Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2025
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/6 DİZt-RÖPORT^ 28 MART 1990
I Ş I L Ö Z G N T U RE V L I L I K R A P O R U
'Ne zamanyoksulluk evin kapısından girse, aşk da mutluluk da çekip gider'
Paranınharcadığıevlilikler'O eve geliyor, eli boş, ben kazak
örüyorum, geceyarılarına kadar
örüyorum, kendini kahrediyor,
kahrettikçe de benim canımı acıtıyor,
yoksulluk insanı değiştiriyor. Ne
mutluluk kalıyor ne karı-koca ilişkisi'
Pazar gunleri kahvelerde otu-
ranların kadınları, anaiarı, bacı-
ları ayaklarında terlikler, bâlçık
gibi çamura batmayı göze alarak
birbirlerine çay içmeye giderler.
Çay bahane maksat biriikte ol-
mak. Demli çaylarla biriikte söz
sözu açar, kimi zaman hep biriik-
te ağlarlar, kimi zaman ortalık
ansızın bir düğün yerine döner.
Ben onların kapısını çaldığım-
da gozüme çarpan ilk şey pirinç
bir karyolada yatan çok güzel bir
kız çocuğuydu. Basık tavanlı, ka-
ranlık, nem kokulu gecekondu
odasında pirinç karyola epeyce ay-
kınydı. Y'önetmen Loois Bnnuel'-
in bir sözünü anımsattı bana,
"Meksika gecekondulannda her-
şey olabilir. pirinç bir karyola bi-
le, ama siz bunu gosterdiginizde
kims-ler inanmaz." Turkiye ge-
cekondularında da her şey olabi-
lir. Işte orada pirinç karyola pırıl
pırıldı, yorgan atlastandı ve ya-
takta çok güzel bir kız çocuğu ya-
tıyordu. Kızın bacakları tutrnu-
yordu, ertesi gun üçüncü kez ame-
liyat için hastaneye yatacaktı, se-
kiz yaşında geçirdiği çocuk felci
o olağanüstü guzelliğe acımasız-
ca saldırmıştj.
Küçük kızın doğum gunüydü
ve cürnle komşu kadınlar, kıziar
o küçucük gecekondu odasınday-
dı; üç dakika sonra da en şen kah-
kahalar arasında göbek atmaya
başladılar.
On sekizinde bir konfeksiyon
ışçisi olan Nurdan herkesin neşe-
sine aykın, canı sıkkın öylece otu-
rup duruyordu. Beni getirenler,
"o bep sükût eder", dediler. Cin
çarpmış da.
Nasıl, nerede cin çarpmış?
Bir şey olmuş bu Nurdan'a. Ni-
şanhsmı çok severken gün gelmiş
oğlanı gordüğünde kendini yere
atmaya, çırpınmaya bajlamış.
Hangi doktora gittilerse kâr etmi-
yor, kız oğlanı görünce başlıyor
çırpınmaya... Sonra yengeler tut-
muşlar onu Nişantaşı'nda pek ün-
lü 'cinci hoca'ya göturmüşler. Söz
cinci hocaya gelince çevremde bir
gülme, "cinci boca da cinciyraiş
ha, geceleri erkek cinlerin araba-
lanna biner gezermiş, gunatu boy-
nuna."
E, ne olmuş, cinci hoca kurşun
dökmüş, kıza şöyle bir bakmış,
bakış o bakış hemen anlamış kı-
zın gonlünde bir başkası var. Gö-
bek atanlardan biri hemen sesle-
niveriyor, "AyoJ bunu anlamak
için dnd boca olmaya gerek yok,
göriinc_ köy lulavuz isler mi?"
Lakin kızın gönlündeki aslamn
kim olduğu bulunamamı;.
Nurdan lam sükût öylece duru-
yor, çevredeki kahkahalar, sözler
ona değerniyor bile, bu arada bi-
risi kulağıma fısıldayıveriyor,
"Bu kıa bir de cinci hocanın er-
kek cinlerine mi gotiırsek..."
Yoksulluk kapıya
dayanınca
Birden herkeste bir telaş, per-
deler kapatılıyor, tepedeki kırk
raumluk çıplak ampui söndurülü-
yor ve elindr bir pasta, pastanın
üstunde on üç raum, küçük, gü-
zelim kızın, Hülya'nın annesi gi-
riyor odaya...
"tyi ki dogdon Hülya... lyi ki,
doğdun Hülya!"
Küçük kız mumları bir çırpıda
söndürüyor, çevremdeki bunca
neşeye rağmen bende bir ağlama
isteği, bunca yoksulluk içinde
bunca yaşama sevinci canımı acı-
tıyor.
Hülya'nın annesiyle baş başa
kaldığımızda onun söyledikleri
daha da sarsacak beni, bazı soru-
larımı anlamsız bulacağım, bazı
duyguları lüks. O söze, "Ne za-
man yoksulluk evin kapısından
girer ask da muÜuJok d» çekip
gider" diye başlayacak.
Romanlardaki gibi bir aşkın
kahramanı Hacer. Karagümrük'-
un arka sokakları, aynı fabrika-
da yolunu bekleyen, ondan on yaş
Parasıziık, evleri sürekli tehdit altında olan gecekondu sakinlerinin, evliliklerini de tehdit ediyor. (Fotograf: Erdogan Köseoğlu)
büyük, işcilerin ve mahaiieli genç-
lerin 'abi'si, esmer, sevgi dolu bir
adam. Sinema localannda, pasta-
nelerde gizli gizli bulusmaJar, 'biz
Alevilere kız vermeviz
1
diye di-
reten bir aile ve kaçış. Hâlâ göz-
lerinde bir panltı Hacer'in "ko-
caın beni kaçırdı" derken.
Mutluluk uzun sürmOyor, ön-
ce Hülya'nın hastalığı ardından
fabrikada grev, işten atılma. fki
yıl boyunca iş arayan bir koca, bir
tek ekmeğe muhtaç hale gelen iki
çocuklu bir aile.
"tşte"' diyor Hacer, "Her şey
o zaman lers gitmeye başladı. Ko-
camın benden, çocuklanndan
utandığını gordıim. çüakü eve ek-
mek getiremiyordu. Sanki bergün
yüreğine bıçak saplanıyordu, öy-
lesine kötüydü. Ben kazak öriip,
abajur yaparak az buçuk bir pa-
ra kazanıyordum ama evin erke-
gi eve ekmek getiremeyince en
ufak bir sözden, bir davranıştan
büyük kavgaiar çıkıyor. Bir ko-
tiiluktür başlıyor.
Evliliğimizin ilk yıllannda sık
sık sinemaya giderdik, lokaniaya
giderdik, biriikte çok gülerdik,
denize bile gittik. Bülün bunlar
birden bitri. O eve geliyor, eli boş,
ben kazak örüyonım, geceyanla-
rına kadar örüyonım, kendine
kahrediyor, kahrettikçe de benim
canımı acıtıyor, yoksulluk insanı
değiştiriyor. Ne mutluluk kalıyor
ne karı koca ilişkisi..."
Yanıbaşmda suskun oturan
Emine burada dayanamayıp söze
giriyor. O canı en çok yananlar-
dan. Devrimci, ilerici kocasının 12
Eylül'den sonra bir gece tüm pa-
rasını, o zamana kadar güzel gü-
zel işleyen kahvesini kumar ma-
sasına yatırdığma tanık olanlar-
dan, altındaki gelinlik yatağı bile
götürülüp aç dört çocuğu doyur-
mak için çalışmaya başladığında,
ilericiliği kimselere bırakmayan
kocası tarafından 'oruspu' diye
Jamgalananlardan, dayak yiyeıı-
lerden ve sabahleyin işe gitmek
için evden çıkarken kocasından
'bana sigara parası bırakmayi
unotma' sozfinü işitenlerden.
Kadınlar hep biriikte hep bir
ağızdan bağırıyorlar:
"Buralarda hangi kadın calısır-
sa ona oruspu gözuyle bakılır.
Kocası bile öyle duşüniir, içine
sindiremez ama kadının kazandığı
parayı elinden alıp harcamasını
bilirfer. Butiın kahveler, biracılar
boyleleriyle dolu. ls begenmezler,
küçük işlerle ugrasmak onurlan-
na dokunur, bütun gün kâğıt o>-
narlar, gece de giınduz oruspu de-
diklerinin koynuna girerler. ls
boyle olunca sevgi, saygı kalır
mı?"
Çevremdekiler, "tşte Fatma,
geldi" diyorlar. Fatma gencecik,
çok güzel bir kadın; yanında do-
kuz yaşında oğlu Güney. "Ogl»-
na bu adı kim koydu", diye so-
ruyorum, "kocam", diyor. Gü-
ney iri kara gözleriyle beni «üzü- •
yor. "Ogian çok güzel bir ço-
cnk", "Evet" diyor, "babasına
benziyor". Bir an herkeste bir sus-
kunluk.
Fatma, "hadi bize gidelim"
diyor, hep biriikte çamurlu yollar-
dan gecip bahçeli, hoş bir eve gi-
riyoruz, burası Fatma'run evi, oğ-
lu ve küçük kızıyla burada oturu-
yor, hemen çok güzel bir sofıa
donatıyor bize.
"Ben" diyor, "Biliyor musa-
nuz, dört yıl önce şu kapıdan dı-
şan tek basımaçikamazdım. Çar-
şıya bile ya annemle giderdim ya
da kocamla. Hayat insana çok şey
yaptınyor. Şimdi Ümraniye'den
Harbiye'ye gidiyorum ber gün,
bir şirkette temizlikçi oiarak ca-
lışjyonım.
Çok acı çektim, günlerce agla-
dım, tek bâsıma dogum yaptım,
annemler bana arka çıkmasaydı-
lar ne yapardım bilmiyorum. Son-
ra aiıştım, bu temizlik işini bul-
dum. tstekiler beni evli bUiyorlar,
* V»
onlara beyimin Irak'ta olduğunu
söylüyorum.
Şimdi içerdc, çek dolandınalı-
gından girmiş. Haber göndersin,
gelsin demis."
Çevremdeki bütün kadınlar hep
biriikte atıhyorlar, "Cit be Fat-
ma mapustaki adama kin ol-
maz" diyorlar. Fatma'nın guzel
yüzü kararıyor:
"Hiçbiriniz çocugunuzn tek ba-
sına doğormadınız. Benim kadar
kirasesiz kalmadınız."
"Boş ver Fatma" diyor çevre-
dekiler, "adam seni hâlâ seviyor,
pişman olmuş çoktan..."
Fatma basıru saJlıyor:
"tnsanın yanıbasındaki yastık-
ta bir erkek başı olmaması çok
zor. Kimi zaman dayanamaz ağ-
larsınız ama evtiyken yalagın ya-
nının boş olması daha zor. Ben
bir zamanlar çok ağladım artık
ağlamak islemiyorum."
Kimseler Fatma'nın üstüne var-
mıyor artık; ama benim hıç kuş-
kum yok, mapustaki adam birkaç
haber daha saldığmda, Fatrna en
güzel giysilerini giyip gıdecek.
Hem çok öziediği için, hem bir za-
fer duygusunu tatmak için.
Insanları, tutkularını, sevgileri-
ni anlamak çok zor. Bu işler ki-
taplardakilere pek uymuyor. '
Fatma'ya bakıp ben bunİan
düşünürken dısarıda bir ıslık se-
si. Hemen çevremdeki kadınlar-
dan biri yemenisini basma bağla-
yıp heyecandan kıpkırmızı kesi-
lenbiryüzle "benim gitmem ge-
rek" deyip ayağa fırlıyor. Başın-
dan beri bana olağanüstü yardım-
cı olan Sitare kadın, durmus otur-
muş bir Kafkas goçmeni, "Gari-
bim ıslık sesini duydu mu
duramaz artık" diyor. "Kız iki
lokma soluklan, ateşin başına mı
vurdu?" Sitare kadın, "Cancagı-
zım adam haftada bir geiir, bun-
cağız kumadır" diyerek bana ge-
reken bilgiyi veriyor.
Kadıncağızın yüzü iyice kızarı-
yor, çok genc. Sitare kadın hiç
durmadan konuşuyor. "Adam
bas adam, aldı getirdi buncagızı
buraya, ev açtı, karnını doyurur,
eh haftada bir de gelip gönlünü
ediyor..."
Sitare kadın utancından kafa-
sını kaldıramayan kumanın üstü-
ne Ustüne gidiyor, "Adam senin
karnını doynrmasa, ustbaş alma-
sa, bir dakika kahnıu çeker mi-
sin ha, söyle Allah aşkına söy-
le..." Genç kadın birden ayağa
fırlıyor, bir kuş gibi sekerek ka-
pıya ulaşıyor, tam orada dönüp
yalnız Sitare kadına değil hepimi-
ze sesleniyor:
"Çatlayın siz, ben onu, o da
beni seviyor."
Çat, kapıyı hepimizin yüzüne
kapatıyor.
Sitare kadın biraz bozuluyor.
"Ehgaribanım" diyor, "Ne yan-
sın bir şeyle aldatacak, avutacak
kendini.-
Bu arada ortalık iyice kararmış,
herkeste bir telaş. Emine telaşsız
usulca Sıvas doiaylarından bir
türküye başlıyor. Türküye kaptı-
np gidiyorum ve içimde bir ses, bu
ülkede kadınlar ayrı, erkekler ay-
rı yaşıyor, diy>r ayn yaşıyor.
StRECEK
Bir an öncepazardanpay alma kaygısu plansız gelişmeyeyol açıyor
Ttirkturîzıninîn aklı fiki'i yataktaTürkiye, son 10 yıllık dönemde 50 binlerde gezinen Türkiye'nin genellikle seksenli yılların ikinci yarısmda liyoriar.Amaturizmdeböyiebirşansyok.o ~ öeleir
w * « / _ _ _ _ _ _ _ _ _ ^_^ _ . * , • ^*^ . _ _ _ _ _ _ _ _ _ , _ . * _4 ____«________ Lr_v___
k
_f ___oc _ _\__f •• __t_i_ı____ky__tı_: __• ^____-T__fc . M ___!__• w A_%*____h«
Türkiye, son 10 yıllık dönemde 50 binlerde gezinen
yatak sayısını üçe katlayarak 150 bine çıkardı. Ve
artan konaklama kapasitesi ile biriikte turizm
gelirlerini arttırdı. Ama bu arada tanıtma, pazarlama,
eğitilmiş nitelikli eleman, yol-su-kanalizasyon,
ulaştırma ve çevre konusunda duyarb davranmadı.
Türkiye'nin genellikle seksenli yılların ikinci yarısmda
yaptığı 'turizm atagı' istatistiklere somut bir biçimde
yansıyor. Türk turızmi, önceki yılların sevilen
benzetmesiyle belki 'patlamadr, ama artan
konaklamakapasitesi ile biriikte, hem gelir hem
çektiği turist açısından önemli bir atak yaptı.
— 1 —
CEM HAMULOĞLU
1989 yılında, Türkiye'ye 4.5 milyon dola-
yında turist gddi. Turizmden Türkiye'nin elde
ettiği döviz girdisi geçen yıl yakJaşık 2.5 mil-
yar ABD Dolan oldu.
Bu sayilar, konuya yabancı olan okurlar
için fazla "anlamlı" olmayabilir. Ama aynı
verilerin 20 yıl önce 700 bin turiste karşılık
36 milyon dolar, 10 yıl önce ise 1.5 milyon
turiste karşılık 280 milyon dolar olduğu ha-
tırlandığında, bu sayıların anlaraı belirginle-
şiyor.
Türkiye'nin 1989 yılındaki turizm verileri,
bir önceki yıl kadar "keyifli" olmasa da ge-
nellikle "oluralu" ifadelerle değerlendiriliyor.
Ama yine de bu saytlar turizm sektöründeki
beklentilerle karşılaştınldığında oldukça "mö-
tevazı" kahyor. Çünkü rehberlerden Turizm
Bakanı'na dek, sektörde genel kabul gören
göruş şöyle özetleniyor:
"Türkiye, turizmden hak ettiği payı alamı-
yor..."
Peki, Türkiye turizmin neresinde? Katet-
mesi gereken yol ne kadar? Turizmde milyon
dolarlardan milyar dolarlara nasıl ulaşıldı?
Turizm uğruna Türkiye'nin doğal ve (arihsel
değerleri biraz cömertçe mi harcandı?
Bu soruları daha da arttırmak hiç güç de-
ğil. Ama belki de en geneli "turizmden para
kazanmayı aklına koyan Turkiye'yi" doksanlı
yıllarda neler bekliyor?
Türkiye'nin, genellikle seksenli yıllann ikin-
ci yansında yaptığı "turizm atağı", istatistik-
lere somut bir biçimde yansıyor. Ama Türki-
ye'nin turizmdeki yerini sağlıklı değerlendi-
rebilmek için benzer turizm değerlerini pay-
laştığı Akdeniz ülketerinin durumuna göz at-
makta yarar var.
Ispanya ve Italya "turizm devleri"nin de
içinde bulunduğu Akdeniz ülkelerinde yakla-
şık ifadelerle; 5 milyon yatak, her yıl 200 mil-
yon turist ve 80 milyar dolara doğru ilerleyen
bir turizm hareketi söz konusu. Turkiye'nin,
Akdeniz'deki turizm pastasından aldığı pay
ise yine 89 sayılarıyla: Turizm Bakanlığı'ndan
"işletme belgeli" 140 bin 364 yatakta ağırla-
nan 4 milyon 459 bin 151 turist ve onlardan
geriye kalan 2 milyar 524 milyon ABD Dola-
n.
Bu sayılardan da anlaşılaeagı gibi Türkiye,
dünya turizminde oldukça ağırlıklı bir konu-
ma sahip olan Akdeniz'deki turizm hareke-
tinde çok düşük bir paya sahip. Ve sektör, bu
gerçeğin bilincinde. Turizm Bakanı flhan
Aküzöm, çok bilinmesine karşın surekli yine-
lenen bir biçimde genel görüşü şöyle özetli-
yor:
"Türkiye'nin çok büyük bir turizm potan-
siyeli var. Hiçbir ülkede göriilmeyen bir do-
gal ve kültürel zenginiige sahip. Bunu iyi kul-
lanmamız lazım."
Türk turizmi, önceki yılların sevilen ben-
zetmesiyle belki "patlamaA." Ama artan ko-
naklama kapasitesi ile biriikte, hem gelir hem
de çektiği turist bakımından önemli bir atak
yaptı. Ve Türkiye, OECD ülkeleri arasında
son üç yıldır turizmi en hızlı gelişmeyi göste-
ren ülke oldu.
Bu gelişmenin ardında ise 2634 sayılı Tu-
rizmi Teşvik Yasası ile birlikte kamu arazile-
rinin uygun koşullarla turizm yatırımlarına
tahsis edilmesi ve bazı yatırım kolaylıklannın
getirilmesi bulunuyor.
Turizm Bakanh^ Müsteşan Mustafa Türk-
men, turizmdeki gelişmenin 2634 sayılı yasa-
nın "nıhuna çok uygun" ekonomik polıtika-
larla uygulanmasının bir sonucu olduğunu
vurgulayarak şunlan söylüyor:
"Turizmi Teşvik Kanunu ve ona paralei uy-
gulanan poliü'ka gereği getirilen teşvikler,
Turkiye'yi turizmden bugüne getirdi. Bu çok
başanlı. tutariı bir polilikaydı. Ama o günün
koşullan için japılmışlı. Konaklama kapasi-
tesinde büyük bir eksiklik vardı ve kanun bu-
nun üstesinden geldi."
Peki, "Bu gelişme sağlıklı mıydı" sorusu-
nun yanıtı ise "olumsuz". Türkiye son 10 yıl-
Iık dönernde, 50 binlerde gezinen yatak sayı-
sını üçe katlayarak 150 bine çıkardı. Ve ar-
tan konaklama kapasitesi ile birlikte turizm
gelirlerini de arttırdı. Ama bu arada tanıtma-
pazarlama, eğitilmiş nitelikli eleman, yol-su-
kanalizasyon, ulaştırma gibi eksikleriyle bir-
likte, turizmde en önemli güvencelerden bi-
risi olan "çevre" konusunda fazla "dnyarlı"
davranmadı.
Önce yatak
Türkiye'de turizmi geliştirtne çabalarının,
önceleri "yalrazca yatak" oiarak algılandığını
ve yukanda sıralanan noktalara yeterli duyar-
lılığın gösterilmedig-ni, başta bakanlık olmak
üzere herkes kabul ediyor. Turizm Yatırım-
cıları Derneği (TYD) yetkilisi Snauk Pasiner,
üstyapıya önceük t_nınmasım, bir an önce pa-
zardan pay alma kaygısına bağlıyor. "Türki-
ye'de turizmin gelişimi daha koordinasyonlu
olamaz mıydı" sonısuna ise Türkiye Seya-
hat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Sa-
babattin Yücel şu yanıtı veriyor:
"Ben bu konuya fazla elestirei bir gözle
bakmıyorum. Türkiye, kaynakları sınırlı bir
ülke, bunu bili>onız. Boyle bir ülkede altya-
pı. ustyapı, egitim, pazarlama, taşıma gibi un-
suriarın aynı anda koordineli bir biçimde ya-
pılması çok zor. Çunkü biz lurizroe konsept
oiarak yabanayız. Diğer sektorier gumrük du-
varlanoın arkasına saklanıp dünyadaki hızlı
gelişmeden kendilerini bir olçüde koruyabi-
liyorlar. Ama turizmde boyle bir şans yok. O
dönemde koordinasyonlu gidemezmiş ki boyle
oldu."
Turizm Bakanı llhan Aküzüm, "Tabii ki
her hızlı gelişmenin bir bedeii olacak. Her hı_h
tıiiyiime sorun yaratır. ama netice itibanyla
Tiirk turizmi iyi bir yere gelmistir" diyor. Ay-
nı soruyu yönelttiğimiz Bakanlık Müstesarı
Mastafa Turkmen ise şunlan söylüvor:
"Bu, her ülkede karşılaşılabilen bir durum.
Bu soruya ileriye donuk oiarak cevap vereyim:
Eğitilmiş eleman, altyapı >e pazarlama sorun-
lan azaldıkça, bu sefer tersi olacak ve yine ya-
tak az diyeceğiz. Bu geiişmeler tabii ki biriikte
saglanabilirdi. Ama bunu basarmış ulkeierin
sayısı çok sınırlıdır."
"Türkiye'de turizmin gelişimi daha koor-
dinasyonlu olamaz mıydı?" sorusunun yanı-
tı artık belirgınleşiyor. Sektör temsilcilerinin
paylastığı ortak göruş, "Belki olurdu. Ama
kısa dönemde bdylesine önemli bir geiişme de
saglanamazdı" tumcesiyle özetleniyor.
Neden geç kalındı?
Türkiye'de turizm alanında bir "geç kal-
mışlık" yaşanıyor. Çünkü Türkiye "tnristik"
nitelik kazanan tarihsel ve külturel değerleri-
ni yeni edinmedi. Turizm olgusu ise organize
oiarak en azından yüzyıl başından beri yaşa-
nıyor. "Neden" sorusunun yanıtını ise Bar-
las Kiintay şöyle veriyor:
"Türkiye, gerek Akdeniz gerek dünya tu-
rizmindeki yerini henuz alamamıstır. Bunun
çeşilli sebepleri var. Bir defa Türkiye'de ne
>apılmı$sa son 25 seoenin bir boliımönde ya-
pıunıştır. Bu dönem zaman zaman siyasi ve
ekonomik bunalımlann yaşandığı seneler ol-
muştur. Sık sık ihtilallerin olduğu bir iilke-
Yıllar
"796-"
1964
1965
1966
196S
Gelir
(1.000 S)
7.659
8.318
13.758
12.134
13.219
24.082
36.57?
Yabancı
satısı
198.847
229.347
361.758
440.534
574.055
602.996 !
694L229J
1970
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
' 1979
* I9M>
1981
1982
1983
1984
1985
1986
1987
1988
1989
51.597
62.857
103.731
P 1.477
193.684
200.861
180.456
204.877
230.398
280.727
326.654
381.268
370.320
411.088
840.000
1.482.000
1.215.000
1.721.117
2.355.295
2.524.7
724.784
926.0İ9
1.034.955
1.341.527
1.110.298
1.540.904
1.675.846
1.661.416
1.644.177
1.523.658 __
1.2.8.060
1.405.311
1.391.717
1.625.099
2.117.094
2.614.924
2.391.085
2.855.546
4.172.727
4.459.151
de. birçok şeyde özellikle de turizmde bir ge-
lişme bekieyemezsiniz. Bu bunalımlann dışın-
da kalan zamanlarda ne yapümıssa yapılmış-
tır."
SÜRECİK
T.C.
KADIKÖY BELEDİYESİ
YEREL YÖNETİMDE
1.YIL
YER: SUADİYEATLANTtKSİNEMASI
TARİH:28MART 1990 ÇARŞAMBA (BUGÜN)
SAAV 21.00
"HALK1MIZA AÇIKTJR"
SHP
KADIKÖY İLÇESİNDEN
DUYURU
"YEREL YÖNETİMLERDE 1 YEL"
Konuşmacılar:
• ERCAN KARAKAŞ — İl Başkanı
• Prof. Dr. NURETTİN SÖZEN — Büyükşehir Belediye Başkanı
• Dr. CE.NGİZ ÖZYALÇ1N — Kadıköy Belediye Başkanı
Konuşmalardan önce, Kadıköy Belediye Başkanlığı'nın
1 yıliık faaliyetlerini içeren film gösterimi vardır.
Tarih ve Yer: 28.3.1990 Çarşamba (bugün) Saat:21.00
Suadiye, Atlantik Sineması
İLÇE BAŞKANLIĞI
İL ÖRGÜTÜSHP İSTANBUL İL ÖRGÜTÜ
Genel Başkan
ERDAL İNÖNÜ ile birlikte
UZUNKÖPRÜ
ÜRETİCİ MİTİNGİNDEYİZ
Tarih: 29 Mart 199C. P?rşembe
Konvoy Buluşma Ye..: Havaalanı Kavşağı
Konvoy Hareket Saati: 08.00