25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
28 NİS AN 1994 PERŞEMBE CUMHURIYET2 KULTUR Kronos dörttiisündenyenhun YÜzgcorlm EVtN ÎLYASOĞLU Cemal Reşid Rey Salonu'nun bu mevsim son et- kinliklerinden biri olan Kronos Dörtlüsü, İstanbuF- da yeni bir rüzgâr estirdi. Klasikleşmış kalıplann ötesinde, bugünün rnüziğini sundu. Minimal müzik ağıriıklı program, yalnız calgılann sesi değil, amplifikatörle büyütülmüş sesleri; ışık ve renk efektlenni de kapsıyordu. Birden çok ortamı bir araya getirmekle. renklerle seslerin. ışıkla karanlı- ğın bırleşiminde mûziğe yeni bir bakış oluşuyor. Çaldıklan parçalarda dramatik etkinlik de yer alı- yordu. Ömeğin çellonun üstündeki solistik ışıkla diğer üyelerin teker teker sahneyi terk edıp, sahne arkasından mûziğe kaülmalan gibi. Bazı yapıtlar- da ses kadar sessizlik öğesi de gözetilmiş. Bazılan- nda çalgılann geleneksel çalınma şekli, ahşageldi- ğimiz tınısı yerine, tûm çalgı bedeninden çıkan ses, mûziğe kaülmış. Aynca her çalgının geleneksel yapısında yeni tırular araştırılmış. Yepyeni bir ses rengiyle yepyeni bir soluktu Kronos kuvartetinin dinletisi. Bu topluluğun önemli özelliklerinden biri. her bir üyenin kendı çalgısında büyük ustalığa sahip olması; bir diğeri de günümüzde müziğin nabzını yakalamış olmalan. Günümüzde müziğin nabzı deyince, klasik ar- moni yapısının dağılıp yeni bir deyişle toplandığı: Uzakdoğu'dan, Afrika'dan esin kaynaklannın arandığı; yeni ritm ve mod (veya makam) kalı- plannın bulunduğu ; caz, etnik müzikler, elektro- nik gereçlerin zengjnliği ile süslendiği; yeni bir me- lodi anlayışının boyverdiği bir ortam. Kronos Dörtlüsü'nün sunduğu ilk yapıt Jolın Zorn'un (1953-) Dokuz Tırnaklı Kedi adlı 1988'de yazdığı ve grubun son compact disc'ine aldığı bir çalışmaydı. Yine çağdaş yöntemlerden kolaj öğesi gözetilmiş, yer yer Stravinsky, Lutosloawski, Brahms gibı bes- tecilerden motiflerle ve mistik pasajlarla süslüydü. Sonra üç minimal yapıtı art arda dizmeleri, hâlâ minimal mûzik üstüne yapılan nıce tartışmayı anı- msattı. Minimal müziğin beşiği Amerika'dır. Çağın başından beri Avrupa'da egemen olan yeni müzi- ğin karmaşıklığına karşı bir tepki olarak doğmuş- tur. Temel ilkesi sürekli yınelenen mûzik tümcesi ya da kısa motifler içinde tonalite ve ritmin belli belırsız, ağır ağır değişime gınnesinı öngörür. 1970'Ii yvllarla Batılı besteciler esin kaynaklannı Batı'run dışındaki ülkelerde aramaya başlarlar. Uzakdoğu, Japonya, Bali, Endonezya, Hindistan ve Afrika müzıklenne büyük bir ılgı duyulur. Bu toplumlann özgün müzığı. çalgılan. ntmleri \e bi- neleme özellığini deneysel bir basamak olarak kul- lanıp, bu yoldan yine fonksiyonel aımoniyi ve gele- neksel tonalite yapısını canlandırmaya koyulmuş- lardır. Böylece Glass'ın Akhmaten Operası (1984), Reich'ın Çöl müziği (1983) ve Adams'ın Nixon Çin'de (1987) adlı operalan son yıllarda geniş din- leyici kitlesinin ilgisini uyandırmıştır. Minimal mü- zık. caz ve pop türlerine de bir köprü oluşturmuş, Kronos Dörtlüsü, klasikleşmiş kalıplann ötesinde, bugünün müziğini sundu CRR Salonu'nda. çımleriyle Batı müziğine yeni sesler getirir. Minı- malizmin de kaynaklandığı nokta, Asya müzığın- deki tek düze yineleme örnekleri, Uzakdoğu'nun gizemli ezgileri ve Afrika'nın ntmsel çeşitliliğıdir. Mınimalist besteci: melodı, armoni, ritm ve biçim kaygısını bir yana bırakıp. tekdüze bır ortam ve büyülenmışçesıne kendinden geçıren bir müzik ya- ratmak peşindedir. İlk kez 196O'lı yıllarda La Mon- te Young(1935-) veTerry Rilev (1933-) tarafından ortaya çıkarülrruş; Steve Reidı (1936). Philip Giass (1937) ve John Adams (1947), minimal müziğin yi- pop art'ın öncülerinden Andy VVarhol, Red Gro- oms, George Brecht, Robert Whitma ve Jim Dine bu yöntemi kendi alanlannda kullanrmşlardır. Mı- nimalizm, yırmincı yüzyılın son çeyreğinde en et- kin müzik akımı olarak gündemde kalmayı ba- şarmıştır. Bir konser boyunca minimal müzikten bır ikı ör- nek dinlenebilır. ama art arda dakikalarca aynı motifin yinelendıği parçalan dinlemek insanda İca- vonoza sıkıştınlmış bir balığın klostrofobisi yara- tabiliyor. tlhan Mimaroğlu'nun bu konudaki bir yaasını anımsıyonım: "Sonıyoriar bazen. Nedir şu minimal müzik diyorlar. Ben de delinin öykiisünü anlahvonım: Bir hmarhanede roman yazdığmı iddia eden delinin romanı şoyledir Adam ata bindi. Deh dedi, deh dedi, deh dedi, deh dedi, deh dedi.... sonuna kadar deh dedi dive gidiyor. Niye bu adam boyıma deh dedi diyor diye sorâriar. Çünkü at inatçı, der deli. Philip Ğlass, John Adams ve öbür mimmalistle- rin eliııe düştügünde müzik, inatçı bir at gibi direni- yor olsa gerek." (t. Mimaroğlu, Günsüz Günce, s. 27, Pan Yayınlan) Kronos Dörtlüsü seçmeci (elektik) bir felsefeyle dağarcığını oluşturuyor. Hiç tanınmamış gencecik bestecilerden, günümüzün en ünlü isimlerinden Henry k Görecki'ye (1933-) kadar kapılannı açıyor. Gorecki'run 'Alacakaranlık OMu Bile' başlıklı yapıtı 1988'de Kronos Kuvarteti için yaalmış. Halk ezgisiyle yeni günü birleştiriyor. Ve Kronos Dörtlüsü değişik kültürleri birleştirip, bugünün özetini yapan programıyla tarihi bir dinleti sundu Istanbul'da. İDSO'nun sevimli 23 Nisan konseri İDSO, topluluğun dostu değerli şef I. Ionescu Gaiati yönetiminde sevimli bir program sundu ge- çen hafta. Her şeyden önce tstanbul'da böylesı, di- siplinli bir çocuk korosu olduğunu öğrenmekle mutlu olduk. Korolann müzik eğitiminde önemı çok büyüktür. Gökçea Koray ve Seval Irmak'a te- şekkürler. Gerek koronun coşkusunda. gerekse üç bölüme aynlmış Mozart La Majör (K. 331) so- natmın gençler tarafından seslendirilmesinde din- leyıaler son derece duygulandılar. 23 Nisan'ı kut- lamanın. böyle bir ortamda kutlayabilmenin coşkusunu yaşadılar. Genç pıvanıstlerden Birce Arslan, Işıl Bengi ve Çağlar Arslandoğan, güzel mü- zikaliteleri, sahneye hemen uyumlan ile yannın parlak pıyanistleri olacaklar. Ve ileride bir 23 Ni- san günü aynı sahneyi, aynı piyanoyu td3 Biret'le paylaştıklannı düşünmek onlar için tarihi bir anı olarak kalacak. Dünyaca ünlü piyanistimiz tdil Bi- ret'in Beethoven'dan çaldığı ikinci piyano kon- çertosu da bugûne sunulmuş özel bir armağandı. On beş ülkeden yirmi üçfılm yanşacak • 12-23 mayıs tarihleri arasında ger- çekleşecek 47.Cannes Film Festivali'ne katılacak fılmler belli oldu. Clint East- vvoodbaşkanlıgındaki jüride,Catherine Deneuve,Puppi Avati, Kazuo Ishiguro' gibi isimler yer alıyor. Fransa'dan MicheiBlanc'ın k GrandFatigue'(BüyükYorguniuk) adlı fılmi de yartşacak filmler arasında yer alıyor. Kültur Servisi- 12-23 mayıs ta- rihleri arasında gerçekleşecek 47. Cannes Film Festivali'ne katıla- cak fılmler belli oldu. Festivalin, Clint Eastvvood başkanhğında loplanacak jürisinde. sinemaa olarak Catherine Deneuve(Fran- sa), Puppi Avati(ttalya). Sang Okk(Kore), Ale^der Kaida- novski(Rusya). yazar olarak Ka- zuo IshiguroUngiltere), Cabrera Infante(Küba), Fransız yapıma Alain Terzian ve gazetecı Marie- Françoise Leckrc yer alıyor. Jüri, 'Komikbz' aristokrat hanımefendi olarakdöndüKültur Servisi - Quincy Jo- nes'un "İnsan sesinin Stradiva- rius'u" olarak tanımladığı Barbra Streisand genç bir kız- ken eşcinsel barlannda ve revü- lerde şarkı söyleyerek başladığı meslek yaşamını her zaman ödün vermeksizin kendi kural- lanru dayattığı bestecilik, ya- pımcılık. oyunculuk, şarkıalık, yönetmenlik gibi alanlara da yayarak otuz yılı aşkın bir süre dünya sanat gündeminin baş sı- rasında kalmayı başardı. Üstelik Streisand, sadece kendısini bir numaraya taşı- makla kalmayıp Madonna gibi birçok adı duyulmamış şarkıa adayına da yardım elini uzat- mıştı. Yirmi sekız yıl aradan sonra ilk kez 20 nisanda Lond- ra Webley Stadyum"unda hay- ranlannın karşısında şarkı söy- leyen Streisand, bilet fıyatlann- dan, görülmemiş güvenlik ön- lemlerine, seçkin izleyicilerden bir o kadar seçkin sahne deko- runa kadar her şeyiyle dün- yarun bir numaralı şarkıası ol- duğunu bir kezdaha kanıtlıyor- du. Şarap ve havyar servisi Rock konserlerine ev sahipli- ği yapmaya ahşkm olan Wemb- ley Stadyumu'nun tam on iki bin beton sırası bu olay için baş- tan başa halı kaplandı. Plastik sandalyelerin üzerlerine ise kuş- tüyü yastıklar yerleştirildi. Hamburger ve kola satmaya alışkın büfeler şarap ve havyar servisi yapmak amacıyla yeni- den düzenlendi. İngiliz yüksek sosyetesi, aylık lüks biryaz tatili ya da son model bir arabanın peşinatını ödeyebilecekleri bir paraya, bugüne kadar görül- müş en yüksek bilet ücreti olan 260 pound ödeyerek, yaşamla- nndâ ilk kez Wembley Stad- yumu'na gelmişlerdi. Bu seçkin seyirciler, yine yaşamlannda ilk kez tepeden tırnağa arandı; anahtarlannı ve bozuk parala- nnı (ki çoğu bozukluk taşımı- yordu) kapıda bırakmak zo- runda kaldılar. Sahne beyaz sa- ten koltuklan, antika sehpa- lann üzerinde duran porselen çay takımlan, devasa çiçek dü- zenlemeleri, büstlerle sûslenmiş kocaman pencereleri ile bir ma- likane biçiminde düzenlenmiş- ti. Siyah balo kıyafetiyle sahne- ye gelen Streisand, adeta kon- ser vermiyor, malikanesinde seçkin konuklannı ağırhyordu. 'Yapayalnız ve bunalımlı' FJIiott Gauld, \Varren Beatty, Ryan O'Neil, Steven Spilberg, Ömer Şerif, Don Johnson, Rk- hard Gere ve son olarak Andre Aggasi ile yaşadığı aşklara kar- şın hep "yapayalnız ve bunalım- lı" kadınolarak belleklerdeka- lan Streisand bu imajı pekiş- tirircesine konser boyunca sahi- bi belirsiz bir terapistin sorula- nnı cevaplayarak tüm yaşamını anlattı. Bu anlatıma dev ekran- lara yansıyan fotoğraflar eşlik etmekteydi. Bu multi-medya gösterisi bile. Streisand'ın, ken- di evinde konuklanna aile fo- toğraflanru gösteriyormuş izle- nimj verilerek gerçekleşürili- yordu. Bu görülmemiş konserin en ilginç yanı ise "malikane"nın tavanına seyircilerin de açıkça görebileceği biçimde şarkılann sözlerinin yansıtılmasıydı. Streisand'ın, gerçekten bu sözleri okuyarak mı şarkılannı söylediği yoksa sadece bir "gfi- ventik" öıilemi olarak mı yansı- tıldıklan anlaşılamadıysa da bu ekrana gözü takılan seyirciler ister istemez Streisand'ın duygu yüklü sesinin de bir gösteriden ibaret olduğunun düşündüler. Başka bir rahatsızlık ise Mar- vin Hamlisch yönetimindeki altmış kişilik orkestranın, sah- ne dekorlannın ardına yerleşti- rilmesiydi. öyle ki, Streisand malika- nenin pencerelerinden hayal meyal seçilen orkestranın şefıne teşekkür ettiğinde, Hamlisch kendini sahneden göstermeyi başaramadığından alkışlara, ancak ekranlardaki görüntü- süyle karşıhk verebildi. Kısacası Wembley konseri Streisand'ın yirmi sekiz yıl önce "Komik KJZ" olarak aynldığı İngiltere sahnelerine, aristokrat bir hanımefendi olarak döndü- ğünü gösterdi. Barbra Streisand, otuz v ıldır dünya sanat gündeminin baş sırasında kalmayı başardı. onbeş ayn ülkeden yirmi üç film arasından secim yapacak. Jod Koen'in "Le Grand Saut"( Büyük Yükseliş) filmıyle açılacak festi- val, John Warters'ın yanşma dışı "Serial Mom" filmıyle sona ere- cek. Yanşmada Amerika'dan Alan Rutfph un "MfsJarİMagıe Qu- entnTTarrentİDO nun "flflfFicri- on" adlı yeni fılmleri izlcyiciyle buluşuyor. Avrupa ülkeleri arasında. ttal- ya dört isimle önde gidiyor Nan- ni Morettinın "Sevgili Günlük". Giuseppe Tornatore'nın "Une Pure Formalite", Mario Brenta- nın "Dağlı Barnabo" ve AureHo Grimaldi'nın "Le Buttane" adlı filmleri. Geriye, Ingjliz Mike Fig- gis'in "The Browning Version" adb fılmi, Polonyalı yönetmen Kiesk>wski'nin üçlemesinin so- nuncusu "Trois Couleurs: Roo- ge"(Üç Renk: Kırmızı) ve Belçi- kalı yönetmen Charfie Van Dam- me'ın ilk filmi "Le Joueur de Vio- lon"dan (Kemancı) oluşan silik bir tablo kalıyor. Doğu Avrupa'- yı iki Rus ve bir Romen fılmi tem- sil ediyor Nikita Mikhalkov'un "Güneş Öyle Yakıcıydı ki" ve Andrei Kooçalovski'nın "Asya ve Altın Yumurtlavan Tavuk" adlı fılmlen ile Romanyalı yönetmen Lucian Pintilhenın fılmi "Unutul- maz Yaz". Egzotik rüzgarlar Cannes Festivalf nde bu ynl eg- zotik rüzgarlar esecek. Çinli yö- netmen Zhang Yimou'dan "Yaşa- mak!", Tayvanlı Edward Yang'- dan "Chasses-Croises", lranlı Abbas Kiarostami'den "A rravers les Oliviers" (Zeyunliklerin Arasından), Kanadalı Atom Ego- yan'dan "Exotica". Meksikalı Arturo Ripstein dan "Tbe Quem of the Night" (Gecenın Kralıçesi). Kamboçyalı Rithy Panh'dan "Les Gens de la Riziere" (Çeltik Tarlasının fnsanlan) ve Hintli Shaji Karun'dan "Swaham" adlı fılmler izleyicileri bilmedikleri dünyalara götürecek. Bu yıl ev sahibı Fransa'nın ağıriıklı varlığı hissediliyor. Ya- nşmaya üç isimle katıhyor Fran- sa: Patrice Chereau'nun "La Rei- ne Margot" (Kralıçe Margot), Michel Blanc'ın "Grand Fatigue" (Büyük Yorgunluk) ve'Eric Roc- hant'ın "les Patriotes"(Yurtse- verler). Bunun yanı sıra Tomatore'nin fılminde Gerard Depardieu'ye, Kieslovvski'ninkinde de lrene Ja- cop ve Jeau-Lotns Trintignant a rastlamak olası. Festivalin yanşma dışı bölü- mü, Marco Beflodıio'nun "Ke- lebek Düşü" adlı fılmiyle açıla- cak. Bu bölümde de Fransa'nın ağırlığı Andre Techine'nin "les Roseaux Savuages", Olivier As- sayas'ın "l'Eau Froide" ve Claire Dermis'in "J'ai pas de sommeil" adlı fılmleriyle hissedıliyor. Buna Bernard-Henri Levy'nin Bosna için yaptığı belgeselle Yves Montandın yaşamını anlatan fıl- mi de eklemek mümkün. Aynca festivalde yüzûncü doğum yılı ne- denıyle Jean Renoir'a saygı bölü- mü de yer alacak. ODAKNOKTASI AHMET CEMAL Eskişehip'e Bir Çağrı... Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü son sınıf öğrencileri, iki ay sonra diplomalarını alır almaz bir tiyatro kurmaya karar verdiler. Bu gençler, tiyatrolarını, yükseköğrenimlerini tamamladıkları kent- te, Eskişehır'de açmaya kararlılar. Amaçlarını gerçek- leştirebildikleri takdirde Eskişehir de yerleşik bir tiyatro- ya, üstelik sanatçıları kendi bağrından yetişmiş bir tiyat- roya kavuşmuş olacak. Şimdi top, başta Eskişehirli işa- damları olmak üzere, varlıklı bütün Eskişehırlilerde ve kentin bu konuda yardımcı olabilecek bütün kurum ve kuruluşlarında. Yakın geçmişte büyük kent statüsüne kavuşan Eskişehir, böylece gerçek anlamda 'büyük fcenfliğini kanıttamasına olanak sağiayacak büyük bir fırsat kazanmış oluyor. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, henüz beş yıl gibi kısa bir geçmişe sahip bulunmasına karşın, iki ay önce görev süresi dolan eski Müdür Prof. Dr. ömer Zühtü Attan'ın çok değerli çabalarıyla güçlü bir yapıya kavuşmuş, bu nedenle de geleceğe büyük umut- larla bakmakta haklı bir sanat kurumu. Gelişme hızını yeni Müdür Doç. Dr. Naci Güçhan'ın yönetiminde de sürdüren konservatuvara öğrencilerin neredeyse bütün boş zamanlarını orada geçirecek kadar bağlı olmaları, varlığını yeni gelenlere hemen algılatan özgür tartışma ortamı ve araştırma/sorgulama tutkusu, bu kurumun hangi temellere oturtulmuş olduğu konusunda yeterin- ce fikir verebiliyor. Eskişehir, böyle bir sanat eğitimi ku- rumuna sahip olmanın haklı gururunu o kurumu bitiren öğrencilere bir tiyatro armağan etmenin kıvancıyla da tamamlayabildiği takdirde, bir sanat ve kültur kenti olma iradesinin en somut örneklerinden birini sergileyecek- tir. Bugün Batı'da, kültur ve sanat merkezleri arasında başı çeken kentlere yakından bakıldığında saptanabile- cek ilk niteliklerden biri, bu kentlerdeki kültur ve sanat kurumlarının özel girişimlerle hayata geçirildiği olgusu- dur. Üniversitelerden başlayıp, opera ve tiyatro salonla- rıyla orkestralara ve müzelere kadar uzanan çok geniş bir yelpazede etkin olan bu özel girişimcilik, temeline inildiğinde, kentlere kentli bilinciyle sahip çıkma iradesi- nin somutlaşmasından başka bir şey değildir. Kentlilik, yalnızca kentte yaşamayla kazanılamayacak bir kimlik- tir; kentlere yığılmadan, gerçek anlamda kentleşmeye uzanan tarihsel süreç ıçerisinde bu kimlıği kazanabil- me, artık kentte sahip çıkma eylemine bağımlı kılınmış- tır. Bu eylem, bireylerin kenti, kendileri için doğal çevre saymaları ve bu çevreyi, kültürel ve sanatsal öğeleri de içeren bir bütün niteliğiyle sürekli geliştirmeleri eylemi- dir. Resmi makamların oluşturacaklarını kullanmayı beklemek yerine, kent için gerekli görülenleri gerçek- leştirmek üzere özel girişimleri ve dayanışmaları da ödev saymak, kentlilik kimliğıyle tam olarak örtüşen bir tutumdur. Batı'nın kültur ve sanat merkezlerinde -arala- rında alanlarının en ünlüleri niteliğini taşıyanların da yer aldığı- küçümsenmeyecek sayıda kurumun özel vakıflar eliyle oluşturulup sürdürülmesi, bu tutumun örnekleri- dir. Ekonomik koşulların ağırlığı, ani ekonomik bunalım- larla karşılaşılması, insanı insan kılan öteki bütün de- ğerlerin neredeyse bütünüyle bir yana itilmesini ve gün- demin yalnızca parasal konulara terk edilmesini hiçbir zaman haklı gösteremez. İkinci Dünya Savaşı gibi, her- halde bugün Türkiye'nin içjnde bulu/idugu ekonomik bunalımla uzaldân yakından karşılaştınlamayacak ka- dar ağır bir yıkımın ardından, bombardıman edilmiş Vi- yana'nın yeniden yapımına başlandığında damsız, kapı- sız, penceresiz binalarda yaşayan kent halkının önce opera binasının onarılmasını istemesi, bireyleşebilmiş toplum üyelerinin kendilerini en zor koşullarda bile yal- nızca birincil gereksinimlerle sınırlamaktan nasıl kurtar- dıklarına bir örnektir. Bugünkü Anadolu Üniversitesi'nin başmimarlarından olan eski rektör Sayın Prof. Dr.Yılmaz Büyûkerşen, bir konuşmamız sırasında hiçbir zaman unutamayacağım şu sözleri söylemişti: "Osmanlı Imparatorluğu, bu ken- tin yakınlannda doğdu; Milli Mücadelemizin en kritik sa- vaşları buraların yakmmda verildi. Tarihi boyunca hep yeniden doğuşlara tanıklık etmiş bu kent, neden bundan sonra da güzel doğumlann kenti olmasın!" Birkaç gün önce, Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyat- ro Bölümü'nün son sınıfında ders yaparken öğrencile- rimden birinden şu sözleri duydum: "Hocam, bizburada kendi tiyatromuzu kuracağız derken kendimizi yalnızca sahnede oynamakla sınırlamak da istemiyoruz; bizim amacımız, kuracağımız tiyatronun geniş anlamda bir eğitim kurumuna dönuşmesi ve insanların her bakı- mdan kendilerini eğitmelehne yardımcı olması..." Bu sesin benzerini arayanlar, bir zamanlar Anadolu toprak- larındayepyeni bir aydınlanmanınhabercisiolmuş olan Köy Enstitüleri'nin tarihinde aradıklarını bulabilirler... Evet, kolay değil, ama zoru, hem de çok zoru seçen bu çocukların ardından şimdi seçim ve görev, artık Eskişe- hirlilerindir... Yönetmen Steven Spielberg, aktör Ralph Finnes ile buiikte. Spielberg'in 'muhteşem' yılı Kühür Servisi - Steven Spielberg geçtiğimiz ay verilen Oscar Ödülleri'ndeki başansını İngiliz Film ve Televizyon Akademisi (BAFTA) Ödülleri'nde de tekrarladı. Pazartesi gecesi Londra Theatre Royal'da düzenlenen ödül töreninde, Spielberg'in Yahudi katliamını konu alan fılmi "Schindler'in Listesi" En lyi Film; Spiel- berg. En lyı Yönetmen ve filmde sadist Nazi komutaruru canlandı- ran Ralph Finnes En lyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü'nü aldı. Spielberg aynca "Jurassic Park" filmıyle, halk oylamasıyla seçilen En Popüler Fılm Ödülü'nün de sahibi oldu. Jane Campion'un yönettiği "Piano" filmindeki rolüyle En lyi Kadın Oyuncu seçilen Holly Hunter ise Oscar ödüllerindeki ba- şansmı tekrarlayan bir başka sanatçı oldu. Oscar ödüllerinden eli boş dönen lngiüzlerin intikamını da alan BAFTA, En lyi Erkek Oyuncu ödülü'ne James Ivcay'nin fılmi "Günden Kalanlar"daki rolüyle Sir Anthony Hopkins'i değer buldu Gecerun süprizı ise En lyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünün, Vlartin Scorsese'in yönettiğiu Masunıiyet Çağı"ndaki rolüyle Miri- am Margolyes'e verilmesiydi. Yılın En lyi Ingiliz fılmi "Shadowiands" secilirken, filmin yönet- meni Lord Richard Attenborough'a tngiliz sinemasına 25 yıllık katkılanndan dolayı bir özel ödül verildi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear