28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURÎYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kavramlar olduğunu sananlar gibi. Nitekim o yazımdan sonra, yani İkinci Dunya Savaşı'nın bitiminde kurulan Birleşmiş Milletler Kurulu'nca 1948'de ilan edilen Evrensel İnsan Haklan Bildirgesi'nin kimi maddelerinde sosyal adalet ilkesine de yer verildi. Ancak aradan 40 yılı aşkın bir süre geçtiği halde bu ilke az önce vurguladığım gibiilerlemiş Batılı devletlerde bile henüz tam yerleşme olanağını bulamadı. Boyle olduğu içindir ki gazeteler, dergiler, dahası kalın kalın kitaplar ABD gibi ulkelerin ve zaman zaman yeryüzünün en varsıl kişileri konusunda birtakım yazılarla dolup taşıyor. Okuduğuma göre yeryüzündeki en zengiıj 23 kişinin ikisi Türkmuş. Bunların adları verilmiyordu. Bunu gorünce Başbakan Turgut Ozal'ın kardeşi Korkul Öza) aklıma geldi. Peırol taşımacılvğmdan kısa zamanda çok büyük bir servetin sahibı olduğu söyleniyordu. Genç arkadaşımız Füsun Özbileen, o sırada Suudi Arabistan'da bulunan Korkut Özal ile 1987 yılı başlarında telefaks aracılığıyla yapmış olduğu söyleşiyi 8 Şubat 1987 tarihli Cumhuriyet'te yayımladı. Özetle şöyle diyordu Korkut Özal: "Hissedan olduğum şirketlerin hepsi kardeşim başbakan olmadan once faaliyete başladı. Dort şirketin son beş yılda ödedikleri vergi yarım milyarın üstiindedir. (...) Servetimi nercden kazandığımın hesabını Allah'a vereceğim; o servet uzerinde yoksullann da bir zekâl hakkı oldugunun idraki içindeyim. Mal varlıgımı açıklama gereğini duymuyorum." Ne hikmetse bazı eski içişleri bakanları devlete hesap vermektense Tann'ya hesap vermeyi yeğliyorlar. Bıliyorsunuz, Korkut Özal bir koalisyon kabinesinde içişleri bakanhğı yapmıştı. Çok daha önceki bir içişleri bakanı da TBMM içinde arama yapmış ve "icraatının hesabını Mahkemei Kübra'da vereceğinden" söz etmişti. Bu gibilerin kafasıyla duşunulurse devlet kavramına gerek kalmaz. Nitekim Suudi Arabistan'da bulunan Korkut Özal yine aynı soyleşide şöyle diyordu: Gunumuz Türkiyesi'nde geniş kitleler yoksulluk içinde yaşarken sayılı kişilerin çok büyuk servet sahibi olmaları ve bu başarıyı çok kısa zamanda elde etmeleri duşündürucu değil miydi? Hele bu büyük servetin bir bölümu ile dinsel vakıflar kurulmasındaki amaç ne olabilirdi? Korkut Özal bunu da kendince şöyle açıklıyordu: "Dün açlıktan bahsedenleri komünist diye suçlayan zihniyel, bugun inançlan için vakıf kuranlara 'irtica yayıyor, devlet düşmanlığı yapıyor' diye damga vurmaya kalkıyor." Devletin laiklik ilkesini ortadan kaldırıp Türkiye'yi bir "Islam Cumhuriyeı:" durumuna dönuşturmek ve belki de ardından hilafeti geri getirmeyi amaçlamak "irtica yaymak"tan başka hangi sözcükle anlatılabilir? Her ne ise, biz yine süper zenginlere dönelim. 1968 yılında New York'ta Ferdinand Lundberg adında bir araştırmacı "THE R1CH AND THE SUPER R1CH" adını taşıyan büyük bir inceleme yayımladı ve bu kitap Uwe Bahnsen tarafından I969'da "Die Reichen und die Superreichen" (Zenginler ve Süper Zenginler) başlığıyla Almancaya çevrildi. İngilizce bilmediğim için 558 sayfalık bu kitabın Almancasından beni ilgilendiren bölumlerini yer yer okumuştum. örneğin ikinci bölümdeki "doruktaki yer: yeni zenginler" ile ucüncu bölümdeki "kriminalite ve zenginlik", onuncu bölümdeki "nasıl yaşıyorlar?" konuları bana çok ilginç gelmişti. Bir de bu kitapta vergi ile vakıflar arasındaki ilişkiler incelenjyor, vakıfların vergi kaçırma aracı olup olmadığı araştırılıyordu. Bilmiyoruın bizde de bazı vakıflarla vergi kaçırma eylemi arasında bir ilişki var mı? 13 AĞUSTOS 1989 Süper Zenginler ve Cezaevî HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Kurban Bayramı'ndan onceki hafta TV ekranında bir muhabirimizin, yeryuzünün en varlıklı adamı olarak nitelenen Japon kapitalisti ile yaptığı roportajı izledik; Japon işadamı hiç de oyle süper zengine benzemiyor, alçakgönüUu konuşuyordu. "Size dünyanın en zengin adamı diyorlar, ne dersiniz?" sorusuna: "Öyle olmasını isterdim, ama sanmıyorum" yamtını veriyordu. Süper zenginlik sıralaması gazetelerimize de geçti. "Küçük Amerika" olduk ya, elbette başkalannın zenginlikleriyle merakımızı giderip avunacağız. "Zenginin parası zuğürdün çenesini yorar" demişler. Doğru söz. ABD'de yayımlanan Forbes dergisi her yıl yaptığı "ABD'nin en zengin 400 kışisi" araştırmasında, dolar milyonerleri, varsıllıklannın durumuna göre sıralanıyor. Geçen yıl bu dört yuz kişinin toplam 220 milyar dolarlık servetlerinin ABD bütçesindeki açığın buyuk bir bölümunu karşılayabileceği yazıldı. Buna karşılık, ABD'de çok geniş halk yığınlarının kara sefalet içinde yaşadığı biliniyor. Bu gerçeği kimi Amerikan filmlerinde de izliyoruz. Orada "kara sefalet" içinde bulunanların durumu, kimi Orta Afrika ülkelerindeki yoksullann yanında varsıl kalıyor. Demek ki gelir dağılımında yalnız tek tek ulkelerin kendi içindeki smıflar arasında değil, dünya devletleri topluluğunu oluşturan ülkder arasında da çok büyük adaletsizlikler hüküm sürüyoı. Yeryuzünün en varsıl yedi ulkesinin yanında 150'ye yakın öteki ülke derece derece koyulaşan yoksulluk içinde yaşıyor. "lnsan hakları" kavrammı butün dünyaya ilan eden 1789 Fransız Devrimi'nin 200. yılı kutlamalarıru gazetelerde okudukça ve Paris'in yoğun biçimde ışıklandırılrnış Eyfel kulesi ile Sen nehrinin ve köprülerinin ışıl ışıl parlayan resimlerine baktıkça, insanlığın şu 21. yy'ın eşiğinde yaşadığı korkunç dramı düşünüyorum. Demek "insanca yaşama hakkı" açısından insan haklan yalnızca varsıl ülkeler için geçerli. Doğrusunu isterseniz oralarda bile değil; çünkü sosyal adalet ilkesi henüz tam olarak oralarda da yaygınlaşmamış. Dünya sosyal demokratlarının çabaları tam olarak filizlerini oralarda bile vermemiş. Gelir dağılımında en adaletli ülkeler, sanınm ozellikle tsveç ve okuduklarım doğru ise kuçuk Finlandiya. O halde büyük zengin ulkelere "uygar" nitemini verebilmek için o ülkelerdeki gelir dağılımının ve servet farkhhklarının durumuna bakmalı; gokdelenlerin, büyük sanayi tesislerinin, uzay teknolojisinin ileri oluşuna değil. Bu sonuncular insanlığın teknik donatımlarıdır, gerçek insanlık ülkusünün donat\mlan değil. Bu ulku, az önce vurguladığım gibi, varsıl ile yoksul arasındaki mesafeyi en aza indirmeyi amaçlayan sosyal adalet ilkesidir. Bundan tam 44 yıl önce, 27 Ekim 1945'de bu sütunlarda çıkan "Sosyal Adalet Asn" başlıklı yazımda, yargısal adaletin yanı sıra sosyal adaletin de gerekliliğini belirttiğim zaman sağ ve sol görüşlülerden almış olduğum mektuplarda karşılaştığım eleştirileri hiç unutamıyorum: Sağcılar, beni komünistlikle, solcular ise Marksist devrimin tekerine çomak sokmakla ve bu devrimi tanımamakla suçluyorlardı. O tarihte Marksist devrim ilkelerinin egemen olduğu Sovyetler Birliği'nde insanlar özgürce yasamak şöyle dursun, özgürce soluk almaktan bile korkuyorlardı. 1936 yılında yapmış olduğum Rusya gezisinde bunu gözlerimle görmüş ve çok sonraki yıllarda yayımlamış olduğum "Anılann Izinde" kitabımda da anlatmıştım. Böyle bir ulkede o dönemde sosyal adaletten ve insan haklarından söz edilemezdi. Ben ise düşün özgürlüğü ortamında sosyal adalet kavramının uygulanma ve yaygınlaşması göruşündeydim. Sağnlar bunu bile kavrayamıyorlar, sosyal adalet duşüncesinı komünistlikle bir tutuyorlardı; tıpkı bir sure sonra hümanizma ile komunizmanın eş PENCERE Düzenin EstetiğL. Rıfat Özbek'i tanıyor musunuz? Tanımayan yok... Çünkü "Dünyanın ünlü moda dergilerinden hangisini açarsanız açın Rıfat Özbek'i ve kreasyonlarınt tanıtan yazı ve fotoğraflara rastlarsınız. Özbek, moda dünyasınm en tanınmış imzalanndan biri. 1988'de ingiltere Başbakanının elinden 'Yılın Modacısı' ödülünü almış. Leydi Diana, Madonna, Linda Gray ve Cher gibi dünyaca ünlü hanımların giysilerini Özbek hazırlıyor; ama müşterilerini de titizlikle seçiyor. Sözgelimi Demir Lsydi'yi giydirmek istemiyor" özbek diyor ki: Thatcheh giydirmek istemiyorum, çünkü uyguladığı politikayı beğenmiyorum." Sonra Rıfat Özbek lüks yaşamdan uzak kalmak için elinden geleni yapıyor: ' LJiks amba/arım ve evlerim olsun istemiyorum." Evi ile işi arasında mekik dokuyor Özbek, yılın altı ayını Adriyatik kıyısında bir İtalyan kasabası olan Riccione'de geçiriyor. • Yukarıdaki bilgileri, Hürriyet Gazetesi'nde Okan Sankaya'nın Özbek'le yaptığı röportajdan aldım. Neden? Çünkü Rıfat Özbek uluslararası boyutlarda ün yapmış genç bir Türk modacısı ve ülkemizde giyim kuşama çok önem veren, bu yolda dünyanın parasını saçıp savuran bir kesim var. Başbakanımızın eşi Semra özal bir ara moda dergilerine konu olmadı mı? Mankenlik yaptp giysiler sergilemedi mi? Semra Hanımın mankenliğe yeteneğini keşieden V/zon Dergisi, Başbakanın eşini "kapak kadmı" yaptı. Türkiye'de moda dedin mi akla ne gelir? Cafcaf, şatafat, görkem, para, lüks, savurganlık, çokça da görgüsüzlük. Bilmem ki Margaret Thatcher'ı giydirmek istemeyen Rıfat özbek, Semra Hanımı giydirir miydi? Bu konudaki soru işaretinin yanıtını ünlü modacının konuşmalarından çıkarabiliriz. Rıfat Özbek diyor ki: Türkiye'ye tabii gelmek isterim. Ancak bu üikede birtakım baskılar var. Ingiltere'de insan dilediği gibi yaşıyor. Türkiye'de demokrasi henüz tam oturmamış. İnsanlar fıkirlerini rahatça söyleyemiyoriar. Halbuki tüm fikirler açık ve net olarak ortaya atılmalı. Ben kıyafet çizerken özgür olduğumu bılmeliyim. Ingiltere'de insanlar her şeyi diledikleri gibi söyleyip ifade edebılirler. Dışardaki basından Türkiye'yi izliyorum. Ve bu nedenle röportaj yaparken bile korkuyorum. Türkiye'yi ben şöyle görüyorum: İnsanlar baskı altında, fikir özgürlüğü yok. Zengin çok zengin, fakir çok fakir. Sonra burada gençlik bir başka. Avrupa gençliği kendini ispat için elinden geleni yapıyor. Burada ise genç/erin bunu yapacafc kuvveti yok. Türkiye'ye gelmek isterim. Ancak demokrasi tam anlamıyla islevini görmeli." En çok hoşuma giden, Özbek'in şu sözü oldu: Ben giysi çizerken özgür olduğumu bilmeliyim." Çağdaş bir insan, hangi işi yaparsa yapsın, emek verirken özgür olduğunu duyumsamalı. İster çizerken, ister çekiç sallarken, oksijen kaynağı yaparken, yazarken, pamuk toplarken, piyano çalarken, orkestra yönetirken... Yaşadığımız çağda insanın insanlaşması bir başka biçimde olanaksız, değil mi? * Ülkemiz bir bakıma cennet.. Bir bakıma cehennem. Türkiye'deki servetsefalet uçurumuna baktıkça aklı başında birinin başı dönüyor, midesi bulanıyor. Bu uçurum bir toplumu içine çeker, yok eder; böylesine çelişki Batıdaki kapitalist düzenlerde yok. Bir yandan rrvjyarlık düğünler yapılırken, öte yanda Türkiye1 nin siyasal hapishanelerinde açlık grevi 45'inci gününe ulaştı Bu çaprazda, insan olanın vicdanını dürten bir gerçek yok mudur? Elbet vardır; öylesine ki benliğinı moda estetiğine adamış bir Rıfat özbek bile tedirgin oluyor; çünkü bu düzende estetik yoK... *•* Cezaevlerimizde geçen facialar, açlık ölümleri ve cezaevinden cezaevine nakildeki işkenceli duruma ilişkin haberleri gazetelerde okudukça bu zengin ve süper zenginlerin ve iktidardaki politikacılarımızın "Haftanın üç giinu esimle birlikte Mekke'ye gi içlerinde ne duyduklarını çok merak ediyorum. Kimi insanlann bu denli canavarlaşması karşıdip Kâbe'yi ziyaret ederek umre yapıyoruz. Burada Tiirk siyasi hayatının haşjn >e hırçın almosfe sında ben rahat uyuyamıyorum, yüreğimin sızısı ameliyatlı ayağımın tarifsiz sancılarını bastırıyor. rinden uzakta huzur içindeyim." Demek Korkut Özal kendisini ve eşini öte dun Herkesin de benim gibi etkilendiğini sanmak istiyaya hazırlıyordu. Servetinin hesabını da orada ve yorum. "Safdillik" işte!.. recekti. Ama bu serveti oraya taşıyabilecek miydi? EVET7HAYIR OKTAY AKBAL "Herkese, Kendimıze bile korkusuzca bakabilme sanatı..." Cesare Pavese 26 Ekim 1938'de günlüğüne yazmış bu satırları... Tamamlamadan, böyle bir sanata kendısınin ulaşıp ulaşamadığını söylemeden... Bir sivrisinek dolaşıyor odada. Sesini duyuyorum, göremiyorum. Uyumamı beklıyor. Hangi karanlık köşede gizlenmiş! Tetikte. Korkusuzca bakıyor bana. Nasıl olsa yengi onda kalacak. Uyur gibi yapıyorum. Gelse de avucumla ezsem. Ama anlıyor onu aldatmak istedığimi. Tavana yakın uçuyor büyük bir uçak gürültüsünü bana duyurarak. Kalkmalı, ılaç sıkmalı. Nasıl uyunur sonra? En iyısı kalkıp balkona çıkmak. Sivrisineği yalnızlık bunalımına sokmak. Sıcak. Bu sözcük her şeyi anlatır. Sıcak. Cırcır böcekleri hep ötüyor. En erken saatlerden başlıyorlar, taa akşama kadar. Cır cır cır cır. Tekdüze bir koro. Bahçede aradım onlan, ağaçlarda, çiçeklerde, yoklar Varlar, ama yapraklar arasında görünmüyorlar. Seslen moral bozucu bir tempoda yayılıyor çevreye. Ağustos ayının ilk günleri . Bu cırcır seslen başka ağustosları yaşatıyor. Erenköy, beyaz bir köşk, çamlar altında bir masa, üç dört hasır kottuk, bir bardak limonlu çay, bağdan yeni koparılmış bir salkım çavuş üzümü... Birden sustu cırcırlar. Hepsi birdeni Sanki onlardan söz ettığimi anlamışlar! Şimdi biri solo yapıyor, daha ince sesli, daha acıklı. Dişi mıdir, erkeğini çağıran, aşk isteyen ya da acı çeken bir erkek mi? Bu böcekler öte öte ölürlermiş!.. Daha önceleri ne ederier ne yaparlar? ille de temmuz sonu, ağustos başı olacak. Belki de sevışme mevsimleri bu aylardır. Nasıl kediler şubat sonu mart başını seçmişlerse aşk zamanı olarak, öylesine... Sabah gidıp gündelik gazeteleri almadım. Radyoyu da açmadım. Yok açtım, ama bir Yunan istasyonundan dinledim Rumca aşk şarkılarını, 'sagapo'nun değışik melodilerde dile getirilişini. Hiç yabancı değiliz Rumca şarkılara, hele bız Istanbullular! Kaç kişi kaldıysak Istanbullu olarak! Kumkapı, Samatya 3u'larda, 40'larda inlerdi 'sagapo'lu şarkılarla. Biz gençler de o yöre meyhanelerine koşardık degişik bir dünyada yaşamak istercesine. "Herkese, kendimize bile korkusuzca bakabilmek sanatı." Bir düşünsek, yapabiliyor muyuz, becerebiliyor muyuz ya da yüreğimiz elveriyor mu bunu başarmaya? Tehlikeli bir iştir kendine korkusuzca bakabilmek, yani kendini yeterince tanıyabilmek, tanımaya çalışmak... Hepimiz göründüğümüzden; kendımızi başkalarına, hatta kendimize bile göstermek, benimsetmek istediğimiz kişilikten çok daha başka birıyiz. Birtakım roller sergileriz yaşamda: Delikanlı rolü, sevgili rolü, koca rolü, baba, büyük baba rolü. Oysa içimizde duyarız bu rollerin çok çok dışında bir insan olduğumuzu! Hem kendimizi, hem başkalarını kandırdığımızı... Cesare Pavese "Yaşama Uğraşı" (e Yayınları) kitabında kendini yansızca çözmeye, anlamaya, ne olduğunu önce kendisi için ortaya çıkarmaya çalışmış. Yaşamını, serüvenlerini, aşklarını, yazın uğraşınt, her şeyi incelemış, çözümlemiş, sonra da kendini öldürmüş. Çoktehlıkelidır kendini çözümlemeye kalkmak! Bırakacaksın yaşamın tatlı acı rüzgârlanna, pupayelken gideceksin yazgı dediğimiz gücün seni götürmek istedigı yere... "Bütün bunlardan şu sonucu çıkarıyorum" diye yazıyor Pavese... "Kendi özelliğimizin benliğimize kazandırdığı aldatıcı üstünlükten kurtulmak için, öncelikle kendi benliğimizi başkalarının benliklerinden daha önemli saymaktan vazgeçme gerekliliği; o ağlamaklı kendimize acıma ve her huyumuzun kendi gözümüzde kemirici bir önem kazanması hastalığına bir son vermek; başkalarına olduğu gibi, kendimize de nesnel bir gözle bakmak, belki başkalarına acımak, ama hiçbtr zaman kendimize acımamak..." Birden bütün cırcırlar sustu. Başka bahçeye mi gittiler? Yoksa bir büyük aşka mı başladılar daha güzel bir çevrede? Ama o sivrisinek gelip buldu beni! Daha doğrusu çoktan bulmuş, kolumu iki yerden ısırmış bile... Ben dalmışken Pavese'ye, kendime, size... Fazla dalmaya gelmiyor. Hep tetikte olmak gerek. Bakın minik bir sinek bile başanlı olacağı anı seçiyor! Bizler de cırcırlardan, sineklerden ders almalıyız. Kendimizi, çevremizi, ne olduğumuzu ne olmadığımızı iyi bilmeliyiz. Pavese bunu bilmiş, diyor ki: "Uğrunda ölmeye değer bir ülkeye hiçbtr zaman bağlanamayacağım". Peki, neydi canına kıyması? Her halde hiçbir ülkeye, inanca, düşünceye bağlanamayacağını anlamanın yarattığı bir sonuç... OKURLARDAN ben de kanldm. Ancak aradan altı ay geçmeden toplumda ve. devlet nazannda milleti sömüren ve milyonlan cebe lstanbul'un yanıbaşında ve indiren kisiler olarak artık banliyösü konumunda görülmeye basladık. Böylece olan Avşa Adası'na gidiş ve önce yakacak paralanmız sonra dönüşlerde getni büfeduri da maaslanmız donduruldu. adeta terör yaratıyorlar. Biz kimseye bizi çok para Gemiye binifinizde yemek vererek emekli yapm demedik. veren büfenin önündeki Bu projeyi haztrlayan da bizler masalann hemen hepsine değitiz Oyleyse neden bütün sandaiyelerin dayalı olduğunu fatura bizlere çıkartüıyor? ve masalann uzerinde 1 tabak Emekli olmadan önce belli bir 32 yıl bir kamu kurulusunda ekmek ve 1 şişe rakı mevkiim, oturduğum lojmanım devlete hizmet ettikten sonra buhmduğunu görüyorsunuz. ve kendimce planlanm vardı. 1987 yılının temmuz ayında Oturmak istediğjnizde, emekli oldum. Emekli olmomın Peki şimdi mağdur edihnemin garsonlar hemen başımza nedeni, devletin bana sunduğu nedeni niye? Tek suçum dikiliyor ve yerlerin yemek devlete güvenerek, emekli geleceğin cazip görünmesi ve yiyeceklere rezerve edildiği, bu bu kadar yıllık emeğimin ikramiyemi heba etmem mi? nedenle oturamayacağınız ikau karsılığını alabileceğime Bir yıl daha fazla çalısmamam ile karşılaşıyorsunuz. ttiraz mı? Eğer Temmuz 1987 yüı inanmıs olmamdu Bu yüzden ettiğinizde sizi yaka paça yerine Temmuz 1989'da emekli hiç tereddüt etmeden emekli kaldırabilirler. Bunun dışında ikramiyemin yarısını devlete olsaydım o gün aldığım sanki büfeciyi destekler şekilde, geri vererek, toplumun süper ikramiyenin üç katını alacaktım gemi yetkilÜerinin anonsuyla emekli diye adlandırdığı gruba ve maaşım da bugünkünden Vüpurda yemek yasak Cırcır Sesleriyle... karşılaşıyorsunuz: "Dikkat!.. Gemi dahilinde dısardan yiyecek getirmek yasakttr. thtiyaçlannızı gemimizdeki büfeden karşılayabilirsiniz." Yani büfenin reklamını Deniz Yollan mı üstlendi? O zaman termosla çay getirmek de yasaklansın. Çünkü çay ocağı da var. KORKUT BA YRAKTAR Suçlu kim? Arvsa kayriına rustlanmadı yüksek olacaktı. Hem de böyle üvey evlat muameltsi görmeyecektim. Ama galiba suç ben ve benim gibilerde. öyle ya ne yatırdığunız para para yerine geçiyor ne de devlet bizi düsünüyor. t. CAHÎT VAZGEÇER Ankara Gazetenizin 30.6.1989 tarihli nüshasında yayımlonan "Lahit Nasıl Yok Oldu?" bashklı yazı incelenmîstir. Yazınıza konu olan lahit, Avanos ilçesi ile Sarıhıdır köyü arasında kalan Kurt mevkiinden çıkarılmıs olup, arazi sahibi Şerafettin Değirmenci'nin yazınızda arızalı olduğu belirtüen 1892 numaralı telefonu ile ilgili herhangi bir arıza kaydına da rastlamlmamıstır. Bilgilerinize saygılarımızla arz ederiz. PTT CENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1959 Kaliteli ürunleriyle 30 yıldan bu yana ilaçta Türk sağlığmm ve son yıllarda da Türk tanmının hizmetinde olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Ama başta Başbakanımız, Adalet Bakanımız, çoğu okur yazanmız boşvermişlik içindedir. Türkiye bu yüzden çağdışılığın çirkinliğini geride bırakarak aydınlanamıyor. T t k DİL KONU^MAkl İNGİÜZÇE. ÖĞOÇNECEĞİM DİVE ZAMANINIZI VE TURSÇM'IN REUBEPLİ6İNDE INGiLTE&NIN SECKtN DİL 8UTÜN SIL INuİUZCE lursem tngttizUsaflOfaıltan DMNflM MtfklZİ Parlamento muhabiri, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı, kaybettik. Ailesinin ve tüm basm camiasının acısını paylaşır, başsağhğı dileriz. VEFATLAR İÇİN Yurtiçi, yurtdışı cenaze nakledilir, ilaçlama, malzeme, tabut, bütün işlemler hassasiyetle, süratle yapılır. işletmede ayrıca 18 ambülans mevcuttur. Cenaze ilanlarında. hizmet bedeli alınmaz. İSLAM CENAZE İŞLERİ 147 20 06 140 68 86 Chess in Friendship Uluslararası bir satranç organizasyonu (ücretsiz) Geniş bilgi için: Çetin Arslan, Jordon Str. 25 D3200 HILDESHEIM RAFET GENÇ'i BASIN \AY1MJLAR DERNEĞİ SILIVRI'DE SATILIK YAZLIK BASINKENT IV 55 m 2 C. III Blok. D. 20 Gündüz: 175 37 67 Akşam: 373 45 04 İLAÇ GIDA KIMYA TOHUM
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear