23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
1MAYIS1994PAZAR CUMHURİYET 2 SAYFA KULTUR 13. ULUSLARARASI tSTANBUL FİLM FESTİVALİ'NİN ARDINDAN T)aha geniş kitielere seslenmek istiyorum' MEHMETBASLTÇU 13. Uluslararası İstanbul Film Fes- tivali'nin jürisinde görev alan yönetmen Tevfik Başer, Türk sineması içinde çok farklı bir yere sahip. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor: Yaptığı üç fılmle ("40 Metrekare Almanya" 1985; "Yanlış Cennete Elveda" 1988 ve "Elve- da Yabancı" 1991) dünyanın en önemli festivallerine çağnlan ve ödüllendirilen Tevfik Başer, Cannes Festivali'nin yan- şmalı bölümüne katılma onuruna, Yıbnaz Güney'den sonra ilk kez ulaşan Türk yönetmen oluyordu. Kendisiyle, festivaİ bitiminde bir soyleşi yaparak, Tûrk sinemasının bugünkü durumun- dan. fîlmlerinin Türk basınında gördüğü tepkılere dek değişik konulara değindik. Bu koşullardafilmyapmak zor - İsfanbul'da izleyebüdiğin filmlerde Türk sinemasını nasıl buldun? Şunu belirtmelıyım kı, bu koşullarda Türkiye'de film yapmak çok zor bir iş. Türk vönetmenleri film yapmayı göze alabildikleri için kutlamak gerekir. Ben Yeşilçam'ı ya da Yeşilçam'dan arta ka- lan düzeni tanımıyorum. Bu nedenle, ge- lip burada film çekmek beni korkutu- yor. Bugüne dek ne bir Türk yapımcım oldu. ne de sinemamızın bir ustasıyla çalıştım... Almanya'daki sinema dün- yasırun koşuüannda film yapmayı öğ- rendim ben. Orada altyapı sağJamdır ve aslında, gerçi benim ilk filmim çok az bir parayla gerçekleştirildi ama, Almanya'- da iyi bütçelerle çalışmak mümkündür. Bir de şunu düşünüyorum: Bu insan- lann, yaşayabilmek için yılda üç filrr çekmelen laam ve burada, bu zorluk- lann ıçınde, bu karmakanşıklığın ortası- nda bunu başanyorlar... Ben şaşırdım; bir yerde onlan takdirle karşılamak gerekiyor. Biz, tabii atıp tutuyoruz ama, seyircı adına, iyi bir şeyler görebilmek için atıp tutuyoruz. Aslında Türkiye'de anlatılacak çok olay var. Sonra. mekan sorunu yok. Aimanya'ya oranla istediği- niz yerde çekmek kolay: orada ya stüd- yolara ya da kapalı mekanlara sıkışıp kalıyoruz. Dış çekimler güç gerçekleşti- riliyor. Hava koşullan genellikle elveriş- siz... Ben üç senede bir film yapıyorum, Türkiye'de insanlar üç senede altı film yapıyorlar!.. Türkiye'defilmyapmak isterim - Bundan sonraki çahşmalarm için Tür- kiye'ye yönelik ne gibi tasanlann, ne gibi beklenrilerin var? Ben sinema yapmak istiyorum. Bana bu imkan Amerika'da verilsin, Ameri- ka'da yapanm; Almanya'da verilsin, Al- manya"da yapanm; Türkiye'de verilsin, Türkiye'de yapanm. Anlattjacak olayın evrenselliği çok önemli aynca. başka bir önemli öğe insan öğesidir; bu insanlann arasındaki hikaye de evrenselse ister Türkiye'de. ister İngiltere'de, ister Ame- rika'da anlat. hiçbir şey değişmez; yeter ki teknik düzey aynı olsun. Orneğin sesli çekim yapılabilsin, laboratuvar çalışma- lan doyurucu olabilsin. Bir de çalışa- cağım oyunculann seslı çalışmaya ne ka- dar alışkın olduklan var. Metnini çok iyi ezberlemesi lazım. Oyununu oynadıgı zaman, metni sanki o an aklına gelmiş gibi söyleyebilmesi çok önemli. Şimdi ben gelip burada çaiışırken bu tür zor- luklarla karşılaşırsam, örneğin dublaj \apmam gerekirse rahat çalışamam. Bunlar beni korkuttu. Orada nasıl çalışı- yorsam burada da öyle çalışabilmem laam. Benim ekibe değil ekibin bana uy- ması gerekiyor. Ikincisi, ben Türkiye'de film yapmak isterim. Çünkü buranın in- sanıni çok iyi tanıjorum. Burası benim memleketim ve az parayla da iyi işler çı- kacağına inanıyorum. Ben bunu film yapmaya başladığımdan bu yana, sekiz senedır söylüyorum, ancak şimdiye dek hiçbir teklif gelmedi Türkiye'den. - Bildiğim kadany la, sen de Türkiye'ye bir projeyle gelip böyle bir girişimde bu- lunmadın. Evet, Almanya'da yaşadığım için, önce oradaki projeleri yaptım. Ama artık Türk Alman ilişkilerini işlemek is- • Bugün, sanatla ticareti birbirinden ayırmamak lazım diye düşünüyorum. Ancak herkes diledigi gibifîlmyapmakta özgürdür. Sinemanın birçok dalı, değişik türleri var. Ama ben az seyirciye film yapmaktan bıktım artık. Gerçekten insanlar sinemaya gitsinler fîlmlerimi görsünler istiyorum. O seyirci kitlesini görmek, duymak istiyorum... Ben var olmak için film yapıyorum. temiyorum. Başka türierde başka hi- kayeler anlatmak; daha geniş kitielere seslenmek istiyorum. Bu da çeşitli zor- luklar getiriyor. Almanya'da eteruie ıki proje bulunuyor. Aynca, Amerika'da çekmek istediğim bir senaryo daha var. Bunlar büyük projeler: çok zaman iste- yen çalışmalar. Ancak, bu arada. Türki- ye'de de film yapmak istiyorum. Elimde birkaç proje var. Aynca, festıval sırası- nda bazı Türk yapımcılarla da ilişki kur- dum. Ancak, olayı yine benim \arat- mam, benim üretmem gerekiyor. An- cak, ben her şeyı kendim yapmaktan bıktım. Almanya'da kendim yaayor, kendim çekiyorum... Artık kendim yaap kendim çekmek istemiyorum. Ya bir başkası yazsın ben çekeyim; ya da be- nim senaryomu başkası çeksin! Çünkü ben artık "Auteur" dediğımiz türden bir sinemacı olmak istemiyorum. Bu hem yorucu oluyor hem de çok zaman alıyor. Aslında. yaptığın senaryo çalışmalan sı- rasında, bir anlamda filmi görerek yaa- yorsun; sonra. çekim aşamasına geündi- ğinde. yeni bir yaratıcılık katamıyorsun artık o senaryoya.. Ama şimdi bana, başka bir yazann yazdığı özgün bir se- naryo gelse; onun 'hayal dünyasına ben kendi hayal dünyamı, kendi görsel dün- yamı ekleyebilsem; sanıyonım. böyle bir işbirliğiyle daha büyük zenginliklerçıka- caktırortaya... Bana şimdiye dek çok az sayıda senar- yo gönderdiler ve gönderilenler arasında bir tek iyi senaryo yoktu. Böyle olunca, insan mecbur oluyor film yapmak için senaryo yazmaya ve senaryo dalında kendini geliştirmeye. Sonuç olarak çok zaman gerekiyor ve ancak iki üç yılda bir film yapılabiliyor. Bu arada, senaryo yazım aşamasındaki heyecan da yitip gi- diyor, soğuyor. Ben yönetmensem film çekmem lazım; senaryo yazanysam se- naryo yazmam lazım; ikisini biflikte gö- türmek çok zaman alıyor. Son on yıl içinde sekiz senaryo yazdım ama, ancak üç film çekebildim. Ben her sene bir film yapabilmeyi diliyorum. Örneğin jüride beraber çalıştığımız Meksikalı yönet- men Arturo Ripstein'in yirmi tane filmi var; Türk sinemasında Aöf Yılmaz çok daha fazla film çekiyor, ben böyle insan- lara gıpta ediyorum. - Türk basuıının, filmlcrin konustın- daki tepkileri çok değişik oMu. Nasıl karşıladın bu tepkileri, olumlu olumsuz eleştirileri? Gazetelerin, eleştiri yazılannın etkileri konusunda, babamla. ailemle ilişkili bir ECETEMELKURAN ANKARA- Sevmek. anla- maktır. Kenti anladıkça seversin- iz. Sokaklannın taşlan arasında gizli küçük destanlan bildikçe anlamlanır yollan adımlamak. adımladığınız sokağın sonunda durup şöyle baştan aşağıya bir bakmak. Yazarlar Sokağı'run bahan, eski Başbakanlık bi- nasının önünden geçen ve adı bi- linmeyen sokağın karlı geceleri. eski mebus lokantası Çiçek'in. siyasetin bulvan Bulvar Palas'ın küçük öyküleri, ancak böyle sı- zar yaşamın içine. Ve sonrasında, çok az kişinin dediği gibi "Anka- rajıyım" dıyebilirsiniz. Kenti bil- mek de tarihini bilmek. kentin ceplerinde taşıdığı öyküleri bil- mekle başlar ancak. TMMOB'un (Türkiye Mimar ve Mühendis Odalan Bırlıği) dü- zenledıği "Bir Başkentin Oluşu- mu 1923-1950" başkklı kolog- yum (söyleşiler dizisi) yabancı ve Türk bilim adamlannın katılımıyla gerçekleştirildi. An- kara'nın ilk planlamasından baş- layarak kendi kendini üretebilec- ek duruma gelene dek geçen süre- ci ele alınan Kolokyumda ideo- loıik bir gösterge olarak Ankara tartışılırken şehircilik ve mi- marhk açısından kentin görün- ümü konu edildi. Ankara'nm ilk planlamasında. Alman mimar ve şehir plancılannın etkinliğinin yüksek olmasından dolayı ya- bana bilim adamlannın çoğun- luğunu Almanya'dan gelenler oluştururken bu bilim adam- lannın Ankara'nın dünü ve bu- günü hakkmdaki izlenimlerine de yer venldi. Ankara'nın başkent oluşunun 70. yıldönümü etkin- likieri çerçevesinde düzenlenen kdokyumda, Ankara'nın bun- Bir başkentnasıloluşurl dan sonra taşıyacağı işlevler üzerinde de duruldu. Kolokyuma kaulan Ankara Anakent Belediyesi Imar Dairesi eski Baş- kanı Raci Bademli. Ankara'yı anlatırken kentin bir başkent olarak taşıdığı işlevin ötesinde yeni gelişmelerle başka işlevler taşıyacağinı ve bu yeni işlevlerin baş- kent olmanın ge- tirdiği etkileri de geride bırakacağını savunuyor. "Yeni Ankara Projeleri'' adı altında topla- nan tasanlara deği- nen Bademli, "Bu projeler sadece Ankara'nın değil. Türkiye'nin projel- eridir" diyor. An- kara'yı daha çok bir dünya şehri ola- rak düşündüğünü belirten Bademli, "Eski Ankara" projeleri adı altı- nda anılan ve An- bire bir nasıl yansıdığı üzerinde duruyor. marlığa ilişkin politikasının git gide bel- Cumhuriyetin ilanıyla 2. Meşrutiyet Dö- nemi'nde ortaya çıkmış 1. Ulusal Mi- marlık Dönemi'nin etkisi olduğunu açı- klayan Tekeli. 1926'da başlayan 2. ideo- lojik dönüm noktasını. yabancı ülkeler- kara'nın kültür, tarih değerlerinin korunmasını amaçlayan projele- rin de en az altyapı ö n S ^ d u S m Y > B i r B a S k e n t i n Oluşumu: 1923-1950' başlıklı kolokyum, Türk ve yabancı bi- "™* bu projelerin l i m adamJannın katjJımıyla gerçekleştirildi. (Bûyük Millet Meclisi, 1936) irsizleştiğini savunan Tekeli, liberal siste- me geçişle, devlelin yapılaşma üzerindeki etkinliğini yitirdiğini vurguluyor. Tekeli son olarak siyasal ideolojilerin kötü ör- neklerden ders alması gerektiğini söylü- yor. Daha çok cumhuriye- tin ilk yıllannda, Türki- ye'ye sığınmacı olarak gelen ve Türk mimarisi üzerinde oldukça etkili olan Alman mimarisi ve dönemin Alman-Türk ilişkileri üzerinde duran Alman bilim adamlan, Ankara'yı bir araştırma nesnesi olarak görerek başkentin şu andaki ko- numuyla ilk günlerdeki halini karşılaştınyorlar. Ankara, cumhuriyetin ilk yıllannda bir başkent olarak planlandı. Hey- kelleri, mebus lokan- talan ve lojmanlanyla devletin yeni ideolojisini ve zaferlerini yanısıtıyor- du. Fakat başkent. 30 yıl içinde gelmesi gereken gelişme noktasına çok kısa bir sürede ulaştı. Hatta, gerçekleşmesiyle ulusal kültüre önemli bir katkı yapıla- den modemist mimarlar getirtip onlann cağını dile getiriyor. yapılanna ağirlık verilmesiyle açıklıyor. Daha çok Ankara'nın idelojik bir gös- terge olmasından yola çıkan Prof. Dr. tlhan Tekeli, ideolojik dönüm nokta- lannın kent mimarisi üzerindeki etkilerini, bu değişimlerin, yapılann göriinümüne Tekeii, 3. dönüm noktası olarak CHP ik- tidannı alıyor ve bu dönemde yapılann yabana değil, Türk mimarlannca yapı- İmasına önem verildiğini vurguluyor. De- mokrat Parti döneminde, devletin mi- kentsel bir bunalım ya- şadı, yaşıyor. Ankara bugün, bir tüketim kenti olması ve emek üretim an bölgesinin çok dar olması nede- niyle kentsel sorunlarla sık sık karşılaşı- yor. Ankara'nın, öykülerini yitirmeden, bu sorunlan çözmesi için tarihini yeniden gözden gecirmesi ve mimarlık yönseme- siyle hesaplaşması gerekiyor. anımı da anlatmak isterim. Aslında ben çok şanslı sayılınm. Bağlan kuvvetli bir aileden geliyorum. Bunda, babam kadar annemin de çok büyük katkısı vardır. Babama karşı çok büyük saygı duyanm, çünkü babam da bütün insanlara karşı saygılıdır. Kendisini açığa vurmayan bir insandır. Bir gün, ben Londra'da beş yıl kaldıktan sonra haber vermeden döndü- ğümde, işyerinde beni karşısında buldu- ğu zaman -o zaman noterlik yapıyordu- duygulandığinı göstermemek için he- men kara gözlüklerini takmışü... Hiç unutmam, babam ilk filmim "40 Metre- kare Aimanya" Avrupa'da gösterime çıktığı sıralarda hastanedeyatıyor.. hem sanlık olmuş hem de Ameliyata almması gerekiyor ve bu durumda ameliyat ol- ması cok tehlikeli... Yani babam çok kötü bir durumdayken bazı Türk gaze- teleri "40 Metrekare Aimanya" için, "Türkiye'nin yüz karaa", "Atatürk'ûn kurduğu Türk Cumhoriyeri'ni tanımayan insanlann Almanlara yaranmak için yaptığı filmlere bakın!", "Türk kadınun Arap kadını gibi gösteren rezil herifîn fil- mi" gibi başlıklar atınca, "Ev'vah, babam bunlan okuyunca çok üzülecek; öjle de bir zaman ki her şe> üst üsie gekcek duru- mu daha da körüieşecek" diye düşün- düm. Ne mutlu ki, ailem bütün bu gazeteleri bir kenara atarak babamın eline filmim- le ilgili tek olumlu yazının çıktığı Cumhu- riyet gazetesini vermiş. Babam öyle se- vinmiş ki, hastalığın üstesinden gelerek kısa zamanda iyileşmiş. Oğlunun ba- şansı, onu çok mutlu ederek tekrar yaşa- ma döndürmüş... Ilginçtir ki, o güne ka- dar eve genellikle tutucu gazete ve der- giler girerdi. Babam Cumhuriyet oku- mazdı. O günden sonra. Cumhuriyet ga- zetesi hakkındaki önyargılannı unuta- rak Cumhuriyet okumaya ve olaylara başka gözlc. daha değişik açılardan bak- maya, karşılaştırmaîar yapmaya baş- ladı... Daha sonra filmi de gördü. Ba- bam Anadolu'nun bir köyünden gelen, sonradan kendi kendini yetiştirmiş, jstanbul'a gelerek hukuk okumuş bir in- san, "Oğlum, bizim halkın gerçek >a- şanudır bu; filmini neden böyle görüyor, yanlış değeriendiriyorlar" diyerek sinir- lenmişti. Olumlu eleştiriler ise onu haki- katen mutlu kılmıştı... Çok yakından iz- leryaptıklanmı. Senap'olanmı ona gön- deririm, okur; fikrini alınm. Bana ro- manlar gönderir, önerilergetirir... Öme- ğin, ikind fılmimdeki mahkeme sahneleri için babamın mesleki deneyiminden çok yararlandım. Yapnncılann coğrafyası değişti - Sinemanın. özellikle A>nıpa sine- masının içinde bulunduğu ciddi bunaJımı ele alırsak. bu dunımdan kurtulmak için sence neler yapmak gerekiyor? Şimdi bir gubvansiyon, yani d^vlet yardımı söz konusu. Türkiye'de daha yeni başladı ama, Avrupa bunu on beş- yirmi yıldan bu yana yapıyor. Daha geri- lere dönüp Avrupa sinemasına baktığımızda, bir yapımcı geleneği ol- duğunu görüyoruz. Büyük yapımcılar vardı. Filmleri izleyen büyük kitleler vardı. Yapımalann para kazanmalan gerekiyordu ve bu insanlar rizikoya gi- riyorlardı. Şimdi durum çok farklı. Za- manla iş devlet eline kaldı ve herkes ko- laya kaçmaya başladı. Devlet parasıyla film çekmeye başlanınca, yapımalar dışında, başka kişiler ve başka kurumlar da karar vermeye başladılar... Bugün Amerika'da bir star sistemi süregeüyor ama Avrupa'da yok! O zamanın filmleri belki ticari amaçla yapılmış filmlerdi ama, bunun yanında çok da iyi isimler çıktı. Ancak bugün yapımalann coğraf- yası değişti. Film yapmanın biçimi değiş- ti. Örneğin. senaryo yaamına Alman- ya'da bile çok az para veriliyor. Ve se- naryo iyi olmasa da fılme başlanıyor. Amerika'da ise durum değişik: önce fi- kir satın alıyorlar, sonra bu fikir değişik kişilerin çalışmasıyia kademe kademe senaryoya çevriliyor ve bir yönetmen bunu çekiyor. Yaşar Kemal uyariaması - Bir de "sinema her şeyden önce bir sanattır" diyen, "yaratıcı sineması" diye adlandırdığımız rüre önem verenler var... Onlar, bir yönetmen filmini senaryosun- dan montajına dek kendisi yapmalidır, en azından denerim alrında rurmamalıdır, hiç taviz >errnemelidir derier. Bu göriişe katılıyor musun? Bugün. sanatla ticareti birbirinden ayırmamak lazım diye düşünüyorum. Ancak herkes diledigi gibi film yapmak- ta özgürdür. Sinemanın birçok dalı, de- ğişik türleri var. Ama ben az seyirciye film yapmaktan bıktım artık. Gerçekten insanlar sinemaya gitsinler filmlerimi görsünler istiyorum. O seyirci kitlesini görmek. duymak istiyorum... Ben var olmak için film yapıyorum. Yok. eğer arkadaşlanm için film yapacaksam bu çok pahalı bir olay. O zaman alınm bir video. ben tek başıma her şeyi kendim yapıp. üç yüz, bcş yüz ya da bin arka- daşıma rahatlıkla ulaşabilirim... - Elindeki projeler arasında öncetikle gerçekleşrirmek istediklerin hangileri? Ben "Çığük" adlı bir hikaye yazdım. Aslında politik bir metafor olayı. Çeke- bilmek için para bulmaya uğraşacağım. 1990 yılından bu yana bekleyen bir se- naryo bu. Daha sonra yeniden ele alarak tiyatro yapmayı bile düşündüm... Aslı- nda çok iyi bir film olacağına inanıyo- rum. Çok kuvvetli görsel öğeler var. Sonra. Yaşar Kemal yapmak istiyorum. Çünkü, Yaşar Kemal"in bugüne kadar sinemaya iyi uyarlandığını sanmıyorum. Şu anda bir Yaşar Kemal uyarlamasını çok iyi başarabileceğime inanıyorum. Aynca, Amerika'da çekmeyi tasar- ladığım bir fılmin senaryosu çeviri aşa- masına geldi. Ya o senaryonun Ameri- kalı bir yönetmen tarafindan çekilmesi ya da "bağmsız sinema" (ındependent cinema) diye adlandınlan yapım ko- şullannda benim çekmem düşünülebilir. Hollywood sistemi içine girmek iste- miyorum. İnsanı orada çiğ çiğ yerler. Ancak, Spike Lee'nin ya da Jim Jar- mush'un ilk filmlerinde olduğu gibi, "bağımsız sinema" koşullarında daha rahat çalışabileceğimi sanfyorum. PENALH MEMET BAYDUR Onlem Alma Yetisi Jules Verne'in babası, oğlunun avukat olmasmı isti- yordu. Büyük ressam Matisse'in babası da oğlu için aynı mesleği seçmiş. Matisse hukuk öğrenimi görecek, sonra babasının tahıl işinin başına geçecek. Babasının sözünü dinlemiş Matisse, Paris'te hukuk öğrenimini ta- mamlayıp St. ûuentin'e geri dönmüş. Bir hukuk büro- sunda işi hazır, çalışmaya başlamış. Hukuktan sıkılıyor, ama başka bir konuya ya da mesleğe ilgi duymuyor doğrusu. Sanata da hiç hevesli değil. Paris'te geçen öğ- rencilik yıllarında müzelerin. resim galerilerinin yanına bile yaklaşmamış. Derken yirmi yaşında Matisse'in bütün hayatını de- ğiştiren bir şey oluyor. Matisse'in hayatını ve sanat tari- hinin yönünü değiştiren bir şey: Birapandisitkrizi! Genç avukat yatağa çivilenmiş yatarken, bir komşusunun önerisi üstüne annesinin getirdiği boyalarla. ünlü res- samların tablolarının kopyalarını yapmaya başlıyor. Bir dönüm noktası. Kasabalı bir avukat apandisitkrizi geçir- diği için yatağa düşünce, can sıkıntısını hafifletmek için yattığı yerde kopya resimler yapmaya başlıyor. Hemen bir tutkuya dönüşmüş resim yapmak. Acelem vardı di- yor Matisse, bütün yaşamım boyunca duyduğum, bana sürekli söylenmiş bir şeydi bu' Acele et, çabuk ol! Ben de korkuyu filan bir tarafa bırakıp balıklama daldım bo- yaların içine. Beni kim itmişti ya da "ne" itmişti bu işin içine, bilmiyorum. Bugün de bilmiyorum beni resim yap- maya zorlayan nedenleri. Hiçbir zaman bilemeyece- ğim. İyileşir iyileşmez değil, iki yıl sonra Paris'e dönüyor Matisse. İşi gücü bırakıp ressam olmaya kararlıdır artık. Resimi öğrenmek, resim çalışmak için Paris'tedir. Dört yıl sürüyor bu araştırma süreci. 1896yılında herşey yerli yerine oturuyor, kanatlannı açıyor ve uçmaya başlıyor: Yalnızca Matisse'in yapabileceği, inanılmaz güzellikte birçok resim yapıyor. Paris'te avant-garde'ın baştacıdır o yıllarda Matisse. öyledir ama 1904 yılında açtığı ser- giyle kimseler ilgilenmemiştir. Ne resim eleştirmenleri ne de resim alıcıları durup bakmışlardır bu muhteşem sanat şölenine. Matisse'in tablolarının sanatsal ve te- cimsel anlamda önem ve değer kazanması için, o da Pi- casso gibi 1920'li yılları beklemek zorundadır. Modern sanatın egemen olduğu, Birinci Dünya Savaşı sonrası yılları... Matisse, ünlü bale ustası Diaghilev için baledekorları, kostümleri yapıyor. James Joyce'un başeseri, ünlü romanı Ulysses için çizimler yapıyor. Kitaplar resimli- yor. Elişi kağıtlarını kesip yapıştırarak inanılmaz güzel- likte işler üretiyor. Ünlü Jazz kitabı örneğin. Matisse hiç durmadan, ölene dekçalışıyor. "resim"yapıyor. Ardında bıraktığı iş, yüzyılımızın en değerli, en insan- ca, en vazgeçilmez dosyalarmdan biri. Beni bu yazının sınırları içinde ilgilendiren boyutu ise şu kadarcık: Hiç kimse yönlendirmemiş Matisse'i yaptığı işe doğru. O apandisit krizi olmasa kasaba avu- katlığına devam edecek. Komşusu, Matisse'in annesine 'oğlunun canı sıkılmasın yattığı yerde, boya filan götüre- lim de resim yaparak oyalanır hiç değilse' demese, dün- yanın en önemli müzeleri, yüzlerce şaheserden yoksun kalacak. Jules Verne on iki yaşında evden kaçıp Batı Hint Adaları'na doğru yola çıkan gemiye kapagı attığı zaman babası tarafindan yakalanıp geri getirilmeseydi ne olurdu? Dünya iki kasaba avukatı daha kazanmış olurdu. Ya da bir tayfa, bir de avukat. Condrad'ı, Jack London'ı yazarlığa iten neydi? Benim çok sevdiğim bir yazar olan Zeyyat Selimoğlu neden yazar olmaya karar vermiştir? Ya Orhan Veli, Sait Faik?.. Bu insanlann hiç- birine, birilerinin "yahu haydi bir şeyler yaz, biz de oku- yalım "dediklerini sanmıyorum başlangıçta Oysayüre- ğimi titretiyor yazdıkları. Matisse'in bir resmine bakar gibi oluyorum yazdıklarını okurken. Hayranlıkla, şaşkın bir çocuk gibi gülümsemeye başlıyorum bu işlerin karşısında. Sanırım bu noktada bir felsefe kavramının yakınına geldik: Güdü. Sözlükler güdü'yü, kaynağı duygulanma değil, akıl olan neden diye tanımlıyor. Bu tanımı seviyo- rum doğrusu. Kaynağı duygulanma değil, akıl olan her şeyi sevdiğim gibi. Aynı sözlükler akıl'ı ise şöyle tanımlı- yor: İnsanın düşünme, anlama, önlem alma yetisi. Us. Bellek. Bu tanıma göre insan düşünüp anlıyorsa, önlem alıyorsa, usunu kullanıyorsa ve anımsıyorsa akıl sahibi- dir. Akıl kavramının tanımında "önlem alma" yetisinden söz edilmesi düşündürdü beni. Matisse ressam olmaya karar verdiğinde akılcı bir karar alıyordu, bana ve sanat tarihçilerine göre. Sözlüğe göreyse. aynı zamanda ön- lem alan bir karardı Matisse'in ressamlıkta karar kılması. Peki, ama Matisse neye karşı önlem alıyordu sizce? Akıllı bir insanın avukatlıktan genç yaşta vazgeçip res- samlıkta karar kılması; neyi düşündüğünü, neyi an- ladığını ve neye karşı önlem aldığını gösterir? Bütün hayatını refah içinde yaşama olanaklarına sa- hip olan insanlann, kendilerine sunulmuş bu hayata karşı "önlem alıp" emeği, hapishaneyi, sürgünü. şiiri, sanatı, yaratmayı seçmeleri hangi akılla açıklanır? Akıl kavramını açıklarken kullandığımız "onlem alma yetisi" sıradanlığa, konformizme, yan gelip yatmaya, umursa- mazlığa, pişkinliğe. bönlüğe karşı önlem almayetisidir. İnsanı, insani olmayandan ayıran da bundan ibarettir aslında. • Genco Erkal'ın otuz yıl içinde üçüncü kez oynadıgı Bir Delinin Hatıra Defterini gördünüz mü? Mutlaka görülme- si gereken bir tiyatro şöleni bu. Tümüyle olağanüstü bir iş karşısında, hayranlıkla seyrettim Genco'yu. Duygu Sağıroğlu'nun usta işi sahne düzenlemesi, özgün ve abartılmamış bir güzel müziğin eşliğinde, inanılmaz yo- ğunlukta bir Gogol sunuyor Genco Erkal. Ankara turne- si, bence oyunun bir başka boyutunu da ortaya çıkardı. Bir memur kenti olan Ânkara'da küçük bir memurun adım adım deliliğe yol almasını seyrettim ben. Tiyatro- yu, gerçek tiyatroyu tiyatro yapan bütün güzelliklerin yo- ğun biçimde seyirciye sunulduğu bu usta oyunculuk gösterisini kaçırmamalı. Bir başka keyifli iş de, eski Cumhuriyet yazarından geldi. Mlne G. Saulnier'nin ikinci basımını yapan ro- manı Sinek Sarayı. Hayatın kıyısında gibi duran, ama büyük kentlerin yüreğinin tam ortasında yer alan insan- ları büyük bir keyif, buruk bir mizah duygusuyla anlatan çok ilginç bir kitap Sinek Sarayı. Durmadan, her düzlem- de korkunç köprülerden geçtiğimiz bu günlerde Genco Erkal'ın oyunu, Ömer Uluc'un resim sergisi. Mine Saul- nier'nin kitabıyla renkleniyor hayat. Umutsuz yaşanmı- yor. Kiraz'ın 4. sayısı çıktı Kültür Servisi - İ ki aylık kültür ve sanat dergisi Kiraz'ın 4. sayısı çıktı. Derginin bu savısında Şevket Yücel, Güngör Gençay, Hasan Tahsin Yılmaz, Ramazan Tekinel, Muhsin Şener, Hasan Akarsu, Süreyya Eryaşar, İhsan Yücel. Sadiye Akay, Hüseyin Duygu'nun yazılan yer alıyor. Kiraz'da şiirleri ile yer alan ozanlar ise; Güngör Gençay. Hasan Tahsin Yılmaz, Ramazan Tekinel, Şevket Yücel. Sıddık Elbistanlı, Öksel Demir, Efe Güzelgöz, Necdet Tezcan, Alaaddin Soykan, Dilaver Atılgan, İdris Atmaca. Ali İhsan Tenemiz, Necdet Yaşar, Yücel Coşkun, Bülent Güldal, Şule Çakır. Dergide aynca Erdoğan Bol'un bir öyküsü var.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear