25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
11 EYLÜL 1988 CUMHURİYET/7 'Çılgınlık ekspresf turu yuzyıhn sonunda, Tanga limaıunda demiryolu inşaatına başlayan Alman sömürgeciliğiyle yarışa giren lngilizler, MombasaKampala hattını döşemeye karar verdiklerinde Londra gazeteleri bu girişimi "çılgınlık ekspresi" (lunatic express) olarak etiketlemişlerdi. Doğu Afrika sahilini kara kıtanın bağrındaki Victoria Gölü kıyılarına bağlayacak 580 mil uzunluğundaki bu demiryolunu kim, ne kadar kullanacaktı? Dahası çolleri, dağları, Afrika'nın balta girmemiş ormanlannı ve bataklıkları kesecek olan bu proje, hangi insan gücü ile gerçekleştirüecekti? olarak beliren Hint azınbğın buNe ki tngilizler, Doğu Afrika'daki yük babaları olan bu işçilerin çosömurgecilik seruveninin başlan ğu Hindistan'dan getirilirken, ne gıcını oluşturan bu muhteşem gibi guçlukler altında çalıştırılaprojenin üstesinden gelecek for caklarından habersizdıler. Beş bumulü bulmakta gecikmeyecek ve çuk yılda tamamlanan demiryo1895 yılında, Hindistan'dan getir lu ile birlikte Tsavo'nun aslanladikleri binlerce "göçraen işçi"yle rına yem olan 29 işçi tarihe geçerişe koyulacaklardı. Doğu Afrika' ken, "Coolies" olarak hatırlanan da şimdi hâkim ekonomik güç yüzlerce Hintli işçi dizanteri, sıt Mombasa'dan Londra'dan NİLGÜN CERRAHOĞLU MOMBASA Ondokuzuncu Alman ve Ingiliz sömürgecilerinin 19. yüzyıl sonundaki rekabetinin ürünü olan ve Hintlilerin kanıyla döşenmiş Mom basaKampala demiryolunun Kenya'daki bölümü, şimdi ilginç bir turizm animasyonuna sahne oluyor. Çılgınlık ekspresi turlarından söz ediyoruz. TANZANYA ma, sarı humma, çeçe sineklerinin taşıdığı uyku hastahğma ve bunaltıcı sıcağa kurban gittiler. İşte Hintlilerin kanıyla döşenen bu çileli demiryolunun MombasaNairobi ayağı, şimdi Kenya'da ilgi çeken turizm olaylarından biri. Günlerce toz toprak yutarak safari parklannı gezen turistler, ülkelerine dönmeden once birkaç gün de kıy\ şeridindeki lüks otellerde güneşlenmeyi yeğliyor. Çoğu başkentten, Hint Okyanusu kıyısındaki Mombasa'ya bu trenle geçiyor. Ingiliz sömürgeciliğinin görkemli günlerini hatırlatan gece treni, en rağbet göreni. Saat tam 7'de Ingilizlerden kalma dakikliğiyle Nairobi'nin kolonyal stildeki küçük, fakat hareketlı istasyonundan ayrılan trenin uğurlayıcilan hemen her zaman yolcuların sayısını bastırıyor. Istasyonun "Upper Classes" yüksek sınıflara ayrılan restoran baıında, içki içmeye gelenlerin çoğu, tren yolcuları değil, örneğin, canlı atmosferiyle oyalıyıcı ve kentteki karşıttanna göre ucuz bir uğrak yeri olan bu bara akşamları işten çıkış saatlerinde gazeteciler ve serbest meslek sahiplerinden oluşan, yalnız siyah müşteriler rağbet ediyor. tkinci ve üçüncü sınıf yolculara ayrılan bekleme salonlarını ise, ağır su güğümleri gibi başla, nnın uzerinde taşidıklan bavullan ve kalabahk aileleriyle Afrikalı kadınlar dolduruyor. Birinci sınıf Kopenhag'tan 'Erkeklerinize bayıhyoruz' FERRUH YILMAZ KOPENHAG Atlası açıp Danimarka haritasına biraz dikkatli, biraz da hayal gücünüzü zorlayarak bakarsanız, nezle olmuş, burnunu çekmekte olan birini görürsünüz. Güneşin kışları semtine bile uğramadığı, yazları ise yağmur bulutlarıyla kapkaç oynadığı, bu iklim açısından bahtsız ülkenin cebi görece dolu insanları, tatillerinle güneşi aramaya çıkarlar. Bu yü2den de tatücilerin ilk hedefi Akdeniz'dir. Her ne kadar kano tatili için komşu Isveç'e, ucuz alışBu paket turcuların yanı sıra, veriş için de AJmanya'ya inilse de tatilde ille de Akdeniz, ille de Ak Türkiye'yi baştan başa dolaşmaya meraklı genç bir kesim daha deniz'dir. var. Bu kesimin başmda, buradaTatillerini, yaz tatili, kış tatili, ki göçmen sorunlarıyla uğraşansonbahar tatili ve ilkbahar tatili lar, göçmen çocuklarına öğretdiye bölmeye ahşkın Danimarka menlik yapanlar ya da şu veya bu lılar için yaz tatili daha kısa bir za şekilde göçmenlerle ilişki içinde man dilimine sığdırılmak zorun olanlar geliyor. Bu kesim inatla da kalındığından, ucuz, aıtıa ay her yıl Turkiye'ye gidip, özellikle nı zamanda uçağından oteline ka göçmenlerin geldiği köyleri ziyadar bir dizi hizmeti toplu halde su ret ediyor, Danimarka'da başka nan paket turlar tercih edilir. Pa bağlamlarda gördüğu Türklerin ket turlann büyük bir bölümü ise kendi ulkelerinde nasıl yaşadığıbir "Akdeniz" ülkesi olan Ispan nı öğrenmeye çalışıyor. Türkiye"ya kıyılarına, özellikle Mallorca'ya deki yaşam biçiminden, buradadüzenlenir. Net asgari ucretin al ki davranışlanmn ne anlama geltıda birük miktarıyla uçak ve otel diğini çıkarmaya çabalıyor. Yani dahil bir hafta tatil yapılabilen tam bir antropolojik çalışma yaMallorca'ya giden turistlerin, yerli pıyorlar. halktan birilerine rastlaması ihtimaline karşı her önlem alınmıştır ve tatil, otelin havuzu, lokantası ve barı arasındaki üçgen içerısinde, ucuz içkiye katık edilir, yenir yutulur. Mallorca'ya gidenler için tatil, havaalanının transit salonundaki barda başlar ve dönuşte uçakta satılan gümrüksüz içkilerden son damlasına kadar yararlanılarak bitirilir. Tabii ki Akdeniz demek Mallorca demek, tatilci demek Mallorcacı demek .değildir. Ispanyanın yanı sıra Fas, Tunus, Italya ve de Yunan adaları pek revaçtadır. Lakin buralara gidenler otelin havuzu, lokantası ve barı dışında da bir şeyler görmek isterler. Yerli halkın nasıl yaşadığını merak ederler. Bu tür İblklorik tatile merakı olanlar son iki yıldır Turkiye'yi tercih eder oldular. Tabii bunda ucuz paket turlann Türkiye'ye de duzenlenmeye başlanmasının buyuk rolu var. mimi konuşunca gördukleri yoğun "ilgi"nin niteliği değişiyor. Her ne kadar şimdilik yedikleri kazıklan, turistliğin doğal bir parçası olarak görseler de, özellikle kızlar, yağız Türk delikanlılanndan gördukleri yoğun "ilgi"ye pek hoş gözle bakmıyorlar. Türkiye1 deki renkli gazetelerin "Türk erkeklerine bayılıyorum" terançlerinin aksine, kendi ulkelerinde doğal saydıkları haklannı kullanmanın, Turkiye'de yanlış yorumlaıımasından rahatsız oluyorlar. Danimarkalı kızların aklına Türkiye denince, kaçınılmaz olarak hepsi kaytan bıyıklarını buran ve "önüne gelenle \atan" bu kızlann neden bir geceyi de kendilerine ayırmadığını anlayamayan erkekler topluluğu geliyor. Asıl mesleği çizerlık olan, ama bunun yanında hem hobi olarak hem de ek bir gelir sağlamak için göbek dansı yapan Bente. "Turkive'de de sana nasıl bakacaklannı bile bile danseder miydin?" sorusunu cevaplarken. bu durumu çok güzel özetliyor: "Tabii. Avrupalı ve sanşın bir kız olarak zaten gereken saygıyı göremiyorum. Türk erkekleri sanşın Avrupalı bir kızı zaten bir insan olarak degil, yalması kolay bir dişi olarak algılıyorlar. Bu durumda bir de dans ettiğim için saygı göslermeseler ne çıkar." Durum böyle olunca da Turkiye'ye giden, hatta çok beğenen insanlar bir dahaki tatillerini Turkiye'de geçirme konusunda ister istemez duraklıyorlar. "Dayanılmaz Türk erkeklerinin" iticiliğiyle keşfedilmeyi bekleyen Türkiye'nin çekicılıği arasmda bir türlu karar veremiyorlar. vagonlarda yerlerini alan yolcular hemen hemen tamamen A\rupalı turistler ve resmi takım elbiseleriyle blucinli turistlere tam bir tezat teşkil ederj birkaç Kenyalı politikacıdan oluşuyor. Melodik bir gong sesiyle birinci sınıfın keten örtüleri kolalanmış restoran vagonuna davet edilen yolcular arasmda yalnız iki siyah müşteri var örneğin. Bunlardan biri, siyah ince çizgili takım elbisesinin göğsunde kendi fotoğrafından yapılmış ilginç bir rozet taşıyan bir parlamenter, diğeri de masa komşum öğretmen okulu hocası Magdelena. Masaya oturur oturmaz, tavandaki 4O'lı, 50'li yıtlardan kalma bir düzine vantilatör ritmik hareketlerle çalışmaya başlıyor. Açık pencereler ise saatte 6070 kilometre hızla giden bir treni bile boş bırakmayan sivrisineklere karşı monte edilmiş kalın tel örtülerle korunuy'or. Masanın üzerindeki Sheffield gümüş kaplama takımların kaybolan parçalarını tamamlayan metal çatal bıçaklar dışında, yemek servisi töreni 25 yıl önce lngilizlcrin brraktığı gibi aynen devam ediyor. Siyah ciltlerini büsbütün karartan beyaz kolalı üniformalar içinde garsonlar, servise Fransız şaraplanyla başlıyor ve zengin bir peynir tabağı servisi ile son veriyorlar. "Çılgın ekspres" Nairobi'nin bulunduğu 2 bin metrelik irtifadan, Mombasa'nın bunalua, nemli sıcağına doğru inmeye başlıyor. Gece yarısı filleri ile ünlü safari parkı Tsavo'yu geçerken, parlak bir dolunay biteviye uzanan savanaya gümüşsu bir ton veriyor. Çoğu elierinde "Oul of Afrika" ya da "While Misdıief" gibi kolonyal döneme ait kitaplar taşıyan turistler, birinci sınıftaki iki yataklı rahat kompartımanlarına çekiliyorlar. Trenin en arka vagonlarındaki üçüncu sınıfı çoluk çocuk dolduran siyahlar ise, Mombasa'ya dek çoğu kez ayakta, uzun ekvator gecesinin sıcak saatlerini saymaya koyuluyor. Süper güçler arasında bir zanıanlar teknoloji ve prestij yarışının simgesi olan Mombasa treninin yorgun vagonları arada bir birbirinden koparcasına sallanıyor. Birmingham Belediyesi cenaze fiyatlarında yeni uygulamalar başlattı. Şişmansan, cenazen de gecikirse, yandın. Fazladan dünyanın parasım ödüyorsun. EDİP ÖYMEN LONDRA Birmingham ken Bu hafta cenazen ucuz olsun Tuna üzerinde bir sal turu. Mavi yolculuğa çaresiz bir alternatif gibi. Stuttgart'tan Sal birden hızlanıyor. Kıvıya sürükleniyor. Ve derken Tiına yeniden sakinleşiyor. Kıyıda güneşlenenler var. Bikinili kızhra ıslıklar, el sallamalar. Yolculuk sana yakışıyor TUna... AHMET ARPAD STUTTGART Dalları sulara değen söğütleı, upuzun sazlar, yemyeşil çayırlar, ekili tarlalar kayıp gidiyor yanımızdan. Yazın bu son günlerinde guneş ılık. Doğa alışılmamış renklerde. Balıkçıl kuşları üzerimizde. Guneşe uçuyorlar. Kanatlan saydam, tatlı sarı ışıkta pırıl pınl. Gözün alabildiğine çayırlar ötesinde beyaz kiliseler, yeşilin koyusu ormanlar, küçük köyler. Zaman durmuş gibi. "Yaz aylarında Almanya giizelin giizeli. Nehirlerinde yapacağın bir sal yolculuğunda sindirirsin rnhuna bu doğa güzelliğini." Mark Twain'in 1880'lerde soyledikleri yüzyıl sonra da geçerli. Upuzun sal kayıyor Tuna'nın sularında. Üzerinde insanlar. Meseli. Bazıları ayakta. Küçük orkestranın New Orleans melodileri coşturucu. Ellerde bira bardakları, şarap kadehleri. sürükleniyor. Salcılar uzun sopalan bütün güçleri ile kavnyor. Neşeli insanlar susuyor. Caz devam ediyor. Sogütlerin suya değen dalları sala çarpıyor. Kadınlar bağrışıyor. Başlar aşağı. Salcılar sinirli. Sular kaynıyor. Uzun ağaçların arasından gurulduyor. Her yanda dalgalar, köpür köpür. Doğada bir hareket. Bir haykırış. Yaban ördekleri havalanıyor sazlar arasından. Bağıra çağıra, kanat çarpa çarpa. Orkestra susuyor. Güçlü adamlar salı kıyıdan kurtarıyor. Akıntı azalıyor. Tuna yine sakinleşiyor. I. Maxmilian ve Max Emanuel sallarla ilerlemişti bu nehirde, Viyana'yı Türklerden kurtarmak için. İnsanoğlunun ilk taşıma araçlanndan sal, taş devrinde gölleri ve nehirleri geçmek için kullanıhrdı. 18. ve 19. yuzyılda Almanya'da bir sal endüstrisi gelişmişti. Yüzlerce metrelik sallar ile Karaormanlar'dan ağaçlar Hollanda kıyılarına savaş gemisi yapımına taşınmış durmuştu. Her salda yuze yakın insan çahşırdı. Kaba ve içkiye dayanıklı, kavgacı erkekler. ' Karadeniz'e tinde şişman olup da Öbür dünyaya göçenlerin cenaze masrafları çoğalır oldu. Zenginlere sorun yok. Ama ya yoksullar? Yoksullann şişmanı da her nasılsa olur elbet. Ama şişmanların Birmingham'da ölmesi artık o kadar pratik değil. Belediye, eni 57.5 santimden geniş tabutlarda her 2.5 santim için yaklaşık 20 bin lira ek ücret almaya başladı. Merhumun 57.5 santime sığmadığı, iki gün önceden haber verilmezse o zaman belediye, kederli aileye ceza gibi bir 30 bin lira daha fatura kesiyor. Bu da yine her 2.5 santim için. Gömme masrafı da ayrı. Belediye ne yapsın? Tabutlar genişledikçe mezar kazma işçiliği artıyormuş. Böylece kann bölgesinde toplanan ve atılamayan yağ tabakası için öbür dünyada bile masraf kapısı hazır. Mezarlıklar müdürü de şişman. "Herhalde cenazem için bir servet gerekecek" diyor. Bu kadarla kalsa iyi. Cenazenin, mezarlıkta tam saatinde bulunması şart. Her 15 dakikalık gecikme için ceza taksimetresi 10 sterlin. Yani 25 bin lira yaayor. Belediye bunu cansiperane biçimde ytiklenmiş bir kere. Ama merhum için " ö n c e " verilen fiyatla, vefattan sonraki ölçümler birbirini tutmazsa ne olacak? Fiyatlar arasındaki farklar yüzünden çıkacak tartışmada kim hakem olacak? Bunu kederli aileye anlatmak da ayn bir dert. Bir rahip, belediyenin bu fıyat listesini "ölenlere saygısızlık, sag kalanlara da akıllannı kaçırmak için fırsaı" şeklinde değerlendiriyor. : f?" Türkiye, Danimarkalı turist için henuz yeni bir ulke. Gidip gelenlerin gorunurdeki izlenimleri hep olumlu. "Xürkler de çok misafirpervermiş" deyip, ballandıra ballandıra doğal guzellikleri, yemekleri, gördukleri ilgiyi anlatıyorlar. Lakin madalyonun obur yüzü bu yüzü gibi değil. Biraz daha sa Birmingham Milletvekili Cyril Smitb, gelmış geçmiş en şişman milletvekili. Eni tam 1 metre 40 santim. Cenazesi geç kalmasa dahi, belediyenin şıp diye keseceği Sal birden hızlanıyor. Kıyıya fatura 247 sterlin 50 penny tutacakmış; öyle hesaplamışlar. Yani neredeyse 650 bin lira. Smith, "Benim Birmingham'da ölecegiUzakta tepeler. Tepelerde bir mi sanıyorlarsa çok aldanırlar" f i I! manastır. Weltenburg manastırı. diyor. Mükemmel bir barok yapı. "SiAma zayıflara sorun yok. Hatyah birası çok lezizdir buranın" ta belediye, tam Thatcher'vari bir diyor yaşlı adamın biri. "Hele ta uygulama ile zayıflara fiyatta inrini ıhlamur ve kestane ağaçları dirim yapabilir. Hatta cenazenin nın golgesinde yudumlaması ne de azaldığı dönemlerde "fiyat indikeıifli olur." rimli haftalar" uygulayabUir. Her Kıyıda güneşlenenler var. Biki cenazeye birer kura numarası venili genç kızlara ıslık çalmalar, el rerek, isabet edeni "bedavaya" sallamalar. Yolculuk sona yakla kaldırabilir? Thatcher ekonomişıyor. tnsanlar yorgun, fakat ne si tamamen piyasa koşullarına şeli. Bira bardakları boş, şarap bağlı olduğuna göre neden olmasın? kadehleri de... Venedik'ten Nowhereland'den Nereden böyle? İSMETBERKAN NOWHERELAND Böyle bir yer yok! Zaten adı üstünde "Olmayan iilke". Peki nerede? En çarpıcı biçimde göründüğü yer, kara ve demiryolu sırur kapıları. Bir ülkeden çıkıp diğerine girene kadar kat edilmesi gereken 5060 metrelik yolun adı "Nowhereland." Bir de havaalanları var. Buralardaki "olmayan ülkeier" daha kısa. Uçaktan inip pasaport polisinin önunden geçene kadar sürüyor aııcak. Peki ne işe yarar "Olmayan Ülke?" Bir işe yaradığı falan yok. Geçip gitmek için ayrılmış bir yol sadece. Kara ve demiryolu sınır kapılannda iki ülkenin gümrükçüleri burun buruna çalışmasın diye, havaalanlannda da hemen uçağın kapısına gümrük polisi koymamak için böyle boşluklar icat edilmiş. Diyelim ki karayoluyla Kapıkule'den Bulgaristan'a geçeceksiniz ve Türk sımrından hemen sonra da fikir değiştirip geri dönmek istiyorsunuz. tşte bu durumda, "Nowhereland"in anlamı ya da anlamsızlığı iyice bclirginleşiyor. Çünkü gerisin geri ülkenize dönmekte büyük güçlük çekeceksiniz. GUmrükçüler size "Nerden geliyorsunuz?" dediğinde ne cevap vereceksiniz? Siz, aslında hiçbir yerden geliyorsunuz! Bu "Hiçbir yer"lerin özellikle havaalanlannda yüklendikleri bir başka fonksiyon var: Transit yolculann bekleme salonu olmak. Hele hele neredeyse dünyanın bütün ülkelerinin vize istediği bir ülkenin vatandaşıysanız, bazı yolculuklarda en az bir ülkenin havaalarunda, size ve sizin gibilere ayrılmış "NowhertUnd"lerde uzun saatler geçirmek zorunda kalıp, olmayan bir yerde bulunmanm keyfıni ve cefasını bir arada çekip, üstüne üstlük bu konuda felsefe bile yapmaya başlayabilirsiniz. Bu satırlann yazarı, tam bir hafta önceki pazar günü, sabahın erken saatlerinde Londra'nın Heatrovv Havaalanı'nda, "Nowberdand"in hem ne kadar anlamlı, hem de ne kadar anlamsız olduğu konusunda uzun uzun düşünme fırsatı buldu. Brüksel'e gitmek istiyordu, ama havayolu şirketi kendi koltuğunu bir başkasına veımişti bile. Üzerinde "O.K." ibaresi bulunan biletiyle uçağına binemiyordu ve aynı gün içinde Brüksel'e giden diğer uçaklarda da yer yoktu. Çaresiz, gidişini bir gün sonraya erteledi. Ama bunu yapmak için önce "Nowh«reland"den çıkması gerekiyordu. Bin dereden su getirmekle ünlü Ingiliz pasaport polıslerınin karşısına çıktığında ne diyeceğini bilemedi. Nereden geliyorsunuz? Hiçbir yerden! Efendim? öyküsünü pasaport polisine anlattı, polis öyküye inanmamayı aklından bile geçirmedi, ama ülkeye giriş için gerekli damgayı da bir türlu basmadı. Çünkü, "bir yerden gelmeyen birisi nasıl olabilir"di ve "bir yerden gelmedigini bile bile bir insan nasıl bir yerden geliyormuş gibi gösterilebilir"di? Uzun tartışmalar yapıldı. Yanlış anlaşılmasın, kimse zorluk çıkartmak arzu ve işteğinde değildi, sadece minareye kılıf uydurulmaya çalışıhyordu. Bizim gibi ayda yılda bir kere "Nowhereland"den geçen faniler bir yana, günde 8 saat buralarda görev yapan "Nowhereland*s men"ler bile bu durumda ne yapılabileceğini bilemediler. Kuşkusuz, içeride kalıp koltuklann üzerinde uyumaya çalışmak da mümkündü, ama bunu ne pasaport polisleri istiyordu ne de içeride kalıp bileti ertesi güne çevirmek mümkündü. Sonunda tartışma tatlıya bağlandı ve pasaporta gereken damga vuruldu. Ama olan, bu "anlamlı" tartışmada ezilen ve ufalanan sinirlere oldu. Bu kente de Dalan bulmalı 1800lerin ortasında Sidney Limanı. Mahkumları getiren filolar limanda boşaltılmayı beklıyor ve Avustralya böyle doğuyor. Maraşlıyık brother... Majestelerinin denizcilerinin yüz eili yılda ' 'ıslah ederek" sonunda "bir ülke" yarattıkları Avustralya'nın bu en büyük kentinde, Maraş Market'ten beyazpeynir tadıp Erzincan Kıraatnanesi'nden yayılan "Bu nasıl sevmek"i dinlemek. Gerçeküstü denen bu mu yoksa? NADİR PAKSOY SİDNEY 1500, 1600 te\ellütlü bir bölük Avrupalı denizcinin yüreğine keşif ateşi düşüp de yerkürenin peçesini arama arzusu belirdiğinde; güneyde, kuzeydeki karaları deııgeleyen büyük bir kıtanın, 'Terra Australis'in var olduğunu sanırlarmış. Ve bugünkü Avustralya kıyılarına ilk ulaşanlar, 'tşte bulduk, jaşastn'.' nidalarıyla bu adı vermişlerse de, 1700'lerden sonra özellikle Kaptan Cook'un seferlerinin ardından böyle bir şeyin olmadığına artık akılları iyice yatmış. Ancak daha sonraları, kuzeydeki kıtalara sağlayamadığı denge görevini, Avustralya bir başka yönden pek de güzel yerine getirmiş: Bü>ük Britanya Krallığı'na çok otelerde bir 'İmralı Adası' olarak... 'Taymis Nehri" kıyısında puslu bir 1787 mayıs sabahı. İngiltere'de fabrika bacalanrun yeni yeni tütmeye başladığı dönem. İşsiz güçsüz, ipsiz sapsız yığınların Londra'nın doğu yakası kaldınmlarında henüz boy gösterdif i gunler. On bir kalyonluk 'ilk filo', Britanya tacmın üstünden silkelediği 776 mahkumla donanmış olarak yelkenlerini fora etmekte. Mahzenlerde yakası en açılmadık küfürlerin bini bir para, prangalardan kan sızmakta. Hedef 'Terra Australis'in uçsuz bucaksız ne iduğübüinmeztopraklan. Kaptan Phillip'in kırbaç kadar katı yureğı de üç buçuk atmada. Kola> değil. Önunde en azından 67 aylık belirsiz bir yolculuk, yüzlerce azılı kopuk. Bir de şu Ümit Burnu'nun fırtınalarını telefsiz atlatabilse... 1788'in ocak sonlarına doğru Avustralya'nın guney kıyılarına ulaşılır nihavet. Kaptan, buguukü Sidney'in bulunduğu körfezi beğenip 'yükıinii' boşaltır ve hemen Red Kitvari bir kondu kurma girişimleri başlar: Kokanaların çaldığı piyanonun yeşil çuhalardan gelen iskambil şakırtıları arasında kim vurduya gittiği, boydan boya aynası sık sık delik deşik edılen bir 'Saloon'; önünde atların sürekli bağlı durduğu bir 'Hotel'; her an soyulma tehlikesinden başı dönmuş siyah kolluklu veznedarla tek bir çelik kasadan mürekkep bir 'Bank'; her kurşun sesinde ellerini keyifle ovuşturan baykuş surath nıezarcının durduğu 'Cenaze İşleri'; hır gürün dinmediği iskele meydanı... Hiç yoktan ortaya çıkan bu kasabamsı yere, zamanın sömürgeler bakanının adına izafeten 'Sidney' denir. Mahkumlar 'yarı açık' çalışacak, 'efendice' sürelerini tanıamlayanlara bir parça toprak verilip, evlenip çoluk çocuğa karışmalan, artık özgürce yaşamaları sağlanacaktır. beyler, beyaz tül şapkalı, uzun, kat kat etekli, korseden ince belli hanımlar akşam piyasasını doldurur. 'Early Grey" ukala beş çaylarının gözdesidir ya, nakliyattaki aksamalardan dolayı sık sık karaborsaya düştüğunde, Kalkuta'dan yüklenen 'Darjeeling' çayları imdada yetişecektir. Bevaz verandalı ahşap 'kolonyal' evlerin, çiftliklerin sayısı giderek çoğalmakta, kiliselerde akşam vaazlarının ardından 'Gallipoli'de (Gelibolu) güneş batmaz imparatorluğun bekası uğruna çarpışan Anzac'lı evlatları için dualar okunmaktadır... Sidney'den Bu yaz başka bir telaş aldı Venedikliler'i. Havalar sıcak gidiyor, rüzgâr da esmiyor ve sinekler, böcekler durmadan çoğalıyorlar. Günün bazı saatlerinde haşarat bututu o kadar yoğunlaşıyor ki, nemli ağır havanın da etkisiyıe her yere yapışıp kalıyor. MEHMET BASUTÇU Kokuya karşı ise maske kullamlmasını öneririz. 'Sineklerden nasıl korunnlalı' sorusuna gelince... Neden telli duvaklı gelinler gibi üzerimize birer cibinlik geçirerek dolaşmayalım? Ancak ttalyanlar sivrisineklerden korunmak için çok daha ilginç bir buluş ortaya attılar: Sivrisinek kızartma makinesi... Ve hemen uygulamaya soktular. Çok neşeli ve ince sesli bir alet bu kızartma makinesi. Önce uzun bir lamba var.. Mor bir ışık saçıyor. Gergin, ince tellerden örülmuş dikdörtgen biçiminde yassı bir kafesin ortasına yerleştirilmiş. Tellerin içinden elektrik akımı geçiyor... Bu alet nasıl mı çalışıyor? Efendim, İtalyalı sivrisinekler pek akıllı değiller. Goz göre göre, bu elektrikli sahncağa doğru tam hız pike yapıyorlar. Neden mi?.. Çok basit. Çünkü mor ışığa bıyılıyor bu hayvanlar. Sonra ne mi oluyor? Evet bildiniz. Kuçük küçük kıvılcımlar çıkıyor ince tellerden, çıt çıt çıt sesler duyuluyor... Küçuk balıklar için bir bayram başlıyor ki, ne bayram... Sivrisinekler kaskatı kesilmiş, tam kıvamında kızarmış bir biçimde, hoooop!.. Kanalda ağızları açık bekleyen bu hayvancıkların midelerine düşüyorlar doğrudan... Işte, Venedik Belediye Başkanının gücü ancak sivrisineklere yetmiş. Bula bula bu soykırım yöntemini bulmuş. Yeter mi? Yetmez tabii... Hem acımasız hem de beceriksiz bu adamlar. İki hafta önce, İsviçre'nin tertemiz gollerinden biri elan Leman Gölü kıyısındaki şirin Vevey kasabasında Şener Şen'le bu konuyu konuşuyorduk. Biraz düşündü. Sonra kısa ve öz bir yanıt verdi: "Venedik'e bir Dalan gerek. Ciddi söylüyorum..." Çok hakh. Önce, Venedik kirli "haliç'Merle dolu. Sonra, benzer sorunlar var. Üstelik burada açılacak yol olmadığına göre, yıkılacak eski bina da yok.. tkinci Dunya Savaşı'nın arkasından ülkenin göçmen politikasında 'ufak* bir değişiklik olur. Artık kapılar yalnızca 'WASP'lara (Beyaz, Anglosakson ve Protestan) değil, 'VVASP' olmayan diğer Avrupalılara da aralanır: Sen misin hafifçe aralayan. Hurraa!.. İspanyol mevhaneleri, Italyan pizzacıları, Yunan tavernaları caddelere renk, çeşni ve koku katar. Demir Perde'den kaçanlara, acımanın getirdiği yardımsever gözlerle bakılır. 60'lı yıllarda bu sefer de daha başkalan yüklenir: Vietnamlılar, Çinliler, Hintliler, Ortadoğulular ve bizimkiler. Değişimlere uvum sağlamakta guç\uk çeken yerhlere gelince, onlar da kendilerine ayrılan özel yerleKimi daha yolda, kimi yeni yer şim bölgelerine geri çekilerek bileşim bqlgelerindeki zorlu koşul ra kutulanna sığınmışlar. lardan, kavgadan, dövuşten, hasAğustosun kış sayıldığı güne^talıktan, yerlilerle kapışmaktan li bir pazar öğle sonrasmda, istiziyan zebil olsa da, 'anavatan'dan ridye kabuğunu andıran mimarigemi üstüne gemi gelmekte, Sid siyle göz dolduran opera binasıney'in nufusu kabarmaktadır. nııj yer aldığı meydanda, kelimeMahkum yollama faslı 1830'lara nin tam anlamıyla yetmiş iki budoğru son bulur. Bu kez de kal çuk milletten insamn sokaklardayonlar, talihini böylesi uzak ya ki devinimini izlerken tanıdım ban elierinde denemeye niyetlilerle Hakan'ı. Ailesi Ankara'nın Haydolmaktadır. Kasabanın çamurlu mana'sındaıımış; kendisi burada ana caddesinde siyah redingotlu doğmuş. Kızh erkekli WASP'lı VENEDİK Venedik kentinin ya\aş yavaş batmakta olduğunu biliyorsunuz. Bir milimetre, bir milimetre daha... Kaçış yok. Yılarkadaşlarına 'Turkish pizza'nın lardır aranan çözüm bulunamaz(lahmacun), donerli sandviçin er sa, Venedik günün birinde Akdedemlerini tattırırken tanıştık. On niz'in pis sularında kaybolup gibeş, on altı yaşlarındaydı, Turk decek.. Uluslararası uzun toplançe>i zorlukla konuşuyordu. "Bi tılara, bu konuya ayrılan büyük zim mahalleye de gelsene abi" de paralara, inceleme ve araştırma di ayrıhrken, "sana oralan da sonuçlarını içeren kalın dosyalagezdireyim, gör". 'Auburn', sa ra karşın şimdilik bir umut ışığı kinkrinin ağzında "O Burun' tren görülmuvor... le 45 dakika otede bir Sidney banKaldı ki, Venedik denize goliyösü. 'Erzincan Kıraalhanesi'ndeki teypten yürek paralayan ara muldüğünde, örneğin Kaş yakınbesk bir şarkı yayılıyordu, etek al larındaki batık kent "Kekova"yı tı şalvarlı, başörtülu, mantolu ve denizden gezer gibi, Venedik'e de de kalın ökçe pabuçlu kadınların gemilerle su yüzünden bakmanın, ikişerli uçerli urkek ürkek gezin keyifli mavi yolculuklar yapmadikleri sokağa. 'Maraş Markel' nın mümkün olabileceğini hiç te beyaz peynir ve rakı aranırken sanmıyorum. Sular her geçen yıl dükkân sahibi coşkulu anlatıyor daha çok bulanvyor, kirleniyor du: "Biz Maraşlıyız, daha dogru çünku... Ancak bu yaz başka bir telaş alsu Kahramanmaraşlı. Siz ne taraflardansını/? Samoa'dan, Pasi dı V'enediklileri. Daha kenı batfik'ten gelip İstanbul'a mı dönü madan tası tarağı toplamak zoyorsunuz?.. Hekimlere Turkiye' runda kalacaklanndan korkmaya de mecburi hizmel mi ne koy muş başladılar. Havalar sıcak gidiyor, lar. Yoksa size kurada orası mı pek rüzgâr da esmiyordu. İri iri yosunlar giderek büyüyor. kanalçıktı?.."... lan sevımsiz bir koku kaphyordu. Yapılamla. diikkânlanyla, giy Sinekler, böcekler durmadan çosileriyle, dıiello, yargılama \e kır ğalmaktaydı. Gunün bazı saatlebaçlama sahnelcriyle o eski praıı rinde haşarat bulutu o kadar yoga gıinlerinin li>alromsu gosleri ğunlasıyordu ki, nemli ağır havaler sunularak canlı bir şekilde ser nın da yardımıyla her yere yapıgilendiği 'Eski Sidney Mıize şıp kalıyorlardı... Vıcık vıcık olan Kent'in girişinde, cumbuşu andı raylar üzerinde trenler patinaj yarır bir çalgmın eşliğindeki şarkıcı pıyor, Maıco Polo Havameydayanık İrlanda kır ezgileri soyle nı'na uçakFar inemi>ordu. Hem mekteydi. Bu yılın ocak ayında turistler heın de yerli halk sıcak'ilk filo'nun Sidney kıyılarına tan, kokudan, böceklerden ve sivayak basışının iki yuzuncü yıldo risineklerden vaka silkmeknümu dünyanın dört bucağından leydiler. gelen yelkenli gemilerin katıldığı Heı kes bir çozum yolu aranıakgörkemli torenlerle kutlanmış. tavdı. Beyin hücrelerimız tam varMahkum soyundan olnıak utaııı diya çalışmava başladılar. Sıcağa lacak bir olgu değilmış artık karşı hemen bir önlem bulduk: Avustralya'da. Akşam inerken Lüks otellerin, her birinde müşkente dönduk. Güneş gökdelen terinin dılediği ısıya ayarlayabillerde kmlıyordu. Korfezin iki ya diği özel ha\a soğutma duzeni kasını birleştireıı, Sidney'in o ta olan, geceliği bir milyon liralık rihı demir köprusunun altından odalanndan kanallar cam acmaçok sular akmıştı anlaşılan... dan da seıiıı seriıı sevredilebilir.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear