23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
20ARALIK1994SALI CUMHURİYET SAYFA KULTUR 15 GMK'den Tasanm Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Kültür Servisi - Grafikerler Meslek Kuruluşu'nun olağan genel kurulu. ge- çen pazar günü The Marmara Oteli"nde toplandı. Toplantıda üyelere çalışmalar hakkında bilgi verildi. GMK, sektörün- deki bilgilenme eksikliğinin giderilmesi- neyardımcıolmakamacıyla 1995'de Ta- sanm Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi aça- cak. Kütüphanede, dünyada yayinlanan ta- sanm kıtap ve dergilerinin yanı sıra Tür- kıye'de basında çıkan yazı, röportaj ve haberleri içeren bir arşiv, kitap. kurumsal kımlik rehberleri, afiş kolleksıvonlan, üniversitelerde yapılan tasanm konulu seminerler. diatek ve serbest çalışan ta- sanmcılann portfolyolan bulunacak. Ta- sanm kütüphanesi ve bilgi merkezinden profesyoneller, araştırmacılar ve ögren- cileryararlanacak. GMK her altı aydabir yayınladığı çalışma yönetmeliği ve fiyat lıstesını genışleterek, ıçınde GMK ve grafık tasanmla ılgılı tüm bılgilerin, ta- sanmcı adreslerinin bulunacağı bir 'reh- ber' haline getirecek. GMK Haber ve Grafik Sanatlar üzeri- ne Yazılar dergisı yayınını sürdürecek. Bu yayınlan, konuyla ilgilenen herkes parasızolarakalabilıyor. Genel Kurul'da yapılan seçimler sonucunda yenı GMK kurullan dabelirlendi: Yönetim kurulu: Sadık Karamustafa (Başkan). Emre Se- nan (Ikıncı Başkan). Serdar Benlı (Genel Sekreter), Hakkı Mısırlıoğlu (Sayman), L'ğurcan Ataoglu (Yazman), Esen Karol, Murat Dorkıp. Kemal Öktem, Akın Nal- ça. Ahmet Şengül. Murat Akıncı, Tevfik Fıkret Uçar. Yeşım Demir, Tülay Ulukı- Iıç. Denetleme Kurulu: tlhan Bılge, Me- su: kayalar. Mahmut Tarhan.' Onur Ku- rulu' Mengü Ertel, Yurdaer Altıntaş, Bü- lent Erkmen. îkonografinin çağdaş yorumu Kültür Servisi- Yıllardır Danimar- ka'da yaşayan tbrahim Örs'ün yapıtlan 7 ocak tanhıne kadar Kare Sanat Galeri- sı'nde sergilenıyor. Bedri Rahmi Eyuboğhı'nun öğrencisi ve asıstanı olmuş sanatçı, lsveç, Dani- marka, Almanya ve ABD'de sergileraçı- yor. Türk sanatseverlerı ise onu tstan- bul'dakı "Yeni Epünler" ve "Öncü Sa- nat" sergilerinden tanıyorlar. İbrahim Örs'ün bu dönem yapıtlann- da, 80'li yıllardaki renkçilik anlayışı, ye- nnı tümüyle Kuzeylı ressamlann koyu tonlanna veincelikli ışıkkullanımınabı- rakmış. Beyaz, kırmızı gibı belırgın renk- Jerdeki form, gri siyah kıvnmlann altın- da belli belirsizbir ışıltı halinde algılana- biliyor. Daha önceki sergilerinde çok yoğun hissedilen Doğu etkileri bu yapıtlannda da varlığım koruyor. Konulann seçımi ise. tarihsel. dinsel. mitolojik temalann yanı sıra gıtar, ney, saksofon gıbı enstrü- manlann vurgulandığı yer yer ikonogra- fik bir düzen ıçinde olmuş. Focan'dan caz kasetten sonra CD Kültür Servisi - Onder Focan, mart aymda çıkan kaseti "Jazz Gtütar"ın ar- dindan, şımdı de Türkıye'nın ilk caz CD'sı olma özelliğıni taşıyan "Erken"i gerçekleştirivor. 1970 yılından beri caz müziğı yapan Focan'a bu albümde son iki yıldır zaman zaman birlikte çalıştığı mü- zısyenlereşlik ediyor. _ f rompette Şenova Clker. kontrbasta Nezih Yeşilnii. davulda Cankut Ozgül'ün yeraldığı bu grubun yanı sıra albümde üç parçada da soprano saksofonda Yahya Dai. davulda Can Kozlu. vokalde de Ay- şegül Yeşilıü) yer alıyor. Albümdekı tüm parçalann besteleri Önder Focan'a aıt. Albüme adını veren parça ıçin Focan şunlan söylüyor: "Ge- nelde erken kaikmayı, erken çahşmaya başlamav ı severim. Yine bir sabah erken kalktım. gitar çalmaya başladım. Bu par- camn motiflerini yakaladıkça notalannı yazdun". Albümün ilk parçası olan "Bosna Her- zogovina". savaşın verdiği acılar ve yok ettiği kültür mirasmdan yola çıkılarak ba- nş özlemını dile getirmek ıçin yazılmış. "Nevar neyok?" ise. sanatçının aynı ad- lı talk-show programı için yazdığı latın lezzeti taşıyan birparça. Artık hayattaol- mayan caz şarkıcısı Nükhet Aruca'nın ardından yazılan balad ise "Shewas" adı- nı taşıyor. Albümde aynca "Komşunun TavuğıT, "AnnenT, "Sympatheticus'" ve "Silikonun Yokruluğu" adlı parçalar yer alıyor Kenzaburo Oer^Ikflendi ülke Japonya ve ben'GÜRHAN UÇKAN STOCKHOLM - Bu yılın Nobel EdebryatÖdürünü kazanan Japon yazar KenzaburoOe,ödül töreninden önce ge- leneksel "Nobel konuşmasuıı"vaptı. 10 daktilo sayfası tutan konuşmanın bazı bölümlerini aktanyoruz. Kenzaburo Oe, konuşmasına. kendisını en çok etkıleyen ikı kıtabadeğınerek başladı: MarkTn*- in'ın "Huckleyberry Fınn" ve Sehna La- gerlöTün "Nils Hoİgersson'un Hariku- lade Yoteuluğu". Bunlardan ılkinın, bir çocuğun "Doğaya sığınarak kendini gü- vence içinde hissermesi* bakımından; ıkıncisinın ise başanyla sonuçlanan bir serüvenden sonra kendısinı "büyümüş, insan haline geuniş" gören bir çocuğun coşkusunuyansıttığmdanonuetkiledığı- nı belırttı. "...Nils Hoİgersson'un beni en etkile- yen sözü, 'Yenı bir ınsan oldum' sözüdör. Büyüme sürecim sırasında yaşamın bir- çok diliminde. çesitii sınavlarta karşüaş- tım, -aik içinde.Japon toplumundakiye- 'Günümüz Japonyası, benim görüşüme göre 120yılhk çağdaşlaşmadan, dış dünyaya açılmadan sonra iki kutup arasında bölünmüş durumdadır. Ben de bir yazar olarak bu bölünmeyi bedenimde derin bir yara gibi hissediyorum.' rim konusunda ve yirminti yılın yansı boyunca yaşama biçimimde-. Acılanmı romana aktararak ayakta kalabiktim. Zaman zaman kendimi aynı sözü söyler buldum: 'Yenı bir ınsan oldum!' Bu şe- kitde kendimden söz ediyor olmam, bet- ki de bu ana veyerepek uymuyor. Ancak izninizle belirtmek isterim: benim bütiin yazarnğım. özel yaşanbmla, toplumu. devieti vedünyayı birieştinme üzerine ku- nıludur." Kenzaburo Oe, akıl özürlü oğlu Hika- ri'nin adının "ışık" anlamına geldiğini, bu çocuğu ölüme terk etmeyerek ana- baba olarak caba göstermelerinin kendi gelişimmı de çok etkiledığıni belirtti. Bugün ülkenin en tanınmış müzisyenle- rinden olan Hikari'nın, dış dünya ile ilk ilgi belirtisinin, 6 yaşındayken kuş ses- lenne tepki göstererek olmasınm da çok çarpıcı bir özellik taşıdığını vurguladı ve Nils Holgersson'un da gezisi sırasın- da "Kuşlann dilini öğrendigini'' anımsat- tı.Oe. konuşmasında kendınden önce Nobel Edebiyat ödülü'nü kazanan ilk Japon yazar olan Kawabata'nm "Nobel konuşması"na da değındı. Bu konuşma- nın ba^liğının. u Japonya,ogüzel(şe}')ve ben" anlamına gelmesmın düşündüriicü olduğunu, çünkü Japoncasının "O güzd Japonya'nm ben'i" olarak yazıldığını belırttı. Kawabata'nm "Z«ışiiriııe''yat- km olduğunu, kendi yapıtlannm Batı'da büyük ilgi görmemesının, "Bad'nm ni- hilizminden önirii" olduğunu belırttık- ten sonra konuşmasını şöyle sürdürdü: "Açık konuşmak gerekirsc, burada 26 yıl önce bulunan vatandaşım Kawaba- ta'ya karşı duvduğum ruhsal akrabalık, Iriandalı ozan VV'ıllıam Butler Yeats'a du> duğumdan çokdaha zavıf. Yeats'a 71 VTI önce Nobel \erildiğinde, benimle aynı yaştaydı. Hiç kuşkusuz. kendimi şiir da- hisi Yeats'la asla karşılaşOrmıyorum. Ye- ats'ı yapıtlanyla çok etkileyen VV'ıllıam Blake şöyle yazmıstı: 'Avrupa ve Asya üzerinden. Çin'e ve Japonya'ya şımşek gıbi...' Son birkaç yıidır, edebiyat yaşanömın tacı olmasını kabul ettigim bir trUoji (üç- lü dizi) üzerinde çalışmaktayım. Bu ana dek ilk iki bölüm > ayımlandı. Üçüncü ve son böiümü de kisa bir süre önce bitir- dim. Başlıgımu Veats'ın "Vacıllatıon" ad- lı kitabındaki bir üçlü dizeden aMım: AJevlenmtş yeşi) bir afaç. Trilojım. Yeats'm şiirsanatından ben- de oluşan etkilerin selıyle sınlsıklam. Ir- landa Senatosu. Yeats'm Nobel'i kazan- ması üzerine onu tebrik eden bir mesaj yayımlamış, burada şu saptamaya da yer vermişti: '...kendisinın bu başansından ötürü, ödüllendinlen ulus da dünya kül- tûrüne yaptığı görkemlı katkıdan ötürü kazanmıştır.' '...uygarlığımız değennı senatör Ye- ats'ın adı üzenne oluş.turacaktır.' Yeats. dümen suyundagitmek istediğım yazar- dır." Kenzaburo Oe, Kawabata'nın "Ja- ponya, o güzel (şe>) ve ben" tanımına ka- tılmadığını belırterek sözlerim şöyle sür- dürdü: "Dev leti ve halkı bölecek denli güçlü bu bölünme, bırçok şekılde görünecek- tır Japonya'nmçağdaşlaşması. Batıdün- yasına benzeme, ondan bılgı kapma üze- rine kuruludur. Oysa Japonya. her şeye karşın Asva'dadır, geleneksel kültürüne çok bağlıdır. Japonya'nın ikılemi. As- ya'ya tecavüz eden ıkı ülke rolünü do- ğurmu^tuT. Öte yandan. Batfya karşı açıklık üzerine kurulu olan çağdaş Japon kültürü. Batı dünyası için bulanık, yü- zeysel birgörünüm taşımıştır. Aynca Ja- verdi Ellı yıl önce bu savaşta alınan ye- nılgı, Japonya'ya ve Japonlara, savaşın önde gelen sürdürücülennden olduklan ıçin büyük acılar ve kayıplar arasından yeniden doğma şansını tanıdı. "Savaş sonrası okulunun" yazarlan söz konusu acıları ve kayıplan yapıtlannda yansıttı- lar. Ahlaki açıdan, bu yenı doğuşun de- mokrasıyi desteklediğı ve savaşa "bir daha asla" dedırîtıği ıçin yazarlar geniş kıtleleri temsil ettıler. Çarpıcıdır ki bu ahlaki gücü kendınde duyan Japonya ve Japonlar, gerçekte hiç de masum değil- lerdi ve geçmışleri, dığer Asya ülkeleri- ne saldırmış olmakla lekeliydi. Duyuian ahlak dayanak, Hiroşima ve Nagazaki'de ilk kez kullanılan atom bombasının kur- banlan. yaşamda kalanlar, ama radyo- ponya, diğer Asya ülkelerince yalnızca politik olarak değıl, toplumsal ve kültü- rel bakımdan da tecnte ıtilmıştır. Çağdaş Japon edebıyatının savaş son- rası yetışmış yazarlan, sahneye bu ka- tastrofun denn yaralannı taşıyarak ama yeniden doğuşa olan büyük umut ve üzerlenne düşen görevin bilınciyle çık- tılar. Büyük güçlüklerekatlanarak Japon birliklerinin diğer Asya ülkelennde yap- tıkları ınsanlıkdışı zalımlıklenn yarala- nnı sarmaya ve aynı zamanda. yalnızca Batı'nın endüstn ülkeleriyle Japonya arasındakı derin uçurumlan değil, Affı- ka ve Latin Amerika ülkeleriyle Japon- ya arasındakı uçurumlan da kapatmaya çalıştılar. Yalnız bu yolla dünyanın kalan kısmıyla uziaşılabiİeceğını düşündüler. Benim ana fıkrim, bu yazarlardan mıras kalan edebiyat geleneğiyle olan bağı sağlam tutmak olmu^tur. Modernızm sonrası sürecindeki Ja- ponya ve halkı, belırsızlık kavTamından başka bir şekılde anılamaz. Japonya'nın çağdaşlaşma gırişımınin ortasında, bu girişimin yolunu şaşırması ömeğı ola- rak doğan, Ikinci Dünya Savaşı patiak kenzaburo Oe aktıf ışınlara hedef olanlardan da etkıle- nıyordu (bu ikinci grup ıçınde on bınler- ce Korelı de var.)" Kenzaburo Oe, Japon Anayasası 'nda "sonsuza dek banş" ılke- sınm yer aldıgını. bu maddeyi silmek ıs- teyenlere karşı kamuoyunun kararlı bır mücadele vermekte olduğunu belirttik- ten sonra sözlennı şöyle sürdürdü: "Benim bugünkü konuşmamda Ja- ponva'nın 'böiünmüşlüğü' dedığim kav- ram, çağdaş zamanlarda süregelen kro- nık bır hastalığın bir çeşıtıdır. Japon- ya'nın ekonomık refahı da bundan uzak kalamıyor; bırçok tehlike. dünyanın eko- nomik yapısı ve çevre kaygısıyla ilişkili olarak varlıgını koruyor. 'Bölünmüşlük', bu açılardan bakıldığında her an daha büyüyorgibi gözüküyor. Dünyanın göz- lennın üzerimizde olduğunu düşündük- çe bu gelişim, daha da etkili hale gelıyor. Savaş sonrası ekonomık durumun en di- bındeyken dayanma ve yeniden topra- lanma umudunu asla yitirmeme yönün- de bırgüç bulduk." Kenzaburo Oe, ken- disinin. "Tokyo'nun dev tüketim kiiltü- riinün yazarlanndan olmadığını" belir- tıyor, yol göstencısı olarak gördüğü Prof. Kazuo VV'atanabe'ye değinıyor: "Ikinci Dünya Savaşı öncesı ve sava- şın ortalannda egemen olan çılgın mıl- liyetçılık ateşıyle çevnlırken (edebiyat- ta ve düşünde Fransız Rönesansını araş- tıran) ProfWatanabe,oanadek mutlubir raslantı olarak hâlâ ortadan kaldınlma- mış olan geleneksel Japon güzellık ve doğaduygusunun, hümanist insan görü- şüylebirleştirilebıleceğine ınanan tek kı- şiydi. Burada derhal belirtmek zorunda- yım, VVatanabe'nin güzellık ve doğa gö- rüşü, Kawabata'nın, "Japonya, o güzel (şey) ve ben"görüşünden çok farklıydı. Japonya'nın Batı modeline göre çag- daş bir devlet kurmak ıçin başvurduğu yöntem berbattı. (...) Prof. Watanabe'nin François Rabelaisyı ınceleme yöntemı, Japon aydın dünyasının en önde gelen ve verimli bılimsel eylemlen arasındadır. \Vatanabe, Ikinci Dünya Savaşı'ndan önce Paris'te öğrenciydi. Asistanlıgını yaptığı öğretim görevlisıne, Babelais'yı Japoncayaçevirmek istediğinı söyleyın- ce, yaşlı ve ünlü bilimadamından şu ya- nıtı aldı: L'etreprise inouie de la traduc- tionenJaponaisde1'intraduisibie Rabe- lais. (Çevnlme,sı olanaksız Rabelaıs'yı Japoncaya çevırme gıbı benzen görül- memış bır girişim.) \Vatanabe her şeye karşın bu büyük projesini savaş sırasın- da ve Amerikan işgalı altında berbat ko- şullarda gerçekleştırdığı gıbı François Rabdais'dan önceki, onun zamanındakı ve ondan sonrakı Fransız hümanistlen- nın düşcelennı ve yapıtlannı da çevırme- yı başardı. lşte ben de hem yaşam biçı- mımde, hem de yazarlığımda Prof. Wa- tanabe'nin öğrencisi oldum. Ondan, ıkı temel bakımdan etkilendim. Ilki, benim roman yazma bıçemimde. fkıncısı, onun hümanizm üzerine düşüncelerinden. Ben buna, Avrupa'yı yaşayan bır bütün olarak görmenın ana fıkn diyorum. Bu düşünce, Milan Kundera'nın romanın özünü tanımlamasında da görülüyor. 'Auden'in deyişiyle 'zayıf' bir insan olduğum halde, yaşadığımız yüzyılda teknolojinin ve taşımacılığın gösterdiği korku verici gelişmelerin sorumlu olduğu acılan sarma isteğini bu inanç yüzünden içimde duyuyorum.' Watanabe, tarihsel belgelen büyük bır özenle ınceleyerek Rabelaıs her an odak noktası durumunda tutarak. Erasmus'tan Sebastian Castellion'a, Kralice Margu- erite'den Gabıielk Destre'ye IV. Hen- ry'nin çevresindeki kadınlara. bırçok kı- şinın araştırmalı özyaşam öykülennı yazdı. Watanabe'nın bundan amacı Ja- ponlara, hümanizmi, hoşgörünün öne- mini anlatmak, ır.sanın ne kadar kolay- ca önyargılannın ya da kendi yarattığı makinelerin kurbanı olabileceğinı gös- termekti. Danımarkalı düşünür Kristof- ferNyrop'un şu sözünü alıntıladı: "Sa- vaşı protcsto etmeyenler de savaş suçlu- sudurlar." VVatanabe'nın hümanızmden etkılen- miş bin olarak ben de roman yazan ola- rak görevimın. düşüncelenni sözcükler- le açıklayanlara ve onlann okurlanna. kendi açılanndan ve yaşadıklan zamanın acılanndan toparlanabılme. ruhlarında- ki yaralan sanna şansı verme olarak gö- rüyorum. Sızlere daha önce, Japonlann iki kutap arasındakı bölünmüşlüğünden payımı aldığımı söylemıştim. Edebıya- tın yardımıyla, bu açılardan ve yaralar- dan kurtulmanın yolunu bulma gayretı- nı gösterdım. Aynı zamanda, Japon va- tanda^lanmın da bu açılardan ve yaralar- dan kurtulmalan ıçin çağnda bulunma gayretini gösterdim." Kenzaburo Oe, oğ- lu Hikari'nin bestelerinden, "Aglayanve karanlık ruhun sesini duyduğunu" belırttı; oğlunun akıl özürlü olmasına karşın saygın bir bestecı haline gelebıl- mesinın kendısinde "Sanatın fevkalade iyiJeştirici gücüne olan inancı arttır- dt^nı" vurguladıktan sonra konuşmasını şöyle bitirdi: "Çevresel, marjinal ve ana merkezci olmadan yaşayan bir insan olarak. insanlığın iyikşmesine ve birbiri- ni bağışlanmasına -alçakgönüllüce, dürüstçe ve hümanistçe- katkıda bulun- manın vollannı aramaktavım." Çok titiz ve çok iyi bir gözlemci CUMHUR CANBAZOĞLU Yaşını saklamıyor; 53'ünde. Adana doğumlu. Küçükken Js- tanbul'a getınlmiş, gecekondu semtinde büyümüş. ilk Zeytin- burnululardan. İlk ve orta okulu fıresiz geçtik- ten sonra, lisede takılmış. Akşam liseleri imdadına yetişmiş. Yedi yılda hazmettıği liseden bu ko- nuda kırdığı rekor ve dıplomay- la aynlmış. Üniversite serüvenine hiç kal- kışmadan öğretmen okuluna gir- miş. Önce Malazgirt'in bir kö- yünde, ardından Izmit'te öğret- menlik yapmış. Ancak babadan gelen oyunculuk sevgisi peşini bırakmayınca istifa edip Şehir Tiyatrolan'na girmiş. Tiyatrodaki irili ufaklı roller- den sonra 70'li yıllarda para için sinemaya başlamış. Ertem Eğil- mez'in geniş kadrolu güldürüle- rinin ardından Hababam Sını- fı'ndaki beden öğretmeni Badi Ekrem tıplemesıyle geniş kitle- •Şener Şen rolünde titizdi, yanındakileri silmeden oynamaya özen gösteriyordu. Batı'dan çok Doğu'ya kayan tarzıyla Karagöz'den, meddahtan gelen biçimi modern kalıplara sokmayı amaçlıyordu. Az sayıda filmle kaliteyi korumak istiyordu. Çok iyi bir gözlemciydi. Köylüyü de, kentliyi de aynı rahathkla canlandınyordu. lerle tanışmış. 1984'e kadaryar- İbrahim Sadri'nin konuşmacı dımcı rollerde görünmekten go- cunmamış. Eleştirilerin başrole yönelmesini avantaj olarak de- ğerlendirmiş. 1984'te "NamushT filmiyle starlığa yükselmiş. Yaşammda her şeyi geç yaptığından, 43 ya- şında gelen starlığa da hayıflan- mamış. Ancak, tam star olmuş- ken sinema bitince yeni çıkış yol- lan araması gerekmiş... Şener Şen, Tank Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde adına dü- zenlenen toplantıda yaşamını bir çırpıda böyie özetledi sinemase- verlere. Son yıllarda Şener Şen filmlennın 'ununılmazyönetme- ni' YavuzTurgul, Sevin Okyny ve olarak yer aldığı, Atilla Dorsay 'ın yönettiği toplantıda izleyıcılerde sanatçıya sorular yönelterek soh- bete katıldılar. Toplantıda çızilen Şener Şen portresinde, başansının sımnı anlatan en doğru saptama, çok iyi bir gözlemci olduguydu. Bu özelliğiyle köylüyü de, kentliyi de aynı rahathkla canlandınyor- du. Tüm zamanlann en iyi on Türk filmı arasına gıren "Mtıh- sin Bey"deki enfes tiplemesı de bu müthiş gözlem yeteneğinden kaynaklanıyordu. Rolünde titızdı, yanındakileri silmeden oynamaya özen göste- nyordu. Batı'dan çok Doğu'ya kayan tarzıyla Karagöz'den. meddahtan gelen biçımı modern kalıplara sokmayı amaçlıyordu. Az sayıda filmle kaliteyi koru- mak istiyordu. Birara, kendi de- yimiyle, cahil cesaretiyle yönet- menliğı düşünmüş, sonra vaz- gecmişti... Nelere gülüyor? Yaşamın çelişkılerine gülüyor Şener Şen. Kendi fılmlerini bir yabancı gıbı seyrediyor ve fazla beğenmiyor Dilindeki ustalığa hayran olduğuÇetin Altan'ı oku- yor. Amerikan sinemasını sevi- yor, bellı düzeye gelmış Holly- wood yıldızlannın küçümsen- mesini hatalı buluyor. Söz dönüp dolaşıp beklenen konuya gelivor: "Kemal Sunal'ı nasıldeğeriendinŞorsunuz?"" Ya- nıt akıllıca "Kemal, gerçek bir star, çok önemli ve ciddi ovuncu. Hep aynı tipleme üzerinde ısrar ettiği için hafife alınıvor". Toplantıyı Yavuz Turgul 'un bır sözü noktalıyor: "Şener Şen çok ivi ovuncudur. Ona ivi bakın". ALINTILAR TAHSİN YUCEL Göçebeler Claude LĞvi-Strauss, en sonunda bizim dilimize de çevrilen 'Hüzünlü Oönenceler'de, özellikle Amerika'nın il- kel diye adlandınlan yerti toplumlarının uygarlıklarının kar- maşık dizgesini ustalıkla sergiler, doğayı ekine dönüştüren insan özelliklerini benzersiz bir incelikle gösterir, en ilkel, en yabanıl boylardan biri diye bilınen Nambikvaralar'a ayır- dığı unutulmaz böiümü de "En yalın anlatımına indirgen- miş bir toplum aramıştım, Nambikvaralar'ınki öylesine ya- lındı ki, burada yalnızca insanlan buldum" diye bitirir. Ama insan; gözü, beyni ve yüreği kadar konuşur: Levı-Strauss, Nambikvaralar'a böylesine içten bır sevecenlıkle yaklaşır- ken, bizim kimi aydınlanmız kendi toplumlarım nerdeyse bir insan toplumu bile saymayacaklar. Kimi yüzde yetmişımı- zin aptal olduğunu söylüyor, kimi aramızdan çıkan yetenek- li kişilerin Türklüğünden kuşku duyuyor. Demirtaş Ceyhun da, Hürhyet'te yayımlanan bır söyleşide, bir güzel giydir- miş Türk halkına, "Kurnaz, vurguncu, yalan söylemeye teşne, tipik Türk davranışlan "ru sayıp dökmüş. Nasıl mı? Değil kendi halkımız, şu yeryüzünde hiçbir hal- ka yakıştıramayacağımız bu nitelemeleri tüm kötülüklerin anası olduğu anlaşılan bir veriye, "göçebeliğe" dayandı- rarak: Türkler kent değil, köy bile kuramamışlardır, çünkü göçebedirler; Türklerin ekonomisi her zaman bir "yağma ekonomisi" olmuştu, çünkü göçebe yağmalamadan baş- ka bir şey bilmez; Ermeni ile Rum ekip biçmiş, Türk yemiş- tir, çünkü göçebe, tanma yabancıdır; Türklerde hukuk da, hukuk saygısı da yoktur, çünkü göçebenin olduğu yerde hukuk olmaz. Evet, mantık bu. Ama bu göçebelik dediğimiz şey, kimi insan soylarının, öncelikle de Türklerin doğal özellığı mı? Böyleyse, çok es- kilerden gelen bır ınsan türünün bulgulanmasmı kara bıyık- lı bir Türke borçlu olmak gıbi aykırı bir durumla karşı kar- şıya gelmiyor muyuz? Böyle değılse, çok yakın dönemle- re değin büyük ölçüde bir göçler tarıhi olarak gelişmış in- sanlık tarihinde göçebe niteliğınin neden kala kala Türkle- rin sırtında kaldığını nasıl açıklayacağız. Halkların bır yur- da yerleşmesinden sonra göçebe özellikleri ne kadar sü- rer? Öyle ya da böyle, şimdı içinde doğup büyüdüğümüz kerpıç ya da ahşap, ama belli bir yerleşmişlık biçıminin ay- nası olan evlerimizı, kasabalanmızı ve köylerimizi, yurt ve gurbet türkülerımızi birer yanılsama mı sayacağız? Herhalde. Ne olursa olsun, Demirtaş Ceyhun soru sor- muyor, kesinliyor yalnızca. Üç halkm sayısal durumunu ve ülke topraklan üzerindeki dağılımını hiç göz önüne alma- dan, Türklerin yaşamında tanmın bileyerı olmadığını, Rum- la Ermeninin ekip biçtiğini yemekle yetındiğinı söylüyor. Osmanh'nın akınlarını, büyük ölçüde devşirme askerlere dayalı bir "profesyonel" orduyla gerçekleştırdiğını hiç usu- na getirmeden, sanki Türkler ünlü yağmalama ve "kan- kız" toplayıp esır pazarlarında satma seferlerine kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk hep birlikte çıkarlarmış gıbı bır im- ge yaratmaya yöneliyor. Ancak, dün olduğu gibi bugun de Türk toplumunda hu- kuk da, hukuka saygı da bulunmadığını belirttikten sonra, "Hukuk için önce mülkiyet hakkı kavramının olması lazım. Toprak mülkiyeti ve ağalığı topu topu burada yarım yüz- yıllık bır geçmışe sahip. Yağma sürüyor bu topraklarda" demesıne bakılırsa, dostumuz. yüzde yüz kendine özgü bir "sol" görüş getirerek insan toplumları geri kalan tüm de- gerleri tüketmîşçesıne, "mülkıyef'i hukukun varlığının tek koşulu durumuna getiriyor; daha da ilginci, benzersiz bir mantık devrimi yaparak yağmacılığın varlıgını sömünjnün yokluğuna bağlıyor. Mantık bu olunca, ağalık düzeninın ta- rihinde bol keseden yaptığı ındirim de. saymaca bir bıçim- de kırptığı bu tarihin kısalığına üzülmesı de hiç kimseyı şa- şırtmıyor. Ne var ki, burada da durmuyor Ceyhun. Gazeteci bayan, yağmanın "Hazine arazileriyle, kredi, teşvik ve ıhalelerle, Klf'lerdeki arpalıklarla" sürmesinin de Türklerin yağmacı- lığına bağlanıp bağlanamayacağını sorunca, olumlu yanı- tı yapıştırıveriyor hemen: "Tabıı... Hem devletı çok kutsal kılartar hem de yağmalamakta en kuçûk bır sakınca gör- mezler. Toplumdakı üretim ılışkıleriyle ilgili bu. Türk toplu- mu, tarihi içinde büyük değişim geçinmemiş. Bırakın sa- nayileşmeyi, kentleşmeyi, köyleşememış, köylüleşeme- miş bile. Uretim ilişkıleh değişmeyince de göçebelik, ya- ni yağma sürüyor" diye kesıp atıyor. Böylece, "Ah Şu Biz Kara Bıyıklı Türkler" yazan, 1950'de başlayan bozuk dü- zenin sonuçlarını bin yıl önceki göçlere bağladıktan sonra, bir yandan çok sınırfı bır kesımın yağmacılığım tüm halkm sırtına yüklerken, bir yandan da bunlar yazgının ya da do- ğanın kurbanlandır diye, soyguncu kesimi tüm günahların- dan anndırıveriyor. Ama, taş üstünde taş bırakmayan bu "göçebe" mantı- ğırıa karşın, küçük bir sorun kalıyor ortada: "Türk toplumu içinde küçük bir yüzde, üretim ilışkilerıni, toplumsal ilişki- lerini değiştirmiş, belli bir aşamaya gelmiş, ama toplumun yüzde 60'ı, 70'ıhâlâ göçebe" dıyen yazarımız "Hazine ara- zisi, kredı, teşvik ve ihale" talancılarını yüzde 30'ların içıne mi koyuyor, yüzde 70'lerin içine mi? Bir de kendisinın yeri neresi? Varsayıma girişmek istemem. Benim bildiğim, boy- le bir karşı-ırkçılığın da en az öteki kadar kötü olduğu. Adam, konuşup yazdığı dilden utanır. Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nun özerkliği için imza kampanyası(25) Rona Aybav, Necdet Mahfi Ayral. Ahmet Levendoğlu. Gö- nül Geyik. S.Oben Çövener. Ci- han Hamsici. Nihal Hamsici, Aslı Ahmet. Duygu Öztok. Ni- lüfer Önal. Nataıi Türkbağ. Ser- cin Şişlioğlu. MekJa Ajçıoğlu. Selim Ceylan, N'ilay Turhan. CenkMoroglu, HakanGülder. Anıl Ağcagül, Sevan A\edile- yan, Suphi Aydıner. Gürkan Erdebil, Aras Yakar, Zeynep Erem.artır. Berna Yalçın. \Iert •\urtsever. Mustafa Bozkurt, Emrah Öztürk, Nurol Uçar, ToygarYedigöz. Emre Ula, Eda Özçifçi. Ilpar Albayrak, Melis Topçu, Sulya Kaya, Lusi Altun. Ali Budalan, Fırat Özarslan. Cengiz Yaşar. Filiz Özdemir. Esin Dülger, Aysun Çevik, İs- mail Özsöz, Sclda Demirci. Nursen Güner, Zeynep Keskin, Derya Eser, Suhan Hatipoğlu. Tunç Berdan, Hakan Hatipoğ- lu, Aslı Demiryaş, Emel Hasa- noğlu. Berivan Turgutoğlu. .Songül Özçalkap. Şirin Mahu. ŞevTna Abdulvahap. Kader Şe- nol, Nadiye Duğan. Kıvılcım Kayaballı. FikretAvata. Gürhan Işıkol, Prof.Dr.Tİıran llgaz. Prof Dr.Asuman llgaz, Murat Onur, Levert Kurt. Ozben Pak- soy. Emel Uğur, Nuray Yetgin. Ayla Dcmirbaş. Bilal Gürdo- gaıı. Burcu V'uraldar. Ayça Ak- timur. Erol Ballıkaya. Savaş Nurter. Nılüfer Özgül. Figen Öztürk. Şule Gürbüz. Pınar Kobaş. ilke Dolapçıoğlu. Ra- mizŞahin. Nigar Aydogdu. Be- tiil Degirmenci. Burak Onanr. EceSeçilDin. Pınar Sezgen. Bü- lent Yaşar. Burcu Şimşek. Öz- lem Yalçın. Cenk Demırcan. Asu Aşkın. Tolga Gültekin. Nurhan Dygur ErdemirÖrük- lü. Hakan Kanber. Salıh Yaz- gan, Olca> Kara. Ayhan Gö- koğlu. Turgut Shrican. Oktav Ülker.jViert Atala>. Nilgun lnal. Ezgi Özet, Aslı Aydın. Tülav Ekiner. Elif Meşe. hkav Alpte- kin Demir, Gökçe Güler. Meü- ke Muhtar. Aslınaz Gökçek, GÖkhan Karadeni/. Benan Narlı. Ecehan Çindemir, Yük- sel Sargun. Nebile Yıldırım. Meüke Orhan. S.Çuhadaroğlu. Songül Çuhadaroğlu. ÖmerEs- kin, Seken Erdınç, Ömer De- mir. Tank Akgün. Burak Ere- nel. Emre Bingöl, Necat Biber. YelizTutal, PınarÇakır. Selen Aysu. Fatoş Tuna. Füsun Öy, Needet Öz, Burcu Öz. İbrahim Y.Oğullan. Volkan Akbaş. Tay- fun Çalkav ur. Bernn Çalkav ur. Ünal Gença>. Nıhat Nalbantlı. Başak Demirtaş. Ebru Türk- men. Erdal Konuimaz. Sefcr Akın. İclal İnan, Nahıt Oralbi. Murat Balkaş. Emre Sevınr SÜRECEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear