14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 15KASIM1992PAZAR PAZAR KONÜĞU Mustafa Ekmekçi, Türk çocuklarını üniversiteye yollayan Alman dil bilimcisi Dr. Meyer ile konuştu Aknanya'da önce Türkçeyasağı kaldınknalı-Yasamöykünüzü anlatır mısmız? Ne- rede, ne zaman doğdunuz9 JOHANNES MEYER - Ben, 1940 yı- hnda Hamburg'da doğdum. Savaşın başlangıcında; savaşı orada yaşadım. İlk anılanm. gökten yağan bombalar! Gece- yansı yanan evler, sokaklarda kacışıyo- ruz. Yaşayabildık yine. 4-5 yaşmdayken, hemen her gece bodruma koşuyorduk. Ne ise, Hamburg'da doğdum, 28 yaşına değin, yani 1968'e kadar orada yaşadım. Normal okula gitüm, liseye gittim; liseyi 1960'ta bitirdim. Okulumun son sınıfın- da yabana dillerle, yabana halklarla çok ilgilenmeye başlamıştım. Yine de öğ- retmen olmak içın Almanca, Latince bölümüne girdim. Aynca din dersine gir- dim. Gerçi ben Hıristiyan değilim, vaftiz bileolmadım! Bizailecekilisedençıkmış- ük. Kib'se faşistleri desteklediği için bi- zimkiler kızdılar ve çıkülar: beni vaftiz bile etmediler! Hıristiyan olarak da egit- mediler. Benim dinlere karşı bir ilgim vardı. O nedenle din eğitimıne de başla- dım. Genel din bilgisi... -Teoloji?.. MEYER - Teoloji değil, dinler bilimi; karşılaşurmak bir din bilimcisi vardı; on- da bir sömestr boyunca okudum. O ba- na dedı ki: "Gelecek sömestrde knozis yapacagız". Knozis eskı Yunanhlann felsefe yöntemleri demek. "Orada Iranlı- lann da çok etkisi oldu; bu bakımdan ortaçağ Farsçasını bilen birisine gereksi- nimimiz var; siz lütfen gidin, İranisük profesörüne, ortaçağ Farsçasını oku- yun" dedi. Teköğrendbendim Hangi üniversite bu? MEYER - Hamburg Üniversitesi. Ben gitüm o profesöre, çok ilginç bir adamdı. İki saat sınava çekti. Yani "ba- şarabilecek miyim?" diye. Sonunda, "Siz İranisük okumamışsınız daha, ama okursunuz. İzlenimim iyi, başlayabilirsi- niz" dedi. Ben o sömestrde, o profesörde tek öğrenciydim. - Yani. Farsçada? MEYER - Diğer derslerde yûzlerce öğrenci; bu profesörde tek benim. Evme gidiyorum, çay, kek getiriyor, çok ilginç şeyler anlatıyor, kafamı da çahşürmasmı biliyor... -Bu öğrenci de kaçarsa öğrenci bula- mam dive mi böyle vapıvor? MEYER - Yok, yok... Bazı öğrencileri vardı, ama onlar dış ülkelerdeydi, yani beğenmtseydi almazdı. -Türkçede bir söz var biliyor musunuz? "Kim ki bilir Farisi. giııi dinin yarisi!" yanidminyansıgidermiş... (Gülüşmeler) MEYER - O profesörde ögrenimımi tamamladım, yani branş değiştirdim; o da beni Türkolojı bölümüne gönderdi. "Siz ıkinci dil olarak Türkçeyı öğrenin" dedi. franhlarla Turanlılar arasında sıkı ilişkiler vardı. Hem iyi hem kötü, ama sı- kı ilişkiler... "Oraya da gidin, onu da öğrenin, yararlı olur" dedi. Biz, dil ve edebiyat okuyoruz, yani filolojı okuyo- ruz, "Bunun genel bilimi var, Lenguistik, oraya da gidin!"' dedi. Ben, 1965'e dek okudum, doktora tezimi Afganca üzeri- ne yazdım. Bu arada başka şeyler de dü- şünmüştüm, ama sonuçta Afganca üze- rine yazdım tezimi. -Afgancanm Farsça ile ilgisi var de- mek? MEYER - Evet, İran dillerindendir. Kûrtçe de biraz okumuşrum o zaman... -Kürtçe, bu Güneydoğu'daki Kûrtçe mi? Orta Asya 'dan mı gelivor? MEYER - Yok, yok! Bunlar çok eski- den Doğu Anadolu'da... -Kökenleri ne oluvor? MEYER - Bunkir, bir Iran dilinde ko- nuşuyorlar, ama bu Iran dili kanşık bir şey ashnda; yani, eskiden Urartular fılan vardı. lranlılar o tarafa gelince, Urarru- larla kanşmışlar, dillerinde de bunun sonuçlan var gibi. •Sizin öğrendiğiniz Türkçe, Kürtçe, Farsçaşimdi komışulan mı, yoksageçmiş- te kalan eski diller mi? MEYER - Yok yok, konuşulan dil. En azmdan Farsça, Kürtçe için bunu söyleyebilirim. Türkoloji bölümünde biz daha çok öbür Türki dilkre önem veri- yorduk. özbekce, Azerice, Eski Türkçe. -Uygurca?.. MEYER - Biraz da Uygurca oku- dum. doğnı! O zamanlar... Ve Türkçe! Türkçe öğretiliyordu, ancak çok ağır ileriiyorduk. 1971'de Stuttgart'a gittim, asistan olarak orada Almanca bölümünde çalış- tım, Almanca öğretmenlerini yetiştiren bir bölümde. Orada 1974"e değin çalışa- bildim. Orada sözleşmem uzaülmadı. Baktım, "nereye gidecegim", 1974'te bu- raya, Essen Üniversitesi'ne geldim. Bu- rada yeni bir bölüm açılmıştı. iki bölüm asbnda, hatta üç. Bir profesör açmıştı bunu. Essen'deki Yugoslav çocuklannın dilsel gelişmesi. "Hangi dili daha fazla komışuyorlar, acaba iki dil bilmeleri ge- çici bir olay mı yoksa?.." -Buradakiler?.. MEYER - Buradakiler, ailece evde Yugoslavca konuşuyorlardı, yani Sırp- ça, Hırvatça Makedonca konuşuyorlar- dı. Ama dışanda, okullarda Almanca! Bu geçici mi, değil mi? Yani sürekli mi kalacak? Bu sorun üzerine bir proje ya- pılmışü, aynı paralelde Türk çocuklan için de proje yapılacaktı. Beni çağırdılar, başladım ve projenin içeriğini epeyce de- ğiştirdik ondan sonra. Yani bizi ilgilen- diren sorun, daha çok bu çocuklar okul- lanmızda nasıl başanlı olabilecekler? Sorun bu. -Türk çocuklan? Veya, başka yabancı çocuklar da var mı? Türkçocuklanbaşanlıolabiürmi? MEYER - Evet, özellikle Türk çocuk- lan! -Alman üniversitelerinde nasıl başarılı olabilirler, o mu? MEYER - Henüz üniversitelerde de- ğil, genel olarak okullarda. Yani biz üni- versiteden gidip okullan ziyaret ediyor- duk. Okullarda şöyle bir dunım vardı, bilmiyorum siz anımsar mısmız? 1974'te yeni bir yasa çıkmıştı Almanya'da, bura- da çalışıp da çocuklan Türkiye'de olan işçiler, çocuk başına çok daha az para ahyordu. Bu yüzden insanlar çocuklannı sürüyle Almanya'ya getirdiler. Çahşuğı- mız bir okulda, sene başında 16 Türk çocuğu vardı, yıl içinde şöyle 100 çocuk ekiendi. * -Hangi okul bu? MEYER - Burada, Essen'de bir ha- uptschule, yani 5'ten 9*a, 10'a kadar ders veren bir okul. Bizdeki okultipleri,ilko- kuldan biraz ayn. Türkiye'de herkes bir- likte okuyor, bizde üç ayn düzeyde okul var; Hauptschule, o zaman Türk çocuk- lan, Hauptschule'ye sokuluyorlardı. Ve orada ayn sınıflara veriliyorlardı. Kimse de bunlarla ilgilenmiyordu. Bir Türk öğ- retmen sınıfa sokuyorlar, "ders ver" di- ye, kimse ne yapıhyor, ne yapılmıyor ilgi- lenmiyordu. Bu durumu biz uzunca bir zaman inceledik. kendimiz ders verdik... Öğretmen dil bilmezse -Sız kaç kişiydınt? MEYER - Biz projede üç kişiydik o zaman, iki kişiydik aslında. Bir de yar- dımcımız vardı, üç oluyorduk. Epeyce ders verdik. Aynı zamanda, farkma var- dık ki Alman öğretmenler Türkçe bilme- diğı sürece bu çocuklara yardıma ola- mazlar. Zaten çocuk köyden kalkıp buraya gelmiş. Birçoklan Türkiye'de hiç öğrenim gönmemişlerdi. görenler de bambaşka şekılde görmüşlerdi. Alman öğretmenler, "Bunkrla nasıl başa çıka- cağız?" diye düşünüyorlar, korkuyorlar- dı. Biz dedik ki: "En azından bu çocukla- nn dilini anlamadan, bu çocuklann zorluklannı nasıl çözebileceklerini kav- rayamayacaklar öğretmenler." Bu yüz- den projenin paralelinde... -O zaman, siz öğretmenleri yetiştirme- ye başladınız? MEYER - Programımızın paralelinde öğretmenler için Türkçe kursuna başla- dık. Bunu 1980'lerde epeyce geliştirebil- dik. Projemiz bitmişti. Okuldaki çocuk- lann da durumu biraz değjşmişu. Biz de üniversitede Alman öğretmenlere Türk- Yetenek kaıanılır Keşfedilmemiş; bizde geçerli olan, önemli olan, kabiliyet ya da yetenekdiyeüm, Tûrkler "Bunlar hep doğuştandır" derler, biz yeteneklerin de kazandınldığı bilincinde, anlayışındayız. Anadan değil, zamanla kazanıhyor, eğer gereken çalışmalar, işlemler yapıhyorsa kazanıhyor. Türk çocuklanna, burada, okullanmızda gereken, yani beklenen bazı yetenekler kazandınlmamış. L Dr. Meyer-Alman dilbilimci yoksa onlar kendüeri mi yapıyorlar? MEYER - Herkes kendi başına yap- mak zorunda. Çünkü biz birbırimıze ye- üşemiyoruz. Arna fikir ahşverişi, değiş- tokuşu var. Bizim biraz önceliğimiz var burada, biz 1974'te başlamışük. -Evet... MEYER - Ama düşünebiliyor musu- nuz, Türk çocuklan en aşağı bir diplo- maya bile kavuşamıyorlardı normalde. Herkes, "Bunlar okuyamaz!" diyordu, ya da eğitimciler, genellikle "Bunlar Ha- uptschule diplomasına kavuşurlarsa iyi" diyorlardı. Biz o zamandan ben şunu sa- vunuyoruz: "Bu çocuklarla iyi ders yapı- lırsa ve bilen kişi yaparsa dersi, bu ço- cuklara güvenilirse, yol gösterilirse, o zaman bunlar lise diplomasına kavuşur- lar, bal gibi üniversitede okurlar. Çünkü pırıl pınl çocuklardır. Çok istekh de oku- yorlar..." Amaozamanlar görünmüyor- du bu; uzun süre bunun için kavga ver- dik, "bu çocuklar yapabilir!" diye. Zamanla bu bilince vanldı... Desteldeyici ders yük olmamalı -Ne gibi biryönlem uyguiuyorsunuz da, Türk çocuklan Almanya'da ünivesiteye değin okuyabÜiyorlar? MEYER - Çok kanşık; öncedestekle- yici dersler, çocuklara ek bir yük olma- malı! örnefcin tngilizceyi öğrenmekte sonra. yeni bir şeyin ayırdına vardık, üniversiteli öğrencileri, öğretmenlerimizi yani, sıkınüsı olanlann bulunduklan okullara, fazla uzağa göndermemek için, biz zamanla çocuklara "Siz lütfen bizim yanımıza geün, dersi üniversitede gö- rûn!" dedik. Miniklere üniversitede ders -Çocuklar şimdi üniversiteye mi gelh yorlar? MEYER - Geliyorlar, hepsi. Haftada 500 çocuk, geliyor... -Böylece üniversiteyi de tanımış oluyor- lar! MEYER - Evet! Ama onun farkına biz sonradan vardık. Gördük ki çok ya- rarb, çok çok yararh. Çünkü normalde bu gibi ailelerde yaşayanlar, hatta bü- yükleri bile üniversite gibi bir kurumdan korkuyorlar. Ama bizim çocuklanmız korkmuyorlar, üniversiteyi çok normal bir yaşam ortamı olarak algılıyorlar za- manla. Önceleri biraz korkarak geliyor- lardı, ama zamanla bu normale dönüşü- yor. Bu yüzden çocuk "Ben de orada okuyabileceğim, üniversiteye gjdebilece- ğim" bilincine vanyor. Bildiğimiz gibi, bizim öğretmenkrimiz üniversite öğren- cisi; bu yönden yaşça. gelenlerden o denli uzak değiller öğrencilerden. Bizimkiler. hem öğreniyorlar hem öğretiyorlar! O da •Bunları geri zekalı çocuklarla kanştır- mamak gerek, değil mi? MEYER - Yok, yok, bunlar çok zeka- lı, çok zeki çocuklar. -Gerçekte zekder, ancak kesfedüme- miş. MEYER - Keşfedilmemiş; bizde ge- çerli olan, önemli olan, kabiliyet ya da yetenek diyelim, Türkler "Bunlar hep doğuştandır" derler, biz yeteneklenn de kazandınldığı bilincinde, anlayışındayız. - Yaniyetenek de anadan değil? M EYER - Anadan değil, zamanla ka- zanılıyor. eğer gereken cahşmalar, işlem- ler yapıhyorsa kazanıhyor. -Buradayarduncüarınız kimler?Onlar- la ne yapıyorsunuz? MEYER - İki tip yardımcımız var, bi- rincisi, destekleme derslerini veren üni- versiteli öğrenciler, bunlar saatte 15 mark alaıak çalışıyorlar. Çok bir para değil. Eskiden 13 marku. Yıllarca değiş- medi, oysa fiyatlar her tarafta yükseliyor son zamanda. 15 marka yükseldi. öğre- tici öğrenciler için bu iş de yararh; çünkü birçoklan öğretmen olacaklar, deneyim kazanıyorlar. Bu üniversitelilerden, eski- lerden insanlar var; şimdi başka yerler- de, okullarda calışıyorlar, oldukça başa- nhlar. öte yandan, pedagoglanmız var, çocuklarla uzun süreli, yakından ilişki kuran, aynca bu işi örgütleyici kişiler, in- sanlar. Bunlar, yıllarca çocuklann notla- nnı topluyorlar, sistematik bir biçimde dökümünü yapıyorlar. Bizde uzun süre çahşmalan gerekli olan insanlar. Burada ' şöyle bir şey var; çahşmak içjn sözleşme- ler var: İş ve Işci Bubrıa Kurumu iki yıl- hk sözleşmeler yapıyor, parasını veriyor. - Kimler var, adlarmı söyleyebilir misi- niz? MEYER - Vallahi, en önemlisi, bizim Betina, Türkler tarafinda. Betina, 1982'- de Türkçe öğrenmeye başladı, 1984'ten beri çahşıyor bu işte. Ustaca çahşan, ço- cuklarla, özellikle kızlarla ustaca çahşan bir arkadaşımız. Şimdi önemli olan, ör- neğin Betvvar, iki tane Gisela var; bunlar İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun ikramıyesi ile çahşan arkadaşlar. İşsizhğin de bazı yönlerden sağladığı kolayhklar var, işsiz- liği azaltmak için, yetersiz özel program- lan kullanmasıru bilen, öyle şeyleri çıka- DR. MEYER'İN ÇALIŞMALARI, 'TÜRKLER İLKOKULDAN ÖTEYE GİDEMİYOR' YARGISEVISÎLDİ Türk çocuklan da artık üniversiteli oldu x\jman dilbilimcisi Dr. Johannes Meyer Ingwersen le beni. Almanya 'da Essen'deBerrin L'yartanıştırdı. Berrin L'yar, Dr. Johannes Meyer 'le birlikte, Essen Üniversitesi'nde. "Destekleme Kursları''diyebileceğimiz bir bölümde çalışıyordu. Zaman zaman gazete haberleri arasında okuruz.yurtdışında kimi ülkelerde, "Türk çocuklan ilkokuldan öteyeg'demiyor. Gymnashana, hele hele üniversiteye dünyada advn atamıyor'' diye. Bu dalda, bu konuda şeytanın bacağmı Alman dilbilimcisi Dr. Johannes Meyer kırdı. Şimdi Essen 'de Türk işçi ve köylü çocuklan hiç birgüçlükle karşılaşmadan . üniversiteleregidiyorlaristediklerıdalda öğrenimgörüp okullannı bitirebüiyorlar. Ama kabuletmeliki Dr. Johannes Meyer egelinceye dek bu bir düştü, bir hayaldi. Kendisinin içten konuşmasını, anlattıklannı heyecanla dinlerken, usuma Köy Enstitüleri'nin kuruculan, bir Hasan Ali Yücel, bir Baba Tonguçgeldi; köylü çocuklan okuyamaz, sadece çoban mı olur? Bunlar, bukaderibozmuşlar; Köy Enstitülermi, kapatılmıs da olsalar, bugün de belleklerde, eğitim alanmdayaşayan bir simge durumunagetirmişlerdi. Dr. Meyer,"Destekleme Dersi Projesi"ndeçalışrna arkadaşlanndan (soldansağa) Ralf, Bettina, Bety, Rosi, Hafizeüe birlikte.(Fotoğraf: BERRTN UYAR) çe kursunu geliştirrnek için yeni bir proje kurabüdik, 1982'den 1985'e dek burada onu işledik. O zamandan beri, bizim üni- versitemizde, öğretmenler için dört sö- mestrlik Türkçe kursu var, dört sömestr, haftada tam altı saat geliyorlar, kurs gö- rüyorlar. Elbette epeyce bir şeyler ögreti- lebiliyor. -Bu öğrencilerin yaşlan? MEYER - Çok değişik, 5'inci sınıftan lise son sınıfa kadar öğrencimiz var. Olay, 1974'ten beri sürdüğü için, diyebi- lirim ki, son beş-on yüda, her yü lise dip- loması alan çocuklanmız oldu. Bunda, kendi okullannın da katkısı var, bizim de katkımız var. Elbette en çok, çocukla- nn kendilerinin katkılan var. Biz çocuk- lara, kendi durumlannı kurtarmayı öğretmeye çalışıyoruz... Şimdi, üniversitede okuyan Türk öğrencilerin bırçoğu bizim eğitimimiz- den gecme çocuklar.. Destekleme dersi 1974'ten başlayarak>da, sistematik bir şekilde, Türk çocuklan ve diğer yabana çocuklar için bir "destekleme dersi" programını hazırladık. Yunan çocuklan üzerine proje yapan arkadaşlanmız da var. Şimdi bu program çok geliştirildi, bizim üniversitemize, okuldan sonra. destekleyici ders almak üzere 500 kadar yabancı öğrenci geliyor, üniversitede destekleyici dersler görüyorlar -Essen dışınaa bu uygulama var mı? MEYER - Bu şekilde yok, yani bir üniversitenin Türk ve öbür yabancı ço- cuklanna eğilmesi yalnız burada gerçek- leştirildi. özellikle 1980'lerde, buradaki bazı okullarda, hselerde bu Türk çocuk- lanna eğılen insanlar oldu, projeler ger- çekleştirilmeye çahşıldı. (Yanındaki bayam gösterdi). Bu arkadaşımız Rose- vita, Oberhausen'den geliyor, orada Oberha.usen Gesammtschule'si (ortaoku- lu) var. 1979'da Türk çocuklan için özel bir program başlattılar. Bu arada, bir- çok Türk cocuğunu lise diploması alana dek yetiştirebildiler. Aynca burada Gel- senkırschen'de, Gymnasiumda (bsede) aynı şekilde bir program yapıldı, Köln'- de örneğin... -Siz bımlara el attmız mı, Köln'efılan. güçlük çeken bir çocuk, bize gebr, öğret- menlerimizle çahşır. Oğretmenlerimiz, çokluk üniversite öğrencileridir. Onlara sorar, sorununu onlarla çözmeye çahşır. Matematikte de öyle. Yani bir derse küçük gruplar habnde çabşıyorlar, örne- ğin haftada iki saat, haftada dört saat gibi... -Bu öğretmenleri nasılseçiyorsunuz? MEYER - O da praük olarak çok zor bir konu; bakıyoruz, örneğin üniversite- de Türkçe dersimiz var, öğrenci Türkçe bilir. -Alman üniversite öğrencisi oluyor mu, öğretmen olarak? yeni bir benzerlik yaratıyor. Ve gruplar da küçük olduğu için, ünıversiteli öğren- ciler, Türk çocuklanyla. yabana çocuk- lanyla olmayı candan istedikleri için, sevimli bir ortam yaratıbyor. Okuldaki öğretmenle de olabilir, ama daha büyûk bir mesafe var, burada hemen hemen mesafe yok, böylece kişisel bir ilişki yara- ühyor; bu da, bu köyhî ve işçi çocuklan- na "'Ben de bu üniversiteliler gibi olabile- ceğim" anlayışını telkin ediyor. Bu çok önemli bir faktör... -Bu çocuklar, gidip kendi okuUannda aynca okuyorlar, değil mi? MEYER - Evet, evet. Bunlar kendi Dr. Meyer'in en büyük yardımctsı birlikte yaşadığı 'eşi' Rosi. MEYER - Alman olur, ama Türkçe bilmesi gerekir. Bazı dallarda, örneğin matematikte Türkçe bilen öğretmen zor buluruz; Türkçe bilenler, daha çok Al- manca tarih fılan okurlar. Örneğin bizim Türkçe dersi için, bize uygun birini bu- lursak soranz: "Sen bizde, 'destekleme dersi' vermek ister misirıT' diye. Şimdi işin önemli yani, biz teker teker ders ver- meyi desteklemiyoruz, bir de bu çok önemli; çocuklarla oturup kendi durum- lannı konuşuyoruz, kendi durumlannın aynmında olmalannı sağlamaya cabşı- yoruz. -Peki, bu araştırma, yeni bir araştırma, yeni bir çalışma! Gazetelerde çıkmadı MEYER - Bu çahşma 1974'ten beri yapıbyor... -Türk gazelelerinae çıktı mı, ben gör- medim! Türkiye'de gazetelerde okuma- dan! MEYER - Yok, çıkmadı. Bu biraz da bizim uydurduğumuz (yaratüğımız de- mek istiyor) bir şey herhalde. Ondan okuUannda okuyorlar, kendi seçtikJeri dallarda, burada bizim üniversitemizde destek eğitimi görüyorlar. Destek eğiti- mi, şöyle bir destek; kafalannı çahştın- yoruz, zorluklannı daha iyi kavramala- nna yardıma oluyoruz. -O çalışmadan kastınız, biryerde yapa- rak, görerek mi öğrenmek, yoksa ezberle- yerekfilan mı? MEYER - Yok, ezberleyerek değil, düşünerek ve yaparak! Gerçekten çahşa- rak (Köy Enstitülerinde olduğu gibi, di- ye düşündüm). Bizim onlara kazandıra- bildiğimiz, formüle edilen sorulann yanıtlan değil, çabşma yöntemleri. -Bir örnek verebilir misıniz? Dışarıdaki insana bunu naşılanlatabilirt? M EYER - Örneğin, diyelim ki bir ma- tematik problemi. çocuklar matemaük problemini okulda ışliyorlar, çocuk oku- duğu sınıf düzeyınden çok geri. Bakıyor, problemin neden böyle işlendiğjni anla- mıyor. O 2aman, bizdm oğretmenlerimiz, onunla adım adım problemin nasıl işlen- diğini inceliyorlar, "niçin böyle işlendiği- ni" tartışıyorlar çocukla. rabib'yor. Kitaphk gibi ev - Değişik bir soru sormak istiyorum, duyduğuma göre çok kitabınız varmış. Kaç kitabınız var? MEYER - Bümiyorum. Yansa sigor- taya bir şey söyleyemeyeceğim. - Sigortalı mı? MEYER - Ev sigortah. Bunlar da bel- ki belli bir dereceye kadar... -Kırkbin.ellibin?.. MEYER - Bilmem! Saymadım... Yani sürekli de değişiyor; baa arkadaşlar ki- taplan götürüyor, getirmiyor! Baalannı ben yeni ahyorum. Yani sürekli değişi- yor. Yani "Şu kitap var mı yok mu?" deseniz bilirim, ama sayıca bilemem. - Örneğin, benim kitabım var mı? MEYER - Yok. Kesinbkle yok! Vğur Mumcu 'nun kitaplan var mı? MEYER - Bazı kitaplan var, evet. - İlhan Selçuk 'un kitaplan var mı? MEYER - Birazcık, evet. Şunu söyle- Elbette okurlar Herkes, "Bunlar okuyamaz!" diyordu, ya da eğitimciler, genellikle "Bunlar Hauptschule diplomasına kavuşurlarsa iyi" diyorlardı. Biz o zamandan beri şunu savunuyoruz: "Bu çocuklarla iyi ders yapıhrsa ve bilen kişi yaparsa dersi, bu çocuklara güvenilirse, yol gösterilirse, o zaman bunlar lise diplomasına kavuşurlar, bal gibi üniversitede okurlar. Çünkü pınl pınl çocuklardır. yeyim ki, Türkçe kitaplanmız bir kısım; yani öteki Türki dillerde de var; Türkçe kitaplan kitapçıdan bulursunuz, ama Sovyetler Birhği'nden kaynaklanan di- ğer Türki dillerdeki kitaplan, Özbekçe ya da Kırgızca, kendiniz arayıp bulacak- sınız. Ya da bulamazsınız, olanaksız. - Evli misiniz? MEYER - Beraber yaşıyoruz. Bir kı- zım var, kızım benden kırk yaş küçük (Gülüşmeler) - Yani kaç yaşmda? MEYER - Şimdi 12 yaşında. Ge- saiiımtschule'ye gıdiyor. - /idı ne? ' MEYER - Dilan! Biliyorsunuz, ömer Polat'ın "Dilan" diye bir kitabı var, onun da kızmın adı Dilan, yakından ta- nışıyoruz. O yönden kızımızın adım Di- lan koyduk. -Eşınizin adı? MEYER - Rosi. Türkçe "Gül" de- mek. Rosi de burada çabşıyor. - Biraz şişman gibisiniz, hiç rejimfalan yapmıyor musunuz? MEYER - Ben çok çahşıyorum, bu hafta içinde her gece ancak, şöyle dört saat falan yatabiliyorum. Bûtûngûn ça- hşıyorum. Sabahtan akşama, şöyle fe atıştırmaya bile fırsat bulamıyorum. Ba- zı durumlarda çok yiyorum o zaman, çok ve seçmeyerek yiyorum; bu şjşman- laür elbette. - Bovunuz kaç.' MEYER - 1.78. Ne yapacaksın? Baş- ka türlü yaşamak, bir sürü işi yapama- mak demek. Her zaman daha fazla yapı- labilecek şeyleri görüyorum. Onlan yapamadığım için çok yanıyorum. In- şanlann durumlan kolaylaştınlabihr. Önemh olan, buradaki Türk ve yabana topluluklanrun Abnanlarla, Almanlann onlarla kaynaşmasını sağlamak gereki- yor. - Birşey var; benim gözlemim.pek kay- naşmıyorlarl MEYER - Çok yeni, yan yana yaşı- yorlar, iç içe yaşamıyorlar. Her iki taraf- tan müthiş bir sosyal mesafe bırakıbyor. Maalesef. Biraz belkı, Alevileri Hanefı- lerle, Hanefilerin Alevilerle bıraktıklan sosyal mesafe. ona biraz benziyor. Al- manlann bir kısmı Türkleri "alttakiler" olarak görebib'yor; Türkler de onu göre- rek "Biz öyle değiliz, biz sizin gibiyiz" fı- lan diye kavga ediyorlar, yaklaşmak da istemiyorlar. Almanlar çekiniyor - Alman öğrenciler bunlar? MEYER - Evet, evet. Türkçeyi kafa- da bir depoya sakhyorlar, "Ne olur ne olmaz, belki bir zaman yararh olur" di- ye. Herkes öyle değil tabii, bizim kursla- nmızda, geniş kapsamb kontaklarda bulunan insanlar vardır. Ama yani öyle- leri de oluyor. Aradaki mesafe dil sonınu değil. tnançlar, korkakbk, çekingenbk, bir sürü şeyler var içinde. Bunu kırmak gerekiyor elbette, insanlan kaynaşur- mak gerekiyor. Başka bır şey var: Bizim okullanmızda bır sürü diller, yabancı dil olarak okunuyor. Binnci yabana dil In- güizce, herkes için, ama ikinci dil var seç- meli... - Onlar hangileri, ikinciyabancı diller? MEYER - Fransızca, tspanyolca, ttalyanca, Latince, eski Yunanca, bazı yerlerde yeni Yunanca, hatta Çince bile çıktı, Rusça da olabilir. - Türkçe de var mı? MEYER - Ona gelecektim, Türkçe yok! Eğitim bakanlıklan arasında eski bir sözleşme var, hangi diller olabilir di- ye. kararlaştınlmıştır, orada Türkçe yaz- madığj için, Türkçenin Almanlara da verilmesi gerçekleşemedi okullarda. Gerçi, Türklerin ağırbkh olarak yaşadık- lan bölgelerde, bir sürü alman öğrenci, elbette istıyor. Rağbet var Türkçe öğren- meye. Şimdi bu Türkçe yasağı gibi bir şey. Bu Türkçe yasağuıı kırmak gereki- yor. Yani okullarda Almanlara da Türk- çe dersi vermek gerekiyor. Eğer bu yapı- brsa, Türklerin de Almanlann gözünde önemleri artacak, bir. Bir de Abnanlar, "Ha, öyle mi? Şimdi anladım" diye işin içine girecekler. Uzaktan bakarak Türk-* leri hor görmeyecek, içine dalacak, anla- yacak ve uzmanlaşacak. Türk tarafin- dan da, "A, bu Almanlar bizim dilimizi de öğrenıyorlar!" diye. sevinecekler ve bir yaklaşma başlayacak. Çok çok uta- nıyorum bazı durumlarda. Genç Türk çocuklan. aralannda Türkçe konuşu- yorlar, beni görünce "Şu adama bak!" fılan diyorlar, ben de o zaman belü edi- yorum Türkçe bildiğimi. Onlar hemen " Aaa. siz Türk müsünüz?" diye soruyor- lar. "Yooo" diyorum, "Yunan mısınız?" diye soruyorlar, "Yooo", "Nerehsmiz?", "Âbnamm" diyorum, "Alman mısınız? Türkçe bihyorsunuz, nasıl oluyor?" fa- lan. O zaman ben, çekiniyor utanıyo- rum. Çünkü Türklerin bu denli kalaba- hk olduğu yerlerde, Almanlann Türkçe bilmesi normal bir şey olmahydı. 30'a yakın dil biliyor - Kaç dil biliyorsunuz? MEYER - Yanm yamalak diyelim, şöyle 20-30'a ulaştım - Hangileri bunlar? MEYER.- Türki diller, İslav dilleri, İran dilleri, İngilizce bibyorum, Fransız- ca öğrenmedım, ama İspanyolca öğren- diğim için anlayabiliyorum, o gibi şeyler. Arapçada fazla ilerİeyemedim, gazeteyi sözlüİde okuyabiüyorum; Arapça konu- şamıyorum. - Kürtçe biliyorsunuz? MEYER-Kürtçe, evet. - Gazete okuyorsumız? MEYER - Gazete, evet. Kürtsonınu - Türklerle Kürtler arasındaki olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? MEYER - Çok zor bir soru elbette, in- sanlar birbirine baskı yapmasınlar, dost olsunlar istiyorum. Herhangi bir etnik gruba baskı yapılan bir ülkede zor yaşa- nır. Türklerle Kürtler, eskiden de birlikte yaşarlardı, ortak bir sürü gelenekleri var, kolayca dost olabilirler, ama bir koşulu var bunun, birbirlerine baskı yapmasın- lar. Bir halka, "Sen yoksun" denemez. - Siz Türkive'yegittinizmi? MEYER - Çok az gittim, 1973'te on dört gün gittim. Istanbul. Antarya, iki yıl önce de Eskışehir Anadolu Üniversitesi'- ne gittim. şöyle beş günlüğüne falan. - Yümaz Büyükerşen'e... MEYER - Belb bir dereceye dek onla- n biz burada desteküyoruz. Onlar bura- da program yapıyorlar. İşleri görüşmek için oraya gittik. Geçen yıl Fethiye'yi gördüm, Fetniye'de Kayaİcöyü'nü, Yu- nanhlardan kalan o boş evleri gördüm.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear