25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 17AĞUSTOS1993SAU Özürlü demokrasi Anayasa değişmelidir. Ancak geniş kapsamlı bir tasannın olgunlaşması çok zaman alacaktır. Radyo-TV örneğinde olduğu gibi, 84. maddenin benzer nitelikteki 14. madde ile birlikte ele ahnması, ardmdan Siyasal Partiler Yasası'nın değiştirilerek, özürlü demokrasinin bir ayıbının daha kısa sürede giderilmesi gerekmektedir. ĞÜNEY DİNÇ Hukukçu 1 982 Anayasasfnın kaypak sözcükleri arasma gizlenen nice tuzaklar, hiç beklenme- dik zamanlarda karşımıza çıkabilıyor. 12 Eylül'ün bas- kıcı anlayışını TBMM içinde de sürdürmeyi amaçlayan bir 84. mad- de var ki. öyküleri dillere desian oldu. Partiler arasındaki milletvekih trans- ferlenni siyasal ahlakla bağdaştırama- yan cuntacı generaller. yasaklar koya- rak sorunu temelden çözdüklerini sandılar. 84. maddeye. "...partisinden istifa ederek, başka bir partiye gjren milletvekillerinin..." parlamento üyeli- ğinin düşürüleceğine ilişkin kural koy- duiar. Sonuç ne oldu? Geriye doğru baktığımızda. çok partili yaşama geçi- len 1946 yıhndan günümüze değin, en fazla parti değiştiren milletvekilleri- nin, 12 Eylül'den sonra seçilen meclis- lerde olduğunu görüyoruz. Dernek ki, 84. madde bir işe yaramamış. Zorlamalı bir yorumla, seçildikleri panilerden aynlan milletvekillerinin, yenı partiler kurmalan durumunda 84. maddenin uygulanamayacağı gö- rüşüne vanldı. Böylece "hfille partiJe- ri" dönemı başladı. Yer değiştirmek isteyen milletvekilleri, önce. adlannı bile anımsamayacaklan göstermelik bir parti kuruyor, sonra da katılmak istedikleri parti ile birleşiyorlar. Bu arada bir yığın gcreksiz işle uğraşmak zorunda kalıyorlar. 12 Eylül'ü izleyen yıllarda parti ku- ruculannın, milletvekili adaylannın veto edildikleri. kişilerin, adlann. söz- cüklerin yasaklandıklan. hukuk dışı baskılarla siyasal kurtuluşlann gerçek kimliklerini bulmakta güçlük çektikle- ri bir dönemin milletvekillerinin parti değiştirmelerini olağan karşılamak ge- rekiyor. Ancak. hülle partileri gıbi danışıklı yutturmacalara başvurmak zorunda bırakılmalan, kamuoyu önünde güven yitirici siyasal davranış bozukluklanna neden olmaktadır. On yıllık uygulama. siyasal dürüstlüğün anayasa zoruyla korunamayacağını ortaya koymuş bulunuyor. 84. maddenin milletvekilliğini sona erdiren nedenlerle ilgili düzenlemeleri de çelişkilerle yüklüdür. Ceza kovuş- turmasıyla bağlantılı olarak üçolasılık gözetilmiştir: a) "TBMM^ye seçilmeye enşel bir suçtan hüküm gıyenienn.. üyetiğinuı düş- mesine, üye tam sayasının salt çoğun- luğu ile karar..." verilmesi gerekiyor. b) "Anayasa Mahkemesi'nin kara- nnda partinin kapatılmasına evlem ve sözleri ile sebebiyet verdiği belirtilen.." c) "..kapatılma davasının açüdığı ta- rihte parti üyesi olan diğer milletvekille- riniıı üyeliği...'' kapatma karannın TBMM Başkanlığı'na bildirilmesi ile sona enyor. Üç olasılıktan birincisini anlamak güç değil. Parlamento üyeliği ile bağ- daşmayan bir suçtan hüküm giyen mılletvekilinin, yasama organındaki görevı sona erdirilebiliyor. Burada, ki- şisel eylem. kişisel suç, kişisel yargılan- ma söz konusu. Ancak hukuksal açı- dan suçluluğu kesinlik taşısa bile, milletvekilliği kendiliğinden düşme- mekte, TBMM'nin bu doğrultuda karar vermesi gerekmektedir. örneğin anayasanın 76. maddesinde milletve- kili seçilmeye engel suçlar arasında sayılan "...nmmet, ihtilas. irtikap, rüş- vet, hırsızlık, dolandıncılık, sahtecllik... gibi yüz kKartKi suciardan.." mahkum olsa bile üyeliğinin sona ermesi için, 226 milletvekilınin bu doğrultuda oy kullanması zorunlu bulunuyor. Öteki iki olasıbkta, kişisel suç, kişi- sel cylem, kişisel yargılanma söz konu- su değildir. Milletvekilleri yargılanma- makta, üyesi ya da yöneticisi olduklan parti tüzel kişiliği yargılanmaktadır. Milletvekillerinin gelecekte de hiç yar- gılanmayacaklan varsayılabilir. Yasal ARADA BİR ÎLHAN MİMAROĞLU New York'tan Politik Parya Clinton'un saç kestirmesi, yakın günlerin büyük olay- lanndandı. ABD'nin toy başkanı, her bir işleminde bece- riksizliğini, savrukluğunu, hele deneyimsizliğini ortaya koydukça, haberlerde, köşe yazılarında saç kestirme konusu yeniden ele alınıyor. Los Angeles havaalanında, uçağına Hollyvvoodyıldız- larının berberini çağırtıp 200 dolara saçını kestiren, üs- telik saçı kesilirken alanın kalkış ve iniş yollarından bir- kaçını kapattırıp yolcuları geciktiren bir başkan, nasıl olur da kendini halk adamı diye tanıtır? Bu soruyu Clinton'un sözcüsü Stephanopoulos, "Her- kesin saç kestirmesi gerek" diye yanıtladı. Orası öyle! Gözünün üstüne düşmüş perçeme bakılırsa, başta o çö- mez sözcünün kendi olmak üzere. Saçın önemi yanında serpuşa aldıran yok gibi. Oysa Amerika'da görmezlikten gelinen bir şapka devrimi başladı. Yediden yetmişe (daha doğrusu, beşikten me- zara) kafalarda beyzbol kasketleri. Allısı, morlusu, gü- müş ya da altın yaldızlısı... Sanki bir başbuğ çıkmış, "Hanımlar, efendiler ve ikisinin ortasındakiler, buna beyzbol kaseti denir; çağdaş uygarlığın önderi bir ülke- nin vatanseverleri olduğunuzu simgeiemek için, bun- dan böyle hepiniz kafalannaa beyzbol kasketleri geçi- receksiniz" buyruğunu vermiş. Amerikan başbuğu Clinton, şapka devrimi buyruğunu söze dökmüş değil. Tek bir resmin etkisinin birçok soz- cüğe bedel olduğunu biliyor olsa gerek ki, kendini örnek göstermekle yetiniyor. Dergilerde çıkan fotoğraflarında Glinton, kafasında çeşit çeşit beyzbol kasketiyle görünü- yor. Özellikle ilgi çekeni, bunların üstünde McDonald's yazılı olanları. "Ne sağcıyız ne solcu, beyzbolcuyuz beyzbolcu!" Clinton'un şapka devrimi, Aziz Nesln'in ünlü sözünün değiştirilip Amerika'ya yakıştırılmasını uygun düşüren bir başanya erişmiş sayılabilirse de bu başarı, çiçeği burnunda başkanın hızla gözden düşmesini önleyemi- yor. Pek de uzak olmayan bir gelecekte Clinton'un bey- zbol kasketleri, Imelda Marcos'un pabuçları gibi özel bir ün kazanabilir. 200 dolara saç kestirmesi de gecmiş özlemi açısından değerlendirilebilir. "Nerede o eski günler! Demek ki o günlerde 200 dolara saç kestirileblll- yormuş." Ama şimdilik, gazetelerin köşe yazarlarının öğüt vermeye kalktıkları bir başkanda, iş olmadığı iyice anlaşılıyor. öyle ki, Clinton'dan artık "politikparya"diye söz edilmeye başlandı. Clinton'u politik paryalığa düşüren son olay, Adalet Bakanlığı'nın Vatandaş Hakları Bölümü Başkanlığı'na arkadaşlarından birini, Lani GuJntef adlı birzenci profe- sör kadını aday gösterip sonra vazgeçmesiydi (Guinier adı, her nedense "Guanir" diye okunuyor). Clinton'un aylardır türlü görevlere, şu ya da bu kişiyi aday göster- mesi ile kopan gürültülerden usandığım için, bu yeni gürültüye boş vermek üzereydim ki Lani Guinier'e karşı koyanların onu "aşırı solcu" diye suçladıklarını duydu- ğumda kulak kesildim. Ne diyordu, ne istiyordu bu ka- dın? Anlamak kolay değildi. Aşırı solculuğunun, bir günler hukuk dergilerine yazdıklarından çıkıyor olması gerekiyor idiyse de uzmanlar bile işin içinden pek çıka- mayıp o yazıların çok kötü yazılmış olduğunu belirtiyor- lardı. Anlaşıldığı kadarıyla da olsa, ne demiş de aşırı solcu sayılmış? Azınlıkların oy sayısının daha yüksek ol- ması gerektiğini söylemiş. Oysa kendi yalanlıyor bunu. "Ben öyle şey söylemedim" diyor. "Zenciyi zenciler seçmeli, beyazlar değil" demiş. Bunu da yalanlıyor. De- miş de olsaydı bütün bunları, aşırı solculuk bir yana, ancak burjuva demokrasisi içinde düşünülen ve Ame- rika'nın bugün tersine dönmüş ırkçılığını savunan bir kişi olurdu. Ama dememiş öyle şeyler. Ya ne demiş? Onu söylemiyor. "Ne idüğü belirsiz" demez misiniz böylesine? Guinier'i aday gösterirken Clinton, arkadaşlıkla yetin- miş. Okumamış bile arkadaşının yazdıklarını. Danış- manlarından hiçbiri de okuyup anlatmamış ona. Gürültü koptuğunda Clinton, çağırıyor Lani Guinier'i Beyaz Sa- ray'a. Yazdıklarını okuyor, ya da okutuyor, anlattırıyor. Sonradaadaylığı geri aldığını bildiriyor. "Sorunbende" diyor. Arkadaşından özür diliyor. Kendisine hep güven- digini, para isterse düşünmeden çıkarıp vereceğini söy- lüyor. Bu açıklama üzerine, gene bir gürültü koptuğunda, bir politik gözlemci Clinton'dan şöyle söz etti: "Bizim oğlan iyice çarşaf oldu." ÖKURLARDAN Aımemizin radyosu... Bir TRT-3 dinleyicisi olarak Sayın Hakan Domaç'ın 29 Temmuz 1993 günkü yaasma yürekten katıhyorum. Özel radyolar tekrar açıldıİctan sonra beklediğimiz yayın kalitesine henüz ulaşmış değiller. Müzik yayıncıhğı sadece pop ve arabeskten ibaret değildir. Özel radyolanmız klasik Batı müziği ve caza sırt çevirmiş durumdalar. Belki de böyle düşünmelerinin nedeni bu müzik türlerinin popüler olmaması. Ancak bu ülkede popüler olmayan müzik türlerinin de dinleyicisi olduğu unutulmasın. Beklentimiz klasik Batı müziği, caz ve rock müziği türlerini ve müzisyenlerini, yeni kuşaklara tarutacak ve tarihsel gelişimine yer verecek programlar üretilmesi. Yoksa biz hâlâ annemizin radyosunudinlemeyi sürdüreceğiz. GökhanEvhyoğlu Ankara Özgürlük, aydınlanma, geleceğimiz Atatürkçülük kalıplaşmış öğretilere dayanarak dogmalaşmış bir dünya görüşü değildir. ldeolojisi çağdaşlaşmadır. Buanaereğin çerçevesini birbirini tamamlayan altı ilke çizer. Şöyle ki; demokratikleşmenin önkoşulu çogulcu, ırkçılıktan uzak, kültür ortaklığına dayanan bir milliyetçiliktir. ALİ MURAT ÖZDEMtR Hukukçu (bütün inançlara değil!) belirli sayıda inanı- şa hoşgörü vardjr. Hoşgörü kişiseldir, key- fidir. Hoş görülene talep hakkı vermez. Bir toplumda aklj yol gösterici (mürşit) kabu! eden anlayışın kabulü sürecine aydınlan- ma denir. Türkiye, kendi aydınlanma cağı- na haklı olarak ulusal kahramanı Mustafa Kemal Atatürk'ün adını alan devnmle gır- miştir. Geri kalmış toplum devrimlerinin en önemli özelliklerinden birisi buradaki dev- nmin ilk planda toplumdaki altyapı-üstya- pı uyuşmazlığını değil, toplumun geri kalmasına neden olan kurumlan kaldıra- rak onun ileri uygarlık (muasır medeniyet) düzeyindeki toplumlarla olan farkını orta- dan kaldırmak. bu yolda gelişmiş toplum- lann yaşadığı bazı aşamalan yaşamadan, atlayarak ılerlemek zorunluluğu getirmesi- dir. Bunun olumsuz sonuçlanndan birisi işçi haklan, kadın haklan gibi pekçok te- mel hakkın (yani bireylerin hukuken koru- nan özgürlüklerinin) gökten zembille in- mişcesine kolay olarak edinilmesidir. Nimet de olsa, insan. var kılmak için sa vaş- madığı şeyleri korumak için de savaşmı- yor. Bu konudaki duyarsızlığımız ve örgüt- süzlüğümüz dinsel düzene dayalı yönetirn isteyenlerin yoğun örgütlenme düzeyleri- nin onlara baskı grubu olmak sıfatıyla ver- diği güçle birleşince. varlık koşulumuz olan çağdaş düzenin altı her geçen gün oyulu- yor. Bugün başınızj bu ürpertici gerçeğe, onun özgürlükle celişen tavırlanna muha- tap olmadan cevırebilirsiniz. ama unutma- yınız. çocuklannız sizin bu tavnnızla iyice büyümüş olan bu güce başlanru çevireme- yecek kadar yakın olacaklardır. Atatürkçülük kalıplaşmış öğretilere da- yanarak dogmalaşmış bir dünya görüşü değildir. ldeolojisi çağdaşlaşmadır. Bu ana ereğin çerçevesini birbirini tamamlayan al- tı ilke çizer. Şöyle ki; demokratikleşmenin önkoşulu çogulcu, ırkçılıktan uzak. kültür ^ 0 zgürlük çok yönlü bir kav- O ram. Bu yüzden olacak. bir- birinden farklı dallarla ilgile- nen düşünür. uygulamacı pek çok insan onu tanımla- maya çalışmış ve birçok ta- nım elde edilmiştir. Yapılan tanımlann ortak özelliği, tümüyle ele alındıklannda bile kavramı tanımlamalanndaki yetersiz- likleridir. Bu kavram, eksiksiz olarak ta- nımlanamaz. Böyle olmasmın pek çok nedeninden birisi, özgürlük kavramının. yaratıcısı olan insanla birlikte, değışimin evrensel yasasına bağlı olmasıdır. (Her şey değişir. Önüne setler dikseniz de başınızı çevirseniz de değişir. ama bu son halde de- ğişimin önünüze çıkardığı tablo geri kal- mışlıktır.) Kavram eksiksizce tanımlana- masa bile, temel öğelen saptanabilir. Öyle ki, bu öğeler olmadan yapılabilen hiçbir ta- nım yoktur. Bu temel öğelerden ikisi, dü- şünce ve inanç özgürlükleridir. lnancınızın inanç ve düşünce özgürlüğüne karşı olması da dahil hiçbir gerekçe, insanı (inanç ve dü- şünce özgürlükleri başta olmak üzere) bu temel özgürlüklerden yoksun bırakmama- lıdır, çünkü özgür olmayan insan aydınla- namaz. Bir ülkede temel, yani varlığından vazge- çilemez özgürlüklerin, bireylerin hukuken korunan çıkarlan (haklan) haline dönüş- mesi için o toplumun aydınlanma sürecine girmesi gerekir. Bu süreç de egemenliğin kaynağının tannsal değil, insansal olması sonucuna vanr. Böyle olması da doğaldır, zıra tannsal egmenÜk berabennde tannsal iradeyi yansıtan metinler ve bunlan açıkla- yıcı kimselerin varlığını gerektirir: metin tann buynığudur.değişmez (her şey deği- şir), açıklayanlar ayncalık kazanırlar ve is- ter istemez ayncahklannı sürdürmek için aydınlanmanın karşısına geçerler. Böyle bir kültürde inanç özürlüğü olamjz, olsa olsa iküsadi ve siyasi poliükalar gereğince ortaklığına dayanan bir milliyetçiliktir. Bu mılliyetçılik anlayışının çağdaş anayasal yansıması ise anayasa md. 66'da ifadesini bulur: "Tûrk devietine vatandaşhk bağı ile bağlı oian herkes Türktûr..." Ulusun, siya- sa] iktidan kullanacaklan seçerken, ege- mcnlığini kullanmasının doğal sonucu, demokrasiyi de kapsayarak, cumhuriyetçi- lik ve laikliktir. Devlet politikasının sınıflar arasında mücadele değil, dayanışma temeli üzerine kurulmasından, yasal eşitliğe, siya- sal demokrasiye ve daha ötelerine giden yol halkçılık ilkesinin kapsamındadır.' çünkü halkçılık toplumsal düzeni gelirlerde den- geye. emeğe ve hukuka dayatmak isteyen, halk yarannı öncelikle gözeten bir toplum- sal uğraştır. Devlet önünde özel ayncalık- lan bulunmayan toplum kesimlerirtin (hal- kın) değışimin nesnesi değil öznesi kabul edilerek aydınlatılması ve Türk devriminin temel ilkeleri yönünde sürekli ilerleme ise devrimciliktir. Atatürkçü düşüncede dev- let, halk için vardır. Sermaye birikimini askeri ya da iktisadi sömürgecilik yoluyla sağlayamamış bir ülkede, sermaye binki- minin sağlanmasının en insancıl ve akılcı (rasyonel) yolu Atatürkçü devletçiliktir. Türkiye, halen birinci sanayi devrimini ya- pacak birikimi edinmemişken, devletçilik özellikle 1980 sonrasında Atatürk ilkeleri- ne yönelik saldınlarda laiklikten sonra ikinci saldınyı da almıştır. Burada, ihale yolsuzlukjan. hayali ihracat, kartvizitlerle gızli işsizligin artiınlması, şirket kurtarma oyunlan benzeri birçok hukuksuzluk ve yanlış iktisadi tercihlerin faturasının dev- letçiliğe cıkartıldığını, devletçiliğinin öteki bütün ilkeler gibi, dogmatik bir öğretisi ol- madığını, konumuzun biraz dışına çıkmak pahasına belirtmek gerekir. Gericiük, gerici ülkelenn zaman zaman büyük devletlerle de parelellik gösteren şe- riat ihracına yönelik dış poütikalan ve ben- zeri pek çok nedenle Atatürk'e, uygarlığı- mıza ve özgürlüklerimize karşı 19^)'lerden bu yana, ama özellikle 80 sonrası yıllarda, yapılan örgütlü ve sistemü saldınlar karşı- sında çağdaş yaşama hakkını kahramanlık yapmadan korumak ve kullanmak isteyen- leri, kamuya yararb. kendi görüşlerine uy- gun bir derneğe girmeye ya da kendi görüş- leri doğrultusunda bir dernek kurmaya, kısacası örgütlenmeye çağınyorum. TARHŞMA Atatürk ve dil devrimi B ay Ayhan Songar 8_Haziranl993 günlü Türkiye gazetesindeki Guzel Dilimize Olanlarbaşhklı yazısında yanılgıya düşüyor. Buyazıyı, değerli meslektaşı Prof. Dr. Coşkun Özdetnir'in, kendisinin 'dil devrimi' denen hadiseye yaklaşış biçimini tenkitettiğı için yazmış. "Bir müddet evvel Ahmet Kabaklı Hoca ile yaptığım bir televizyon sohbetinde bu meseleye dokunmuştum. Bu hususta Dr. özdemir şunlan y azmış: 'Biraz ihtiyaüı bir şekiMe, dflimizde Atatürk'ün başlattığı arınmay u sadeleştirmeyi bozulma şekliüde niteledin ve söy leşi y aptığın kişi ile birlikte uydurma bir Türkçe yaratıkügından, bunun olumsuz sonuçlanndaıı yakındın'..." Sn. Songar bundan sonra görüşlerini savunuyor: "Tûrk dilinin, tasfiy ecilerin elinde bu-akıldığı takdirde içine düşeceği cukur ve bunun doğuracağı tehlikeler yıllarca önce bizzat Atatürk tarafından görülmüş ve bu gidiş durdurulmak istenmiştir. Bugün 'Atatürk'ün dil devrimi' diye gösterilmek istenen şeyin onun yapmak istedikleri ile hiçbir ilgisi y oktur" diyor. Doğru bir değerlendirme yapabilmek için kısa bilgiler sunacağım: 1 — Dilimizin yabancı sözcüklerden anndınlması düşüncesi. Atatürk'ün zıhnine. 1916 yılında girmiştir. Tevfık Fikret'le Mehmet Emin'in şiirlerinde yaptığı karşılaştırmada 'Ancak Türkçe olaıida da diğerlerinde de aynı derecede Arapça Farsça kelimat var' demesı bunun karutıdır. (Prof. V. Hatiboğlu. Ölümsüz Atatürk ve Dil Devrimi. S: 8) 2 — Tfirk Hukuku Tarihi profesörii C.S.Maksudi'nın 1930'da yayımlanan Türk Dili İçin adlı yapıünın baş sayfasına Atatürk'ün el yazısı ile yazılmış olan. "Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuv>etlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk düi, diUerineıı zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin... Llkesini, yüksek istiklalini konunasını bilen Türk milleti, dilini de y abancı diller bovunduruğundan kurtarmalıdır" sözleri, onun gerçekleşmesini istediği dil devrimi için. sönmeyecek bir ışık niteliğindedir. 3 - Amaca daha köklü biçimde ulaşmakiçin 1932 yılında Türk Diyni Tetkik Cemi'yeti (Türk Dil Kurumu) kuruîmuş, dil konulan iki yılda bir toplanan dil kurultaylannda tartışılmıştır. Atatürk bunlann hepsinekatılırdı. 4-1936 yılında Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi'nı açürmıştır. 5 - 1937 yılında ilk ve orta öğretim ders kitaplan terimleri Türkçeleştirilmeye başlanmıştır. 6 - Aynı yıl Atatürk, yazdığı Geometri kitabı ile, genç beyinleri. anlaşılması güç, özellikle Arapça terimlerden kurtarmıştır. Bunlar onun sağlığında gerçekleştirdikleridir. Bu durumda Atatürk'ün dil devriminin durdurma düşüncesinde olduğu nasıl şöylenebilir? Ölümünden sonra Dil Kurumu'nun çalışma ürünleri olan Tarama, Derleme sözlükleri, değişik bilim dallan için çıkanlan sözlükler.. hep Atatürk'ten gelen inanış ve coşku ile ulusumuza kazandınlmıştır. PENCERE düzenlemelere göre parti kapatma da- valannda Anayasa Mahkemesi'nin, üyeligini sona erdirecegi milletvekille- rini dinlemesi, davaya katması, savun- malannı alması gerekmiyor. Böylece yargılanmayan kişi, suç işleyip işleme- j diği de bilinmeden. salt Anayasa Mah- kemesi karannda adı u belirtildiğin için, ya da partisi kapatıldığmdan, TBMM'nin onayı aranmadan ve ken- djliğinden milletvekilliğinden düşürü- lüyor. HEP'in kapatımıası karannın ardından Anayasa Mahkemesi'ne yö- nelen eleştiriler, 84. madde gerçeğini örtmemelidir. Bireysel suçlara hoşgö- rü ile yaklaşırken, örgütsel sorumlulu- ğu kişisel ve siyasal bir yaptınma dönüştüren anayasanın 84. maddesi- nin demokratik ilkelerle bağdaşmadı- ğı kesindir. Anayasa değişmelidir. Ancak geniş kapsamlı bir tasannın olgunlaşması çok zaman alacaktır. Radyo-TV örne- ğinde olduğu gibi, 84. maddenin ben- zer nitelikteki 14. madde ile birlikte ele ahnması, ardından Siyasal Partiler Yasası'nın değiştirilerek, özürlü de- mokrasinin bir ayıbının daha kısa sü- rede giderilmesi gerekmektedir. Ben. Falih Rjfkı Atay'ın aktardığı: "Çocuk, çıkmaza gjrmişizdir. Dili bu çıkmazda birakamayız... FaMh Bey, biz Osroanbca'dan ve Batı dillerinden istifadeye mecburuz" dediğıne de inanamıyorum. Sn. Atay, Atatürk'ün yakınında bulunmak mutluluğuna ulaşmışsa da dil özleşmesini içine sındirememiştır. Bayrak adlı yapıtında kadar yerine dek; hayat yerine yaşam; tabii yenne doğal denilmesine karşı çıkar. 158.sayfadada,"Ben Türkçeciyim. özleştinneci değilim. Köylünün ağzındaki Akıl'ı Ls'a çevirmeye uğraşmam"der. Yazımı ünlü iki Fransızın göriişlerinden alıntı yaparak sonlandıracağım. 1 - Jean Deny (Paris Dogu Dilleri profesörü, "Türk DiH Grameri" yazan): "Gazi Mustafa Kemal'in yaptığı harf devrimi ile kakmkrin kolaylıkla işJemesi raümkündür." (S.Salışık; Cumhuriyet, 26 Nisan 1970.) 2 - George Duhamel (Fransız Akademisi üyesi yazar; "Yeni Türkiye" - C. Yücel çevirisi): "Öbür y andan bu eser, tngiliz, Fransız ve Rus devrimleriniıı başardıklarmdan bambaşkadır. Hiçbiri örneğin, dil, yazı gibi konulara el armamtştır. Ne Cromvvell, ne Robespierre, ne Lenin ve ne de ondan sonra gelenler, çekip çevirdikleri uluslann bilim feteefesini, düşünce y öntemlerini kısacası bütün bir alın y azBinı değiştinne yükünü omuzİanna almamtşlardır." İşte Atatürk ve işte onun önderliğinde gerçekleşmiş olan dil devrimimiz. Yıhnadan savunacağız. Rüştü Ergun Işmbilimci (Radyolog) Maclt Gökberk'i Uğurfarken... "Dört bir yandan bağırıyorlar.. Papaz: - Düşünme, inan!.. Subay: - Düşünme, komutlarauy!.. Maliyeci: - Düşünme, öde!.." Immanuel Karrt, Tannsal devletin "düşünme" diye buyurduğu insana 1784te "afc//n/fcu//an"dediktensonra yaşadığı çağın anlamını soruyor: "- Şimdi, aydınlanmış bir dönemde mi yaşıyoruz?" Yanıtlıyor: " - Hayır, aydınlanmakta olan bir dönemde yaşıyo- ruz." 18'inci yüzyıldan bu yana "Aydınlanma" gelgitlerle sürüyor, 2000edoğru gezegenimizin kimiyeridahaay- dınlık, kimi yeri daha az aydınlık, kimi yeri alaca, kimi yeri karanlık... Ya Türkiye? Mactt Gökberk, Türkiye'de "Aydınlanma Devrimi"nm hem ürünü, hem önderlerinden biriydi; felsefeyle yaşa- mın duvarlarını yıkan bir düşünür ve 1923 devriminin anlamını, yaşarken belirleyip bilincimize işleyen kişiydi. • 1933 Üniversite Reformu, Osmanlı Medresesi'nin mi- rasını aşmak yolunda bir çabadır. Macit Gökberk. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül- tesi'ni bitirdikten sonra 1933'te Felsefe Kürsüsü'nde Profesör Hans Relchenbach'ın asistanı oidu, sonra Ber- lin Üniversitesi'nde doktora yaptı. Felsefenin yaşamdaki yeri ve insana etkisi üzerinde yoğunlaşan Gökberk, eski çağlardan bu yana felsefenin gelişmesini inceledi; Osmanlı düşüncesini kurumlaşn- ran medreseye ilişkin yaklaşımı şöyle: "Medreseler, parallelleri olan Batı Ortaçağı'nın ma- nastır ve katedral okullan gibi skolastik nitelikteydiler. Bunlar, din adamlarını ya da dinin ilke ve kurallarını uy- gulayacak kişileri yetiştiren okullardı. (...) Hazır bulunan doğruları olduğu gibi benimsemek, bunları tartışma- mak, yeni doğruları aramaya girişmemek. Bu dogma- tizm, Osmanlı medreseleri için olduğu gibi Batı medre- seleri için de karakteristiktir. Medreseler, deneysel araştırmaları değersiz saydıklan için, yalnız kavramsal işlemlerde durulup kalınır; genel ve soyut kavramlarüs- tünde kurgulara girişilir; tek yanlı sistemleştirmelere gidilir." "FtHU\, Istanbul'u aldıktan az sonra Maveraünnehir'- den getirttiği All Kuşçu ile Molla Hüsrev 'in gözetı'minde Fatih Medreseleri'ni kurarken (...) Padua, Paris ve Ox- fordüniversiteleri, daha önce hümanist öğretim ve araş- tırmaya başlamışlardı. Böyle bir gelişme sırasında, ama bu gelişmelerden habersiz, ortaçag örneğine göre kurulan Fatih Medreseleri çağdışı kalmaya mahkumdu- lar." Osmanlı, en görkemli döneminde yarışı yitirdiğinden habersizdi; eleştiriye kapalı toplumların nasıl yıkıldıkla- rfnı Sovyetler örneğiyle günümüzde bile görüp yaşama- dık mı? "Aydınlanma, eleştirel aklın mahkemesinde her şeyin yargılanması" demektir. Ne yazık ki günümüzde imam okulları bir tür medrese olarak açılıyor; bu kurumlarda "eleştirel akıl" geriye iti- lir, seriat koşullanması öne çıkar. Macit Gökberk, insanın serüvenini dünden yarına avucunun içindeki çizgiler gibi biidiğinden, bu yolda Türkiye'nin yeniden karanlığa itilmesine katlanamıyor- du; yaşamının son yıllarında, bu yüzden hep acı çekmiş- tir. • Yine de Anadolu'da Aydınlanma Devrimi'nin bütün gelgitlere karşın sağlam toplumsal dayanaklara kavuş- tuğunu söyleyebiliriz; Macit Gökberk gibi aydınlanmacı- larımız, düşün ve ekin alanında sağlam temeller atmış- lardır. Gökberk'in kişiliği, bu yolda önemli bir kilometre taşını oluşturan sarsılmaz bir anırtır. Ülkemizin Suudi Arabistan ya da Iran olamayacağını Uğur Mumcu'nun son yolculuğunda dile getiren milyon- lar, yaşamının son günlerinde Gökberk'i biraz olsun mutlukılmışolmalı... ANMA Emeğe saygın. alnımızda onur Hümanizmin, yüreğimize meş'ale Dürüstlük, demokratlık ve aile anlayışın, yaşamımızda mihenk Yokluğunda, daha bir büyüyerek... Sevgili HUSEYEVPALA ölümünün 5. yılında da ilkelerin bizimle. Sıcaklığın içimizde. Eşin:REFtYE Yeğenlerin: İSMAİL-VEYSEL-HASAIV SAYGOJ AJNMA Sendikamızın merhum genel başkanı, işçi sınıfının onurlu neferi, sendikal birliğin yılmaz savunucusu HUSEYINPALA'YI ölümünün 5. yılı olan 18.8.1993 günü (yann) saat 11.00'de, Zincirlikuyu'daki kabri başıada rahmetle ve özlemle anacağız. BELEDtYE-tŞ SENDÖCASI GENEL YÖNETİM KURULU
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear