25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 31TEMMUZ1992CUMA 12 DIZIYAZI Büyükelçiler, Başbakan Demirel ile yaptıklan görüşmede çözüm için görüşlerini açıkladılar Odününkarşılığıbarış olacak KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE SONRASI ECMEL BARUTÇU Müezzinoğlu'nun devrcye girmesiy- le bu iki dairenin ayn olmasının sakın- calannın da ötesinde daha kötü bir durum meydana gelmişti. Eskiden ay- n dairelerin faalıyetlerinden hıç değilse bakanlık olarak bilgi sahibi olurduk. Halbuki Ziya Müezzinoğlu'nun kur- duğu teşkilatın yapüğı işler bizım ta- mamen bilgjrniz dışmda cereyan edi- yordu. Siyasi davayı yüriiten kadro olarak Kıbns'ta ekonomik alanda ya- ratılan emrivakilerin uluslararası alandakı olumsuz etkileri ile karşı kar- şıya kalıyorduk. Siyasi yönden merha- îeler katetmiştik. Bu yoldan meseleyi ı bir an evvel döndürmekle mümkün olabilirdi. Rumlar bütün ümitlerini bu çarkı döndüremeyeceği- mize bağlamışlardı. Kıbns Türkleri- nin eskiyi arayacak hale gelecekleri günü bekbyorlardı. Siyasi çözüm için öncebkle bu ümidi yıkmak lazımdı. Bunun için Kıbns Türk toplumunun ekonomik durumu hariciye olarak bi- zi çok ilgilendiriyordu. Halbuki bu alanda olan biten bütün işler bizim dı- şımızda cereyan ediyordu. Müezzi- noğlu'nun teşkilaünın kontrolümüz altına almak için yaptığımız girişimler Irmak hükümeti zamanında sonuç vermemişti. Melih Esenbel Dışişleri Bakanı olarak bu konuya parmak basmıştı ve farkında olmayarak Milli Güvenlik Kurulu toplanüsında Müez- zinoğlu'nu hırpalayan bir kâğıt oku- muştu. Farkında olmayarak diyorum, zira Esenbel, kendisi için sırf bilgisi ol- şun diye kısa adı KİPİG olan Kıbns İcra ve Planlama Grubu Başkanı GündüzTunçbilek tarafından hazırla- nan bir kâğıdı Milli Güvenlik Kurulu toplantısında konu açıbnca abp oku- muş ve sonra bakanbğa geldiğinde, - Ne yapünız, bana zehir zemberek bir yazıyı okuttunuz. Karşımda otu- ran Ziya Müezzinoğlu'nun renkten renge girdiğini gördüm, diyerek kâğıdı hâarlayan arkadaşm kendisini neden ikaz etmediğini sormuştu. Belki, Esenbel, öyle demesine rağ- men bu kâğıdı bilerek okumuştur. Çünkü kanaatimiz bu kâğıdın okun- masından sonra Müezzinoğlu'nun ar- ük görevine devam etmek istemeyece- ği merkezinde idi. Bu kanaatimiz gerçekleşmediği gibi, Müezzinoğlu'- nun teşkilatını Dışişleri Bakanlığı'na bağlamak için Esenbel'in ve bakanb- ğımızın çabalan kabine içindeki ve dı- şındaki mabyecilerin Müezzinoğlu'- nun etrafında gösterdikleri dayanışma nedeniyle neüce venmedi ve bu amaçla bakanbğımız tarafından haarlanan kararname Başbakan Yardımcısı Zey- yat Baykara'da takıldı kaldı. Ekonomik keşmekeş Çağlayangil Dışişleri Bakanı oldu- ğunda. Kıbns'taki Türk toplumunun ekonomik alanda içine düştüğü keş- mekeşi ona da izah ederek, bu duruma bir çare bulunmasını, davanın selame- ti yönünden kendisinden istedik. İlk sözü, - O halde, Müezzinoğlu'nu bu gö- revden alabm, oldu. Oysa konu bir şahıs meselesinden ziyade bir teşkilatlanma meselesi idi. Müezzinoğlu'nun yerine kim gelirse gelsin mevcut teşkilat aynı şekilde ça- bşüğı sürece bir şey değişmeyecekti. Çağlayangil, Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu ile birbkte İzmir'e gi- diyordu. Benden bir not istedi. Kıb- ns'ta Türk bölgesinde işler neden kötü gitmişti? - Beyefendi, dedim, ekonomik ko- nular benim dairemin sahasına gir- mez. Biliyorsunuz ben siyasi vechesiy- le.meşgulüm işjn. Ekonomik yönü KİPİG dairesinindir. Söyleyeyim or- daki arkadaşlar istediğiniz notu size hazırlasınlar. - Hayır, ben senin hazırlamanı isti- yorum, dedi. Anlaşılıyordu ki. Çağlayangil işin siyasi ve ekonomik yönleri arasındaki üişkiye benim is'ediğim açıdan bakı- yordu. Buna memnun olmuştum. Notu havaalanına yetiştirdim. Fey- zioğlu ile meseleyi uçakta görüşeceğini anladım. Izmir dönüşünde Çağlayangil ile görüştüğümüzde, bana, - Ecmel, bu iş kolay obnayacak, de- di. Sonunda bütün sıkınü Feyzioğlu'- nun üzerine yıkıldı. Müezzinoğlu'nun bıraküğı mirası temizlemek Feyzi- oğlu'na düştü. Ama bu arada geçen ve bir daha ebmize gecmeyecek olan za- manın kayıplannı telafı etmek imkânı- nı bulamayacakük. Siyasi dava eko- nomik yönden yaralanmıştı. Yağmalar önlenememişti. Sinai tesisler çabştınlamamışü. Turisük tesisler açılamamıştı. Kurulan holdingler hep zarar edi- yordu. Nasıl etmesin ki ortak Türk kuruluşlan zaten Türkiye'de zarar et- mekle tanınmış kuruluşlardı. Devlet Deniz Yollan zaranna çabş- mıyor muydu? Türk Hava Yollan zarar etmiyor muydu? Liberal bir ekonomi içinden gelmiş bir topluma. zarar eden devlet kuru- luşlan ile yardım eli uzatmanın netice- si kısa zamanda görüldü. Varsın üç beş kişi zengın olsun ama Kıbns Türk toplumunun ekonomisi ah^tığı düzen içinde süratle yoluna gir- sin diye düşünüp ona göre hareket elmesi herhalde daha az zararlı olur- du. Rumlann ümit bağladığı dağlara kar yağdıramamıştık. Halbuki dava kısa yoldan böyle te- mizlenecekti. man tahdidi konsa fazla konuşanlann tabii sözü kesilmiyor ve böylece disip- linli hareket edenlerin aleyhine handi- kaplar doğması gjbi haksız durumlar da oluyordu. Bu kabil toplanülan ba- zen bakanlann kendisi sırf büyükelçi- leri tanımak için dışarda yaparlardı. Bölge bölge büyükeîçileri bir ziyaret- ten bilistifade belirli merkezlerde top- larlardı. Bunlardan biri Çağlayangü'- in ilk bakanbğı sırasında Brüksel Büyükelçiliğimiz ikametgahında ya- pılmıştı ve ben de Çağlayangü'e refa- kat ettiğim için bu toplanüda bulun- muştum. Büyükelçiler uzun konuşma- lar yapülar, onlan sabırla dinleyen ye indirmiş vaziyette idi. Hatta onun bu hâ*lini Yunanistan'ın eski Ankara Büyükelçisi Cunis, Cenevre'deki bir buluşmamızda dile getirerek, "Kamu- ran Gürün dokuz aydan beri Siyasi Daire Genel Müdürü olarak bana bir defa bile gelmedi" diyerek hayretini- ifade etmişü. Gerek Esenbel gerekse Çağlayangil bu durumu biliyorlardı ve onun Aüna'dan gönderdiği yol göste- rici tarzdaki mesajlannı hoş karşılamı- yorlardı. Atina Büyükelçimiz ise ken- dısıne karşı olan bu tutumun merkez- deki arkadaşlanndan ileri geldiği şekünde yanhş bir inüba alünda idi. Bu durumdan dolayı mı yoksa : Kıb- Çağlayangil sağ tarafına oturan NA- ns meselesindeki yanlış algılamasın- TODaimiDelegemizMuharremNuri dan ötürü mü pek bilemiyorum 1975 Birgi'ye bir pusula uzattı. Üzerinde "Bunlar hep böyle midir?" diye yazı- bydı. Muharrem Nuri Bey kâğıdın arka yüzüne "Kamuran Gürün hariç hep böyledirler" diye yazıp Çağlayan- gil'e verdi. Bununla anlatmak istedi- ğim şu ki Kamuran Gürün bakanhkta sözüne hakikaten kıymet verilen bir büyükelçiydi ama bu defaki teklifleri arabk ayında"NATO Bakanlar Kon- seyi toplanüsı münasebeüyle Brüksel'- de Yunanblarla görüşmeden önce kendi aramızda yaptığjmız bir toplan- tıda bana "Ecmel bir şeyi unutuyor, Türkiye'nin bir dış politikası vardır ve Kıbns meselesi onun bir parçasıdır" diye hışımla çıkışta bulundu. Sanki biz merkezde Kıbns meselesinden başka 1 ürkiye'de Kıbns konusunda bir şey yapılamıyorsa bunda hükümetin oluşum tarzının rol oynamakta olduğu anlaşılan dışardan k iyi takip edilemiyordu. Oysa, merkez olarak o zamanki hükümete Kıbns meselesini bütün vechelenyle konuşabiliriz" dedirtebilmek için dört ay göbeğimizçatlamıştı. Amerikan Kongresi'ni etkileyebilmek için bunu hükümete uzun uğraşlardan sonra söyletebilmiştik. Türkiye'de yetkililer, 1975 ocağın- da, 300 küsur sınai tesis çabşmaktadır diye ayak üstünde gazetecilere beya- nat verirken sadece üç beş tesisin çabş- makta olduğunu Prof. Suat Bilge ile birlikte bizzat gözlerimizle görmüş- tük. Sonunda Müezzinoğlu, Turan Fey- zioğlu ile birlikte Kıbns'a yapıtığımız birinci ziyarette görevıni bırakü ve se- natörlük için adaybğını koydu. Ken- disini bir defasında Bakanbİc Kurulu'- na izahat verirken dinlemiştim. İzah- lanna ve konuşmasına hayranlık duymamak mümkün değildi, ama da- va öyle bir davakı sözle değil eserle kurtulabilecek bir dava. Eser ise orta- da yok. bakanlık makamında iltifat görmü- bir şey düşünmüyormuşuz ve her şe- yordu. yin önüne Kıbns meselesini koyuyor- Büyükelçiler toplanüsı Türkiye'ye muşuz gibi konuşarak beni eteştirdi. ne getirebilir? Bu suale biz merkez ola- Belli oluyordu ki merkezdeki duru- rak olumlu bir cevap bulamadığımız mu bilmiyordu. Bunu anlayan Çağla- için toplantı yapıbnasında bir fayda yangil, "Canım bu kadar büyütmeye görmüyorduk. Ancak Kamuran Gü- gerek yok" diyerek kendisini yatıştır- rün'ün tekliflerine merkez olarak karşı dı. çıkan bir tutumumuz da yoktu. Karşı Türkiye'de Kıbns konusunda bir mukavemet söylediğim gibi bakandan şey yapılamıyorsa bunda hükümetin geliyordu. Bununla beraber Çağla- oluşum tarzının rol oynamakta oldu- yangil sonunda böyle bir toplanü yap- ğu anlaşılan dışardan pek iyi takip edi- mayı kararlaştırdı. Belki de, 1965 yı- lemiyordu. Oysa, merkez olarak o bndaki tecrübesi dolayısıyla bu top- zamanki hükümete "Kıbns meselesini lanunın iç politika bakımından yararb bütün vechelenyle konuşabiüriz" de- olacağını düşünmüştü. Toplantıya 15 dirtebilmek için dört ay göbeğimizçat- kadar büyükelçi katıldı. Görüşmeler lamıştı. Amerikan Kongresi'ni etkile- sırasında derhal iki grup beürdi. Bir yebilmek için bunu hükümete uzun lesi hakkındaki karann kabulünden sonra, acaba bundan sonra ne yapabi- b'riz diye eski Yunan Daimi Delegesi Karayannis benimle görüşmek istedi. Beraber yemek yedik ve konuştuk. Bana çok ilginç bulduğum bir söz söy- ledi. "Kıbns meselesi halledibrse Tür- kiye'nin bütün ağırbğı ile Ege sorunla- n üzerine yükleneceğinden korkuyo- ruz" dedi. Bunun anlamı açıktı. Yunanistan Kıbns meselesini hallet- mek istemiyordu. Silahlanmasırun nedeni Ege ile ilgili idi. Ege'de Tür- kiye'ye karşı bir caydıncıbk gücüne ulaşmak ve bu gücün kendisine vere- ceği güvene kavuşmak istiyordu. Çağlayangil, büyükelçilerimizin bu noktadaki görüşlerini öğrenmek için bu suali sormuştu. Ama tuttuğu notla- nna bu noktada şifa olarak bir şey ek- leyemedi. Son ağızdan öğrenmek için Çağlayangil, Türkiye'nin içinde bu- lunduğu durumu ve mevcut iç siyasi konjonktürü büyükelçilere anlatmadı. Bunu onlann kendisinden değil de başbakanın ağzından öğrenmelerini tercih etti. Demirel, çözüm için ödün verilmesi- ni öneren büyükelçilere, - Karşılığı ne olacak, diyordu. Onlarda, - Banş olacak diyorlardı. Denurel'i dinledikten sonra herke- sin ayağı yere değdi. Koalisyon hükü- metinin oluşum tarzı her şeyi engelli- yordu. Büyükelçilik toplantısını içeriğinin ga- zetelere aksetmemesi tabii herkesin temennisi idi, ama buna mani obnanın müşkilatını da keza herkes biliyordu. Nitekim, ertesi günü bir gazete bir kıs- mıru ismen zikretmek suretiyle büyü- kelçileri afışe etti. Konuşulanlan bir iki cümle ile o kadar güzel özetle di sa- dece bu durum, bunu içerden birinin gazeteye verdiğinini göstermeye kafi idi. Tabii bu hoşa gitmeyen bir durum yarattı. Yunanistan ile göruşmelerin yeniden başlaması ve toprak konusundaki ilk teklifın Rumlarca yapılmasının Yuna- nistan tarafından İcabul edildiği bir sı- rada Türkiye'nin iç dunımunu böyle- sine açığa vurmanın davaya yapacağı zarar aşikar idi. Yunanistan'la vardı- ğımız mutabakau tam yürürlüğe geci- Savaşsonrası yağmalarönlenememiş, sınaitesisleraçüamamış, turistik tesisler hizmetesokulamamıştı 1975 araük ayında Ankara'da bir grup karşı tarafa ödün vermek suretiy- uğraşlardan sonra söyletebilmiştik. le Kıbns'ta derhal banşçı bir çözümebüyükelçiler toplanüsı yapıldı. Kıbns konusunda yapılan bu toplanünın benzeri 1965 ve 1968 yıllannda da ya- pılmıştı. 1965'teki toplanü Adalet Par- tisi iküdan sırasında Birleşmiş Millet- ler Genel Kurulu'nda kabul edilen karardan sonra vuku bulmuştu. Bu defaki toplanü da gene BM Genel Ku- rulu'nda 1974'te Ecevit hükümeti zamanında kabul edilen karardan sonra ve Demirel'in başkanlığındaki dörtlü koab'syon sırasında yapılıyor- du. Kıbns konusunda bu şekilde biı toplanü yapılması için dışardaki bü- yükelçilerimiz arasında yalnız Atina Büyükelçimiz Kamuran Gürün'den öteden beri teklif abyorduk. Atina Bü- yükelçimiz bu talebini Kıbns olayla- nndan sonra ve özellikle Ecevit hükü- meünin istifasını müteakip kurulan Irmak hükümeti sırasında sık sık ileri sürüyordu. Zaman zaman bakanbğa gönderdiği bu yoldaki tekbflerine za- manın Dışişleri Bakanı Melih Esenbel iltifat etmezdi. Zaten garip bir durum- dur, ne zaman Türkiye'de bir hükü- met değişikb'ği olsa ve yeni bir dışişleri bakanı işbaşına gelse dışardaki büyü- kelçilerimizden merkeze istişare için geleyim diye teklifler gelir. Bunlann ardında daha ziyade "şahsi' sebepler yatardı ama Kamuran Gürün'ünkün- de böyle bir neden yoktu. Ancak bu yoldaki tekliflerine EsenbePden sonra Çağlayangi! de ilk önce karşı çıktı. As- hna bakıhrsa, Merkez olarak bizde bu şekilde toplantılar yapılmasına taraf- tar degildik. Çünkü büyükelçilerin top- lantılanndan bir şey çıkmıyordu. Bu toplantılar sadece laftan ibaret kalı- ulaşılmasından yana olduklannı be- brttiler. Asbnda herkesin arzusu mese- lenin bir an evvel banşçı şekilde çözü- mü idi ama Türkiye'nin iç politik durumunun ödün konusunda adım atmaya pek imkân vermediğini bazr büyükelçiler daha iyi takdir ediyordu. Hele Dışişleri Bakanbğı yapmış olan Melih Esenbel bunun ne kadar güç ol- duğunu pek iyi biliyordu. Kıbns hare- kaü sırasında fazla toprak ele geçiril- mişti ve bu fazlabğın iki taraf arasında yapılacak müzakerelerde koz olarak kullanılabileceği düşünülüyordu. Bu- nunla beraber, evdeki hesap çarşıya uymadı ve "Kan akıülarak alınan top- rak geri verilmez" anlayışmdan hare- ket eden Milb' Selamet Parıisi'nin tu- tumu ne Ecevit hükümeti sırasın- da bir hareket serbestisi verdi. Savaşır gibi Büyükelçilerden ikisi Kıbns hareka- tı sırasında çok güç şartlar alünda gö- rev gördüler. Asaf Inan Kıbns'ta ade- ta cephede savaşır gibi idi. Kamuran Gürün ise Atina'da tamamen düşman bir çevre içinde kalmışü. Kurtuluş sa- vaşımızda Anadolu'da ve şimdi Kıb- ns'ta Türkiye'den dayak yiyen Yuna- nistan'da megalo idea ile yanıp tutu- şan Yunan milleti büyük bir aşağılık duygusu içinde Türkiye'ye ve Türk milletine karşı derin husumet besbyor- du. Biz Ankara'da Yunan Büyükelçi- sine ne kadar nazık ve dostça davranı- yorsak onlar Atina'da bizim büyükel- çimize karşı muhakkak ki aynı hisler Ankara'daki büyükelçiler toplantı- sında yukarda belirttiğim gibi Kıbns meselesinde ödün vermek suretiyle Yunanistan'la bir harbin önlenebile- ceği, Yunanistan'ın silah saün almak için büyük meblağlar harcadığı, Tür- kiye'ye saldıracağı, Türkiye'nin Ame- rikan ambargosu yüzünden zor du- rumda kalacağj ileri sürüldü. Was- hington Büyükelçimiz Melin Esenbel bu görüşlere toplu bir cevap verdi ve Türkiye'nin Yunanistan silahlanıyor diye çekinmesi için sebep olmadığını, Türkiye'nin Yunanislan olmasa da bulunduğu coğrafı mevki itibanyla kuvvetli olmak zorunda olduğunu be- brtip, "Türkiye olarak Yunanistan'ın hakkından gelemeyecek isek o zaman zaten her şeyi bırakabm" dedi. Çağlayangil büyükelçiler toplantı- sında bu şekilde bir gruplaşmanın ola- cağını tabiatıyla biliyordu. Onun için böyle bir münakaşanın içine girmek- tense herkesi dinlemeyi tercih ediyor- du. Büyükelçilerin konuşmalanndan sonra onlardan bir suaün cevabını is- tedi: - Yunanistan Kıbns meselesinin halbni gerçekten istiyor mu? Çağlayangil, "Bizim tutumumuz belli, pekala ama Yunanistan'dan ne haber" deyip büyükelçilerden bu sua- lin cevabını istiyordu. Merkez olarak biz de bu noktanın aydınlaülmasını is- .iyorduk. Bu noktada asıl Kamuran Gürün'ün söyleyecekleri obnalı diye- rek büyükelçiler topu hep ona attılar. Çağlayangil bu suab boşuna sorma- mışü. Bu şüpheyi zihnine ben soktum. 1975 sonbahannda BM Genel Kuruluiçinde değildiler. Atina büyoikelçimiz yordu. Sözü alan saatlerce konuşarak de herhalde bu nedenle olacak Yunan münasebeüyle New York'ta bulundu- kendini göstermeye çalışıyordu. Zc Dışişleri Bakanlığı ile temasıru asgari- ğumsırada genel kurulda Kıbns mese- receğimiz bir zamanda Türkiye'nin böyle sallanmakta olduğu intibaını vermek kötü oldu ve pek çok kimseyi üzdü. Hatta gazetede isimleri zikredi- lenlerden Turgut Menemencioglu haklı olarak duyduğu üzüntü>ıie dile getirerek Çağlayangil'den bu haberin tekzibini istedi. Çağlayangil, - Canım herhalde bu garsonlarin işi olacak, diye atlatmaya cabşü. Halbuki iki gün devam eden toplanü- da söylenen bunca sözleri iki cümle ile bu denb güzel özetlemek garsonlann hara değildi. Bunu muhtemelen büyü- kelçilerden biri sızdırmıştı. Çünkü içle- rinde birbirini çekemeyenlerin olduğu söyleniyordu. Nitekim, gazete muha- birinin hariciyedeki yakın arkadaşlan- na söylediği budur ve şayet bakanlık mensuplannın bu yüzden başı dertte ise haberi sızdıran büyükelçinin ismini vererek merkezdeki arkadaşlan töh- metten kurtarmaya haar olduğunu da bir arkadaşımıza ifade etmiştir. Netice itibanyla büyükelçiler toplanüsı hiçbir fayda vermeden bitti. Ustebk bence zaran da oldu. Türkive'nin taviz ver- mesi lazım geldiğinı savunanlann bulun- duğunu Türk basınından gören Rum- lann Türkiye'ye yapacağı toprak konusundaki teklifıni en aşağı seviye- de tutmaması için sebep kalmıyordu. Nitekim muhtemelen bu nedenledir ki Rumlar toprak tekliflerini yaparken % 20 orarunı ileri sürmüşlerdir. Hal- buki Klerides daha önce % 27'ye ka- dar çıkmıştı. Büyükelçiler toplantısı- nın zaran bence bunda görülmüştür. Eğer bu toplanü yapılmamış olsaydı neıice farklı olabilirdi. StRECEK ANKARA/AWKA I MÜŞERREF HEKİMOĞLU ! Şaştosı ÇHdnHderKimi zaman karar veremiyor insan. Bir güzelliği sev- mek mutlu bir olay, ama bir de yitirmek var! Güzel bir kent, güzel bir kıyı, güzel bir sokak, bir ev hızla yok oluyor, gü- zelliğin yerinde şaşılası çirkinlikler oluşuyor. O güzelliği tanımasaydık çirkinlikler gözümüze böylesine batar mıydı acaba? Istanbul'dan Ören'e dönerken şoför arkadaşa sor- dum geçen gün: ı - Gemlik'i nasıl buluyorsun? j Anlam veremedi soruma. Hakkı var. Orhan Veli o dizele- ri yazdığı zaman şoför arkadaş dünyamızda değildi belki de. "Gemlik'e doğru denizi göreceksin, sakın şaşırma" di- zelerini okuyan gençler belki de sevgili ozanımıza şaşırı- yor şimdi! Güzellikler değil çirkinlikler şaşırtıcı boyutlarda! Çevre sevgisi diyoruz, ağaç sevgisi, doğa sevgisi diyoruz, turizme ümit bağlıyoruz ama doğanın ırzına geçmekten geri kalmıyoruz ki hiç! Gözlerimden utanıyorum kimi za^ man, neler görüyorlar! Göcek'ten bir mektup çok üzdü beni. Okuyunca siz de üzülürsünüzsanırım: , "Sayın Hekimoğlu, j Doğayı, yeşili, güzeli ve çevreyi seven bir kişi olarak fâ-' nıdığımız size Muğla ilinin Göcek beldesinde yaşanan doğa kıyımını bildirmeyi görev sayıyorum. Göcek'i bilme- yen, hatta hiç görmeyen kişilerce çizilen imar planı güzel kıyılarımızı, zamanta oluşmuş yeşil dokuyu, turizmi, deni- zimizi ve ekolojik dengeyi mahvediyor. Belediyemizin vurdumduymazlığıyla birlikte salt oy ve yakın çevre çıkar- ları için hareket eden belediye başkanı, hiçbir yetkiliyı ve turizmciyi dinlemeden kıyımı sürdürüyor. Yeşil doku yok oluyor. Yanlış imar planlamaları sürüyor, deniz doldurulu-, yor, karşı çıkanların işine son veriliyor ve deniz lağımlarla pisleniyor. Olanlan duyurmak için sesimiz yeterli olamı- yor, tümüyle yat turizmine hizmet veren Göcek'i bu kıyım- dan kurtarmak için yardımınızı bekliyoruz. Bu tür mektuplar çoğalıyor giderek! Elbet sevindirici bir olay, basınımıza güven yitirilmiş değil henüz! Ancak kimi mektuplar gerçek adreslerine ulaşmıyor galiba! Biz yazı- yoruz ama kıyım sürüyor, kıyı yağmacılığına, salt oy almak ya da yakın çevreye çıkar sağlamak çabalarına son verile- miyor! Acaba neden verilemiyor? Muğla Valiliği'nden başlayarak her düzeyde yöneticilerin yanıtlaması gerekir bu soruyu. Çevre Bakanlığı, Turizm Bakanlığı dekor kuru- luşlar değil. Çevre Bakanlığı belli nedenlerden kuruldu, çalışmaya başladı. Çevreyi kirleten, turizmi baltalayan davranışlara seyirci kalması düşünülemez. Bir bakanlık işlerlik kazandıkça, etkisini, yetkisinihissettirince varlığını kazanır değil mi? Göcek yerel yönetim başkanını tanımıyorum, ama baş- ka başkanlan yakından tanıyarak vardığım bir gerçek var. Kültür varlıklan, doğa güzellikleri ve özellikleri olan ilçe ve beldelerde yerel yöneticiler belli bir kültür birikiminden yoksun kişilerse böyle olaylardan kaçınmak kolay değil. Yazı, çizi, tepki, uyarı yetmiyor. Örneğin önce kanalizas- yon diyor, denizin kirlenmesine önem vermiyorlar. Ekolo- jik denge bozulursa neler olacağını hesaplayamıyorlar. Eski bir kilise ya da uygarlık yapıtının yanında bir gökde- len yükseltmekten geri kalmıyorlar. Eski bir sokağın, bir çarşının özelliğini yitirmesine aldırmıyorlar. Toplumda da belli bir duyarlık yoksa kaçınılmaz olaylar bunlar. Bu gidi- şimde de gördüm, Park Otel yapısı bir diken gibi boy veri- yor Ayazpaşa da. Sonra çevredeki eski evleri onarmaya karar veriliyor. Heybeliada'dan Bostancı'ya dönerken gü- zelim kıyılardaki taşlaşma karşısında taş kesiliyor insan! Bir dantel sökülmüş de betonla kolalanmış gibi. Göcek'te de aynı işlem şimdi! İnsan yaşamı giderek uzuyor ama yüzytldan öte yaşamak olası değil hala. O zaman yüz ytl- dan sonra yaşayacak kuşakları da düşünmek gerekmez mi? Bu güzel doğanın, bu zengin kültür varlıklannın yüz yıllık sahipliğini iyi değerlendirmek, gelecek sahiplerinin de yararlanabilmesini sağlamak gerekmez mi? Ayvalık'ın çıkış yolundaki çamlığın benim kuşağımın ilkokul çağında diktiği fldanlardan oluşmasını coşkuyla düşünürüm her zaman. Oysa bir de kesilen zeytinler var! Kaç ytllık ağaç- lar, onlan da kaç kuşak önce bu kıyılarda yaşayanlar dik- miş, ürünlerinden gelecek kuşaklar yararlansın istemiş! Şimdi kesip arsasından yararlanıyorlar. Sonrasını'hiç dü- şünmüyorlar! Oysa zeytin ve zeytinyağı giderek değerle- niyor, sağlıklı beslenmenin vazgeçilmez bir ürünü olarak yer alıyor mutfaklarımızda." • • • • ' Göcekli okurum doğa yağmasını saptayan fotoğraflar da yollamış bana. Buldozerleri belleğimde, yüreğimde his- settim neredeyse! Mavi yolculuklarımm düşsel bir parçası diye düşünürdüm Göcek'i, bir daha gitmem artık, o kıyıyı görmek istemem, belleğimdeki güzelliğini anımsarım. Ama neye yarar! Bu kıyımı durdurmak için bana mektup yazan okurumun duyarlılığını herkesin göstermesi gereki- yor. Göcek'in bugünkü durumu da belli bir duyarsızlığın sonucu değil mi acaba? Duyarsız bir toplum hiçbir soruna çözüm bulamaz değil mi? Doğa da yok olur, yeşil de solar, umutlar da... Oysa duyarlı bir toplum, yaşama sevincini yeşertir dur-! madan. BULMACA SOLDAN SAĞA: 1/ GöUerde ve ba- takbklarda yasayan küçük bir ördek cin- si. 1/ özsu... Bazı yerlerde kadınlann boydan boya örtün- dükleri çarşaf. 3/ Takımlar grubu... Bir gösteri ya da toplanü binasındaki dinlenme yeri. 4/ Bi- ra yapmak için çim- lendiiilip kurutula- rak hazırlanmış arpa... Duman leke- si. 5/ Bir işi yapma- ya hazır... Fütüvvet şeyhi. 6/ Fas'm plaka işareti... Kimi Türk lehçelerin- de "ağa" yerine kullanılan sözcük... Avnıpa Topluluğu'nu simgeleyen harfier. 7/ Dil tutukluğu. 8/ Hile... Nesnenin gerçeğine değil, bireyin dü- şünce ve duygulanna dayanan. 9/ ya- lancı safran ve papağan yemi de de- nilen bir bitki... Uğraş. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Üstü hamurla örtülen et ya da üs- tü etle örtülen hamur yemeği. 2/ Hatay ilinde bir ırmak... Kır- gızlann ünlü destanı. 3/ Yerin içinde, sıvı ya da hamur kıva- mında uçucu gazlarla doymuş bulunan eriyik... Orta Avrupa- daki dağ sırası. 4/ Tümör... "Zaman, vakit" anlamında yerel bir sözcük. 5/ Yansıtaç 6/ Utanma duygusu... Sunma. 7/ Kuy- ruksokumu kemiği... Küçük erkek kardeş. 8/ Ücret karşıbğı ölü- nün arkasından ağlayan kadın... Birbirinin aynı olan iki şeyden herbiri. 9/ Tek bir sanatçının tek bir çalgı ile verdiği konser. SÖYLEV (Belgeler Bölümü: Cilt 3) Hıfzı V. Yelidedeoğlu i bası 10.000 lira (KDV içinde) tavmlan Turkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-lstanbul Ödemeli gönderilmez.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear