24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/14 PAZAR YAZILARI 24 EYLÜL 1989 Venedik'ten Başamyı geri çevirenler ÜSTÜN AKMEN VENEDtK Onüçüncu yuzyıtda ekonomik etkinliğin yoğunluk merkezi Atlantik kıyılanna kayıncaya kadar, dunya ticaretinde en önemli kent olan Venedik de İtalya'da son yıllarda izlenen politikalar sonucu elde edilen ekonomik gelişmelerden payını almış. Gerçi yedi yuzyıl önce Amsterdam'dan Pekin'e değin uzanan çok geniş bir coğrafi alanda bilinen ve kabul edilen "düka", yani "Venedik Alünı"nın artık geçerliliği yok. Ama kişi başına düşen ytllık gelir 15 milyon liretin uzerine çıkınca, Venedik'te de gulumseyerek yaşayan insanların sayısı artmış. Artan milli gelir gondolcuların eline geçen ücreti de kabartmış olsa gerek ki, daha bir keyifli söylüyorlar "Santa Lucia"yı. Son yıllarda yapılan çahşmaların işçi ücretlerinin yükseltilmesi, yatınrnlann arttınlması, yeni leknolojilerin benimsenmesi sonucunda otomotiv, tekstil, konfeksiyon sektörleri başta oimak uzere diğer belli başlı sanayi kollannda da üretim artışı sağlandığını düşünürken, guneş pes edip, kristalin masalımsı dunyası Murano Adası üzerınde ufuktan çekiüyor. San Marco "basiüca"sının kubbeleri, tepeleri altın miğferli birer asker gibi şavkıyor. Karşıda "Palazzo Ducale" tutuşmuş bir binadır artık. Biliyorum ve sabırla, inatla bekliyorum: Karanlığın suLiechtenstein Prensi 2. Franz Josef ve Prenses Gina, kuçük ülkenın egemenliğini halkla paytaşıyoriar. Liechtenstein 'dan Cebe giren ülke cak doldurur. Liechtenstein'da uçak, tren yok. Ortalıkta hiç görünmediğine göre herhalde at arabası, de\e kervanı da yok. Yalnızca otomobiller, posta otobüsleri var. Liechtenstein'da, üniversite yok. Liechtenstein'da, Liechtenstein parası yok. tsviçre Frangı var. Bir de dıikkânlarda, mağazalarda, "Para birimimiz Isviçre Frangı'dır, ama Avusturya Şilini'ni, Amerikan Dolan'n ve daha başkalannı da, seve seve alınz" gıbisinden yazılar var. F ALMANYA \T {ÜHTENŞTA YNI Iarı biraz sonra bu yangını söndürecek. Rialto Koprusü'nün iki yanındaki lokantalardan birinde garson "anguilla (yılanbalığı) çok laze" diyor. "Hayır" diyoruz ve daha miitevazı bir menu yeğliyoruz. Gene de adam başı kırk bin lireti (yaklaşık altmış beş bin Türk Lirası) ödeyip Canale Grande (Büyük Kanal) boyunca yürürken, ay, suların düşünceye daidığı bir toplantıya başkanlık etmeye başlıyor. Çevrede lokantalar ışıklar içinde. San Giorgio'yu bir guzel aydınlatmışlar. ttalya'nın toplam enerji talebinin yuzde otuzundan fazlası dığım "Bonvecchiati" Oıeli'ne geliyoruır». Penceremin dışında gece, bu kez Venedik'te uyanmaya çalışıyor. Korlenmiş kanal, ayışığında yitik renklerinin düşunu öylesine canla başla kuruyor ki, kara gondollar hemen hemen kızarmış gibi geliyor bana. Capcanlı pembeliğin sımnnda binalar, bekleyerek cansız duruyorlar. Otelin terasının beyazla yıkanmış duvarı, koyu mavi gökyüzü karşısında panltılı. Yerlerdeki beyaz mermerler ay aydınlığım soğuk soğuk geriye doğru itiyor. Sabah oluyor. San Marco "basilica"sına gidi leştirilen radikal yeniden yapılanma önlemlerine mi güveniyorlar ne! Akşamüstü. Burano Adası'nda balıkçılar sandallanna doluşuyor. Gokkuşağı binalan kendi rengine boyamakta. Dantda işleyen kadınlar birbirleri ile .şakalaşıyor. Mazzorbo gene yeşil ve sessiz. Hemingway'ın yazmak vediniemek için geldiğı Torcello, pitoresk görunumunu koruyor. S.Maria Assunta Kilisesi gorkemi ile kasım kasım kasılmakta. Lido'dan ddndüm. Piazzale Roma'dan geçiyorum. Amerikan Doları'nın liret karşısında değer kay GÜRHAN TÜMER LİECHTENSTEİN Liechtenstein'ı gormek için dayamlraaz bir istek duyuyordum. Bu isteğin nedenini de pek iyi büiyordum: Bu isteğin nedeni, bu ülkenin kıiçiicukluğUydü. Her dünya haritasına bakışımda, dünyaıun neredeyse yarısını kaplar gibi görünen Sovyetler Birliği'ni gördüğümde, "Böjlesine uçsuz bucaksız bir ulke nasıl bir şey ola ki?" sorusunu sormadan edemeyişim gibi bu kez de Liechtenstein'ın minicikliği takılıyordu aklıma sürekli ve "En biiyiik ölçekli bir dünya haritasında, en kocaman bir dünya, kuresinde bile gönılmesine olanak olmayan bu Liechlenstein, nasıl bir şeydir? Orası gerçek bir devlet midir? Yoksa, devletçilik oynanan bir yer mi?" gıbisinden, aynı zamanda hem haklı hern de abes bir takım sorulan sürekli sormadan edemiyordum kendime. Bu memleket, U2un yönünde asağı yukarı 25, ktsa yönünde 6 km çekiyormuş. Demek oluyor ki burada hep Liechtenstein sınırlan içinde kalarak kısa yönde, şöyle birkaç saatlik, sıkı bir yüriiyüş yapmak olanaksız. Olanaksız, çünku insan normalde saatte 4 km kadar yüniyebilir ve bu durumda, topu topu 1.5 saat ifinde, yaya olarak Liechtenstein'ın bir ucundan girip bir ucundan çıkabilir. Ancak, şunu hemen belirteyim, aslında yok böyle bir şey, çünku Alpler var. O dağlarm öyle dümdüz yürüyerek geçilemeyeceği belli. Liechtenstein, aslında bir "yoklar" ulkesi. Bu yokları şimdi peşpeşe sıralayacağırn ve sanırım bana hak vereceksiniz... Bu ulkenin, normal büyüklukte bir toprağı yok. Bunu konuşmuştuk, ama daha matematiksel olalıtn: Yuzölçümü 160 km 1 . Türkiye'ninkinin 5000'de, Sovyetler'inkinin ise 140.000'de biri. Bu ülkede nüfus da yok: 30.000'e ya vanyor ya varmıyor. Onun da, neredeyse üçte biri yabancıymış. Başkent, büyük kent Vaduz'da 5000 kişi yaşıyor. Öyleyse, butün Vaduz, orta boy bir stadyumu dolduramaz, butün Liechtenstein büyücek bir stadyumu an Piyanist parmaklarım tuşlardan çekiyor. Kaskatı bir yüzle kendine sunulan alkışları alarak, vahşi ve yalnız gençliğine hainlik etmek değil, kendi kendine gülüp durmak istiyor. Orkestranın üyeleri, sanatlarımn kişisel, kazançsız, özgür oldukları, kendi kendilerinin farkına varmadıkları evreyi geride bırakmamışlar daha. nı elektrik enerjisi oluşturuyorsa, acaba yeni elektrik santrallan mı inşa edecekler diye duşunuyorum. "Kelin merhemi..." diye başlayan atasözü aklıma geliyor. Duşüncemi susturuyorum. Ayışığj sallanıyor ve de iniyor kanala mavi bir örümcek ağı gibi. Gondolcunun inci dizili küreği tıp tıp vuruyor suya. Kuru, gümüş damlalar süslüyor duzlüğü ya da tohumlar gibi saçılıyor pürüzsuzlüğe. Goldoni sokagından geçip, kalyorum. tşsizlik yüzde onlara inince muhteşem "basilica"da dua edenler sanki azalmış gibi geliyor bana. Oysa on dörtyirmi beş yaş arasındaki gençlerin işsizlik oranı yüzde yirmi beşlerin üzerinde. Minik dua ünlemlerinin yankılandığı kilisenin en arka sıralannda opuşen genç çift, bu rakamın bütun OECD ulkeleri işsizlik rakamından daha yüksek olduğunu bilmiyor'ya da umursamıyor. ttalyan ekonomisinin özel sektördeki büyük kuruluşlannda gerçekbetmesi ve uluslararası borsalarda petrol fiyatlarının düşmesi gibi olayların ttalyan ekonomisini daha da güçlendirdiği, San Marco Meydanı'nda "New York, New York"tan "La Comparsita"ya bütün eskiyeni melodileri "icra" eden orkestralardan belli. Hepsi keyifli. Hepsi de, örneğin "Volare" adlı parçayı bitirdikten ve alkışlara "aldım, kabnl ettim" dedikten sonra, bilinçsiz olarak kazandıkları basanları ile "sanaf'ın kişisel olmayan ününü paylaşmaya baş layınca, içgüdüsel ve alaylı bir şekilde "başan" denilen şeyi geri çevirmeye doğru eğiliyorlar. Çünkü bu orkestraların uyelerı, sanatlarının kişisel, kazançsız, özgür oldukları, kendi kendilerinin farkına varmadıkları, kendi kendilerine guldükleri evreyi elden bırakmamışlar daha. Piyanist parmaklarım tuşlardan çekiyor. Kaskatı bir yüzle, kendine sunulan alkışları alarak, vahşi ve yalnız gençliğine hainlik etmek değil, kendi kendine gülüp durmak istiyor. Meydanda portre yapan onlarca ressam da oyle. Yaşamlannı ağırbaşlı bır duruma sokmaktan korkuyorlar. Sanki bir koşeye buzulmuş gibiler. Utanç dolu bir buzulme değil bu. Her şeyden önce sanatçının "saaat" karşısında duyduğu alçakgönüllülüğü saklıyorlar yureklerinde. Sorduğumda "Kırk bin lirete bir portre" dıyor bir tanesi. Kendi alanında bile alçakgönüllülükten kurtulamayan sanatçının dış, yani gerçek dünyada, kişiler arasında, toplum içinde böbür bobür böbürlenmesine olanak var mı ki? Akşam başlıyor. Kuleden Venedik'i tepeden aşağı suzuyorum. Güneş, muz liköru dolu bir kadehe kırmızı kiraz bırakılıyor duygusunu bırakarak batıyor. "Yapma" ressam en müthiş "p«norama"lanndan birini tamamlıyor. Adriyatik Denızi'nin boynuna bir kez daha pandantif takıyor. Venedik'te gene akşam oluyor. Gariban turistler Rum döneminde Kıbrısh Türkün yaptığı işleri, bugün Türkiye'den gelen 'garip turistler' yapmakta. Lokantalarda komilik, bulaşıkçılık, tamirhanelerde çıraklık gibi işlerde giderek 'ithal' işçiler kullanılmakta. FASİH StNAN GtRNE İlkokulda kompozisyon dersi. Oğretmen çocuklar zorlanmasın diye, herkesin büeceği bir konuyu seçmiş: "Faldrük". Zenginin çocuğu önce biraz şasırmış, ama bakmış ki, btitün sınıf çalakalem yazmakta. Biraz düşundukten sonra, o da çiziktirmeye başlamış: "Bizim evde herkes fakirdir" diye başlamış. "Şoför de fakir... Âşçı da fakir... Hizmetçi de fakir... Babcıvan da fakir... Usak da..." diye gidiyor kompozisyon. Nerden bilsin fukara fakirliği? Kıbns, 1974 sonrası görünumü ile bu kompozisyon ödevini hatırlatıyor. Her üç kişiden birine bir araba düşmekte. Herkesin başını sokacak bir evi var. Çoğu, tapulu Osmanh'dan kalma deyimi ile koçanlı mulk. Nufusun % 10'undan biraz fazlası devlet memuru. (16.000 kişi). Oysa 74 öncesi bütün adadaki devlet memurunun sayısı 2.500. 300 milyarlık bütçeye bakıldığında en başta gelen gider, 90 milyarla personele ödenmekte, kaba bir hesapla, bütçenin % 30'u. Hemen ardından 'Transferler' adı altında şehit, malul, dul, yetim ve emeklılere ödenen rakam geliyor: 80 milyar TL. Yani, gene kaba bir hesapla bütçenin "* 25'i. Kısacası bütçenin yarısı devlete hizmet etmiş ve edenlere ödenraekte. Ekonomi uzmanları için ilginç bir durunı. Otuz, otuz beş yaşlannda emekli olmuş kişilerin yani sıra, 50'sinde olup, altmış yıl devlet hizmetinde çalışmış gibi görünenler de var. Mücahit olarak geçen yıllar, emek hesabını altüst eder nitelikte. Kıbns Türkunün 74 öncesine ait sık sık dile getirilen şikâyetlerinden biri: "Kıbrıs'taki Rum ve Türk balklannın gelir düzeyi yönünden (aralannda) büyuk dengesizliklerin oluşuydu. Rum her zaman zengin, ber zaman becerikli, her zaman patron; Türk ise her zaman yoksul. her zaman aciz ve ber zaman Rum'un yanında işciydi..." denmekte. 1974 sonrası Kıbrıs Türk toplumu bir sımf yukan atlayarak bu eziklikten kurtulur. Yalnız bu arada esas üretici sınıf olan işçi ve köylü sınıfı (sınıf olarak) bu zıplayıştan buyük earar görür. Göç sonunda, bir kısım köylü, şehirli olur. Ya da geride buğday tarlası bırakmıştır kendini portakal bahçesinde bulur. Bir kısmı ekip biçmekten bıkmıştır, artık rahatına bakacaktır, devlet memuru olacaktır, ticaret yapacaktır, Londra'da lokanta açacaktır vs. Tanmda ortaya çıkan bu işgücü eksikliği, Türkiye'den gelen göçmenlerce doldurulur. Birçok iş kolunda, bir basamak yukarı tırmananların geride bıraktığı boşluk ise aksamalara neden olarak, uzun süre öylece kalır. Sözgelimi, inşaat sektöründe artık, usta ve kalfa dışında Kıbns kökenli işçi bulmak çok zorlaşmıştır. Lokantalarda komilik, bulaşıkçılık; tamirhanelerde Çıraklık gibi işlerde giderek ithal işçiler kullanılmaya başlanmıştır. Rum döneminde, Kıbrısh Türkün yaptığı işleri, bugün Türkiye'den gelen 'garip turistler' yapmaktadır. Girne'den Londra'dan Gaf prensesi Mchael of Kent Kent Prensesi, Ingiliz basınının gözdesi. "Ailemizin 900 yıllık geçmişi vardır" demesi üzerine Kraliçe EHzabeth de şöyle demiş: "Baksanıza, bizden de asil bu." EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA "Kraliyet aUesi icindeki >nbana", "Prenses Michael of Kent" geçmişi, tavrı, açık sozluluğu, hatta yaptığı gaflarla... tngiliz kraliyet ailesi ne kadar mütevazı ise o da o kadar şatafatlı ve şaşaalı: 1.80 boy, maviyeşil gözler, bir yandan öbür yana ıfcanan bembeyaz bir tebessüm, omuzlara dökulen "gerçek" san saçlar. Prusyalı ve mağrur... Ya seviliyor ya nefret ediliyor. Ingilizler zaten her türlu yabancıya sürekli urkunlü ile bakar. "Ben yabancıyım. Ama İngiliz gibi konuşuyorıım, İngiliz gibi soluk benizliyim ve çok ingiliz bir yaşantım var. Herkes beni İngiliz zannediyor. Ama değilim." MarieChrisline von Reibnitz 1 olarak 44 yıl önce Çekoslovakya da doğmuş. Baba Alman, anne Avusturya Macaristan soylularından. İkinci Dunya Savaşı sonlarına doğru Avusturya'ya kaçmışlar. Baba, 1930'da Nazı partisine girmiş. 1933'te de SS olmuş. Bu bilgiler ancak 1985'te ortaya çıktı. Prenses Michael çok kuçükken anababa aynldığı, baba Mozambik'e gidip narenciye yetiştirdiği için geçmişi ni sürekli yüceltmiş. Babanın "Naalik suçu" hiç bir zaman çıkmamış ortaya. Robert Maxwell'in "Daily Mirror" gazetesi açıklayıverdi. Bunu izleyen bir kaç hafta, Prenses Michael için zorlu oldu. Hiç umulmadık bir biçimde televizyonda bir mülakat programına çıkarak "bunu bilmediğini, iizuldiiğıinii" soyledi. Gayet vakurdu. Babaların kefaretıni çocuklar mı ödeyecek? Konu unutuldu. MarieChristıne, Viyana ve Paris'te sanat tarihı eğitıminden sonra, Londra'da "Victoria and Alberl" Muzesi'nde de desinatörlük eğitıminden geçiyor. Londra1 nın tanınmış dekoratörlerinden birine "çırak" oluyor. 26 yaşında yaptığı ilk evliliğinden, Ortadoğu yuzünden ayrılıyor. Kocası Bahreyn'e tayin edilince Londra'da kalarak! Annesinin soyadı ile "Szapary" dîye bir dekorasyon firması kuruyor. İran büyükelçiliğinin dekorasyonunu ustlenmiş. Sonra da Kraliçe'nin yeğeni Kent Prensi Michael ile tanışma. Ama Prens Protestan, bayan Katolik. 1770'ten kalma bir yasa uyarınca Kraliyet ailesinin fertleri Katoliklerle evlenemiyor. Evlenirse tahttan feragat etmesi gerek. "Kenl Prensi Michael" zaten tahta 16. vâris. Kraliçe'nin özel izni ile Viyana'da evleniyorlar. tusu kadar yer kaplamayan kişisel eşyaları ile biriikte gelip, pasaportlanna uç ay için gecerli olan bir giriş damgası vurdurduktan sonra, ilk iş olarak, genelde bütün turistlerin yaptığı gibi kalacak bir yer aramaktadır. Ardından gelsin tatil! Fakat bu turistler çok çalışkan kişiler olduklanııdan, sırt üstü yatmak yerine, hemen ertesi gun, bir tanıdığın, daha önce gelmiş bir nıemleketlinin (yeni deyimi ile "toprak'ın) aracılığı ile bir yapıda iş edinmekte, beton kararak, duvar örerek ya da kalıp çakarak günunü gün etmektedir. Turistik bir hobi olarak, lokantalarda bulaşıkçılık etmek veya bir doğrultmacının (kaportacı) yanında çekiç sallamak suç rau? Anadolu'da bir zamanlar tstanbul için geçerli olan "taşı toprağı Sahnede soyunan erkekleri izleyen ispanyol kızlanrr yuz rtadelen en az sahnedeki guruntü kadar tlgi çekici. altın" sözü, ibresini Kıbrıs'a çevirmiş olmalı. Köyünde kentinde, işini gucünü, ailesini bırakan bu insanlar, sırf keyTıne kalkıp altın aramaya Kıbns'a geliyorlar! Yasal durumlarına gelince: İşçi pasaportu tasımıyorlar, ziyaretçi statusündeler. Karınları doyuyor rau? Ücretlerini alabiliyorlar mı? Sigortaya kayıt ediliyorlar mı? Ispanya'da her şey heyecanla yaDiskotek sahibi, striptizcilerin kesin "maço" şanır. insanlar sıkılmazlar, henuz Bu kişiler adaya en ucuz ulaşım Bütun bu sorulann karşısında yolu olan deniz yolu ile gelmek bir tek geçerli yanıt var. O da tu (yani erkek) olduklarım garanti ediyor. bıkmamışlardır. Üstelik diskotek te. Bu garip kişiler, bir kibrit ku rist oldukları. Bilindiği üzere, tu Seyretmeye gelenler ise 18 ve 25 yaş arası sahibi, dergideki yazıda, striptizcilerin kesin "maco" (yani erkek!) rist yasal olarak iş akdi yapamaz. güzel ve bekâr kızlar. "Torero ole!" "Rambo olduklarım garanti ediyordu. Ya ne yapar? Sesini çıkartmadan, ortalıkta fazla görünmeden beş sana kurban!" diye tempo tutuyorlar. Madrid'in kiralık kavalyelerinon kuruş kazanmaya çalışır. yanına kadın fotoğrafı eklemeden den sonra Barcelona'nın bu alılıMİNE G.SAULNIER Borçla doğan her TC vatandaşı, pazarlayamıyorlar. Tıraş sabunla mı doğrusu görülmeye değerdi. büyüyüp çahsacak yaşa (1015) BARCELONA Çizememek rı, sevişir gibi kopürüyor. Kadın Videosu Rambo'lu bır otobuse atgelince bir süre bir şeyler öğren ne kötü! Sınırsız ve ıssız çölde çı eli değmezse jilet markalan iflas layıp Barcelona'ya gittim. Merca v meye çalışır. Çalışacak ış bulama nlçıplak bir kadın. Karşısında, ediyor. Olayın tersi; yani erkeğin show adını taşıyan lokal, inanıl < yınca da, yurtdışına işçi olarak gözunu var olmayan bir kapının kadın tuketiciye yönelik meta ha maz bir yerdeymiş meğer. Barceçıkmak uzere İş ve İşçi Bulma Ku anahtar deliğine uydurup kendi line gelişı henüz emekleme çağın lona'nın çn buyuk sebze ve deniz rumu'na basvurur ve 2500 yılın sine bakan bir erkek. Belki acemi da bile değil. Tiempo adlı hafta ürunleri halinin ortasında bir disda sırasının geleceğıni öğrendik ce bir Magritte özentisi, ama ne lık İspanyol dergisinde gözume kotek! Sahibi Jose Marie Sole, ten sonra, başının çaresine bakıp, güzel bir tablo olurdu! Çizeme çarptı: Barcelona'daki bir disko açıkgözun biri. Yalnız kadınlara bir yolunu bulup, turist olarak mek gerçekten kötu. Ama daha tekte alışılmadık bir striptiz gös yönelik ve İspanya'da denenmemiş yurtdışına çıkar. İster istemez çiğ kötüsü var: Yazamamak. terisi. Gencecik Ispanyol kızları bir gösteriyle, yeni aldığı kulübü nediği yasalar artık hep karşısınKadına bin yıllardır bakılıyor. nı, çınlçıplak erkekleri çılgınca al birkaç haftada ozgün bir une kada olacaktır. O da kendisine yavuşturmuş. Mercashow 'un müşteAşağıdan yukardan, uzaktan ya kışlarken gosteren fotoğraflar. pıştırılan bu suçluluğun ezikliğiAslında buluş yeni değil. Batı rileri çoğunlukla 18 ile 25 yaş arakından, içinden dışından. Büyüne katlanarak çalışacaktır. Bu vidunyasında bunalımlı eşcinsellerin sı, güzel ve bekâr kızlar. Hanım deo filmi değildir. Yaşamdır ve teç altında bir böcek kadın. Görüntüsü, dokunmasından daha soyunup, sıkıntıh kadınların sey arkadaşlan eşliğinde olmak koşubaşka seçenek de yoktur. çok satıyor. Erkek çorabını bile, rettıği kulüpler yığınla. Ama luyla tek tuk erkekler de var. Sırım gibi striptiz yıldızlan dört kişi: Quim, Txema, Angelo ve Alex. Gecede üç gösteri sunuyorlar. önce Ben Hur, Rambo vb. giyinip, sonra Adem babamız gibi so>Tinmaktalar. Barcelona'dan Kadın bakınca... Smögen'den eninde, bir kilometre uzunluğunBirahaneler, pizza dükkânları ağzına kadar da tahta bır iskelesi var. İskele heryerli turistlerle dolu. 1 kilometre kesin lur Jilıgı, vaıı vaııa dızilmıs uzunluğundaki iskele, yan yana sıralanmış yüzlerce dükkândan alışveriş vapyüzlerce dükkândan alışveriş edilen gezinti yeri. tığı bir gezinti yeri. Birahaneler. îsveç'in Bodrum'u tuıısiler \c va/lık gıysılerinı kapılarıııııı omıııe sermış dukkânlarla dolııvdu. Pazar \crinin hemen kaışisınJakı bır otclın allında bulunan kalnehanedehalk biralarını içiyor, çene ealıyordu. "Prenses Michael ağzını bir açmayagdrsün, mutlaka gaf yapar". Bu, özellikle magazin basınında henuz bozulmamış bir reçete Monako Prensesi Caroline için "Bir film yıldızının kızı" deyivermesi, "Kendimin niçin reklaraını yapayım. Zaten 1.80 boyum var" demesi ya da "Kraliyet ailesi ne katılan ilk uzun boylu benim. Allahtan Prenses Oiana geldi de... Bu ailede kadıniar hep bodurdur" demesi, hakkında ne zaman bir "Kim, Kimdir?" yazılsa hatırlanıyor. Annesinın, "Ailemizin 100 yıllık geçmişi vardır" sözunu hiç hatırdan çıkarmayan "Prenses Michael" için Kraliçe Elizabethin, "Baksanıza, bizden de asil bu," dediği, magazin basını tarafından aktarılıyor. Annesi ile babasının ayrılmasından sonra annesiyle Avustralya'da yaşadığı haldc Orta Avrupalılığını unutmayan Prenses Michael, "halkçı" vç alçakgonullü Kraliyet ailesi içinde tam bir Prusyalı Brunhilde ya da Valkyre gibi algılanıyor. Ama kirnsc de gonullu çalışmalarına ve bağış top Türk ve Islam Eserleri Müzesi'nde açılan "Iznik Çinileri" sergisi için Turkiye1 lamak amacıyia canla basla çalış ye gelen Kent Prertsesı, 180 boyu mavıyesıl gözten tebessumu ve 'Şerçek" masına bir şe> diyemiyor. san saçlarıyla bakışları üzerınde topladı OZKAN MKRT *»M(H;EN Araba \jpuru ile Isvcç'ın Varbcıg sahil kcnlinc gelir gclnıe/, hic ara \eiincden balı kıyı.sı boyunca ku/cyc doğru sıııduk arabaını/ı. Isvev'in 3. buyıık keııiı olan Golcborg'a uğıumudık. (,'uııkü buyıık kcııllerc uııdik mi çıkıııası guı; oluvoı. Ve çok da /aıııan kuvbcüiyoııız. Isveç'ııı baiı kı.vısjııd<iki ilgiııc kcnilcri %e vcrlcrı gormek isiıjorduk. Hcdctııııi/, lulsulenııııs kaıidoloıı ve b.ılığıyla unlu Smogen'di. Yolunıu/uıı uslundekı SılkcİKjrj; adlı kııçuk bır koııııcdurütık. Kariıı. bu kcıılle çok ıiiilıı \e ılgııiı, bir nıu/c olduğunu \e nuııl.ıka gurııiL'iiıi/ gerekiığiııı sovleıli. Kaıııııııı Isvcclı olııid.sı tı>k iNİıııı/e yaııvoıdu. NcrL"yc gııio.vı;ımı/i hn, dusıınnıuyoıduııı bcıı. O. IUUUIıııc\i geıekli ycılni lıarilacl.ı ıvırellcnıiMi Silkeborg kentini dolaşmaya başladık. Kentin ortasında, Turkiye'deki pazar yerlerine benzeyen bıı p.ı/ji vaıdı. Uı>l seb/c ve ıııcyve s.ılılıyoıdıı. liıı \\\o çilck saıııı alıp, paıkla eııııcsı goreıı bu kaııa|Kycoluıdıık. Dinleııdık. kenl. çıplak uyukljgc/cn Isveçlı kı/laı. lığıykı bı/c bukıyoıdu. Ü/cıındc|s\eç'e pclip de Smogen'i goıki giysileıı bile İHvıılınaıın^lı. İçi nıcmısscnı/, l.sveç'i taııınmoısunıi/ urpcrdi. ıııı/ denıekıır. Dııradj 2 ııuıı kalıp. jüiıne^teıı (•nıı.ınlaıııı aı.ısındakı kusıık ı>ıce >aıulıklan soıııa. Sloekyollardaıı an.ı \ol.ı cıkınaıııı/ e|v> lıolınV doiru \ola /aıiuııı .ıldı. \e soıuııula SıııöyenV gekbıklık. L\c geklığinıi/de, \akıcı gııııeSınofîeıı. N\eç"ıu KKII uııı'u, de şı lıâlâ MKudunıda dıı\u\ordııın. nı/ kcıuııIIKI.I kııçıık adal.ııla co\ kıılaklarımı/da ıse. Sıuoueıılı ıılı SCMIIIIİ bıı keııı. liıı kaç ıııctre ınanılaıııı çıulıklaıı. pızza dukkânlan ağzına kadar veılı tuıistlerie dolu. Kuçuk bır balıU'i hali var. Halden, tutsulertnuş karıdes, ıaze Fransız ekmeği. bıra. gazoz alıp kendiınize, deniz kenarında kuçuk bir kaya aranıaya başladık. Bınlerce kaya vardı, Silkeboıg Mu/vsi'ııogitnk. Uc üstleri de dumdüz. Herkes kendiretsiz. Mu/ede unlu Tollundnıaıı ne bu kayalarda bir oyuk ya da neıı (Tollundlu adam) vaıdı. 2000 dıızluk bulup guneşleniyordu. \ıl onee Broıı/ çağıııda idam ediBı/ de bır kayanııı üzerine laı>ıİen adaıulaı lopraklan çıkarılarak dık >iveeeklerimizi ve guneşlcnnıu/cUc sergıicnıvoıdu. Bıııılardan meye başladık. kavalardan denibiri olan 'Iollundlu adam' idam ze alla\ıp >uzduk. Ha\a korkuııç edıldıklen soımı içinde oksıjeıı ol derecede sıcaku. Sonra tutsulenmayan bıı lopıağa goııuılduğıı nıi> kaıidcslcrinıizi yemeye başlaİCİH. aıadaıı jn\vıı 2(XX) >ıl adamııı vıııca marıılarııı hücumuna uğravucudııiKİa lııç dcğişim vaıalına dık. mış, lıp'kı idam cdildiğı gıınku kaAtlığımız ekınck parçalanııı dar diıı kalııııMı! Hatla ; u/.uıulcki sakalları bile duruyordıı. Uira/ \c karidcslcri lı.ıvada >akalı\orlarilcıidc. \iııe 2(XX) yıl oııcc ıdaııı dı. Hırbırleıi\le ka\ga edivorlaredilen jseııç biı kı/ da tıını caıılı dı. purçalau \akalamak için. En çok tutulan numara, "Dokuz Buçuk Hafta" adlı filmin parodisi. Filmde Kim Basinger'ın yaptığı striptiz sahnesini, Michael Rourke rolunu üstlenen Quim'e oynatarak dalga geçiyorlar. Giysüerinden annıp minicik birer tanga ile kaldıklarında, salonun hali görülmeye değer. Hepsi iyi halli genç kızlardan oluşan müşteri toplufuğu, çığlık çığlığa: "Torero, ole!", "Rambo sana kurban!", "Hadi i>isin amca!" diye tempo tutuyor. Söz konusu deyimleri, Türkçeye benzeterek çevirdiğimi sanmayın. Deyimler söz be söz aynıdır. Ayrıca İspanyollarda da, tanımadıkları benzerlerine teyze, amca, dayı demek geleneği var. İlk günler sahnede soyunmakla yetinen striptizciler, hanımların kendilerini alkışlamakla kalmayıp dokunmak istediklerini çabuk anlamışlar. Seyirciler sahneye fırlamadan, onlar sahneden inip güzel İspanyol dilberlerine öpucuk dağıtıyor, pazularını elleıiyorlar. Kımi kez tangaların, eliçabuk bazı hanınılar farafından "savaş ganimeti" olarak ahndığı da oluyormuş. Biz boylesini görmedik. Ama bu kalabalığa karışmak, doğrusu yürek *ı s t e r. Diskoteğin sahibi, bu dön "*maço"yu buluneaya kadar epeyce güçlük çekmiş. "Biz İspanyollar hâlâ bo>ut sorununu asamadık" diyor. Strıplizeı adavların çoğu, lümuyle soyunmaları gerektiğini duyunca, beğenilmeme korkusuyla vazgevmışler.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear