18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 HAZİRAN 1991 DÎZI-RÖPORIAJ CUMHURİYET/15 Savcmın, "ÜmmediMuhammed'in kanını döktürmek caiz midirŞeyh Efendi" sorusunaşeyhtenyanıt: ŞeyhSait:Fetva alarak yaptım Öncesi ve sonrasıyla ŞEYH SAİT AYAKLANMASI UfiURMUMCU ./jLayaklanmanın nasıl hazırlandığı kZJavcı, şeyhe "Her şeyi kaza ve sorusuna Şeyh Sait şu yanıtı verir: kadere bağhyorsunuz" deyince şu yanıt "Önceden hazırhk yoktu. Piran gelir: Hayır... İrade de var tabii. Ben olayında alevlendi. Biz de düştük içine de boş değilim. Benim de ve başladık. Ben Lice'ye geldim. Hiçbir sorumluluğum var tabii. İnkâr suretle kimseye bir şey dememiştim. Bu etmiyorum. Ne içeriden ne dışandan olaydan önceydi. Kimseye açıkça ya da kışkırtan yoktur. Dışarıdan kastım gizli bir şey söylemedim. İstanbul'da yabancılardır. Benim fikrim vardı. bir şey duyulmamış!' 'Ulema,ve ukalayı göreyim'dedim- JLJiyarbakır'a saldırıyı Şeyh Sait şöyle anlatır: "Ben Diyarbakır'ı almak taraftarı değildim. Fakat bazı ağalar taraftardı. Birkaç savaş ohnuştu. Başarı Kürtlerdeydi. Yine öyle olur sandık, fakat olmadı. Diyarbakır'ın içinden haberleşme yoktu. Yalnız halkın çoğunun şeriat taraftarı ve dindar olduğunu biliyorduk." -16- Yüzleştirme sırası Şeyh Sait'in 'Elazığ Cephe Komutanı' Şeyh ŞeriFteydi. Şeyh Sait, 'Elazığ Cephe KomuUnı Şeyh Şerifti" diyordu. Israrhydı. Şerif de Meükanü Şeyh Abdullah gibi 'Şeyh Sa- it'in zoruyla' Elazığ'a gitmek zorunda kaldığım söylüyordu. —Ben cephe komutanı olmadun, cebren, kor- kudan ve istemeyerek Şeyh Celal'in yanına gittim. Şeyh Sait ile bacanağı Binbaşı Kastm Bey'in yüz- leştirilmeleri çok gerüimliydi. Kasım Bey, hem Şeyh Sait'i hem Şeyh Şeriri suçluyordu: —Şeyh Şerif, njçin gerçekleri saküyorsun? Şeyh Sait, sana emir vermeseydi bile sen bu ayaklanma- ya kendi başına ve kendi kuvvetinle yine katılır- dın, sanıyorum. Gerçi seni ilk kez görüyorum. Fa- kat bu düşünce çevresinde yedi yıi önce yazdığın mektubu gördttm ve okudum. Şeyh ŞeriFin "Mektubu sana mı yazmıştun" so- rusuna karşı Binbaşı Kasım suçlamalara devam ediyordu: —Hayır, bana degil, başkasına yazmıştın. Ve hatta mektubun altına 'Birinci Alay Komutanı Kaymakam Mehmet ŞeriF imrasını atmıştın. (244) Yüzleştinne bitti. Kozlar 26 mayıs günü başla- yacak duruşmalarda paylasılacaktı; avukat tutul- mayan, Yargıtay yolu kapalı olarak verilen idam kararlannın iki gün içinde infaz edildiği, astığı asük kestiği kestik Şark Istiklal Mahkemesi'nde! Şeyh Sait'in duruşması 26 mayıs günü Diyarba- kır sinema salonunda başhyordu. Salon tıklım tık- lım dolmuştu. 6 mayıs günü Yarbay Ali Rıza Bey (General Altunkal) komutasındaki birliklerce Di- yarbakır'a getirilen Şeyh Sait ile birlikte öteki sa- nıklar da mahkemeye getirilmişlerdi. (245) Vatan hainüği Sava Ahmet Süreyya Bey, iddianamesini oku- duktan sonra şöyle konuşmuştu: —Türkiye'nin doğusundaki illerin bir kısmında bütün dünyanın çeşitli sekillerde ögrendiği bir ayaklanmalan vardı. Ayaklanma, hiç kuşkn yok ki, yıllardan beri içeriden ve ayaklanma alanı dı- şından gelen yönlendirmeler ve düşüncelerle eş- kıya hareketinin fiilen gözükmesiyle ortaya çık- mıştır. Ayaklanma olayı, iddianamede anlatıldı- |ı gibi sanki peygamber dininin yükselmesi per- desi altında meydana getirilmiştir. Oysa asıl amaç, Turk vataıypu betirti bir kısmını ana- yurttan ayırmak, vatanın birlik re beraberliğini bozmaktır. Huzurunuzda bulunan Hınıslı Şeyh Sait; yüz- lerce, binlerce askerin, halkın, malını canını yok eden hareketleri fiilen yönetmiş ve hepsini etküemiş bir vatan hainidir. Öbiir sanıklardan Şeyh Abdullatif ve kardeşi tsmail, ayaklanmanın lideri olan Şeyh Sait'in bu eşkıyaJık hareketlerine fiilen katümış ve Di- yarbakır'a yapılan saldınnın başanya ulaşması icin yönlendirmelerde bulunmuştur. Şeyh Meh- met Şerif, Elazıg Cephesi Komutanı adı ile or- taya çıkmıs ve ayaklanmayı yönetmiştir. Şeyh AbduUah, Genç ve Varto olaylarında bulunmuş ve kendisine Şeyh Mehmet Şerif gibi cephe ku- mandanı unvanı verilmiştir. Şeyh Sait'in de da- madıdır. Kasım, Şeyh AbduUah'ın Varto'yu işgal et- mesi üzerine kendisine katılmış ve onunla uznnca süre birlikte çalışmıştı. Şeyh Ali ve Şeyh Musa bir sürü eşkıyaya kumanda etmek- ten sanıkür. Mehmet Mihri, ayaklanmadan ön- ceki günlerde hanrlıklara katıldığına ilişkin ka- nıtlar olmamakla birlikte Şeyh Sait tarafından hizmete aknmış ve görevini terk etmiştir. Baba Bey ve Kamil Beyler de ayaklanma li- derleridir. Diger sanıklar da ayaklanmaya katıl- mışlardır. Iddialannuz, sonışturma belgeleri, mektuplar ve mahkeme sırasındaki sorgulama- dan anlaşılacagından mahkemenin bu şekilde yapümasını talep ve dava ederim." (246) Dava baslamıştı. Mazhar Müfit Bey, sorguya Şeyh Sait'in kimli- ğini saptamakla başlıyor; sonra ayaklanmanın amacı Ue ilgili sorular yöneltiyordu: — Kaç yaşındasınız? Ve nerede öğrenim gördü- nüz? — Altmış küsur yaşındayım. Muş, Malazgirt, Hınıs ve Palo'da egitim gördüm. Medresede oku- dum. Palo'da amcam Şeyh Hasan yanında, Muş'ta Mehmet Emin Efendi, Malazgirt'te Abdülhalim ve Hınıs'ta da Musa Efendiler yanında okudum. — Ayaklanmayı nasıl düşündünuz? Nasıl bul- dunuz? Sizi kışkırtanlar var mıydı? Yoksa ilham mı vaki oldu? — Haşa... tlham? tiham vaki olmadı. Kitaplar- da gördttk. tmam, ne zaman şeriat kunülannı uy- gulamazsa üzerine kıyam vaciptir (247). Hükıimete şeriat sonınunu anlatmak istedik. Hiç olmazsa şeriatın bir kısraının uygulanmasını iste- yecektik. Allahım beni bu kaderin içine diişürdü. İçine bir diiştüm, bir daha çıkamadım. — Bu kıyanun hiç şartlan yok mu? — Bunun şartlan nedir? Şartlan bilmiyordum. Şer'an vaciptir, biliyorum. — Bu hal -imamdan geldiğinde- bir Müslüman kıyam mı eder? — Benim de niyetim bu degjldi. Mecburen ol- du. — Kıyammızın sebebi nedir? Onu söyleyiniz. — Şeriat meselesi! Bir de Sebilürreşat'ın yazdıklan öfkemizi arttı- nyordu (248). Bizi kışkırtıyordu. Biz bu fikri yazı ile halletmek için gidip ilmi tartışma yapalım de- dim, bazı taraftarlar bulmak istiyordum. Fakat ka- deri ilahi beni Piran'a surükledi. — Şeyh Efendi bunları bir yana bırakın, ayak- lanma nedenlerini aynntısıyla açıklayın... — Kıyamımızın sebebi... Piran'da bir olay ol- du. Çatışma çıktı. Yaralananlar oldu. Oysa ben tegmen efendiye kaç kez rica ettim. Herifler, tala- ki selasiye Ue yemin etmişler (249). Israr etmeyi- niz, diye rica ettim. Sonra sekiz tanesini bırakmış. İki tanesini tutuklamış. — Piran'a gelmeden önce din meselesinden ötü- rü kıyamı düşunuyordunuz değil mi? — Kalbimde düşünüyordum. Ancak savaş yo- luyla değil... Küçük kitaplar yazıp şeriat esaslan- nı gösterip şeriata uygun bir şekilde talep etmek istedik. Meclis'e göndermek istedim. — Ne için yazmadınız boyle? Bir kitap yazma- dınız (250). — Allahın kaderi bırakmadı. Piran olayı çıktı. Öniinü alamadık. — Şeriat kuralları uygulanmıyor diye ayaklan- dmız öyleyse? — tmam, şeriat ahkâmını icra etmezse.. dedim. Bu, ayaklanmanın meşruluğuna, geçerliligine ka- nıttır (251). Vaktaki vuku buldu, işte şeriat vacip- tir, diyor. Hiç olmazsa günahkâr olmayalım de- dim. — Şeyh Efendi, siz buyuruyorsunuz ki Müslü- manlar birbirinin kardeşidir. Müslümanı, Müslü- .man üzerine vuruşmaya, öldürmeye göndermek ca- iz midir? — Evet, yek digerinin kardeşidir. İmama kıyam etmek, savaşı dogurmaz mı? Kitap öyle diyor. — lslamlar, madem ki kardeştiler. Nasıl oldu da siz Müslümanlan birbirine vuruşmaya gönder- diniz? — Ya... Hazreti Ali... savaştıklan adam Müs- lüman degil miydi? Yener, kardeş kalır. — Seçilmiş cumhurbaşkam. Mecüs ve hükümet vardır. Bunlara, dinde gördüŞünüz kayıtsızlığı bil- dirmeden MUslümariran neden vuruşmaya gönder- diniz? — E... Vuruşmaya ben göndermek istemedim. Bu zatlara da yazmadım, niyette kaldı. Kader bı- rakmadı, kavgaya düştük. Iş elimize geçti. — Bu kıyamınızı vacip görüyorsunuz. Küffar, tslam beldelerini çiğnerken cihat nedir? (252). — O da dhattır... Farzdır... Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu top- ladığınız dört bin kişi ile neden Yunan üzerine yü- rümediniz? — O zaman yine giderdik. Vaktimiz yoktn. O zaman biz çok perişandık. Vaktimiz olsaydı dur- mazdık. Balkan muharebesinde hazırlandık. tste- miler. Bu muharebede goçmendik, yoksulduk. — Bu ayaklanmayı nerede ve ne zaman hazır- ladınız? — Önceden hazırhk yoktu. Piran olayında alev- lendi. Biz de düştük içine ve işe başladık. Ben Li- ce'ye geldim. Hiçbir suretle kimseye birşey deme- miştim. Bu olaydan önceydi. Kimseye açıkça ya da gizli hiçbir şey söylemedim. — Oğlunuz Ali Rıza Efendi'nin tstanbul'dan gelmesinden kaç gün sonra bu kıyama başlandı? — Ali Rıza, tstanbul'dan geldikten yaklaşık bir ay sonra oldu. — Oğlunuz bu ayaklanma konusunu kimlerle görüşmüştü? Size ne haberler getirmişti? — Ayaklanma konnsunda tstanbul'da kesinlikle bir şey duymamış. Erzunım'a gittim. (Cibranlı) Halit Bey'i bekledim, gelmedi. Oğlu geld\; baba- sının tutuklandığını söyledi. Duymamıştım. — Oğlunuz size tstanbul'dan geldikten sonra şe- riat şöyle olmuş, böyle olmuş diye her halde bir şeyler söylemiştir. — Hınız Kürtlerinden Reşit adında birisine mi- safır olmuş ve Seyit Abdülkadir Efendi'yi ziyaret etmişti. — lstanbul'a ne maksatla gitmişti? — Koyun götürmüştü. Halep tacirlerine verilir... — Oğlunuzun dönüşünde nerede buluştunuz? — Şuşar'da... — Jandarmalar geldi, adamlar vuruldu. Bu ayaklanma böyle başladı diyorsunuz. Yoksa ayak- lanma başka nedenle ve başka şekilde midir? — Jandarmalar vunılmasaydı, amaçlannı kitap yoluyla uygulayacaktım... — Size neydi? Jandarmalar görev yapıyor diye bütün halkı ayaklanmaya kaldırdınız? — Hayır, bence birşey yoktu. Bir anlaşmazuk çıkmış, bunlar yemin etmiş, siz ısrar ediyorsunuz, yapmayın dedim. — Sizin bu nasihatlannız sonunda bir şey oldu mu? — Ya... Vunıştular.. — Vunıştular diye size ne oldu da halkı kıyam ettirdiniz? — Ben köyden çıkbm, gittim. Kryamet koptn, olunca ben de başına geçtim. — O kıyametten sonra mı başa geçtiniz? — Ben Darahini'ye gitmeden önce orayı kuşa- tıyorlardı. Jandarma meselesi olmasaydı, hitabe- den kitabeden, belki bir yıl sonra olurdu, belki al- tı ay sonra olurdu, belki olmazdı. — Jandarma meselesi düşündüğümüz ve tanun- ladığımız gibi bir olaya yol açtı. O olmasaydı altı ay önce olacaktı, öyle mi? — Hayır, o olmasaydı belki olmazdı. Aliahü Ta- alâ kader etseydi olurdu. — Her şeyi kaza ve kadere bağhyorsunuz. tredi-i cuzziyenizi inkâr mı ediyorsunuz? — Hayır.. trade de var tabii... Ben de boş deği- lim. Benim de sorumluluğum var tabii. tnkâr et- miyornm. — Ayaklanmayı yalnız basınıza yapüğınıza inan- mıyorum. Her halde sizi kışkırtanlar, yüreklendi- renler vardır. — Ne içeriden ne dışandan kışkırtan yoktur. Dı- şandan kastım, yabancılardır. — Bu kıyamı, bu ayaklanmayı yalnızca siz mi düşündünuz? — Evet. Benim fikrim de vardı. 'Ulema, fuda- la ve ukalayı göreyim' dedim. Din ahkâmı bıra- kıldı, onlan isteyelim dedim. Öyle nmut ediyor- dnk. (254) — Ukala ve ulemayla görüştünüz mü? — Görüşmedim, görtisemedim. Zaman kalma- dı. Bu iş başladı. — Israrla Diyarbakır'ı almak fikri size nereden eeldi? Diyarbakır'ı alsaydınız ne olacaktı? — Şeriat düzenine eğilimlidir diyenler kimlerdir? — Ağalar... Muhtarlar.. Salih Bey'den de işiü- • yordum. — Salih Bey bunlarla görüşüyor muymuş? — Bilmem, görüştuklerini sanmam. — Size böyle onemli bir haber verilirse araştı- np, incelemez misiniz? — Öyle yalanlar söyleniyordu ki ne haddi vardı ne hesabı... Muş... Bitlis işgal ediliyor diye haber geliyordu, sonra yalan olduğu çıkıyordu. Ne pos- tamız vardı, ne irtibat... — Bir şey yokken bu kadar Ümmedi Muham- med'in kanını döktürmek caiz miydi Şeyh Efen- di? — Günahtır gerçekten... Fakat ben fetva almış- tun. Yoksa yapmazdım.. Zaten olmuştu, Darahi- ni'ye saldırmışlardı. Hani de olay oldn. — Emir-ül-Mücahidin olan bir adam başanh olacağını anlamadan Diyarbakır'a saldırır mı? — Ben başanlı olamayacağımızı nereden bilir- dim? Önce de Hani meselesinde dunım aynıydı. Başardık. — Demek Diyarbakır için bir tertibatınız vardı... — Hayır, tertibatımız yoktu. Yine eskisi gibiy- di. — Tertibatsız böyle kan akıtılır mı Şeyh Efen- di? — Şeriatı inşallah tamir ederiz, bir miktar can kaybı da olsa yine şeriat içindir dedik. (...) — Diyarbakır'a girdikten sonra ne yapacaktı- nız? — Diyarbakır'a girdikten sonra birtakım adam- lan toplayıp hükümetimizle görüşecektik. tçki ya- sagı koydurup medreseleri açtıracakük. Zaman kalmadı. — Ayaklanıp da bir kıta zapt ederek hükümete şöyle yapın, böyle yapın diyeceğine ayaklanmadan ŞEYH ALİ RIZA — Şeyh Sait'in oğlu Şeyh Ali Rıza. Ayaklanma, Şeyh Ali Rıza'nın tstanbul'dan babasının yanına Doğu'ya gelmesinden bir ay sonra başlamıştı. — Bizim nzkımız, nasibimiz bu tarafa düşmüş- tü. Lice tarafına geldik. Daha nereye gideyim? — Bir mektubunuzda fetih kelimesi kullanıyor- sunuz, neden? — Her neresi ahnırsa fetih deriz. — Mektuplarınızda "Emir-ül Mücahidin" di- yorsunuz. Kendi kendine "Emir-ül Mücahidin" namım alır mı bir insan? — Önce Emir-ül-Mücahidin yazıyordum. Bii- yüklüğu kendime layık görmedim. Sonra Hâdim- ül-Mücahidin dedim, hâdim oldum. (255) — Diyarbakır'ı alacağıruzı sanarak mı saldırrruş- tınız? — Diyarbakır'ı almak taraftan değildim. Fakat bazı ağalar taraftardı. — Kimdi bu ağalar?.. Adlarını söyleyin. — Salih Bey... Hanili Salih. Bey taraftardır. Baş- ka kim vardı bilmiyorum. — Bir saldınyla Diyarbakır'ı alamayacağımzı bi- liyordunuz. Başarımzı sağlayacak şey ne idi ki sal- dırdınız? — Diyorduk... Birkaç savaş olmuştu. Başan Kürtlerdeydi. Yine öyle olur sandık; fakat olma- dı. — Şehir içinden haberleştikleriniz var mıydı? — Diyarbakır'm içinden yoktu. Yalnız halkımn çoğunun şeriat taraftan olduğunu ve dindar oldu- ğunu biliyorduk. — Diyarbakır içinden yardım umudunuz var mıydı? Kimlerden u'mut ediyordunuz? — Yardımdan umutluyduk efendim. Halktan umutvardık. — Cemil Paşazadeler ve Nakip Bey eğilimlidir diyorlar. Neye eğilimlidir? — Ben kimseyi tanımam, duyduguma göre Na- kıp, Cemil Paşazadeler, şeriat yanlılandır diyor- latdı. Doğnı mu, değil mi? Bilmem. (256/ önce başvursaydın ve hükümet isteklerinizi kabul etmeseydi ne olacaktı? — Hükümet kabul etmeseydi günahtan kurtu- lurduk! Evimizde otururduk. Önce hükümete yaz- saydım ve kabul etmeseydi göç izni isterdik. Ve bu izin de verilmezse günah bizden giderdL otururduk. duk. — Fetihten sonra bağımsız bir Kürdistan kral- hğı yapacaktınız, öyle mi? — Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. Ama- cunız şeriat ahkâmını uygulamaktı. Ben ne başkan- lık kabul ederdim ne de elimden gelirdi. — Bu kadar kan döktükten sonra nedamet olur mu? — Bilmem. O kadar düşünmedim. — Burada bir beyanname var. — Bu beyannameden benim haberim yok. Kim yazmış bilmiyorum. — Bunda diyorsunuz ki bazı dindar milletvekil- leri var. Dinsizler de var. Onlara dınsiz diyebilir misiniz? — Beyanname öyle demiş, ben o fikirde deği- lim. Hepsi dindardır. Fakat bazısı dine çok hizmet eder; bazısı az eder. Dini açıkça reddettiğini söy- lerse ancak o zaman dinsiz derim. — Sizden ve benden daha çok inanmış olan Müslüman askerine kurşun sıkılır mı? — Evet, o da tslam askeridir. Kıyam, fikrimiz- ce dhattır. — Siz yalnız kendi reyinizle kıyam ediyorsunuz. Erdemli iüm adamları ile görüşmeniz gerekmez miydi? Siz müctehit misiniz? — Hayır, müctehit değilim. tslami kurallann hepsi değil, ama büyük bir kısmı bıralulmışü. Ben böyle anladım. (257) — Madem müctehit değildiniz, şeriat yoktur diye ayaklanmamalıydınız. — Nihayet nasıl olacağını düşünmedim. Mecli- sin büyük bir kısmı dindardır. tsteklerimizi kabul ederler. Medreseleri açariar dedik. Tabii "vakti saadet" kadar olmasa da bir dereceye kadar iyile- şir dedik. (258) — DUşünmediniz mi ki bu kıyamı Türkiye Cum- huriyeti askerle bastınr ve bizi yok eder diye .. Bu cesareti size veren neydi? — DeUlimiz yoktu. Bu kadar askeri süratle sev- kedeceklerini zannetmiyorduk. — Sonra mı anladınız? — Şimdi anladım, belli... — Siz bunu -kıyam meselesini- tarihte görmüş- tünüz ama bugünle o günü birbirine kıyas etmiş- tiniz ve sonra da böyle olmadığını anlamıştımz de- ğil mi? — Bize sorsaydılar, niçin ayaklamyorsunuz? Biz de söylerdik. Onlar da kısmen kabul ederlerdi. Biz de teşekkür ederdik. Önceden düşünseydik daha iyi olurdu. Mazhar Müfit Bey'den sonra Şark Istiklal Mah- kemesi üyesi Ali Saip Bey soru sormaya başladı. Ali Saip Bey'in ilk sonısu şuydu: — Ayaklanma önceden hazırlannuş mıydı? Yok- sa rastlantı sonucu mu başladı? Bunun esası ne- dir? — Esasını kime bağlayayım? — Lice'ye yazdığın mektuba göre ayaklanmayı önceden düşündüğün anlaşılıyor. — O yazdı, benim değildir. tmza benim. — Mektupta "Ah Türkler kaleden çıksalar in- tikam alırdık" falan deniyor. tmza ederken oku- madın mı? — Okuryazanm. Akiıma gebniyor. Vallahi o in- tikam meselesini bilmem... Diyarbakır kale olma- saydı, şöyle alınırdı, böyle keserdik, diyorlardı. Onu demek istedim. — öğretmen Fahri Efendi'yi öldürttüm diyor- sun. öyle mi? Sonra ayaklanmaya ben karar ver- dim dedin. Vaktiyle düşünülüp konuşulan bir şey olmasa, seni bu yörede kimse tanımazken nasıl Di- yarbakır'a saldırdın? Vaktiyle düşünülmüş karar verihniş demek! — Hayır, ben öyle bir şey demedim. Öğretmen Fahri Efendi Piranlıdır. Asker tarafından vurul- du. O olay oldu, ben de ileri gittim. Allah'ın ka- deri oldu ben de içindeydim. Eğer düşünühnüş, tertip edilmisse, eğer böyle bir şey gerçek ise... — Şeriat işini beş on yü, yirmi yıl önce niçin dü- şünmedin? Niye başvurmadın? — Önce de düşündük: Fakat ADah'ı Taalâ ka- der etmemiş. Vakti ve saati dolmamış! — Kabahati bir yandan jandarma subayına yük- lüyorsun, bir taraftan da Allah emretti diyorsun. Allah sana isyan et mi dedi? — Ben içindeyim. Işin başına geçtim. Kendi ak- lımca nasihat ve vaaz ederim, esirleri incitmeyin derdim... — Senin medresen var mıydı? Medresede sen mi hocalık ederdin? Medresen kapandı mı? — Medresem vardı, müdderrisim vardı. Kapan- dı, resmen kapattılar. — Ayaklandığın zaman Müslüman askeri ola- rak mı görüyordun? Yoksa kafir askeri olarak mı? — Hayır, Müslüman askeri olarak göriiyordum. — Şeriat kurallanna göre sahıs çıkarlanru umu- mi menfaatlara tercih etmek caiz midir? — Hayır, şahsi menfaat umumi menfaate ter- cih edilmez. Şeriata aykındır. — Ya sen, Şeyh Şerife yazdığın bir mektupta nefsin her şeyden mukaddes olduğunu yanyorsun: "Şeyh Şerif Efendi ye Selam ve dualar eylerim. Fişeklerin noksan ve yoklugundan cepheyi Beiki- ni Dağı'na aldım. Bu tarafta asker-i rum ziyade- dir. Eger helâkımız mucip bir mani yoksa Kara- cagöl'den geri çekileceksiniz. Ve bir miktar kafi kuvveti bize göndereceksiniz. Ve Şeyh Hüseyin Ue beraber güzelce yazarsmız. Dersim, ne haldedir? Lehimize veya aleyhimize mi? Bugün bizim hayaömızı duşün. Kimsenin hayat ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra baş- kalannın hayat ve malı bize ne faydadır? Nefis, başkalanndan önce gelir." (259) — Ben onu yazdım, benim cepheme gelmesini istedim. (..) Nefisten mnrad, orayı terk et, bura- ya gel demek istedim. Umumi menfaat buradadır. Ya savunalım ya kaçalım dedim. Biz telef olduk- tan sonra sizin orada lüzumunuz yoktur demek is- tedim. Biz reis idik, reisin yok olması, ölümü umu- mun menfaatlerine mugayir degil miydi? (...) — Şeyh Sait Efendi, siz elinizle top mermisi tu- tuyor; üfieyerek uçağı yere attınyormuşsunuz, öyle mi? — Ne o doğrudur ne o.. Bunu kim söylemişse yalandır. — Asker-i Rumi nedir? — Biz Kürtler Türk askerlerine asker-i Rum de- riz. Tabirdir, öyle deriz. Yann: Yüzleştirroe | | S i t i i A * | _ i ( 2 4 4 ) - ö r g e e v r e n , Dunya 14 Haziran 1957 U l p l l U l l a l (245)-Seyh Sait davasında yargılananlann adları şöylevdi: 1—Şeyh Sait 2—Varto ve M«ş Ctpbesi Komotanı damadı Mdikanlı Şeyh Abdnllah, J-Tokli>-anlı Halit oğln Kamil Bey, 4— Kamil Bey'in kardeşi Ba- ba Bey, 5—Elazıg Cephesi komutaaı Şeyh Şerif 6—Darahini Komutanı Fa- kih Hasan Fehmi, 7—Vdirii Hacı Sadık Bey, 8—Çanlı tbrahim. 9—Şeyh Ab- dnllah, 10—Harput Şeyhlerindea Şeyh Ali. 11—Şeyh Celal. 12—Şe>h Ha- san, 13—Garipli İzzet oğlu Mehmel Bey, 14—Hanili Hacı Salih Bey, 15—Oğlu Mustafa Bey, 16-H»nili Şeyh Adetn, 17-Maden Şehri KomuUnı Kadri Bey, 18-Pinmb, 19—MoOa Mabmot, 20—Sttvaıb Şeyh Şemsettm, 21—Tennili Şeyh tsmail, 22—Şeyh AbduUatiI. 23—Befikaniı Molla Emin Hanili Salih Bey oğlu Hasan, 24—Arap Abdi, 25—Kargapazarlı Halil oğlu Mehmet. 26—Şinikli Hasan oğlu Süleyman, 27—Öğretmen Müsyanlı Molla Cemil, 28-Az aşireti rdsi Demird Öroer oğlu Süleyman, 29—Şerif oğlu Süleyman, 30—Fakıh Ha- san'ın kâtibi Tahir. 31—Hanili Mustafa Bey oğlu Mehmul Bey, 32—Vartolu Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali, 33—BoUkanlı Hacı Halit, 34—Diyadinli Timur Ağa, 35—Hınıslı Kamil oğlu Abdollatif, 36—Muslu Mehmet, 37—Süleyman Bey, 39—Bahri Bey, 40—Zorabadlı Şeyh Cemil, 41—Capakçurtu Süleyman oğlu Ynsaf, 42—Yamaç aşiretli Ali Baban, 43—Kargapazarlı Halit, 44—Mehmet oğlu Tahir, 45—Bucak müdurii Tayyip Ali, 46—Çapakçur Kay- makamı Höseyin Hllmi, 47—Şeyh Sait'in hizmetçisi Yusuf oğlu Çerkes jan- darma Hamid, 48—Salih oğlu Hasan. 49—Cemil Pasazade Ekrem, 50—Malazgirt sa>cısı Abculhamit, 51—Jandarma Teğmeni Mehmet Mihri, 52—Jandarma luzbasısı Ali Avni, 53—Hanili Mustafa Bey'in tonınu Örfi, 54—Genç Valisi tsmail Hakkı Bey, 55— Çapakçur Yargıcı Ali Rıza. 56—Bankeâli Reşit, 57—Çapakçurlu Hüsejin, 58—Sıhhiye Kâtibi Niyazi, 59-^landarma Ali, 60—BitUsli Mehmet Salih, 61—Kargapazarlı Reşit. (2—Kargapazarlı Süleyman Bey, 63—tsmail oğlu Mehmet. 64—Vartolu Ali, 65—Vartolu Çeadi, 66—Darahini Müftusü tsmail Bey, 67—Emekli Binbaşı Kasım, 68-Halk Fırkaa Baskanı Ruştii Efendi, 69—Molla Abdülhamid. 70—Ralamh Nimet, 71—RatcanU Ahmet, 72—Ratcanh Maksnt, 73—Ratçanh tbrahim Bey, 74— Nakip Bekir Bey. 75—Cemil Pasazade Ömer, 76—Cemil ' Pasazade Kadri, 77—Cemil Pasazade Cevdet, 78—Cemil Pasazade Memduh, 79—Mühittin Bey. (Behçet Cema] s: 9^; Aybars s: 323-325. Aybars, savcıkk belge ve yazışmalan için $u ozgün kaynağa yoUama yapıyor: TBMM Arşivi T-12 dosya 69. karar 69 ve 1V-12 b—1 Şark Istiklal Mahke- mesi Karar Defteri s: 15 d 4/32 (246)-Behçet Cemal s: 98-99 (247). Kı>-am, sözcük anlamıyla "ölümden sonra dirilip ayağa kalkmak" demektir. (Hançerlioğlu Orhan, tslam tnançları Sözlüğü, Remzi Kitapevi. 1984 tst s: 250). Kuran'daki "Kıyamet suresi" (Kuran'ı Kerim ve Türkçe An- lamı, Diyanet Işleri Yay. 1985 Ank. s: 576) insanların öldükten sonra dirile- ceklerinı "kıyam" sözcüğü ile anlatır. Islami amaçlarla yapılan ayaklanmaya da "kıyam" deniyor. Şeyh Sait, bu nedenle ayaklanmadan "kıyam" diye söz ediyor. (248)- Sebilürreşat, ayaklanmadan hemen sonra kapatılmıştı. Sebilürresat, başyazarlığını Eşref Edip'in (Törehan) vaptığı dinsel konulara ağırbk veren tutucu gazeteydi. Şark Istiklal Mahkemesi, ayaklanma nedeniyle başına da gözdajı vennek amacıyla 7 haziran gunil Eşref Edip, Velid Ebüzziya, ünlü yazar Orhan Ke- mal'in babası Abdülkadir Bey (öptçü), Feya Lütfi (Karaosmanoğlu), Sad- ri Etem (Ertem), tlhamı Safa, GündOz Nadir, ağustos ayında da Ahmet Emin (Yalman: Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (İleri) ve tsmail (Mayokan)'ın tutuklanmalanna karar vermişti. Gazetecüer, yargılama sonunda salıveril- diler. (Tunçay, s: 143-145: Toker s: 102). Savcı Avni Doğan'ın "Kurtuluş ve Sonraa" adlı kitabında şu satırlan ya- zıyor: "— Şeyh Sait'in gazete muhabirieriıün birer birer isimlerini söyleyerek yapügı isnadın içyuzönü sıkı bir tetkikten sonra tamamen oğrenmiş bulunuyordum: Şeyh Saitln gazeledler haklunda yapfigı beyanat, kendi fikrinden doğmuş değildi, ona telkin rapılmış, maayyen Mmler verflerek bnnlan Itnam edene zanıa hafifleyeceği vaal olunmnştıı) (Doğan Avni, Kurtuluş ve Sonrası. Dün- ya Yay. 1964. tst s: 174) Ahmet Emin Yalman ad anılannda lutukJu gazetecilerin mahkeme üyele- ri ile Elazığ'da Çarsancaklı Ahmet Bey'in evinde içkili akşam yemeklerinde bir araya geldiklerini yazıyor! (Yalman, Ahmet Emin.. Yakın Tarihte Gör- düklerim ve Geçirdiklerim, Cilt 3, Yenilik Basımevi 1970 tst s: 179) (249)- "Talak ı sdase" tslam hukunda erkeğin kansını kesin olarak boşa- yacağını büdiren kararına verilen addır. Erkek, kansını üç kez boşar ya da Uç kez boşayacağını art arda soylerse bu söz kesin sonuç doğurur. Erkegin aynı kadınla evlenmesi için kadının bir başka erkekle yapay olarak evlenme- si ve bu erkekten aynlması gerekir. Buna da hnOe denir. (Üçok Coşkun-Mumcu Ahmet, Tttrk Hukuk Tarihî, Savaş Yay. 1985 Ank. s: 91) (250)- Risaie, mektup ya da kitapçık, dergi anlamlannda kuUanıhyor. Dinsel konulan içeren ve "tebliğ" adı verilen bildirimler olarak algılanıyor. (251)- Şeyh Sait, burada dinsel anlamlanyla "cevazına delildir" sözcukle- rini kullanıyor. "Cevaz" .Arapçada izin demektir. (252)- "Cihat" din için yapılan savaş demektir. Kuran'ın "Furkan suresi- 'nin 52. ayetinde "kaflriere boyun eğme, Knran'la onlarla savaş" denilir. (253)- Orgeevren, Dunya, 15-16 Haziran 1957, Cemal Behçet s. 99 vd. (254)- Ulema,.bilginler, fudala, erdemli kimseler, ukala da akıllı insanlar detnekti. (255)- Hâdim, hizmet eden demektir. "Hidim-ül Mücahidin, savaşçüann hizmetkân anlamına geliyor. (256)— Cemil Paşazadeler, Diyarbakır'm varlıklı ve ünlü ailelerindendir. Eski valilerden Cemil Paşa'nın 11 oğlu, 3 kızı olmuş; oğullan Mustafa, Fuat, Kasım, Ziya, Hacı Abdurrahman, Besim, Naim, Ömer, Cevdet, tbra- him, Kemal; kızları Naime, Vasfiye, Mihrinısa. Çanakkale Savaşı'na gönüllü olarak katılan Besim ve Naim, savaşta şehit oluyorlar. Binbaşı Noel ile işbirliği yapan Cemil Pasazade Ekrem, Cemil Paşa'nın tonınu ve Kasım Bey'in oğludur. Ekrem Paşazade*nin beş çocuğu oluyor: Pervin, Handan, Nevzat, Jale ve Haynyc. Pervin, Belçika'da yaşıyor, Brüksel'de Kürt Enstitüsü BaşkanlıgYnı yapı- yor. 1986 yılında tstanbul Beşiktaş'ta ölen Kün Teali Cemiyeti Diyarbakır tl Sekreteri Ekrem Cemil Paşa, Şeyh Sait ayaklanmasından sonra Şark Istik- lal Mahkemesi'oce 10 yü ağır hapis cezasma çarpunlıyor, ancak Ekrem Bey Suriye'ye kaçıyor. Kürt liderlerinden Nuri Dersimi,. Ekrem Bey'in beş yıl ağır hapse çarptınldığını ve Kastamonu Cezaevi'nde kaldığını yazıyorsa da ailesı bu olayı doğrulamıyor. (Dersimi s: 161) Ayaklanmadan sonra Suriye'ye kaçan Ekrem Bey, yurda döndükten sonra iki yıl tstanbul Göztepe'de kız kardeşinin köşkünde yaşıyor. Cemil Pasazadelerden Mustafa Bey'in oğlu Ahmet ve Fuat Bey'in oğlu Kadri Cemiloğlu da Şark tstiklal Mahkemesi'nde yargılanıp aklanıyorlar Bir ya- bancı araştırmacı, Ekrem Bey'in babası Kasım Bey'in hükümeti destekledi- ğini, bu nedenle ayaklanma başladıktan sonra Diyarbakır'dan aynldığını ya- zıyor. (Orson s: 98) Ekrem Bey, unlu yazar Vedat Gunyol'un dayısıdır. Vedat Günyol'u eğiten Ekrem Bey'dir. Günyol, babasının Kurtuluş Savası'nda Anadolu'ya geçtiğini, Kasun Bey'in de babasına 350 bin lira gönderdığini anlatıyor. Geçen >ıllarda bir trafık kazasında ölen Prof. Cemil Cemiloğlu da Cemil Paşazadelerdendir. Eski boksörlerden Yük. Ziraat Mühendisi Esat Cemiloğlu da aynı ailedendir. Esat Cemiloğlu, Diyarbakır'da yaşıyor. (257)- tslam hukukunda içtihat bir sorunun Kuran ve hadislerdeki hüküm- lere dayanarak kıyas yoluyla çözülmesi demektir. İçtihatta bulunanlara da 'müçtehid' denir. (258)- (Vakti saadet) Hz. Muhammed'in yaşadığı dönem için kullanılan bir tanımdır. (259)- 7 Ramazan 1343 tarihh' mektup Hâdim-ul Mücahidin Muhammet Sait el Nakşibendi imzasmı taşıyor. (orgeevren, Dunya 19 Haziran 1957).
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear