22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 1 ARALIK 1992 SALI 12 DIZIYAZI Kilikyalı Aşık Kemal, ilkokulu bitirdikten sonra ortaokul için Adana'nın yolunu tutar Hem okudumhem de YAŞAR KEMAL KENDİNİ ANLATIYOR ALAIN BOSQUET B A mcam Tahir çok iyi bir adamdı. Paralan dağıttı. O kadar zen- ginlik dört yılda nasıl bitti, kimse bunun far- kındaolmadı. Amcam bu sırada anamla evlendi.ve iki kansı oldu. Evde de hır gür başladı. Evde ve köyde bir tek dokunulmazlığı olan kişi varsa o da bendim. Köyün çocuklannı türlü maceralara sürüklüyordum. Öteki köyden karpuz kavun hırsızhk- lan, dağlarda kuş avlamaklar. köyün bütün çocuklannı ardıma takarak, dağlardan mantar. böğürtlen topla- malar. akla gelmeyecek türlü yara- mazlıklar. Köyün çocuklan büyülen- mişçesine ardıma takılmışlar, her iste- diğımi yapıyorlardı. Bir de yeşil gözlü, sert. diken diken saçlı bir arkadaşım vardı, Mehmet. Komşumuz, or- tağımız olan avcı İsmail Ağanın oğ- luydu. Onunla kafa kafaya vermiş, or- talığı altüst ediyorduk. Sekiz yaşıma geldiğimde artıîc köyün en fakirlerin- dendik. Artık ben de öteki köy çocuk- lan gibi hep yalınayak geziyor, ayak- kabı giymek zorunluğunu duymuyor- dum. Eski ayakkabılanm sayısızdı. Onlar. evin bir köşesinde kalmışlar. kimse yüzlerine bakmıyordu. Babam sağlığında. ıstediğim için, iki kırat ko- "Julu pınl pınl bir fayton almıştı. Ba- 't>am öldükten sonra o fayton, benim *ok sevdiğim araba. avlunun ortasın- jâa kalmış, güneşin, yağmurun altında ^cararmış, çürümüş, tavuklara folluk Jolmuştu. M' ehmetin babası ismail Ağa'yla Jda ortak olmuştuk. Onlann tarlalan •vardı, bizim hiçbir şeyimiz yoktu. Yal- »nız bir at arabamız, iki aümız, bırkaç 'ineğimiz kalmıştı. Anamda çok altın tolduğu söyleniyordu. Sonradan. ben ;ilk hapse girdiğimde, yıllar sonra o çok •dedikleri altınlardan bir kısmını bana îyerdi. Topu topu on bir Osmanlt altı- •nıydı. İsmail Ağa tarlasını veriyor. biz ekiyor biçiyor, hasat ediyor. ürünün yansını ona veriyorduk. Mehmet de. ben de buna başkaldınyorduk ya, eli- mizden hiçbir şey gelmiyordu. CJonra bir gün köye bir çerçi geldi. Köylü kadmlara istediklerini borca veriyor. bir deftere de yazıyordu. Sa- nırsam sekiz yaşındaydım. Çerçiye sordum, "Bu yaptığın ne?" diye. Yazı olduğunu, sonra okuyup unutmaya- cağını söyledi. Bu sıraîar ben bölgede- ki halk şairleri gibi şiirler söylemeye başlamıştım. Anam buna karşı koyu- yordu. Evin övüncü de büyük Kürt halk şairi,destancısı AbdeleZeyniki- nin Van'da bizim eve gelip dcstan söy- lemesiydi. Bütün ev diline pelesenk et- mişli: "Bu ev Abdale Zeyniki'nin diz çöküp destan söylediği evdir. Benim gözümde Abdale Zeynikı bir ermiş ol- muş çıkmıştı. Öyleyse anam böyle bir ermişin yoluna giden oğluna niçin izin vermiyordu? Bu övündükleri adamın? Eve gelen Kürt destancılar da çoğun- lukla Abdale Zeynikfden söylüyorlar- dı. Abdale Zeyniki'nin yaşamı üstüne bir efsane getiriyordu. Ben. hiç kimse- yi dınlemediğim gibi. anamı da dınle- miyordum. Şair ünüm gittikçe yakın köylere yayılıyor, durmadan da genış- liyordu. Çıkardığım türküler "Aşık Kemal" adıyla dillere düşmüştü. BPır gün köye Toroslar'dan iki göz- den de yoksun Aşık Ati geldi. Onunla bir gece sabaha kadar çakıştık. Aşık beni sevdi. "Sen bu yaşta bu kadarsan sonunda Karacaoğlan gibi olacaksın" dedi. Bu beni çok mutlu etti. Büyük bir ustadan izin çıkmıştı. •abamın bir koruyucusu vardı: Zala'nın oğlu. Babam öldükten sonra Zala'nın oğlu Toroslar'da ünlü bir eş- kıya oldu. Bazı geceler bizim eve gel- dikçe bana armağanlar getirirdi. Sa- nırsam amcama da iki öküz, birkaç inek parası vermişti. Hep beş eşkıyayla birlikte gelirdi eve. Yumuşaİc. tatlı, gü- zel yüzlü bir adamdı. Ben. hep onun nasıl adam öldürdüğüne şaşardım. Bir gün. "Ben adam öldürmedim" dedi, "Onlar kendi kendilerini öldürdüler." Bu sözün ne anlama geldiği üstünde uzun bir süre düşündüm. îşte bu Za- la'nın oğlunu bir gün Toroslar'da can- darmalar çevirdiler ve beş kişisiyle bir- likte öldürdüler. Ben acı haberi alır al- maz uzun bir ağıt yaktım onun için. Anama da söyledim. Anam ilk olarak- tan benim bu türkümü sevdi ve ses çı- karmadı. Onu yenmiştim. O kadar coşkuluydum ki, sabahleyin uyanınca ağıdı baştan sona unuttuğumu anla- dım. Artık dokuzundaydım ve artık ünüm kasaba topraklannın dışına da taşmış. köye beni gönmeyeaşıklargelir olmuşlardı. sini durmadan yazdım. Birde sanki al- fabede nardan başka resim yokmuş gibi hep nar resmi çizdim. Akşama defterde karalanmadık hiç bir yer kal- mamıştı. Defterimi koltuğuma alarak evedöndük Mehmet'le. Bu, büyük bir utkunun coşkulu sevinciydi. O gece sabaha kadar. evde, öteki evlerde. ne kadar kağıt bulmuşsam, Mehmed'in defteri de içinde. doldurdum. Dün- yanın en iyi insanlanndan birisi olan amcam o gün beni okula göndermedi. birlikte kasabaya gittik. Orada bana beş tane defter, kalemimi de bitirmiş- tim, bir düzine de kalem aldı. Ayakka- bıadan çok güzel bir ayakkabı seçti. Bir de şalvar. gömlek, bir de okul kas- keti... uç ay sonra artık gazete bile oku- yor. dağlara taşlara, bulduğum kağıt- İara, duvarlara yazılar yaayordum. Benimle birlikte köy de bir yazma çıl- gınlığı yaşıyordu. Bir sabah öğretme- nin karşısındaydım. Ona çok çok te- şekkürediyordum. Okur yazar olmuş- karşısına çıkardılar. O gece oraya öğ- retmenim şair Abdullah Zeki Çukuro- va da geldi. Büyük bir kavga adamı, bir folklorcuydu. Biz Aşık Rahmi'yle gene sabaha kadar çakıştık. Aşık Rah- mi bana küçük bir saz armağan etti sa- bahleyin. Oğretmenim, öğrencisiyle çok övündü. Beni nerdeyse kuısadı. O gün Aşık Rahmi bana bir öneride bu- lundu. Ben ilkokulu bitirince onun kö- yüne gidecek, onunla birlikte bütün Anadolu'yu dolaşarak köy köy. kasa- ba kasaba destanlar. türküler söyleye- cektik. Benim Karacaoğlan gibi bir aşık olacağımdan hiç kuşkusu yoktu. • Xlkokul bitti, diplomamı aldım. Önümde iki yol vardı, ya Adana'ya ortaokula gidecek ya da Aşık Rahmi'- ye doğru dağlann yolunu tutacaktım. Bu ikircik bir av kadar sürdü. Uyku- suz geceler geçirdim. Sonunda ortao- kula gitmeyi yeğledım. Ama nasıl gi- decektim, hangi parayla? Ev, birkaç yıldan ben kasabaya taşınmıştı, yıkık bir evde oturuyorduk. Amcam bir B'izim Mehmet de köye bir saat uzaklıktaki Burhanlı Köyü İlkokulu"- na başlamıştı. O köyde onun ablası vardı ve yerleşmiş zengin bir yörükle evlenmişti. Bir sabah Mehmet'le. salla Ceyhan ırmağını geçerek Burhanlı kö- yüne doğru yola revan olduk. Artık okula yazılacak, üç a>da okur yazar olacak. bir daha da söylediklerimi unutmayacaktım. Bizim köyde hiç okur yazar yoktu. Köyün İmamı Fet- tah Hoca bile yazı yazamıyordu. Bur- hanlı köyü öğretmeni Ali Rıza Bey'di. Mehmet'le huzuruna çıktık. "Ben" dedim. "Okumaya geldim." "Olur" dedi öğretmen. "Ama senin ayakka- bın, kafa kağıdın var mı?" Yok. Ka- lem defter?.. O da yok. Giyitler yırtık pırtık... "Ben" dedim, "Üç ayda okur yazar olur, sana fazla zahmet ver- mem." Yemini billah ettim ki, "Üçay- dan çok başına bela olmayacağım." Adamla uzun bir tartışma... Öğretmen bana kafa kağıdının gcrekirliğini. ayakkabısız olmayacağmın sebebini bir türlü anlatamıyordu. kJonradan bana yirmi beş kuruş ver- di, "Git" dedi. "Kendine defter kalem al." Beni de bir sınıfa soktu. Bjr de al- fabe verdi. Alfabede nar resimleri var- dı. Ömrümde. daha öyle şiirli bir bü- yüye rastlamadım. O gün bütün defte- ri karaladım. Ne kadar harf varsa hep- lum. sözümde durmalı, okuldan ayn- lmalıydım. Bu sefer öğretmen beni göndermek istemiyordu. Ben bir yan- dan diretiyor, o, öbür yandan direti- \ordu. Öğrctmcnc minnettarlık bor- cum vardı. ister istemez onun istediği- ni yaptım, okulda kaldım. İkinci yıl da kasabaya, orada akrabalanm vardı. gitum ve ilkokulu orada sürdürdüm. Kadirli kasabasına kadar ünüm git- mişti. k^ınıfımda benden daha ünlü bir şa- ir, Aşık Mecit vardı. Aşık Mecit üste- lik çok güzel saz çalıyordu. O yaşta bir Karacaoğlan, bir Dadaloğlu gibi ol- gun şiirler söylüyordu. Bugün bile ben onun şiirlerinin büyüsüne şaşıyorum. Küçücük bir çocuk bu kadar güzel şi- irleri nasıl yazar diye düşünüyorum. İster istemez ben Aşık Mecit'm çıraklı- ğını kabul ettim. Çok arkadaştık. Ba- na da saz çalmayı öğretmeye çalışıyor- du. Aşık Mecit ne yazık ki ilkokul beş- tejken öldü ve babamın ölümünden sonra en büyük acımla karşılaştım. Bütün bir yıl. nasıl olur, nasıl olur, diye söylendim durdum. Onun üstüne çok ağıtlar yaktım, duyanı ağlatan. ağanın yancısı olmuştu. O günlerde bütün aile sıtmadan yatıyordu. Bu du- rurnu bilen oğretmenim Abdullah Zeki Çukurova. ben orkaokula gide- bileyim diye kasabanın zenginlerinden benim için para toplamış. bu parayla giyit. ayakkabı almışlar. Ortaokul ve liseyi yatılı bitirtecek kadar da parayı bir köşeye koymuşlar. Parayı vermek için oğretmenim beni anyor, bense ele geçmiyordum. Evi de bıraktım, bir kö- ye sığındım. Öğretmenle karşılaşırsam onu kırmamak için parayı almak zo- runda kalacaktım. Oysa ben, Abdale Zeyniki'nin diz çöküp destanlar söyle- diği bir evdendim. Böyle bir parayı nasıl kabul edebilirim! Ama hiç de pa- ram yok. Adana'ya nasıl gidebilece- ğim? Amcama söyledim bunu. O da "Parayı alma" dedi. Çünkü biz, Ab- dale Zeyniki'nin diz çöküp destanlar söyleyecek kadar onurladığı bir eviz. E. Ikokul son sınıftayken yukan To- roslar'dan ünlü destancı Aşık Rahmi geldi. Uzun boylu, çok yakışıklı, güzel giyinen birisiydi. Bir gece beni onun ıde bir tosunumuz kalmıştı. Am- cam. "Bunu al da sat ve Adana'ya git" dedi, "Madem ki istiyorsun o kadar okumayı." Yazlan yanında kun- duracılık yaptığım Pehlivan Mustafa Usta vardı. Tosunu ona beş liraya sat- tım. Abdullah Zeki benim tosunu sat- tığımı. bu parayla Adana'ya gideceği- mi duymuş. beni otobüse binerken ya- kalamak için tuzağını kurmuştu. Ben de bunu duvdum. o sabah erkenden kalktım, yola düştüm. Adana'yla Ka- dirli arası yüz beş kilometre. O yolu yürümeye başladım. Bir gece Adana'- ya ulaştım, ama ayaklanm şişmişti. Kendimi demiryolu istasyonunda bul- dum. İlk olarak elektrik görüyordum. Bir elektrik direğinin dibine oturup dinlendim. Şimdiye kadar bu gür ışığa şaşırdığım gibi hiç bir şeye şaşırma- mıştım. Oradan kalktım. ırrnak bo- yunca şehrin içinde yüriidüm. Bir sinc ma\a geldim, "Mücrim Çocuk" diye bir"film oynuyordu, hiç de film görme- miştim. Gece yansma kadar film^sey- rettim. Sonra, iyice anımsayamıyo- rum; o gece bir yerlerde uyudum. B'undan sonrası uzun bir macera. Adana'da o yaz bir fabrikaya girdim. Bu. Belçikahlann kurduğu bir çırçır fabrikasıydı. Çocuklarda çalışıyorlar- dı. Fabrikanın müdürü Aslan Bey almıştı beni oraya. Hiç kimseden her- hangi bir yardım kabul etmediğimi bi- liyordu. Çerkes asıllı, Kafkasyah eski bir subaydı. O yaz orada çahştım. Kendime bir giyit, ayakkabılar ve bir de ortaokul kasketi aldım. Giyinmiş kuşanmış eve döndüm. Ondan sonra da ortaokula başladım. X atacak yerim yoktu, fabrika mü- dürü Aslan Bey bana yatacak yer ver- di fabrikada. Geceleri fabrikada çalışı- yor. sonra da derslerimi yapıyor, fab- rikadan her gün ortaokula gidiyor- dum. Aslan Bey, bana. bir çocuğa de- ğil de saygıdeğer bir insana gösterilen <ala'nın oğlunu bir gün Toroslar'da candarmalar çevirdiler ve beş adamıyla birlikte öldürdüler. Ben acı haberi alır almaz uzun bir ağıt yaktım onun için. Anama da söyledim. Anam ilk oiaraktan benim bu türkümü sevdi ve ses çıkarmadı. Onu yenmiştim. Artık dokuzundaydım ve ünüm kasaba topraklannın dışına da taşmış, köye beni görmeye âşıklar gelir olmuşlardı. saygıyı gösıeriyordu. Hiç kimseden hiç bir yardım iabul etmediğimi bili- yordu. Bu çocuk bu Kafkasyah insan için değerliydi. Beni fabrikaya al- masını Aslan Bey'e öneren kişi. Ada- na'nın fabrikatörlerinden, anası bizim kasabadan olan İbrahim Burduroğ- lu'ydu. O da bana evinde kalarak oku- yabileceğımi önermiş. onun da bu önerisini kabul etmemiştim. İbrahim Burduroğlu babamm dostlanndandı. Çok da cömert bir adamdı. B>enim için kasabahlardân toplanan paraya gelince, kasabanın belediye başkanı ben okulun birinci sınıfında iken bu parayı alıp bana geldi. Beni lüks bir lokantaya yemeğe götürdü. Parayı alayım. diye bana diller döktü. kabul etmedim. Sonra o parayı fakir bir göçmen çocuğu arkadaşıma verdi- ler. O da o parayla okudu. Sonra da üniversiteyi bitirdi. Belediye başkanı- nın adı Hakkı Çözeli'ydi. Çok iyi giyi- nen yakışıklı bir adamdı. Belediye baş- kanlığına terzilikten gelmişti. Kasaba- da benim için toplanan bu para olayını daha anımsayan bir kişi de Fehmi Gürkan adında kasabanın soylulan- ndan bir zengindi. Sonradan ben sos- yalist savaşıma girdiğimde, hiçbir ka- saba soylusu, zengini benimle konuş- mazken. Fehmi Gürkan bana eski dostluğunu her zaman gösterdi. Be- nim de her kasabaya gidişimde hâlâ ilk aradığım insan bu soylu kişidır. Daha da. bir çocuğun bu direnişine şaşar. Btizim köyün alışkanliğı. geleneği. her yaz yaylaya çıkmaktı. Biz fakir düştükten sonra yaylaya çıkamaz ol- muştuk. Bizimle birlikte köyde birkaç e\ daha kalıvordu. Sonralan, yavaş yavaş köy yaylaya çıkma alışkanlığını toptan yitirdi. Çukurova çok sıcaktı. Ortalık sıcaktan kavnıvordu. SURECEK Osmanh baron, Yahudfyi Yahudi'ye öldürtur Hitler'den Hitler'den AytunçALTINDAL -7- Oebottendorf, yazdığı kitapta "Hit- ler'den önce ben vardım" diyordu. Hitler'in ilk kez kendilerine -Thule'ye- geldiğini ve burada eğitildığini açikla- dıktan sonra, Hitler'in, Thule'nin aris- tokrat olmayan Almanlara açık olan yan örgütü Alman İşçi Partisi'ne. son- ra da Thule'nin üyesi ve görevlisi Karl Harrer tarafından kurulmuş olan Mü- nih'teki Alman Sosyalist Partisi'ne üyeyapıldığını açıkladı. Sebottendorf. Hitler'in bu üç okuldan yetiştiğini ve buralarda edindiği bilgilerle kendi nasyonal sosyalizm tezini hazırladığı- nı öne sürmekten çekinmemişti. istiyorsa. örgüte bir hizmette bulun- ması istenmişü. Genç kont, Thule'ye üye olabilmek uğruna Eisner'i öldür- müştü. Hazin olan, ölenin de öldüre- nin de Yahudi olmasıydı. Genç Yahu- di Arco. ırkçı Thule'nin büyülü at- mosferinde, okültizmle beyni yıkanın- ca. Yahudi ağabeyi Eisner'i öldür- mekten kaçınmamıştı. Thule'nin Pan-Germenist ve anti- semit ideolojisi, Sebottendorfun İsla- mi simyacılık ve ariosofist düşüncele- riyle şekillenmişti. Arianizm konusun- da ise, Ljst ve Lanz von Liebenfels'in görüşleri model olarak alınmıştı.. Bir dönem için Haushofer ve Willigut da aynı yayın organlannda Thule üyele- riyle birlikte çalışmışlardı. ngiliz araştırmacı Nicholas Good- rich'in yazdığına göre. Thule ve Sebot- tendorf. Münih'te kurulan sosyalist cumhunyeti yaşaımamaya ant ıçmiş- lcrdi. Niıckım. Yahudi Kurt Eisner, 21 Şubaı 1919da bir suikasta kurban gıtti. Suıkastı gerçekleştiren genç ddanı. hir konıtu. Kont Arco aut'Val- ley'ı bu cınaycti işlcmeyc azmettircn, 1 İuıle ve Baron von Scbottendorftu. Kendisinden. eğerThulc'ye üyeolmak ^h(fc^^ta^B ^^V^tlrtft ^ ^ p M I ^t^^^^h^K^i^^^â ^^Kv k^^ta ^^_^^^t itler'in ünlü Nasyonal Sosya- list Alman İşçi Partisi (NSDAP). 1920'de, Thule tarafından başlatılan çabalarla kuruldu. Adolf Hitler, Se- bottendorf un isteği üzerine, sokakta- ki adamı aralanna almak amacıyla Thule'ye kurdurttuğu DAP'a (Alman İşçi Partisi), 12 Eylül 1919'da üyeya- pılmıştı. Nordik-Aryan ırkının üstün- lüğü tczi, ılk kez bu kaynaklardan Hıt- ler'e aktanlmıştı. Hitler, Yahudi Thule yazıtları, Gamalı Haç'ın esin kaynağı şekiUerden oluşuyordu. Genç Yahudi Arco da, ırkçı Thule'nin büyülü atrnosferinde. okültizmle beyni yıkanınca, Yahudi ağabeyi Eisner'i öldürmekten kaçınmamıştı. 'soykınm" planını, belki de ilk kez bu örgütten edindiği sistematik anti- semitizm ıleedinmişti. İngiliz araştırmaa Michael Ho- ward'ın yazdığına göre von Sebotten- dorf. 1933'te çarlığı ve Bizans'ı yeni- den canlandırmayı amaçlayan 'Impe- rial Konstantin' tarikatına üye yapılmıştı. Malla şövalyeleriyle bağ- lantılı olan bu tarikatta Sebottendorf. çift taraflı ajan olarak çalışmıştı. Yann: Thule, 2500 yaşındaki İstanbuPun sırlarına karışıyor ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKÇİ Bakü YoHannda... Ruhi Su, bir akşam bir yerde çalıp söyledikten sonra, bir Azeri gelip elini sıkmış: - Yahşi cırladın! demiş. Ruhi Su, önce anlamamış. bozulacak olmuş. Talip Apaydın, bunu Ruhi Su'dan dinlemiş. Cumartesi sabahı erken kalkıp, Ruhi Su'nun son bandını "Ankara'nın Taşı- na Bak'ı dinledim. Düşünüp durdum, neden Ruhi Su, hala radyolarda, televizyonlarda dinletilmiyor halka? Ruhi Su, unutturulmak mı isteniyor? Sağlığında, Ruhi Su'nun adını anmadan sahneye çıkmayanlar, TV'de ça- lıp söylerken, neden ustalarına bir selam yollamıyorlar? Yalnız Ruhi Su mu? Sümeyra Çakır da, yasaklı olmalı. Nazım Hikmet de, adı, şiiri geçmeyenlerden. Devlet Ti- yatrolan'nda "Ferhat ile Şirin"i oynuyor da, şiirleri TRT'- de yasak. Geri kafalılardan temizlenmeden TRT adam olmaz! "Ankara'nın Taşına Bak'ı dinliyorum. Hiç duymadı- ğım türküler var içinde: "Aşkınla perişan görseler beni/Hüdanın bir şaşkın ku- lu sanırlar/Her kime söylesem bu doğru sezü/Zincirden boşanmış deli sanırlar. Sofu bilmez hakka niyazı/Üstüne farzolmuş vakit na- mazı/Elime alınca on telli sazı/Ahirette dünya malı sa- nırlar." Bir başkasından birkaç dize: "Karşıda koyun kuzu/Kıvır kıvır boynuzu/Yok demen yoksul demen/Yiğide verin kızı..." Ruhi Su, son günlerinde sayrıevinde yatarken, arka- daşına: - Çok kimse Ekmekçi'ye kızar ama, onun tadı başka- dır! demiş. Ali Hüsrevoğlu'nun yeni kitabı çıktı; adı: "Elmaak Ku- şu", Hüsrevoğlu'nun şiirleri. Kitabı arayanlar, Ankara'- da, tlhan ilhan, Toplum, Dost ile Arkadaş kitabevlerinde bulabilirler. Hiç bulamayanlar, Ali Hüsrevoğlu'na; 3475115 numaraya telefon ederek, belki elde edebilirleri Ali Hüsrevoğlu, Mehmed Kemal'in, Yasar Kemal'in ya- kın dostu. "Yaşar Kemal'le ilgili dizelerinden kimileri şöyle: SözNazımdan açılmıştı ben endişeli/Ona birşey ya- parlarsa dedim/Bu sözü duyar duymaz Kemal Sadık Göğçeli/birden dellendi/eğer ona kıyarlarsa Ali/Anam avradım olsun bir milyon insanı bir günde/boğar öldürü- rüm dedi. Işte bu/Kemal Sadık Göğçeli adlı "meçhul asker'/Çok geçmedi Yaşar Kemal oldu/bu adla ün buldu/Sıra dağ- lar gibi ardarda eserler verip/bütün dünyaya kanat gerdi/Torosların koca kartalı/"Çukur"un o harika çocu- flu" Ataol Behramoğlu'nun yazdığı, Ankara'da ASTta oy- nanan "Mutlu Ol Nazım" oyununda, Nazım Yaşar Ke- mal'i övüyordu. "Yaşar Kemal, kimsenin yanıma yakla- şamadığı, herkesin kaçtığı bir sırada, Paris'te benimle görüştü" diyordu. Bu görüşmeyi Yaşar Kemal'e sor- dum, olayı şöyle anlattı: "- 1962'nin 23 Aralık'ı idi. Yılbaşını beraber geçirdik. O Moskova'dan gödi, ben Londra'dan geldim trenle; beni istasyonda, Abidin Bey (Dino), Güzin Hanım, Nazım, Ve- ra karşıladılar. Biz de Tilda'yla geldik. Karşı karşıya ge- k lince, dayanamadık biz; öyle, karşı karşıya kaldık. Son- ra, onlar gittiler. Biz, böyle çok hüzünlü, beni hiç görme- miş tabii, mektuplarla tanıyor, Ağıtlar ı göndermişim tanıyor, şiirlerimi biliyor o devirdeki, Hüyükteki Nar Ağacı'nı göndermiştim, 'Yetenek var bu delikanlıda' de- mişti, onu biliyor; beni görür görmez: - Yav, sen ne kadar şişmanladın böyle? dedi. Hiç gör- memiş oysa. Orada bir ay kadar kaldık, konuştuk. Bir aya yakın, yahut bir ay kadar kaldık... - O zaman da kimse yaklaşamıyormuş onun yanına. - Kimse yaklaşamıyor var mı, tabii yaklaşamıyor! Her gün dolaşıyorduk Sein'de. Ondan sonra, Abidin Dino'- nun merdivenini çıkarmam var, üç buçuk saatte çıkar- dık, o dillere destandır... Bir de, yılbaşı gecesi, Güney Amerikalı bir şair kadının dokuz katlı evinde geçirdik yıl- başını. Asturias, daha bir sürü Güney Amerikalı vardı. Avni Arbaş vardı... - Azerbaycan'a gittin mi? - Çook! Seveceksin, bizim gibiler canım! Aziz Nesin, Izmir'de sayrılanmış, dönmüştü Istan- bul'a. Aziz Nesin'e sordum izlenimlerini. - Hastalandım izmir'de hala toparlanamadım! - Sizi izlemek de zor! - Zor, izleyemiyorum ben kendimi! - Herkes katılmaya başladı artık biliyor musunuz? • - öyle mi? (Kahkahalar)... Ege Üniversitesi'nde çok büyük bir amfi var, o amfi doldu, tıklım tıklım. Bir kat da dışarıda bekledi insanlar, o kadar ilgi vardı Buca'da da öyle ama, Buca'da küçük bir yerde yaptılar, bir kilise var orada, kilisede yaptılar izin vermeyince adam (üniversi- te). İlgi iyiydi, ama ben hastaydım. Onun için tatsız bir haldeydim doğrusu. Fena değil, çok güzeldi yani çok. - Domuz etini yiyin! dediniz mi? - Tabii, tabii "Yiyin" demedim tabii, "İster yiyin, ister yemeyin, bana ne! Yerseniz iyi olur tabii!" - Azerbaycan'a gittiniz mi? - Eskiden çok gittim. En son gidişimde, Ecevit'le git- miştim. - Azerbaycan üstüne kitap yazdınız mı? - Hayır, ben hiçbir Sovyet Cumhuriyeti üstüne kitap yazmadım Allah'a şükür. Yazmam! Kültür Bakanı Fikri Sağlar'la Azerbaycan'a gidiyo- rum: bakalım neler göreceğim. BULMACA SOLDAN SAGA: 1/ Bir yazann bütün yapıtlann' iceren di- zi. 2/ Kale hendeği... Hızlı bir trafik akımı sağlamak amacıyla yapılan çift yönlü geniş yol. 3/ Firdev- si'nin son biçimini verdiği, Iran'ın ulu- sal destanı olan ya- pıt. 4/ Gümüşün simgesi... "Bir bahçesi bir seccade/Dolduran havzı ateşten bâde" (Ahmet Haşim). 5/ Okyanus... Arapçada "ben". 6/ Tan- n'ya göre insan... Tümör... Danimar- ka'nın plaka işareti. 7/ Mayalanmış ve kurutularak ufaJanmış hamurdan yapılan çorba malzemesi. 8/ Düğün armağanı... tçinde tohum ya da kri- zalit bulunan koruncak. 9/ Bağişla- ma... Özellikle gençlere ucuz gecele- me ve konaklama olanağı sağlayan t annak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Giinün sabahla öğle arasındaki bölümü... Nazi partisinin hfl- cum kıtasın: simgeleyen harfler. 2/ Vücutta biriken azotlu mad- de. Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse. 3/ Laboratuvarlarda yüksek ısı elde edilen araç. 4/ Türk müziğinde yörük özellik taşıyan oyun havası... Mûrekkebi ku- rutmakta kullanılan ince kum. 5/ Verme, ödeme... Bir peygam- ber. 6/ Gemileri bağlamada kullanılan, üç ya da dört koÜu ha- lat... Dans. 7/ Alfabe... Bir şeyi anımsamak için yazılan kısa yazı. 8/ Uzaklık işareti... Altmış beş santimetre boyunda bir uzunluk ölçüsü. 9/ Eski dilde tuz... Hile.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear