28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ue gerçekiejurilmesi ve korunması yolundaki çabaların daha da arttırılarak surdurülmesi gerektiğini bize gösteriyor. Kaldı ki bu alanda sadece olumsuzluklar karşısında değiliz. Dünyamızda insan haklan konusunda olumlu gelişmelerin ve insanı yüreklendiren büyuk atılımlann yer aldığı da gözden uzak tutulmamalı. Bugünlerde Doğu Avrupa'daki sosyalist ülkelerde tarihi olaylar yaşanıyor. Otoriter ve totaliter rejimler teker teker yıkıhyor, yöneticiler devriliyor, uzun yıllar boyunca kemıkleşmiş toplumsal ve siyasal yapılarda radikal değişmeler kendini gösteriyor. Kanımca, bu köklü değişiklikleri bir sosyal sistemin çöküşünden çok, özgürlüğün ve insan hak' lannın zaferi olarak değerlendirmek gerekir. Sokaklara ve meydanlara dökülen on binlerin, yüz binlerin istedikleri nedir? Düşünce üzerinden sansürün ve baskının kalkmasını istiyorlar, fikir ve tartışma özgürlüğü istiyorlar, tek parti sultasına son verilmesini istiyorlar, serbest seçimler yoluyla ülke yönetimine katılma hakkı istiyorlar, seyahat özgürlüğü istiyorlar... Kısacası, istedikleri, insanlık onurunun gerektirdiği haklardır, Evrensel Bildiri'de yer alan temel özgürlüklerdir. Ve sonunda bu haklarını karşı gelinmez bir direnişle yöneticilere kabul ettiriyorlar. Bu, özgürlüğün, demokrasinin ve insan hakJannın zaferi değil de nedir? öte yandan, gozlerimizi Batı Avrupa'ya çevirdiğimizde, burada da Avrupa Konseyi ve Avrupa Topluluğu gibi kuruluşlar içinde insan haklannın ortak bir değer olarak gittikçe daha büyük bir önem ve daha büyuk bir ağırlık kazandığını görüyoruz. Avrupa Konseyi çerçevesinde insan Haklan Sözleşmesi'yle kurulmuş olan denetleme ve koruma mekanizmaiarı, etkinlikJerini gün geçtikçe arttırıyorlar. însan Haklan Komisyonu'nun ve Divanı'nın vermiş oldukları kararlardan oluşan geniş bir içtihat ortaya çıkmış bulunuyor. Böyleee, artık ortak bir Avrupa hukukundan söz etmek mümkün olabilmektedir. Hatta, isterseniz buna "insan haklan konusunda Avnıpa'nın ortak anayasası" da diyebilirsiniz. Günümüzde "Avrupalı" olabilmek, o uygarlığın tam bir üyesi sayılabilmek için bu anayasaya uymak kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Bütün bu gelişmeler içinde Türkiye*nin yeri nerededir? Türkiye, bilindiği gibi son iki yıl içinde iki önemli adım attı: önce, 1987 yıbnda, Avrupa İnsan Hakları SözJeşraesi'nin 25. maddesi uyannca bireysel başvuru hakkını tanıdı. 1989'un eylül ayında da İnsan Haklan Divanı'nın zorunlu yargı yetkisini kabul etti. Türkiye, devlet olarak, bu tanımalarla uluslararası alanda önemli ytikümJülükler altma girmiş bulunmaktadır. Ancak, başta hükümet olmak üzere, kamu makamları bu yüküralülüklerin acaba tam olarak bilincinde midirler? Bundan birkaç ay önce meydana gelen ve ilk defa karşılaştığımız bir olayda, Ankara Deviet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı'nın, bireysel bir başvuru ile ilgili olarak soruşturma yapmak üzere Ankara'ya gelen, Avrupa İnsan Haklan Komisyonu üyelerinden kurulu heyet önünde ifade vermekten kaçınması, Adalet Bakanı'nın da bu durum karşısında tam bir futursuzlukla, "Eh, ne yapalım, vermezse vermez" şekhndeki beyam, bu bilincin henüz uyanmadığını gösteriyor. Halen, iç hukukumuzdaki uygulamalarla, yasalarla ve anayasa ile Avrupa însan Haklan Sözleşmenin hükumleri ve onlara dayah içtihat arasında büyük aykırılıklar, büyük bağdaşmazlıklar bulunmaktadır. tşbaşındaki siyasal iktidar, daha fazla vakit kaybetmeksizin bu aykınlıklan ve bağdaşmazlıklan ortadan kaldırmak ve iç hukukumuzu Avrupa insan haklan hukuku ile uyumlu hale getirmek zorundadır. 14 ARALIK 1989 Çağdaşlaşma ve Insan Hakları Bugün artık uluslararası alanda insan haklannın korunrnasını amaçlayan kuruluşlar ve mekanizmalar ortaya çıkmış bulunuyor. Kişi artık devlet karşısında yalnızve çaresiz değildir. Bunun da ötesinde, bu konuda gittikçe bilinçlenen ve güçlenen bir dünya kamuoyu oluşmakta. PENCERE •• "Olaylann Ardındaki Gerçek" köşesinin dünkü başlığı "De Facto" idi. "Hukukta çok kullanılan 'de facto' Latince kökenlidir; Türkçeye fiili durum' diye çevriliyor; 'dejure'nin (hukuki durum) tersidir" diye başlayan yazı, Sayın Turgut Özal'ın bugünkü konumunu inceliyordu. Gerçekten Sayın Özal'ın Çankaya'daki konumu hukuksal açıdan incelenmesi gereken bir soruna dönüşmüştür. Çünkü ortada apaçık bir 'de facto' var; daha başka deyişle Türkiye'de bir 'sivil darbe' gerçekleştirilmiştir. * Eskiden devletin başında kral ya da suitanlar vardı; iktidarının gücünü Tann'dan alan padışah, kral, sultanın ağzından çıkan buyruk, yasa sayılırdı. İnsanlık geliştikçe uygarlığa doğru adımlar atıldı; iktidar gücü, yasalara bağlandı. Yasaların insan haklanna uyumu, uygarlıkta son aşamadır, bugün bir devletin yasaları "temelhak ve özgürlüklere" ters düşüyorsa, ülke çağdışı sayılıyor. 21. yüzyıla doğru "kanun devleti" ile "hukuk devleti" deyişleri arasındaki ayrım, çarpıcı biçimde ortaya çıkmıştır; çağdışı yasalarla yönetilen bir topfumun demokrasi dünyasında saygınlığı yoktur. Ancak çağdışı yasalarla yönetilen bir ülkede, yürürlükteki yasaları da çiğneyen bir iktidara ne ad verilecek? 12 Eylül askeri yönetiminin güdümü altında yürütülen seçimlerle 1983'te iktidara geçen ANAP'ın halk kesiminde desteği zayıflayınca, 1988'de yapılması gereken genel seçimler bir yıl öne alındı. Seçim yasalarını 11 kez değıştiren Özal yönetimi, 1987'de yüzde 36 oyla, Mecliste yüzde 65 çoğunluğu sağladı. Batı demokrasilerinde yüzde 36 oyla, parlamentonurr yüzde 65'ini ele geçiren bir iktidar gösterilemez; böyle bir durum, "yasal" sayılsa bile "meşru" mudur? Diyelım ki bu soru tartışmaya açıktır; ama 26 Mart 1989'da yapılan yerel seçimlerde iktidar partisi oylarının yüzde 21.8'e düşmesi, tartışmayı daha da sıcaklaştırdı; ülkede büyük bir tedirginlik oluştu; çünkü parlamentodaki yüzde 65 ANAP çoğunluğu, büsbütün boşlukta kalmıştı; demokrasinin yazılı olmayan kurallarına göre bir erken seçimle halk iradesinın saptanması gerekiyordu. ANAP iktidarı, muhalefetin bütün eleştirilerıni duymazlıktan gelerek bir başka iş yaptı; ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal'ı Cumhurbaşkanı seçti. Parlamentodaki muhalefet partileri oylamaya katılmadılar; seçim sırasında Meclisten çekildiler; Özal'ın cumhurbaşkanlığını protesto ettiler, ama iş işten geçmisti. Dış ve iç siyasa çevrelerinde ve başında olay bir "sivil darbe" olarak nitelendi. Tartışma süruyordu: Özal'ın cumhurbaşkanlığı yasaldı, ama meşru muydu? 12 Eylül darbesiyle başlayan güdümlü yönetim, 1989'a taşınmıştı. Sayın Özal, önce seçim yasalarını kendine göre değiştirmiş, yüzde 36 oyla parlarrjentonun yüzde 65 çoğunluğunu elde etmiş; sonra da bu çoğunluğa dayanarak ve muhalefeti hiçe sayarak kendisini cumhurbaşkanı seçtirmişti. Halkın yüzde 80'i bu gidişata karşıydı; iktidarı ele geçirenler, uyanlara kulak asmıyorlardı; artık Özal, hem devletin, hem iktidann başıydı. 82 Anayasası'na göre cumhurbaşkanı yansız olmalıydı, çünkü sorumsuzdu; ama özal "gölge başbakan'la hükumet etmeyi yeğliyordu. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, devletin yönetim biçımi değişmişti; ortada bir fiili durum vardı; Latincesiyle artık 'de facto' geçerliydi; demokrasi kuralları zaten ayaklar altına alınıyor; hukuk çiğneniyordu... Bu kez yasa (anayasa) da "fiilen" ortadan kaldırıldı; "kanun" hiçe sayıldı. Ne yazık ki bugün Türkiye Cumhuriyeti'nde bir "rejim darbesi" geçerlidir. Fiili durumun (de facto'nun) hukuki duruma (de jure'ye) dönüşmesi ve yasal (legal) olması için Büyük Millet Meclisı'nın toplanıp 82 Anayasası 'nı değiştirmesı ve "başkanlık" sistemine dönüştürmesi gerekiyor. Bu işlem yapılmadıkça "de facto" süru:. yor demektir • Rejim Darbesi. Prof. Dr. MÜNCİ KAPANİ landı. Özellikle, askeri ve sivil diktatörlüklerin ya da totaliter rejinılerin baskısı altında yaşayan insanlar, özgürlüğün ve insan haklannın vazgeçilmezliğini zamanla daha çok takdir eder oldular. Zaten, insanoğlu genellikle bir şeyin kıymetini, ancak onu kaybettikten sonra anlar. Nitekim, bizde de bazı aydınlarımız, insan hakları diye bir kavramın var olduğunu, ancak 12 Eylül'den sonra "keşfetmişlerdirr Bugün artık uluslararası alanda insan haklannın korunmasını amaçlayan kuruluşlar ve mekanizmalar ortaya çıkmış bulunuyor. Kişi artık devlet karşısında yalnız ve çaresiz değildir. Bunun da ötesinde, bu konuda gittikçe bilinçlenen ve güçlenen bir diinya kamuoyu oluşmakta. Böylece insan hakları, sadece kâğıt üzerinde değil, gerçek anlamda "evrenselleşmeye" doğru gidiyor, evrensel boyutlar kazanıyor. Ama diyeceksiniz ki bütün bu gelişmelere karÖncelikli hedef şın, bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde insan hakAncak söylemek gerekir ki insan haklannın öne ları hâlâ açıktan açığa çiğnenmiyor mu? tnsanlar, mi ve değeri başlangıçta Jnsan Hakları Evrensel sırf düşünce ve inançları yüzünden demir parmakBildirisi'nin yayımlanmasıru izleyen yıllarda gere lıklar arkasına kapatılmıyor mu? Onlara barbarği gibi kavranmış ve takdir edilebilmiş değildir. Bir ca, akıl almaz işkenceler yapılmıyor mu? defa, nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan azgelişmiş üJkeier ya da Üçüncu Dünya ülkeleri eko Türkiye'nin yeri nomik kalkınmayı ve yoksulluktan kurtulmayı, önEvet, bütün bunlar ne yazık ki doğrudur. Ve yercelik taşıyan hedef olarak görmüşierdir. İnsan haklarını kendileri için bir lüks saymışlardır. (Hâlâ da yüzünde, belki sanıldığından daha da yaygmdır. Bu böyle sayanlar çoğunluktadır). Öte yandan, o dö tür davranışların ne kadar yaygın olduğunu görenemde Sovyetler Birliği ile onun çizgisindeki sos bilmek için, Uluslararası Af Orgütü'nce yayımlayalist ülkeler ve bu arada bazı katı ve ortodoks nan, dünyada insan haklannın durumu ile ilgili yılMarxçılar insan hakları doktrinini Marxist ideo lık raporlara bir göz atmak yeter. 1989 yılına ait son lojiye karşı koymak için Batılıların geliştirdikleri ye raporda da ki bu 300 küsur sayfalık kalınca bir kini bir ideoloji (bir karşıtideoloji) olarak görme eği tap oluşturuyor insan haklan ihlalleri alke ülke, derece derece, somut örnekleriyle sayılmış ve sıralimindeydiler. lanmış. Bu raporda Türkiye'ye ayrılan yerin hiç de Oysa, insan hakları, keiimenin gerçek anlamıy iç açıcı ve yüz ağartıcı olmadığıtu bu arada üzülela bir ideoloji değildir. ldeolojilerustu (ya da rek belirtmek gerek. ideolojilerölesi), bütün insanlığı kavrayan ve kapsayan evrensel bir degerier sistemi olarak düşunulAncak, bütün bunlara bakarak kararasarlığa ve müştur. Ne var ki onun bu niteliği ve gerçek değe umutsuzluğa kapılmak doğru olmaz. Bu kötü ve ri, daha sonralan ve yavaş yavaş anlaşılmaya baş olumsuz örnekler, insan haklannın dünya ölçüsünBugun, hıç şüphe yok ki insanJık tarihinin en önemli ve en anlamlı dönemlerinden birini yaşıyoruz. Içinde yaşadığımız çağın belirgin özelliğini açıklatnak bakımından çeşitli nitelendirmeler yap'lıyor: "Sanayi ötesi çagı" deniyor, "uzay çağı", "bilgisayar çağı" deniyor, "iletişim çağı" deniyor... Bunlar, bilim ve teknoloji alanındaki başdöndürücü atılımların, insanlığı ulaştırmış oldukları noktayı vurgulamak yönünden yerinde nitelendirraeler sayılabilir. Fakat unutmamak gerekir ki uygarhk sadece bilim ve teknoloji demek değildir. Uygarlık, her şeyden önce, bir değer yargıları sistemi, bütünüyle bir "insanlık anlayışı"dır. Bu açıdan bakıldığında, insan hakiannın son on yıl içinde moral ve toplumsal değerler alanında hızla ön plana geçişi de göz onunde tutulduğunda, çağımız için en uygun düşecek nitelendirmelerden biri de herhalde "insan hakları çağı" olacaktır. Sonuç Ne yazık ki Türkiye hâlâ dış dünyada "insanlara işkence yapılan ülke" imajını silebilmiş değildir. Kendisini bu insanlık suçundan anndırabilmiş değildir. Hâlâ siyasi inançlan yüzünden insanlara baskı yapılıyor. Hiçbir şiddet eylemine karışmadıklan halde çok sayıda insan sırf düşünceleri yüzünden yıllar boyu hapislerde tutuluyor. On beş, on altı yaşlarındaki çocuklar bir yerlere orakçekiç resmi çizdikleri için tutuklanıp demir parmaklıklar arkasına kapatılıyor... Hal böyleyken, bazı yöneticilerimiz ortaya çıkıp "çağ atladığımızdan" söz edebiliyorlar. Bizim biîdiğimiz, dışarıdan iletişim teknolojisi ithal etmekle, otomatik telefon santralı kurmakla çağ atlanmaz. Çağ atlamayı bir yana bırakahm, bugün ülkemiz için söz konusu olan çağın gerisinde kalnaamaktır, çağı yakalayabilmektir. Bu da ancak, çağdaş uygarlığın temel değerlerini, insancıl ve toplumsal değerlerini benimsemekle olur. Günümüzde, bir ülkenin "uygarlık" derecesi, bilim ve teknoloji alanındaki başarılanndan çok, insan haklanna gösterdiği saygıyla ölçülüyor. Türkiye de ancak tam anlamda bu saygıyı gösterdigi zaman çağdaşlaşmış ve uygar ülkeler arasında onurlu yerini almış olacaktır. Dileyelirn o günler çok uzakta olmasın. EVET/HAYIR OKT4YAKBAL Yaşama Katılmak DEMET IŞIK Avukaî Türk kadınma, seçme ve seçilme hakkını veren hukuksal düzenlemenin 55. yılını kadın kuruluşları, gruplan, siyasi partiler, sendikalar, değişik boyutlarda kutladılar. tstekler ortaya koydular, tartışmalar açtılar, sorunlar saptadılar. Bu istekler gazeteler tarafından daha çok "kota" konusu olarak derlenip toparlandı. Doğrudur; kadınlar siyasi yaşama katılmaya, siyasi partüerde yer almaya, en azından kendilerine dair olan hukuksal düzenlemeierin karannı vermede hak sahibi olmaya özendiriimeli ve destek görmelidirler. Sadece bir ivme kazandırmak için bile bu gereklidir. Bir tutamak noktası, bir el ele yaratılması için. Çağdaş olan bir çok ülkede de bu gereklilik görülmüş ve yüzdeler saptanmıştır. Bu kotalann konmasının bir tek anlam ve önemi vardır. Bunların kullanılabilmesi; bu konacak kötalarm kuîfanılabilrnesi için, kadmın özgür, bağımsız, laik eğitim içinde yetişefc bir toplumdan gelinesi ve o toplumla yaşaması gerekir. Halbuki bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin tabanından bu laiklik ilkesi kaydırılmaya, hukuka dayah devlet ilkesi çökertilmeye çalışılıyor. " Islam devleti" ideolojisi ve pratiği yaymacısı yabancı devletler, para kaynaklannı, bankaları, vakıflan, dernekleri aracılığı ile su gibi akıtıyorlar. tlkokul çagındaki çocuklara vakıflar kuruyorlar. Çocuklar köylerinden, şehirlerinden bu tarikatçı vakıflarca kaçınlıyor, karanlık ve çarpık eğitimler için. Gerçek ve inanmış Müslüman olan anne ve babalar gazete kapılarmda, polis karakollarında çocuklannı anyorlar. Genç kızlar, üniversitede okuyacaklar, her türlü geçimleri sağlanacak, el harçlıkları verilecek vaadi ile demir kapıb yurtlarda militan yetiştiriliyorlar. Kendilerinden istenilen üniversitede, kampuslarda, çağdaş ve aydınhk topluluklarda huzursuzluk çıkarmaIarı, toplum düzenini bozmalan, peçe ve çarşafları ile karanlığa göz alışürmaları. Diğer yandan tarikatlar kuvvetleniyor, el attıkları, yönettikleri alanlar genişliyor. Dini devlete musallat etmede çıkarlan olanlar içeriden dı Behçet Necatigil'i Anmak Behçet Necatigil kimdi? Şu kısa şiiri onu en özlü biçimde anlatır: "Gidecek yeri olmayan biri Aslanları görmeye parka gitti Aslanlar taştan O bir insan Nasıl anlaşırlar? Anlaştılar." On yıl olmuş. Cerrahpaşa Hastanesi'ndeki bir odayı anımsıyorum. Yataktaydı, oturur gibi. Yanında şiir kitabı, kâğrtlar Ne diyeceğimizi bılemedik. Gülmeye, güldürmeye çalıştık. Son yolculuğa çiktt çıkacaktı. Her şey önceden açıktı. O da biliyordu. Her zaman, her şeyi bılirdi. Şairdi. Kimi şairler her şeyi önceden görürler. 1945ten beri bilirdim bunu. Öyle şeyler konuşurduk ki öyle dizeler yazmıştı ki bellı oluyordu birtakım yaşam durumlarının, gerçeklerinin Necatigil'ce önceden sezildiği... Parka gidip mermer aslanla dostluk kuran bir şairdi o. İnce yalmzlıkların, gizli duyarlıklann şairi... Bir şiirinde dediği gibi bir "saklı su". Daha 1951'de "Şair Dostlarım" dizisinde onun için şoyle yazmtştım; "Anlamını. gızliliğini ilk bakışta gözler önüne dökmek istemeyen, tanındıkçâ. yakınlaştıkça sevilen bu şıirler de şairi gibiydi. Onun için yaşam bir yüktü. kaldırıp atılması kışinin elinde olmayan bir baş belası gibiydi. Belki de geçip giden, akıp kaybolan bir düştü. 'Bir gün gelır şahit, ister Bu yollardan geçtiğine' diyebilen adamdı Behçet." Arkadaşlığımız 1945'in ılık bir ilkyaz günü başladı. Ünlü Cennet Bahçesi'ndeydik. Yine birkaç şair arkadaş. Zonguldak'tan gelmiş, Kabataş Lisesi'ne yeni atanmıştı. Geliş o geliş. Bir daha ayrılmadık birbirimizden. Haftada bir gün buluşurduk. Kimler mi vardı? Dağlarca, Tirali, Birsel, Sait Faik daha başka şairler, yazarlar... Elit kahvesi uzun süre başlıca buluşma yerimiz oldu. Necatigil'le pıket oynardık. Bezik oynayanları izlerdik. Sonra bir sinemaya gıderdik ya da bir içkili yere... Anılar çok! Anılann saldırısı bir başlarsa arkası kesilmez. Ya mektuplar? Ben Ankara'da iken sık sık yazışırdık. Şımdilerde bu mektupların bir bölümü Can Yayınlan'nda çıkacak. 3 Mart 1950'de şöyle yazıyor. "Zaman zaman isteksizlikler sarar beni, öyle bir devreye rastladı yazamadım. Mahcubum. Meşguliyetfer nedeniyle değil. Belki de meşguliyetsizlikler sebebiyle. Yani biz öyle kişıleriz ki kendimize veya sanata faydalı olamadığımızı hıssettiğimiz anda adeta yaşamaz oluruz. Lüzumsuzluk korkusu bizi yer Evliliğin sarsıntıları bitmedı, ne sürekli zelzele! Ama kolay mı bu, odalar degişti, masalar, lambalar değiştifrenkler, kokular değişti. Bunca değişiklik arkasında insan elbette şaşıracaktır Beni bılirsın, birçok şeylere karşı kayıtsız kalır, aklıma koydum mu günlerce tıkır tıkır çalışırım, şimdi öyle mi ya, zaman sürat katan, pencerelerınde istasyonlar gibi çabuk, kayıp gidiyor. Ellerde kalan şiirler veya tercümeler değil, boşluklardır." Necatigil boşluklarından en güzel yapıtlan yaratmasını bilen bir kişiydi. Böyle olmasa, yüzJerce şiir, sayısız radyo oyunu, bunca başarılı çeviri ortaya çıkar mıydı? Sanatçının o bomboş sanılan zaman parçaları yeni yaratmaların habercisi değilse nedir? Mektuplar çok! Hangi birinden söz edeyim? En iyisi bunları kitapta okuyup, Necatigil'in şiir dünyasına girmeniz. Necatigil'in şiir dünyasına girmek, onun gerçek yaşamının gizlerini az çok sezmek demektir. Ne diyordu "Sevgilerde" şiirinin ilk dörtlüğünde: "Sevgileri yarınlara bıraktınız Cekingentutuk saygılı Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı Bitmeyen işler yüzünden Siz böyle olmasını istemezdiniz Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı." Sanatçı bekiemez anlaşılmayı, isteyen anlar, sever, istemeyen de dışında kalır o evrenin. Bir konuşmasında bakın ne demiş: "Şiir kesin bir açıklama, bir bildiri değildir, şaşmaz doğru, doğrultu değildir, tek yön değildir. Dilediğimiz yollara, yolculuklara açık, çeşitli yönlerdir, türlü doğrultulardır." Behçet Necatigil öldü diyorlar, öldü mü dersiniz? Sokakta rastlamıyoruz, buluşup dertleşmiyoruz, ama sesini duyuyoruz, dizeleri yeni yazıtmış gibi... Böyle birini nasıl ölmüş sayabiliriz? Otuz beş yıi önceden bakın nasıl seslenmiş bizlere, şiirsevenlere, dostlara, duyan düşünen herkese: "Anla sıkıntımı geç git dost Nedendir sorma Gür bitkiler altında bir benim için akar Alıngan, onurlu istemez görsünler saklı su." şarıdan guçlendiriliyor. De\Iete gelince... Devlet, eğitim plan ve programlannı, laik eğtimin gereklerini gözardı ederek değiştiriyor, bütçesinde dar ve kıt kaynaklara rağmen tslam öğretisine milyarlar ayırıyor, cami sayısı ve imamimame sayısı okul ve öğretmenlerin çok üstüne çıkarılıyor, elden gelen her fedakârlık maddi ve moral gösteriliyor; yeter ki teokratik bir devlet düzenine uzanılabilsin. Bir teokratik devlet toplumunda vatandaşlık sıfatı olmayan bir kadınkulun ne adı ne de varlığı vardır. Vatandaşlık hak ve özgurlüklerinden tümüyle vazgeçecek olduğu Islam devleti düzeninde elbette ki siyasi ve ekonomik hakkından, bu hakların kullanılacağı kotalardan bahsedilemez. Bugün sokaklara, üniversitelere salınan, Islam devleti propagandacısı, gerçek Islam ve inançla hiç bir ilişkileri olmayan bu kadınlar öncelikle evlerine döndürülecek olanlardır. Bütün insan hak ve özgurlüklerinden, adına vazgecmenin bayraktarlığı maalesef bu kadınlanmıza "kurtuluşlan"' için yaptinlmaktadır ve evierine ilk kapatılacak oianlar da onlar olacakiardır. Işte, laikdemokrat ve Türkiye'de borçlu olan kadınların bu kotalara bunun için gereksinimleri vardır. TEŞEKKÜR Tuıulduğum hastalıkta ilk tedavımı başan ıle yıirüten Sayın Prof. Dr. FARUK NEMLİOĞLU'ya ve Cerrahpaja Hastanesi'ndeki tedavim sırasında değerli ilgılerıni esırgemeven Savın Prof. Dr. HAFÎT SAVAŞKAN'a, Prof. Dr. YALÇIN TÜZÜN'e, Prof. Dr. AGOP KATAZOYAN'a, Dr. AYDIN İŞÇİMEN'e, Dr. FERHENG CEMŞİTZADE'ye ve şefkatlı bakımlartndan oturu sayın hemjireler SEVİNÇ CAN ile HAVVA K.\HRAMAN'a teşekkur ederım MELİH CEVDET ANDAY bilim ve sosyalizm yayınları 3 HAZİRAN 1985TE MAMAKTA BİR DAHA YENİDEN YAK1LAN 133 BİN KJTABIN KÜLLERİNDEN DİRİLMİŞ KİTAPU\R J. STALİN DİYALEKTİK VE TARİHSEL MATERYAÜZM ONUNCU BASKI 3000.TL TOGLİATTİ FAŞİZM ÜZERİNE DERSLER (BASILIYOR) V. İ. LENİN (BASILIYOR) BİLİM VE SOSYALİZM YAYINLARI Ataç Sokak 36/2 YenişehirAnkara, Tel. 131 46 97 DEVLET VEİHTİLAL DEVRIMCI MÜCADELE SİYASİ DERGİ Proletarya Partisı Nedir?/Hikmet Kıvılcımlı Anarşi Yok! Büyuk Derlenişl/Hikmet Kıvılcımlı Gorbaçov Üzerine (2) "Birlik Tartışmalarf Birliğe Yönelemedi Simavnalı Şeyh Bedreddin/Hikmet Kıvılcımlı Mllli Gelir Tartışmaları ve Bir Burjuva Istatistikçisinin Saçmalamaları 169. Doğum Yılında Engels'i Anıyoruz lşçi Sendika Haberleri NCRBANK Dün>'an]n hiç bir ülkesinde bu isimde bir banka yok! Ama, Türkiye dahil dunyarun pek çok ülkesinde bankalar, geleceğın şubelerini bugünden ve NCR ATM'leriyle kunrvorlar. ATM'ler, para yatırmanın, çekmenin sorun olmadığı. bankalann 24 saat mesaide olduğu çağdaş bir sistemi dunyanın bir ucundan diğerine hızla >"ayıyorlar,yaygınlaşıyorlar Geleceğin banka şubelerinde, sizi. NCRATM'leri bekliyor! Çoktandın S A Y I Ç I K T I BestekarOsman Sk No: 8/19 CağaloğluİST Tel: 527 76 16 bir"Maestro"dur
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear