26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
5 KASIM 1989 PAZAR YAZILARI CUMHURİYET/15 Atina'dan Kopenhag'dan Olimpos'ta şaki tokadı STELYO BERBERAKİS Olimpos Dağı'nın ilk yamacına ramak kala, kayahklann arasında panldayan uzun namlulu tufekten çıkan bir kurşun, jandarmalardan birini yere devirmişti bile.. tkincisi, yöredeki eşkıyaların ne denli "acunasu" olduklannı bildiği için kollannı kaldırıp "tesUm" diye bağırmıştı.. Eşkıya başı Liolios, "silah arkadaşlan" ile birlikte görünuvermişti.. At sırtındaki 'yabancı1 ya eliyle işaret ederek yanına gelmesini istemişti... Yabancı, atmdan indi ve ağır adımlarla yanına geldiği baş eşkıyaya mükemmel bir Fransızca ile ve gayet kibar bir şekilde "Bonjour monsieur.." dedi.. Ama baş eşkıya, Richter kadar nazik değildi.. Yabancının "giinaydın"ına yanıt olarak şiddetli bir Osmanlı tokadı indirmişti suratına.. Richter yere yuvarlanmış, kendisi bir yana şapkası bir yana savrulmuştu.. Eşkıyalar ise kabaca kahkahalar atıyordu.. Richter'in "rehine" alındığı haberi Ekaterini de bomba gibi patlamıştı. Ama Kaymakam Ahmet Faik Bey "Oh olsun kerataya' dercesine, elinde buhındurduğu Richter'in imzasını taşıyan "sorumluluk" belgesinin verdiği rahatlıkla Dolmabahçe Sarayı'na her zaman olduğu gibi o gun de "asayiş berkemal" telgrafı çekmişti.. Olay tez zamanda Sultan Reşat'ın kulağına gıtmişti.. Gitmişti, çünkü eşkıyalar rehincnin serbest bırakılması için Ekaterini Kaymakamı'ndan tam 15 bin altın lira fidye istemeye başlamış, kaymakam da bu olayı Dolmabahçe'ye bildirmek zorunda kalmıştı.. 15 bin altın lira tam iki ay sonra Ekaterini'ye gönderildi. Fidye, eşkıyalara verilmiş, Richter perişan bir vaziyette Osmanlı makamlarına iade edilmişti.. Alman arkeolog, vatanına döndüğunde kutsal Olimpos Dağı'nda yaşayanlann Fransızca "günaydııT yani "bonjour" denmesine son derece sinirlendiklerini, hatta tokat bile attıklannı anlatıyor, mustakbel ziyaretçileri "ayaUannı denk almalan" için uyarıyordu. Ama ne var kı Sultan Reşat, Kaymakam Ahmet Faik Bey'i cezalandırmak için başka bir yere "sürmüştü". Ekaterini Kaymakamlığı'na da Yunan kokenli olmasına karşın fanatik bir Yunan düşmanı olan, Bulgar göçraeni Dimitriades getirilmişti. Yukandaki hikâye, Ekaterini kentinde yaşamış bir odun tuccarının anı defterinde yer alıyor.. 1 9 1 0 yıhnda Olimpos Dağı eşkıyanın kontrolündeydl Alman arkeolog, bütün uyanlara rağmen dağa çıkmış, eşkıyaların lideri karşısına çıkınca, nazikşekilde "bonjour" demiş, ama tokadı da yemişti ATİNA Yıl, 1910. Yer, Selanik kentinin 60 km. guneyindeki Ekaterini kenti.. Bölge o zamanlar Osmanlı hegemonyası altında bulunuyordu.. Kaymakam Ahmet Faik Bey, yerel Yunan halkı tarafından sevilen, kultürlu, Fransızca bilen bir kişiydi. Jön Tiırkler, "yeni" Türkiye'yi kurmak amacıyla Sultan Hamil'in kurmuş olduğu "gerici" duzeni değiştirmek için uğraşıyorlardı. Yenı sultan Mehmet Reşat, Dolmabahçe Sarayı'ndaki yerini almış, Osmanlı egemenliğinin "asayişp'ni koruyordu.. Gunlerden bir gün, Ekaterini kaymakamı Ahmet Faik Bey'den bir telgraf aldı Sultan.. Ekaterini kentine Richter adlı bir Alman arkeolog gelmtş, yöredeki Olimpos Dağı'na çıkmak için izin istiyordu. Ancak mitolojide oldukça onemli bir rol oynayan Olimpos Dağı'nda eşkıyalar dolastığı için Ahmet Faik Bey, Richterin dağa çıkma isteğini, ilk önce Sultan Reşat'a bildirmek zorundaydı.. Ahmet Faik Bey'in uyariîanna kulak asmayan Richter, Nuh diyor peygamber demiyor; illa Olimpos Dağı'ndaki, antik Yunan tanrılarının "konut'larını görmek istiyordu. Ahmet Faik Bey, Ekaterini Meclisi'ni topladı.. Meclis, Fadıl ve Rusvan Bey, polis amiri Derviş Efendi, Yunanca bilen Abidin Ağa ve daha birçok resmi kişiden oluşuyordu.. Ancak konunun son derece ciddi olması itibanyla meclise Ekaterini Kilisesi'nin Piskoposu Parthenios ile kaymakamla her zaman Fransızca konuşan doktor Zusakidis de özel olarak davet edilmişlerdi. Meclis'in karan, Richter'in kendi guvenliği açısından Olimpos Dağı'na gitmemesiydi.. Ama eğer çok istiyorsa, dağa çıkmadan önce bir belge imzalayacak; bu belgede tum sorumluluğun kendisine ait olduğunu belirtecekti.. Meclis'in koştuğu şartlardan biri de Richter'e iki atlı jandarmanın eşlik etmesiydi. Nitekim boyle oldu. Richter belgeyi imzaladı, hasır şapkasını giydi, atına atladı ve iki jandarma ile yola koyuldu.. Olimpos Dağı görkemli bir dağ, bulutlann içinden yer yer sivrilen karlı tepeleri, yeşillik ile kayalıkların birlestiği bu sentezi görenlerin Antik Yunan'da bu dağa niçin bu denli önem verildiğini anlar gibi oluyor.. Iskandinav usulü sevgi Danimarka, İsveç ve Norveç vatandaşlan bu üç ülkeden birbirine geçerken pasaport sorulmaz, Ama İsveçliler Danimarkalıları; Norveçliler İsveclileri, kısacası hiçbiri bir diğerinipek sevmez. rinde koruyucu bir melek gdbi Danimarka'yı bekler. Aynı mahzenKOPENHAG İskandinav lerde İsveç Kralı'mn Danimarkaya; Danimarka, İsveç ve Norveç'' lıları tutsak ettiği hücreleri görten oluşur. İskandinavlar kendi mek mümkündür. Danimarkalılar icin İsveçliler. dillerinde konuşup birbirleriyle anlaşabilirler. Bu uç ulkenin va "soğuk ve burno büyük", tandaşlan sınırlarda pasaport gös "sarhoş" ve "çekilmez"dirler. termek zorunda değildirler. "İs Kopenhag sokaklarındaki burnukandinav vatandaşı mısın?" soru nun ucunu goremez durumdaki sunu anlayıp kendi tonlamalanyla sarhoşlar mutlaka İsveçlidirler. " J a " derler ve smırdan ellerini Trafiğe kapalı ana alışveriş cadkollannı sallayarak geçerler. Is desinde sık sık elindeki kuklasıykandinav vatandaşlan herhangi la sokaktan geçenleri eğlendiren bir İskandinav ülkesinde çalışmak sokak göstericisi, İsveçliye rastlaiçin oturmacalışma izni almak dığıoda, "hayret, nasıl oldu da zorunda değillerdir. Bayrakları ayık kalabildin" diye takılır. Faknın da sadece renkleri değişiktir. se bira firması, bira şişelerinin Yine bayTakları bu uç ülkeninki uzerine "Danimarka'yı temiz tut, ne benzeyen Finlandiya ve tzlan isveclileri geri gönder" diye yadalıların dilleri anlaşılmaz oldu zar. Hele futbol maçlan, spor ğundan "bizden", yani tskandi karşılaşması değil, bilmem ne tarihindeki savaşın bir rövanşıdır nav sayılmazlar. sanki. Dil yakınlığından başka bir de Norveçlilerin dili İsveçlilere dauzun bir ortak geçmiş vardır. Viking tanımlaması tüm tskandi ha yakındır. Krallan tsveç kokennavya için geçerlidir. Dsnimarka lidir. Ama Norveçlilerin İsveçlileVikingleri en barbarları. İsveç Vi re hiç tahamulleri yoktur. Halbukingleri de en ticarete yatkın olan ki Norveç daha uzun sure Danilandır. Ortak krallıklar kurup bir marka egemenliği altında kalmışbirlerinin ulkelerine hükmetmiş tır. Ama fıkralan Isveçlilerle ilgilidir. Norveçliler birbirlerine, lerdir. "biliyor musun tsa neden İsveçli iskandinavlar dışarıya karşı olamazdı?" diye sorarlar. Cevabirbirlerini çok tutarlar. Dışany bı da "çünkü Isveç'te üç bilgeyi la yaptıkları maçlarda birbirleri birarada bulmak mümkün degil nin takımlarını alkışlarlar. isveç, de ondan" ya da "koca tsvec'Ie Danimarka'nın büyük kardeşidir. bir tane bile bakire bulmak mumNorveç ise en küçük kardeş. Si kun degil ki" şeklindedır. yasal sistemleri bile birbirlerine tsveçliler için Norveçliler basit benzer. Hepsi krallıkla yönetilen köylü, Danimarkalılar ciddiye gul amblemli sosyalist ülkelerdir. alınmayacak kişilerdir. Ama İsKülturleri bile artık sosyal demokveçlilerin bu tavrı sadece Danirattır. markah ve Norveçliler için değil, Kısacası tskandinavya dışarı bütün dunya için geçerlidir. Çundan bakıldığında müthiş bir ben ku İsveç'te doğan çocuklar, dunzerlik, birlik ve beraberlik arze yanın en ileri ülkesinde ve en iyi der. Peki, bu içeriden bakıldığın sisteminde yaşadıkları ideolojisiyda da böyle midir? le yetiştirilirler. Isveçliler için dünDanimarkalılann en sevmediğı yada kendilerinden daha ileri. daulus, son zamanlarda artan sayı ha iyi bir ulus yoktur. Hem İsveçlarından dolayı göçtıen Türkler liler ağızlannda sıcak patates varolsa da tarihi olarak Almanlardır. mış gibi konuşan Danimarkalılaİkinci sırada ise İsveçliler gelır. rı anlamadıklarını iddia ederler. Yüzlerce yıl önceki krallan 2. Bu yüzden özellikle gençleri DaChristian'ın, İsveç'li soyluları ba nimarkalılarla tngilızce konuşmarış yemeğiyle kandırıp kıtır kıtır yı tercih ederler. İskandinavların kesmesini hâlâ buyuk bir zevkle içinde en İskandinavlar lsveçlilerhatırlayıp, "Stockholm kan dir, ama en Amerikalılaşmışları banyosu" deyimini kullanmaya da yine onlar. devam ederler ve de tabii eklerler, Danimarkalılar ve Norveçliler, İsveclileri en son o zaman kesebildik galiba. Ondan sonra hep on İsveclileri hiç sevmezler. tsvesÜlar biri kesti". Danimarka'nın ler kendilerinden başka kimseyi ulusal kahfarnanı Holger Danske sevmezler. Birbirleri hakkında de Danimarka'nın başka bir böl birbirlerınin anlayacakları dillergesinde değil. İsveç'in karşı kıyı de en ağır laflar ederler. Lakin Danimarka, Norveç ve sındaki Helsingör kasabasında. Hamlet Şatosu diye tabir edilen tsveç, uç İskandinav kardeştirler. Kronborg Sarayı'nın mahzenle Birbirlerine hem söver hem severler. FERRUH YILMAZ "Son İmparator" filmıne de konu olan "Yasak Şehir", 500 yıl Çin Imparatoriuğu'nun başkenti oldu. Shanzai'dan Ördek yerine acılı ezme oldu. Resmi bir protokol imzalandı.Herkes gibi bızler de bu ülke ile ilgili çeşitli konulan merak ediyorduk. Bir akşam vakti, Shanghai limanının yanı başındaki Naning Caddesi'nde yurürken, karşılaştığımız olay bizi şaşırtıyordu. Genç bir Çinli, yarumıza yaklaşıp "döviziniz var mı, en yıîksek fiyatla bozabüirim" diyordu. Bankalaıın, 3.62 yen verdikleri 1 dolara, 6 yen verebileceğini söyluyordu. Çok cazip bir teklifti, ama bize eşlik eden mihmandarlar olmasa.. Bu şaşkınlığı henüz uzerimizden atmadan, tuhaf gelen ikinci bir olay yaşadık. O da limana açılan su kanalları üzerindeki bir köprude bekleşen uç Çinli kızın, "hiç çekinmeden" bizi, diskoya ve eğlenceye davet etmesiydi. Gerçekten Shanghai, koca Çin'de diğer kentlere oranla, çok değişik özelliklere sahipti. Ekonomik yönden güçlü bir kent olmasıran yanı sıra kozmopolit yapısı insanların günlük yaşamıyla da farklı bir görunüm sergiliyordu. Bunu, bir kahve molası verdiğimiz, 1940.'h vülann ünlü "Peafce" Oteli'nin lobisinde de algılayabildik. Bir zamanlar, Bai Gong'un "Shanghai Cazı" diye ünlendirdiği şarkıları söylediği koşede, bu kez 60 yaşlarında Çinlilerin yaptığı. eski ve veni kanşımı "klasik" caz vardı. Dinleyenler arasındaki birasını ya da kahvesini yudumlayan, "sarmaş dolaş" Çinli genç sevgililer dikkati çekiyordu. Çin'deki son haziran olaylanndan sonra her ne kadar "yabancı düşmanlığı" polıtikası yayılmak isteniyorsa da "bdki Türk olduğumuzdan", Çinlilerin bizi sevdiğine inanıyoıduk. Bunun gerçek olduğunu da misafır edildiğimiz Hong Qiao Devlet Misafir Evi'nin lokantasında yaşadık. Bazı arkadaşlarımız, Çin yemeklerini yiyememişti ve açlık çekiyorlardı. Çinliler ne peynir ne de ekmek yiyorlardı. Zaten, peynir gibi, süt urunlerinden Mçbirini üretmiyorlardı. Yegâne yiyecekleri, denizden çıkıyor ve genellikle sebze ile besleniyorlardı. Kendilerine t,^gu çok zengin bir mutfakları vardı ve en ünlü yemekleri de "portakallı ve kestaneli" ördekti. Bu nefis bir yemekti, ancak her gun de yenecek gibi değildi. Arkadaşlanmızda bir "Türk yemeği" ozlemi ve arayışı uyanmıştı. Ama nasıl? Bir arkadaşımız "kolay" dedi ve lokantanın mutfağına girdi. Ne Çinliler bizim dilimizi ne de biz onların dilini anlıyorduk. Ingilizce bilen de "çatpat" konuşabiliyordu. Buna rağmen insanların ortak dılı "ışaretle konuşma" ile bu arkadaşımız konuyu halletti ve Çinlilerin kahkahaları arasında "nefis" bir et sote hazırlatarak masaya getirdi. Tabii, yanında, bol acılı ezmesiyle birlikte.. Shanghai'dan, tarihi değerleriyle de ünlu olan Başkent Beıjing'e geçtik. (Pekin'in adı, artık boyle söyleniyor.) Şehrin, unune ün katan ne merkezindeki, "bir zamanlar imparatorlugun vönetildiği" saray olan "Yasak Şehir" ne de dunyanın 7 harikasından biri kabul edilen Çin Seddi idi. Son aylarda, başkentin adını dünyaya duyuran, en onemli yeri Tienanmen Meydanı'ydı. "Daha çok demokrasi" isteyen universiteli gençlerle polisin çatışması bu meydanı ünlendirmişti. Belki de dunyanın en büyük meydanı. Haziranda 1000'e yakın gence mezar olan meydanda, bu kez oğrenciler yerine askerler nöbet tutuyordu. Dunyanın dört bucağından insanların görmeye geldiği tarihi Çin Seddi'ni ziyaret ederken, bize mihmandarlık yapan Çinli görevliye, 6 bin km uzunluğundaki bu büyük duvarın neden yapıldığını soruyoruz. Mihmandarımız bir taraftan "O zamanlar diışmandan korunmak için yapıldı" derken, diğer taraftan onarılan bölümleri işaret ederek, "Şimdi de iurizmi korumak için yapıyornz" diyordu... in mutfağının en ünlti yemeği "portakallı ve kestaneli ördek." Nefıs bir yemek. Ancak her gün yenecek bir şey de değiL Bir arkadaşımız mutfağa girdi ve bol acılı ezmesiyle nefıs bir et sote hazırlayıverdi. tDRİS AKYÜZ SHANGAİ Rejimi ve dunyadaki yeri ile "kapalı kutu" olma özelliğini koruyan Çin Halk Cumhuriyeti'nin liman kenti Shanghai'de, karaborsa döviz nasıl bozdurulabılir? Portakallı ve kestaneli "ördek" yemeği ile ünlü zengin Çin mutfağında, Türk usulü "et sote" nasıl yapılabilir? Sanghai'nin tkinci Dünya Savaşı'ndaki ünlü "Peace" Oteli'nde, 60'lık Çinlilerin yaptığı "caz" müzi|i guzel mi çirkin mi olur? Başkent Pekin'in 70 km kuzeyindeki ıarihi set, korunmak için mi, "korumak" için mi, yapılmış? Sokak kadınları, yabancı konuklan eğlenceye nasıl davet eder? Bazılarının sistemle çeliştiği bu sorularla karşılaşmak ve yanıtlannı bulabilmek için herhalde Çin'i ziyaret etmek gerek. Eğer, bunun gibi bir fırsat yakalayabilirseniz, belki, daha farkhlarını da yaşayabilirsiniz. Biz, böyle bir olanağı, tstanbul Buyukşehir Belediye Başkanı Nurettîn Sözen'in Shanghai ve Pekin gezısine katılarak elde ettik. tstanbul ve Shanghai "kardeş" şehir Yer altından caz notaları Frankfurt'un göbeğinde bir "Caz Bodrumu" var: Jazzkeller 66 metre karecik alanda, her yaştan, her kıhktan insan büyük bir sessizlik içehsinde caz müziği dinliyor. KADRİ GÜRSEL FRANKFURT Naziler cazdan nefret ederdi. Çünkü zenci müziği idi caz. Aşağı ırkın ürünüydü, çalınmamalıydı. Cazı resmen yasaklamadılar, ama çalınmaması için ellerinden geleni yaptılar. Nazi doneminde caz müziği faşist baskı altındaydı, sonra özgürluğüne kavuştu. Caz müzisyenleri kulüplerinin kapısına Nazilere karşı erkete dikip Naziler içeri girdiğinde, cazdan tangoya seyirtmek zorunda değillerdi artık. Frankfurt'un göbeğinde Goethe caddesi yakınlarında, Kleine Bockenheimer sokağında alüminyumdan yapılmış, bir "caz anıtı" var. Bazı yerlerinden kopmuş, yamuk yumuk, deforme olmuş bir sol anahtan bu. Anıtın hemen karşısındaki giriş kapısıııda "Jazzkeller" yazıyor. Jazzkeller "caz bodrumu" demek. Basit, sıradan bir tabela. Ok işaretini izleyerek iki kat aşağı iniyorsunuz, gitar, kontrbas ve davul sesleri giderek artıyor, artıyor ve 15 mark giriş ücretini odedikten sonra cazın bodrumuna ulaşıyorsunuz. 66 metre karecik bir alan. Her kıhktan ve her yaştan insan, sohbeti bırakmış koyu kırmızı tuğladan kalın sütunlar ve kemerlerin altında şarap ve biralarını yudumlayarak muzik dinliyorlar. Sadece müziğin sesi duyuluyor. lçki isteyenler yerlerinden kalkıp baıa gidiyor, sonra sessizce barmene ne istediklerini soyluyorlar. Aralannda hemen hiç konuşmuyorlar. Saygı var. Belli kı muzik dinlemeye gelmişler, kafa çekip çene çalmaya değil. Sahne işlevini goren alçak setin üzerinde çalaıı gitarcı ve kontrbasçının ne kadar iyi olduğunu anlamak için cazdan çok iyi anlamaya gerek yok. Caz Bodrumu'nun öyküsünü kulübün kurucularından 70 yaşındaki Carlo Bohlander den dinliyorum. "2. Dünya Savaşı'ndan öncesi burası artık varolmavan bir evin şarap mahzeni imis. Sa\aş sırasında sığınak olarak kullanılmış. Amerikan ve İngiliz bombalan altında yanıp yıkılan Frankfurt'ta daha bunun gibi nice şarap mahzeni, sığınak işlevi görmuş o sıralar. Ben savaş sonrasında Paris'teydim. Orada "Domicile du Jazz" adlı bir kulupte trompet çalıyordum. Sonra Frankfurt'a yerleştim ve burada boyle bir yer açamaz mıyız dive duşündum ve burayı buldum. Haziran 1952'de Jazzkeller'i açtım." Nazi doneminde baskı altında Yerattmda caz Frankfurt'ta caz bu sığınakta başladı, 37 yıMır aralıksız süruyor. yasayan cazın savaş sonrası bir sığınakta ozgürlüğü tadabilmesi tuhaf bir duygu veriyor. Savaş sonrası caz bir özgürlük patlaması yaşıyor Almanya'da. Müzisyenler "Jamsession" yapıyorlar, herkes dinlemeye koşuyor ve caz Frankfurt'ta ilk kez bodrumda başlıyor. Amerikan ordusunun cazsever askerleri mesailerinden sonra bu bodruma koşup "caz partileri" düzenliyorlar. Bohlander, bu sığınağın savaştan sonra uzun bir süre üzerindeki evin yıkıntıları altında kaldığını, 1951'de molozlann kaldınlmasından sonra yüzeyin tamamen asfaltla kaplandığını söyledi. 1956'da yeni bir bina dikmişler Jazz Bodrumu'nun üzerine, inşaat sürerken yeraltından hep müzik sesi gelmiş. Kimler gelmiş, kimler geçmiş; Jazzkeller ününü biraz da onlara borçlu. Dunyanın en unlu caz ustaiarı Jazzkeller'de çalmışlar. Johnny Hadges, Dizzy Gillespie, 3 Evin'den 6 kulakçığı Lionel Hamplon, Jutta Hipp, Ro> PK 34 81132 Üsküdarİstanbul ödridge... Chet Baker son konserlerinden birini burada vermiş. adresine hemen gönderin, Dizzy Gillespie"nin Aralık 1988'de 30 Beyaz Otomobil'den biri sokaklara taşırdığı kalabalık hâlâ anlatılıyor. Ünlü tromboncu sizin olsun. Emil Mangelsdorff son olarak 29 Ekim'de Jazzkeüer'deydi. Nefis Fransız ve ltal>an şdrapları eşliğinde her akşam bir başka grup, bir başka muzisyen var burada. Minkli bayanlar ve punkçular ayn masada. Frankfurt'tan Amsterdam'dan Amsterdam'a giden insanın ilk görmesi gereken yer, "Kırmızı Fenerler Sokağı." Ne menem bir yer olduğu adından belli değil mi? Zinanın ardından ne gelir: Bina! İSMET BERKAN AMSTERDAM Bazı şehirler vardır, ne mal olduklan daha ilk bakışta anlaşılır. Amsterdam, özellikle biz Türkler için aşama aşama keşfedilmesi şart olan şehiılerden. Neden? Çünku biz Turkler böyleyiz! Birinci aşama, kırmızı fenerler. Dunyanın, adı "şehir" olan hemen her yerinde bir "Kırmızı Fenerler Sokagı" vardır. Malum, işin içine kırmızı fener girince o sokak, fahişeler sokağ\ oluverir. Amsterdam, belki de dunyanın en gelişmiş seks endustrisine sahip. Adım başı bir seksçi ('sex shop") ve seks müzesi, "live show" (yani naklen aganigi) ve camekânların ardm Zinasıyla, binasıyla dan pazarlık yapılan yarıdan fazlası Surinamh (hani şu meşhur Gullit'in ülkesi, Hollanda'nın seksi, pardon eski sömürgesi) dilberler... Cinselliğin ve cinsellikle ilgili şeylerın böylesine ayağa düşmesi, biz alışık olmayanlar için pek hoş değil tabii, ama yapılacak bir şey yok. "Zina ile bina artınca..." Bina dedim de ikinci aşama tabii ki mimari... Amsterdam, mimari açıdan gerçek bir açıkhava muzesi. Istanbullulann ve Türklerin hiç alışık olmadıkları bir şey Amsterdam'da ayakta duruyor. Bu, 400500 yılhk bir mimari süreklüik. Bu konularla biraz ilgilivseniz, hemen şehrin hangi mahallesinin aşağı yukan hangi tarihlerde inşa edildiğini kolayca çıkarabilirsiniz. Her evin tepesindekı çengeller, birer "merkantiHzm haürası" olarak yeni yapılan binalara bile konuluyor. Tabii kımse balya balya tutünu, fıçı fıçı içkiyi o çengele taktığı makarayla evinin ust katındaki deposuna kaldırmıyor. tçki... Aibert Camus'nün ünlü romanı Düşüş'ün başında bir "caîe" tarif edilir. Kahramanımız burada ardıç likörü içer ve macerasına başlar. Luis Bunuel, Madrid'in ve Meksika'nın barlarında "dr>' martini" içerik hayaller kurarmış. Ardıç liköru de bu işler için fena bir içki değil. Nedense Paris'in "cafe"leri unludur. Oysa Amsterdam'ınkilerin Paris'tekilerden hiç aşağı kalır tarafı yok. Hele kanal kenarına denk gelenler... Kanallar ve köpruler, Amsterdam keşfine çıkanlar için dördüncü aşama. Bu şehir, kanallaria orulmuş bir dantela. Köpruler de kanalların kenar susu. Sakın turistik kanal turuna çıkmayın. Kendi kendinize yüruye yurüye kesfedin bu güzelliği. Yurüye yurüye keşfedin kanallann merkantilizmin doğumuna olan katkısmı. Hollanda, bildığinız gibi özellikle Rerabrandl ve Van Gogh'la gurur duyuyor. Amsterdam'a gelip de bu iki sanatçının doğum yerleıini ve nıuzelerini keşfetmemek olur mu? Etti mi size beşinci aşama! Amsterdam, aslına bakılırsa bir müzeler şehri. Şehrin kendisinin bir açıkhava mimari muzesi olduğunu soylemiş miydim? Yanı sıra neler var neler? Seks tarihi muzeleri, devasa bir şehir muzesi, çok iyi bir arkeoloji muzesi, inamlmaz gibi gozüken bir işkence muzesi ve daha neler neler? (Mesela, uyuşturucu muzesi!) Bu şehir korkusuz ve huzur dolu, barış dolu bir şehir. Parkta yürurken yanınıza yaklaşıp "Do >ou wanl coco" diye sorabiliyoılar ve "İNo" dediğinızde de hiç ustelemıyorlar. Gecenin l'ınde, 2'sinde 1718 yaşmda kızlar bisıkletleriyle fing atabiliyorlar ve başlarına hiçbir şey gelmiyor. Ortada polis de >ok. şiddeı de... Oysa Londra lx>vle mi? tnsan skinheadleri goıunce yolunu değıştirıyor, punklar toplu halde zincirlernle dola>ı\or. Amsıerdanı'da bovlj şcvlcr lııc yok. Eıtı mi vedı. Uıe \edi dersıc \nı^ıcrdanı. Evin kazandırıyor 07DAIOJ5/C UNUTMAYIN: ÇEKİLİŞ 20 KASIM'DAI^ACELE EDİN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear