bir heykel gibi olsun ya- şam? Can Yücel, konuştukça Sokrat, bağırdıkça insan, sustukça ianetlenmiş şiir karan. Nasıl olur da böyle eşkıya sesli ve göbekli adamın omuzlan kısılıp kalır? Bir tek buna şaşıyor insan. "Can Yücel Şiir Gecesi" oldu, bitti. Sözün biri sana, biri bana, biri de "kara kediye" düştü. "Taş var köpek yok / Köpek var taş yok / Taş var, köpek var / .Ama kralın köpek / Sıkıysa at taşı" Eray Canberk. gecenin ciddıyetıyle ve Şiir Baba'ya saygıdan al- tan alta "Sanskritçe'den çevrilen bu şiir..." diye sürdürecek oluyor sözü. Can Yücel. bütün gece yaptığı gibi mikrofonu kaparak "Bir dakika, ben bir şey söylemek istiyorum" diye bölüyor:' "O şiir Sanskritçe'den çeviri falan değil. O şiiri ben yazdun. Men- deres zamanında kolay mı öy le şey söylemek?" Salonda bir gürültü; Can Yücel de gülüyor. Gece, 19.30'da başlayacak. Ama bütün dinleyiciler olası bir ak- saklığa hazır ve hoşgörülü. Kültür Bakanlığı Müsteşan Emre Kon- gar bekleniyor. Can Yücel, kendi deyimiyle, "ciddi bir serseri" ol- duğu için eski çantasını takıp koluna, giriyor sahneye, girdiği gibi konuşmaya başlıyor. Böylelikle bir ev oluyor Küçük Tiyatro. Ko- nuklar, bir sigaradan alınan uzun nefes genişliğinde. Can Yücel, "Ben bir şey konuşacağım size" diyor. Sonra, Can'ca sayıp sövü- yor. geç kalmalara... Oyle ya, onunkisi illaki bir alışmamak hali. kimi sevse " bep, hepp acele ^i". Kongar pkıp gelince. öpüşüp kok- laşıyorlar biraz, acele bir sevgi operasyonu. Tuncel Kurtiz'in des- tansı gelişi ise bundan önce. Elinde küçük şarap şişeleri. cebinde bir kitap, başında bir fötr, geldi mi geliyor yani. "Hey yavrum hey" der gibi koyuyor şaraplan. Küçük Tiyatro'da mevsim normallerinin üzerinde bir gü- lüşme. Can Yü- cel'in yüreği, olasılıkla oda sı- caklığında şim- di. Böylece, söz- ler akıp gitmeye başlıyor: "Şiirle yaşa- mak bir karar işi- dir. DUin büyük çağnşımlan vardır. Bu büyük çağnşımlar, bü- yük bir plandır. Dil, doğru dürüst bir milliyetçilik kuralıdır. Şiir, devrimin kendisi- dir >e fiili bir du- rumdur. Şiirsiz devrim olur mu Can Yücel, Ankara'daki şiir gecesindeydi. hiç? Bütün dev- rimler şiirle ilgilidir. Şiir, çocuğun yoğun konuşmasıdır. I.aflaneksil- terek çoğaltarak yerine oturtmaktır şiir. Şiir; geçmiş, gelecek ve şim- diki zamanı düşünme zamanıdır. Yaşadığımız mekanlar çirkindir, ama yaşadığımız için de güzeldir. Komünizm ise bir şiirle yaşa- maktır; çünkü bütün devrimler. şiirle ilgilidir. Şiir de insanlar bir ağa- ca baktıklarında kaç yaşında olduğunu anladıklarında. baharda bu ağacın çiçek actığını fark erfiklerinde başlar." Teker teker diğer konuşmacılar çıkışorlar sahneye. Kuralsızlık, liseli bir aşık gibi yalpahyor ınsanlar arasında. Yayıncıhğın "Mu- zaffer ağabeyi", bu yüzyılın "ciddi adamı" Muzaffer İlhan Erdost geliyor. Ya buradan öyle görünüyor ya da gerçekten iki heykel sanlıyor, şöylemesine böylemesine derken iki dağ kavuşuyor bir- birine. iki masal kanşıyor orta yerinden. İnsan. 'Yılları nasıl üst üste koymalı ki bir anıt olsun yaşam' diye düşünüyor. "Onur, töre, sevda, oevrim, erkek, deniz, ırmak, destan. rakı, efe" gibi sözcükler geliyor insanın akl/na. Birde "kertenkele". bu da suf Can Yücel'in yaramazlığı. Erdost 36 yıl önce yaşanmış bir "karakedi fadasının" hesabını veriyor hemencecik. Bir şiire yanlışlıkla konulmuş kara- kedi sözcüğü yüzünden Can Yücel'in nasıl kendisini. bu "yüzyılın en ciddi adamını" kerıara çekip. "Bak. şiir ciddi iştir" dcdiğini an- latıyor. Ve sonra sabaha kadar Pazar Postası'nın dizgisınde nasıl yanlışı düzelttiğini anlatıyor. Can Yücel'in sesi, mikrofonun azizü- âinden sızıyor: " "Serseri!" Hemen ardından Can Yücel'in çıkışı: "fbrahim Tarltses'in bir programı var. fbo, "Osuriim miT diye so- nıyor. millet gülüyor. "Bu milletı iyi güldürüyorlar' diye düşünüyo- rum. Ben de o sırada 'Bir Siyasinin Şiirleri'ni okuyorum. Ben de gü- lüy onını. Ben niye gülüy orum? Can, ne resmi ne de özel osurman. Ben gülüy orum çünkü, bu adam deli. Ama düşünsenize şunun şurast- nda kaç deli kaldı ki. Biri Fidel, biri Can Vûcel." Burada kahkaha elbette. Erdost'un sözü bıtmedi oysa: "Niye diye sorarsanız. tkisi de sakallı." Kahkaha bu kez aile boyu. Birind yan bitiyor sahneden çıkması gerekiyor konuşmaalann. Can baba biraz direniyor. Kabul edince, ağır adımlarla sahneden çıkıyor. C'kffak'3 biter mi? Geri dönüp şarap şişelerini iyi bir kontrolden geçiriyor. Tolga Çandar türküleriyle geliyor. Sonra Yeni Türkü. Yeni Türküyü Can Yücel'in bölmeleri: "Yeter artık, ben şiir okuyacağım." Böyle böyle Can baba. Şöyle şöyle ağınndan güzel olmak. meh- tabı uyandırmadan. Marlon nasıl "canı yanmış gibi değil, canı yana yana" koştuysa son sahnede sevgilinin peşinden, Can Yücel de öyle koşuyor ol- malı, yaşam dediğimiz "o koşmaktaki devin" ardından. Yaşamı. hiçbir zaman temize çekilmeyecek olan bir çahşkan öğrenci Can Yücel, kenarçizgisi hiç çekilmeyecek birsabıkalı. Can Yücel, bir Marlon yalanı, sicili dolu bir kedi yavrusu. Paris'te Son bir Tango Can Yücel. sonra bir daha. bir daha. bir daha... Korkupda arkana bakmadan ama! 6. ULUSLARARASI İSTANBUL TÎYATRO FESTIVALrNDE BUGÜN 21.15 Taksim Sahnesi Antigone- Bakırköy Şehir Tiyatrosu 18.30 Karaca Tiyatrosu Oğuz Han- Aşkabat Devlet Can Tiyatrosu, Türkmenistan 6. ULUSLARARASI İSTANBUL TÎYATRO FESTÎVALİ'NDE YARIN 21.15 Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi İstanbul'un Gözleri Mahmur- İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrolan 18.30-21.15 Ses Tiyatrosu Ay, Carmela- Ankara Sanat Tiyatrosu 18.30 Karaca Tiyatrosu Oğuz Han- Aşkabat Devlet Can Tiyatrosu, Türkmenistan 10.GENÇLİK GÜNLERİNDE BUGÜN Yer: Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi [ 12.00 Kısa MetrajU Film: Ejderin Dönüşü, Değer mi?, Kuzguncuk, Yeni Dünya 13.00 Tartışma: İlişki Konuşmacı: Dr.Murat Dokur 15.00 Tartışma: Karikatüre Ne Oldu? Konuşmacılar: Ali Ulvi,TanOral. Metin Üstündağ, Ramize Erer 17.00 Dinleti: Kağıt Tekne Tayfalan Tiyatro: Kafkas Tebeşir Dairesi-İstanbul Tıp Fakültesi Tiyatro Topluluğu Sergi: Heykel, fotoğraf, hat. tezhip, minyatür, takı, resim, porselen Yer: Kadıköy Haldun Taner Sahnesi 15.00 Tartışma: Gençlik ve Madde Kullanırru Konuşmacı: Doç.Dr.Mansur Beyazyürek 19.00 Tiyatro: Jübile-Galatasaray Lisesi '. Sergi: Mekan Düzenlemesi-Genco Gülan Fotoğraf-Ahmet Yirmibeş
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear