22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 25ARALIK1992CUMA OLAYLARVE GORUŞLER Troya Savaşı olmasa dahaiyi değil mi? MELİH CEVDET ANDAY E rol Güney yazın ("geçtı- ğimiz yaz" demem) İs- tanbul'daydı, Türkiye'- deydi. "Kim Erol Gü- ney?" diye soracaksınız beİki; öyle ya. yeni kuşak- lar onu nerden bilsin! Eski arkadaşım- dır. Tercümedergisinde, Yaprak gaze- tesinde çalışmıştı. Aynca onunla bir- likte yaptığımız nıce çeviri vardır; bunlar arasında Gogol'un bütün oyunlannı sayabilirim. Ama Erol Gü- ney"\, özellikle şiir okuruna en iyi ansı- tacak olan Orhan Veli'nin ünlü şiiri- dir. Bu şiirin uzun bir adı var, önce onu yazayım: "ErolGüney'inkedisinin hahur mevsiminde ve toplum meseleleri karsısında ıcıkındığı tavrı anlaiır şiir- dir\ Bir erkek kediyle bir parça ciğer; Dümadan bütün beklediği. Ne İyi! Erol Güney'in kedisinin hamileliğim anlaiır şiirdir. Çıkar tnısın bahar günü sokağa, işte böyle olursun. Böyle yattığın yerinde Düsünür düsünür Dunırsun. Sonra ne oldu. Erol Güney, Tercü- me Bürosu'ndaki işinden çıkanldı ve bunun üzerine çalışmaya başladığı Agence France Press'ten onu Başba- kan Adnan Menderes sınırdışı etti. Erol Güney o gün bu gün İsrail'de ya- şıyor. Yazın geldiğinde, bana İngilizce bir şiir seçkisi armağan etmişti Erol, adı: War Poetry (Savaş Şiirleri). Bu addaki savaş sözcüğü beni irkiltmişti, bu söz- cüğün şiir sözcüğü ile yanyana bulun- ması yadırgatıcı idi; fakat kıtaba ilk gözgezdirişimde gördüm ki, dünyanın en ünlü şairlerinin şiirleri var bu seçki- de. Örneğin, Homeros'un İlyada'sın- dan alınma bir parça yer alıyordu başta. Robert Fitzgerald"ın Yunanca- dan çevirisi. Ackilles with wildfury in his heart pulled in upon his chest his beautiful shield, hishelmet... Nereye gidiyor Akhilleus? Troya prensi Hektorileçarpışmaya. Eskiden böyle imiş, iki düşman ordu karşı kar- şıya geldi mi, önce onlann kahraman- lan çatışırlarmış. Sonra ne oldu; kıral- lar. sultanlar, ölümden korktuklan için ordulannı gırtlak gırtlağa bıraktı- lar. Artık her şey savaş alanında olup bitiyor, yenen yenilen orada belli olu- yordu. Bu ordulann ülkeleri ise çok gerideydi. oralardaki halklar savaştan haber beklemekle yetiniyordu. Demek o zaman cephe ve cephe gerisi vardı. Bakın siz şu gelişime ki. bugünkü savaşta bu bölünme ortadan kalkmış- tır artık; cephe ve cephe gerisi yok, dahası kimi durumlarda cephe. cephe gerisinden daha güvenli duruma geldi. Bugün cephede çarpışanlar. kendile- rinden çok. geride bıraktıklan yakın- lannı düşünüyorlar. Hava saldınlan yüzünden, geride kalanlann kaçı öl- müş, kaçı kalmıştır kim bilir! Ana ba- ba mı cephedeki oğlunu merak etsin. cephedeki oğul mu geride kalan anası- nı babasını?.. Savaş alanı neresi? Bugün bir "savaş suçu"ndan söze- dilmesi ne anlama gelmektedir? İlhan Selçuk'un geçen haftaki yan- lanndan birinde bu konu üzerinde duruluyordu. İlgjyle okudum. Birleş- mış Milletler Örgütü 1968 yılında biı hukuk belgesi imzalıyor; bu belgede sapıanan suçlar üçe ayrılıyor; 1- Banşa karşı suçlar. 2- Savaş kurallannın çiğnenmesin- den doğan suçlar, 3- İnsanhğa karşı işlenen suçlar. Bu tabloda bana ilginç gelen. sava- şın artık suç olmaktan çıkanlmasıdır Gerçi. '"Banşa karşı suçlar" deniyor. ama açık seçik bir anlatım değil bu Savaşı çıkaranın kim olduğu nasıl hangi yöntemlerle belirlenecektir? Bu- güne değin gördüğümüz şu: Yenen. yendiğini suçlu gösteriyor. Burada hak, hukuk kurallannın nesnelliği, ge- nelliği üstüne doyurucu hiçbir bügi verilmemektedir. Bundan da şaşırtıcı olan, "savaş ku- rallannın çiğnenmesinden doğan suç- lar" maddesidir. Açarsak, savaş çıka- rabilirsiniz. ama savaşın kurallannı çiğnemeyeceksiniz. Kuralı olan bir ey- lem. varlığı benimsenen bir eylem demektir çünkü. Savaş vardır. ona kimse bir şey diyemez. yeter ki kuralı- na göre yapılsm! "Savaş kurallannın çiğnenmesinden" sözetmek. savaşın doğru ve haklı olduğunu açıklamak- tan başka nedir ki! Savaşacaksın. fa- kat onun kurallanna uyacaksın? Buradan üçüncü maddeye geçer- sek... Düşmanı savaş kurallanna uy- gun olarak öldürürsen, bu yaptığın insanhğa karşı işlenmiş suç sayılmaz. Gördünüz mü. savaş suçu ortadan kalktı gitti. Yüzyılımızda "topyekun savaş" ne- yi savunmak için atıldı ortaya? Karşı yanın savaşı besleyen bütün güçlerini yok etmek için değil mi° Burada insanca olanla olmayanı na- sıl ayırdedeceğız? Nitekim edemiyo- ruz. Biz şimdi gene Akhilleus'la Hek- tor'a dönelim. Yukarda da söylediğim gibi, o za- manki gelenek göreneğe uyarak, bu iki kahraman Troya kentinin surlan önünde teke tek karşılaşıp savaşa gıri- şirler. Fakat sonuç önceden bilinmek- tedir. tannlar Hektor'un ölümüne karar vermişlerdir. İşte İlyada'nın en dramatik sahnesi buradadır. Akhille- us. öldürdüğü Hektor'un cesedini ara- basının arkasına bağlayarak dokuz gün surlann önünde sürükler. Onuncu gün akşam Hektor'un babası kıral Priafnos, Akhilleus'un barakasına gi- der. yumuşaur onu. oğlunun cenazesi- ni alır, kente getirir. Akhilleus'un er- demli eşi Andromakhe, şu acıklı ağıdı söyler: Erkeğim benim, göçüp gittin gençya- şında, gittin, evintizde dul bıraktın beni, Çocuğıımu: da ufacık, körpecik, bizden olan, kara talihli ikimizden, bilmem, gençlik çağına erer mi ki, bu şehiryerle bir olacak baştan aşağı, sen öldün, onun kontyucusu, bekçisi, Dile gelmez acılar bıraktın anana, babana, ama bana kaldı en büyük acı. Ölüm döşeğinde uzatmadın ellerini bana, şöyle güzel bir söz söylemedin ki, gözyaşı döke döke gece gündüz ana- yım onu. Homeros'tan sonra başka şairler. yazarlar da ele almışlardır bu konuyu. Jean Anouilh'un "La Guerre de Troie n'aura pas lieu" adlı oyunu (Troya Sa- vaşı Olmayacak) bunlann bıldiğimce sonuncusudur. Demek insanhk bu sa- vaşta ölenler için yüzyıllarca gözyaşı dökmüş. Çağımızın savaşlan için neden des- tanlar yazılmıyor? Çağımızın savaşlannda, savaş ku- rallanna uygun olarak. milyonlarca insan can verdiği için destan şairi apı- şıp kalıyor mu yoksa? Yoksa ölenlerin sayısı milyonlan bulunca dramatik et- ki sıfıra mı iniyor? Erol Güney'in armağan ettiği "Sa- vaş Şiirleri Seçkisi" adlı kitap kafamda bu sonılan uyandırdı. Demek kurala uygun olarak öldürmek. destan sana- tını ortadan kaldırdı. ARADABIR İLHAN MİMAROĞLU (Ne\v York 'tan) Postmodern Nedir? Önceki bir yazımda Bill Clinton'u postmodern bir baş- kan olarak gördüğümü belirtip bu görüşün üzerinde dü- şünmenizi önerirken ben de düşünüyordum. Gecikerek de olsa, içinde yaşadığım çağa postmodern dendiğini oğrenmiştim. Postmodern bulduğum bir örneğe baş- kalarını da ekleyerek çağdaşlık bilincimi geliştirmem gerekiyordu. Bunun üzerine, çağına paleolitik dendiğini öğrenememiş insana kıyasla kendimi bir ayrıcalık için- de de görerek, çevremdeki olguların gözlemine girişip postmodernin ne olduğunu, ne anlama geldiğini öğren- meye başladım. İşte edindiğim bilgilerden birkaçı: - Postmodern modernin postu kaptırmasıdır: - Postmodern birgünlerin gericisi tutucusudur; - Postmodern resim yapmadan resim sergisi açmak- tır: - Postmodern göğsü kertenkeleli mintandır; - Postmodern kolesterol sakıncasıdır; - Postmodern ozon deliğidir; - Postmodern yağmur ormanıdır;,-^,.. ^. . v -ir~.. - Postmodern çanak antendir; - Postmodern "talk show "lardır; - Postmodern Boris Yeltsin'dir. (Gorbaçef mi? O da kim?) - Postmodern komünizm artıklarının bit pazarlarında satılmasıdır; - Postmodern Ninja Kaplumbağalan'dır; - Postmodern Madonna'nın kitap yazmasıdır; - Postmodern Madonna'nın yazdığı kitabın 50dolarfi- yatla kapışılmasıdır; - Postmodern müzik setidir; - Postmodern bilgisayarlardır; - Postmodern bilgisayar oyunlarıdır; - Postmodern 900'lü telefon numaralarıdır; - Postmodern sigara içme yasağıdır; - Postmodern Laz inşaatıdır (buna proto-postmodern demeli. modern henüz post olmadan başladığı için); - Postmodern beyzbol kasketidir; - Postmodern ters giyilen beyzbol kasketidir, - Postmodern Eiizabeth Taylor'un ikide birtelevizyona çıkıp prezervatif kullanılması ve uyuşturucu iğnesinin paylaşılmaması uyarısında bulunmasıdır; - Postmodern dizleri ve kıçı yırtık blucindir; - Postmodern Timberland'dır; - Postmodern Benetton'dur; - Postmodern engebesel gönderimlerin neostrüktü- ralist benzeşimlerindeki seriüzzeval pekinleşmelerin tüm ve gayrımahdut olgusallıklanndaki soyut ikitleşim- lerin izmihlalını özümleyen tefehhümsel tekilleşimlik- lerdeki antropoiknografik simgeselliğin refraksiyonu- dur: - Postmodern ibrahim Tatlıses'tir; - Postmodern Luciano Pavarotti'dir; - Postmodern İbrahim Tatlıses ile Luciano Pavarotti'- nin birlikte şarkı söyleyip CD'sini, kasetini ve videosunu çıkarmalarıdır (Bu henüz yapılmadıysa postmodernin ömrü uzun olduğu içindir); - Postmodern beyaz şaraptır; - Postmodern kızların ellerinde bir şişe Evian suyuyla gezip tozmalarıdır; - Postmodern Saddam Hüseyin'dir; - Postmodern Wynton Marsalis'tir; - Postmodern Amerika'da ve Rusya'da yüz binlerce kişinin evsiz kalıp sokağa düşmesidir; - Postmodern Bosna-Hersek'tir; - Postmodern Somali'dir; - Postmodern Mozart'tır; - Postmodern deri kafalı Neo-Nazi'lerdir; - Postmodern kabak kafalı kartalı koruma eylemcili- ğidir; - Postmodern küresel ısınmadır; - Postmodern "rainbovv curriculum"dur (Açıklamak gerekirse, bu terim "alâimisema müfredatı" anlamına gelip Amerika'daki okullarda eşcinsellik dersleri veril- mesi tasarılarını tanımlar); - Postmodern "Susam Sokağı"dır (Çocuğunuzun "Su- sam Sokağı'ndan ahmakçıkmadığına şükrediyorsanız, postmodern değilsiniz); Bütün buörneklervedahabirçoğu, postmodernin "mo- dern sonrası" anlamında odaklandtğına göre: - Postmodern ölümden sonra yaşamaktır. OKURLARDAN Ne zaman gelecek? Uışarda tedavi edilmesi için PTT polikliniğinden aldığım belgeylealt-üstdiş tedavimi tamamlayıp3 Kasım 1992" tarihinde 2.150.000TLtutarakarşılık Emekli Sandığı'na gönderdiğim fatura bedeli bugüne kadar larafıma ulaşmadı. Emekli Sandığı sanmm 750 bin lirasını ödcyccckmiş. Fakat iki ayayakın bir zamandır hiç bircevapgelmedi vezor duruma düştüm.İlgililercsoruyorum;nczaman birccvap cclccck? Faik Mutlu Balçova/Izmir TARTIŞMA Okuyucu mektuplarmın satır altları C umhuriyel gazetesinin "Taruşma" sütununda zaman zaman Şehir Tiyatrolan'nın iç sorunlanyla ilgili öyle okur yazılan yer alı> or ki. ister istemez hayranlıkla taaccüp arasında kalıyor insan. Emekli öğretmen. mimar-mühendis vb. un\ anlar taşıyan kimi imzalann. başka basın organlannda da. hemen hemen aynı ifadelerle. aynı olayları sözkonusucderekelealdıkları liyatro konularının. özellikle Şehir Tivatroları'nın hukuksal ve lekniİc iç sorunlanndan. asıllı asılsız kurum içi söy lentilerine. dedikodulanna kadar uzanması çok ilgi çekici. Üstelik bu derin ilginin. özel ya da ödenekli başka hiçbir liyatroya yönelik olmayıp, sadece Şehir Tiyatrolan'na inhisar etmesi. gazete sütunlannda yalnızca Şehir Tiyatrolan'nın sorunlanna ilgi duyan tiyatro meraklılannın yazılanna rastlanması daha da ilgi çekici. Tiyatroyla. seyirci olmaktan ötc bir ilişkisi bulunmayan kişilenn. Şehir Tivatroları'nın tüm girdi çıktısına derin vukufu, bu kurumla yakında uzaktan ilgili her konu karşısındaki kurcalayıcı merakı. dikkati. kılı kırk yancılığı ŞehirTiyatroları Genel Sanat Yönetmenı olarak beni nasıl duygulandırmaz! Ama bir an sonra ayılıyorum: akıl var yakın var. yönetmelik maddelerini tiyatronun içinde bile ancak yönetimde görevli. sorumlu kişilerinin bilebilcceği aynntılanyla tanıyan. irdeleyen birseyirci... Beşyıl önceki bir gala temsilinde. zamanın belediye başkanının konuşmasını virgülünc kadar anımsayan bir mimar-mühcndis... Hiç inandıncı gelmiyor. Konumuz tiyatro ya; bu ilgili ve bilgili vatandaşlann. emekli öğretmen. mühendis-mimar \b. kisvelerialtından. kalıptan kalıba girmeye alışık bir aktör çıkmasın sakın! Rolünü pek beceremeyen. makyajını iyi yapmamış. oldukça accmi bir aktör belki. ama stili hep aynı. Kendini Şehir Tiyatrolan'nın meselelerine ateşİi bir taraftar sanılacak kadar kaptırmış biri değil de belki. bizzat bir •'laraf'... Fantazi buya... Mimarlar Odası'nda kaydını bulamamışolmamız, 11 Arahk 1992 tarihli Cumhuriyet gazetesinde "Talk-Sho\v'un Satır Altlan" başlıklı bir yazısı yayımlanan Hayrettin Emekçioğlu'nun Mühendis-Mimarolmadığını göstermez; televizyonda izlediği bir söyleşi programındaki konuklara hayali replikler ve satır altlan yakıştırması da aktör olduğunu göstermez elbet. Ancak. Haldun Dormen'in başlangıçta "Lüküs Hayaf'ı sahnelemek isıemediği ve sonunda benim ısrarlarımla kabul ettiği gerçeğini. televizyon seyirci leri, Emekçioğlu'nun yazısından önce. programda bizzat Haldun Dormen'in ağzmdan öğrenmişlcrdizalcn. "Oysa Gürün. Dalanın ısrarlan karşısında bu opereıi Dormenc sahnclctmek üzcrc nc kadar uğraşmış. Dormen onu yönetmemek için ne kadar direnmişii.ıiyatro çcvrclcrindcn biliyoruz" demekle Emekçioğlu malumu ilan etmiş olmuyor mu° Söz konusu operetin bana ve Haldun Dormen'e "mal edilmesi"negelince. buda televizyon programının gözbağcılığı marifctiyie olmasa gerck. Bir o> unun sahibi. o oyunu sahneyelendir elbet. Tiyatro meraklısı Emekçioğlu. programda "Evita" konusunu oldukça iyi dinlemiş ve ana hallanyla doğru da anlayabilmiş görünüyor. Ama. "EvilaCRRKS'daoynanırsa sahnenin veakustiğin bozulmayacağını" benim •"duygusai nedenlerle" Evita'nın sahnelenmesine (Evita bir resim kolleksiyonu olmadığına göre, Emekçioğlu'nun dediği gibi "sergilenmesi" değil. sahnelenmesi söz konusu olabilir ancak ı engel olduğuna dair bir tek sözçıkmadığı da. o aygıtlar marifetiyle müsbittir. Emekçioğlu'nu "en çok şaşırtan" sözlerim ise. "Bana üç tiyatro yeter. Ben niceliğe değil. niteliğe bakanm" şeklinde aktanhyor.ŞehirTiyatrolan V önetmeliği'nin amaç maddesini de özel ilgisi gereği nitelikten yana bir insanım. Çoğalmaktan ziyade. derinleşmekten. kökleşmekten ve iyileşmekten yanayım.(...) Onun için keşkeçeşitli belediyeler salonlar yapsalar ve oralarda da yerel tiyatrolar olsa diye düşünürüm" şeklinde olan sözlenmin. "...tiyatronun' toplumsal görevine uygun olarak halkın küllüreİ üretiminin. çağdaş eğitiminin, sanat düzeyi ve bilincinin yükseltilmesine katkıda bulunmak..." şeklinde alıntılanan amaç maddesine ve SHPbelediyesininyaygın BOb ZİBPİny IILLUSTRATION AMERICANSHOVVCASE "yetkili ağız'ımdan öğrenmiş olması biraz tuhaf. Birsahnede oynanan oyunun. o sahnenin akustiğini bozması, ancak notalann salonu terketmeyi reddedip orayı mekân tutmalan ile kabil olabilir ki. ne Filiz Ali o zaman böyle fantastik bir tehlikeyı aklına geiirmişveönesürmüştünede ben böyle bir "absürd"e karşı teminat verdim! Emekçioğlu. mimari tahsili sırasında akustik bahsini ıskalamış olsa gerek. Seslcr çok şükür tiyatro ve konsersalonlannda akustiği tehdit edecek bir kalıcılık taşımıyorlar. ama kayıt aygıtlanyla tesbitleri mümkün. Benim ağzımdan Filız Ali'nin "subjektif nedenlerle" ya da çok iyi bilen Emekçioğlu'nun aklına her nedense. programın kaydedilmişolabileceği ve oradan benim gerçek sözlenmin aynen aktanlarak kendisininmahçup edilebileceği ihtimali gelmemiş. "Ben Şehir Tiyatrolan'na geldiğimdeüçsahnemizvürdı. o zaman çok daha fazla provalara gidebiliyor. aynntılarla uğraşabiliyordum" nerede. "Bana üç liyatro yeter" nerede! Kaldı ki, ŞehirTiyatrolan'nın sahnesayısınınaltıya çıkarılması. benim yönetimim zamamnda olmuştur. Sonra aslı: "Ben nitelik ve nicelik karşılaştınldığı zaman. kültür politikasına nasıl "ters düşmüş" olabileceğini anlamak olanaksız. Herhalde tiyatro meraklısı mimar-mühendisin. sözlerimi -kimbilir hangi amaçla- çarpıtan bellek kayıtlan açısından bir "ters düşme" söz konusu olsa gerek. Satır altlannı okumak iyi hoş da. altını okuyayım derken satırlann kendilen gözden kaçmasa! Aslında "Ayinesi iştir kişinin..." ama. kötü niyeti aşikar olan birilerinin mesnetsiz suçlamalarda bulunarak kafa bulandırmalan üzücü. Gencay Gürün Şehir f iyatroları Genel Sanat Yönetmeni Kıbns'ı doğru tarüşmıyoruz D üşündürücü bir örnek: Eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan. Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz. 9 Aralık 1992 tarihinde bir gazetede yayımlanan demecinde: . "Kararın vahim birdiğer unsuru da. eskiden alınan birçok kararlar teyid edilirken. Rumlann hoşlanmadığı önemli birkarannatlanmasıdır. Bu karar 1990'da kabul edilen 649 sayılı karardır. İlk kezçözümün iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyonda yattığını vurgulayan bu karar. bu kez zikredilmemiştir. Bu kasıtlıdır." . Şimdiye kadar varılacak çözümün "integrated whole"' esasına dayanacağı ifadc ediliyordu. Yanibirpaket. Bu karar da ilk kez genel birçözüm çerçevcsinde olmaksızın asker çekmckten bahsedilmekıcdir. BöylcccTürkiye birkısım askeri çözüm beklemeden gen çekccekıir." . "Karar bir bütün olarak değerlendirildiğinde müzakerc edecek birşcy kalmadığı anlaşılır"dcmiştir. Gcrçekler: Karar; başıan sona. Fikırlcr Dizisi(FD)adh. lOOmaddelik bir metin ile ilgilidir. Mart 1993'deyapılacak müzakerelerde nihai bir anlaşmaya vanlmasını. "mutabık kalınan" (agreed) metnin imzadan sonra relerandumlarla iki toplumun onayına sunulmasını öngörmektedir. Bu nedenle FD müzakereye açıktır. Aynca Türk tarafı 100 maddeden 9 l'ini kabul etmiştir. 649 sa> ılı Karar da, "Integraıed whole" sözcükleri de FD'nin birinci sayfasında vardır!FD. bütünsellik yaklaşımı ile. iki bölgeli. iki toplumlu. eşit statüde iki federe devletten oluşan bir federasyon öngörmektedir. Asker sayısı eşit olacaktır. Anlaşma imzalanıp referandumlardan olumiu sonuç alınmadan önce asker çekılmesi söz konusu değıldir. Karşılıklıgüven ortamının sağlanması amacıyla. anlaşma kesinleştikten sonra asker sayısında karşılıklı olarak önemli ölçüde indirim yapılacağının önceden beyan edilmesi önerilmektedir. Sayın Yılmaz demeciniya FD'yi okumadan vermiştir? Ya okumuş ama anlamamıştır' Ya da gerçekleri bilerek saptırmaktadır? İhtimallerinüçüdevahimdir. Mehmet Arif Demirer Naylontorba?.. S üpermarketlerimiz çoğaldı. Alış-veriş sonrası gereğinden fazla naylon torbayla evlerimize döndüğümiiztıir gerçek. Doğanınen büv ük düşmanı olan bu birikimi sonunda çöp kutularımıza atmak zorunda kalıyoruz. Yubancı ülkelerdeki süpermarketlerde isleyenc para karşılığında büyük naylon torbalar satılmaktadır. Bu karar, hem süpermarkete birgelirsağlamakta, hemde doğamıza gereğinden fazla naylon atık kanşmasını önlemektedir.Gelin. marketlere giderken evde birikmiş naylon torbalarımızdan hiç olmazsa iki adet alalım ve daha az naylon tüketmeyeyönelelim. Yurdumuzu vedoğalyapısını korunıak içinçabasarfedelim. Gülümser Lretmen PENCERE Çahşmanın Anlamı!.. Pencereden sokağa bakıyorum... Birköylügeçiyor... Peki, nasıl anladım adamın köylü olduğunu? Göğsün- de bir yafta mı asılıydı? Hayır. Yaşadığı hayat, adamın görüntüsünü bir ressam gibi biçimlendirmişti; tarlanm yakıcı güneşi yüzünü karart- mış, çizgilerini derinleştirmişti; nasırlı elleri uzaktan ayrımsanıyordu; yürüyüşü, davranışları, giyimi kuşamı ve her şeyiyle adam bir köylüydü... Tarım emekçisi.. Çoğu zaman hiç tanımadığımız bir kişiyi bize tanıtan, yaşadığı hayattır, yaptığı iştir.. Küçükmemur... Maden işçisi... Esnaf... Kişi hangi sınıfın ya da katmanın adamı? Bakar oak- maz belli olmaz mı? Büyük burjuva, küçük burjuva, pro- leter gibi Frenkçe sözcüklerle vurgulanan tiplemelerin kaynağı hayattır. Yaşamın acımasız elleri, bir heykelci ustalığıyla in- sanları yoğurur. • Toplumsal sınıflar, hayatın türetimidir. Ne yazık ki ül- kemizde uzun yıllar boyu 'sınıf sözcüğü yasaklanmıştı; çok partili dönemde de bu yasağın ağırlığı, fikir dünya- mızın üstüne lök gibi çöktü, düşüncemizi kısırlaştırdı, güdükleştirdi. Oysa sınıfsal yaklaşım olmadan çağdaş dünyada neler olup bittiğini anlamak olanaksızdır. Meclis, ILO sözleşmelerini onayladı... Çalışma Bakanı Moğultay'ın bu sözleşmelerin çıkma- sında çok emeği vardı. Moğultey'ı işçi sendikaları destekledi, işveren sendi- kaları yerdi; sınıfsal ayrım hemen ortaya çıktı. Sorumsuz Cumhurbaşkanı Özal, ILO sözleşmelerinden birini veto etti, hangi sınıfın yanında olduğunu bir kez daha vurgu- ladı. Sınıf kavramını anahtar gibi kullanmadan ne ülkedeki olayların anlamını açabilirsin ne de dünyadaki gelişme- lere akıl erdirebilirsin. Sovyetler Birliği yıkılsa da Yeltsin Amerika ya teslim olsa da bu gerçeklik sürüyor; çünkü siyasetin, devletin, dış politikanın ve ülkelerin ötesinde, insanlığın sağladığı bir aşamayı vurguluyor. Ampulün icadı gibi bir şeydir. sınıfsallığın toplumbi- limdekeşfi... • Moğultay, evrensel demokrasinin hukukunu benim- seyerek emekçi sınıfının yanında yerini aldı; özal, ser- maye sınıfının çıkarlarını savunduğu için ILOsözleşme- sine karşı vetosunu kullandı. Peki, TÜSİAD Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile TOBB Başkanı Yalım Erez'in kav- gası nasıl açıklanacak? İkisi de sermaye sınıfından değil mi? Evet... Ama, her sınıfın katmanları var; bu yüzden 'kahraman bakkal süpermarkete karşı 1 savaşıyor. 12 Eylül'den bu yana ülke ekonomisinde tekelcilik ağır bastı; gazeteler TÜSİAD ın (TürkiyeSanayici ve Işadam- ları Derneği) yirmi a'lenin elinde olduğunu yazıyorlar. Orta ve küçük sermaye katmanları tekelleşme sürecin- de eziliyor, yok oluyor, yaşama savaşı veriyor; sonunda TÜSİAD ile TOBB (Türkiye Odalar Borsalar Birliği) ara- sınâa çatışma ister istemez gündeme girdi. Demokrasilerde bu çatışmalann anlamlan var. Sınıf- lar ve katmanlar arasındaki paylaşım kavgaları. tarihin bir aşamasında demokrasiyi oluşturmuştur. Bugün Tür- kiye'de en büyük sorunlardan biri -belki de birincisi- ulu- sal gelirin sınıflar, katmanlar ve kişiler arasında nasıl paylaşılacağıdır. • Türkiyedegelirdağılımı çokbozuk... Adaletsizlik aldı yürüdü... Tekelci büyük sermaye lokomotif rolünü üstlenip eko- nomiyi sürükleyemiyor; orta ve küçük sermaye kesimin- de bile tedirginlik izleniyor. Madanoğlu Amlar 1911-1953 y aftp rtçreyvgviûfvzegi btr sotu atı yondmadan i t b i k i m EVRİM Yayınevi Ltd. Şti. Kadıköy İş Merkezi Neşet Ömer Sok. 10/74 Kadıköy-İSTANBUL Tel.: 347 49 63 Faks: 347 76 12 1 DILFEflÜZMfiN KfiDRO İLE ŞİMDİDE GÜZEL SfîNfîTLfîRfî HfîZIRLIK HER B O L U M IÇIN OZEL ÇALIŞMALAR » RESİM • ENDÜSTRİ TASARIN/ » İÇ MİMARLIK • TEKSTİL • GRAFİK • SERAMİK VE DGEBLERI KAYITLAR BAŞLAMIŞTIR. Tel: 260 77 46 - 259 75 29 1* 1Mİ YUZYUZE Atillâ Dorsay 20.000 lira (KDV içinde) Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-htanbul Ödemeli gönderilmez.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear