23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER miyi yürütecek kırık bir demokrasi uygulayacaktır: Partisi içindeparlamento içindeülke içinde, "tekçi bir egemen"in, dur durak tammayan "sulta"sı ile kırılmış bir demokrasi!.. elçilerince bildirilen; bir 12 Martçıya da yinelettirilen; Suud Aramco'culannca ekonomik lifleri örülen; sentezcilerimizin de, bir geçmişe tutku ile, ağına düştükleri çıkmaz döngüdur bu... Tarİhİn getİrdİğİ Ve bu döngu, Osmanlıdan başlayıp, 1919 ve ötesi devrimcileri ile, tarihsel kişiliğini bulmuş olan "Türkiye'nin Gelişimi Süreci"ne terstir. Türkiye, sömurgen kapitalistik dünya yaranna bir ekonomi çemberinde ve onu bir "tekçi" egemenin sultası ile yurütme dönemini geride bırakmıstır. Daha XIX. yüzyıl sonlarında, ilk Osmanlı Düzelticileri (ıslahatçıları), 1807 Âyânı, 1839Tanzimatçıları, 1876 Meşrutiyetçileri, 1908 Genç Türkleri ve İttihatçıları, 1919 Mustafa Kemal devrimcileri, neler yapmışlardı? Bir tek paragrafa sıkıştırarak söyleyeiim: Aydınlanma çağımnAmerikan ve Fransız devrimlerinin ve sonraki yönetim ve sanayi devrimlerinin gereği olan duşünsel, siyasal, yönetimsel kurumları, parlamento gibi ulusal istenç mercekJerini getirmişlerdir. Bunlarla göksel HalifeSultanın Tanrıdan aldığı göksel niteli egemenük gücünü, yeryüzüne indirmişlerdir. Onu, siyasal ve hukuksal açılardan, "Insan hakları" ile sırurlamışlardır. Ona, önce halk ortaklığını, sonra da, ona, tekel halinde, halkın sahipligini getirmislerdir. Hele, 1919 Ihtilalcileri, Mustafa Kemal ile, Türkiye'yi, "yukte ve gönençte dengede tutacak bir 'yapısallık' demek olan bir ulusallık içinde, bütün boyutlarında ve içeriklerinde bir değişmecilik olan bir yenileşmeciliğe yöneltmiştir. Tarihiıııize Terslik... Sosyal gelişim, içteki ve dışîaki gericilerin işine gelmiyor. "Bu gelişme, 'terör' getirir" diyorlar; onun için, "bu gelişmeyi frenlemek gerekir" diyorlar. "Zehi hayall.." ve tarihe ne terslik!.. Halkımız, bu frenci tahakküm manevralarını sezecek bir olgunluğa ulaştığını, %49'ları, 36'lara, 35'lere indirmeleriyle gösteriyor. Daha da gösterecek. PENCERE Ezik ve Yanık... 3 KASIM 1988 Prof.BAHRİ SAVCI Bilinmesi gerekir ki ve ANAP içindeki iyi niyetli kimi parlamenterlerle, yüksek duzeydeki kirni parti yöneticileri de bilmelidir ki ve en sonunda, SHP'nin solculuğundan "milli ve manevi gelenek tammayan" Müslümansızlıklanndan; DYP'nin de, eski oyunlarından ve de, bütün eski önderlerin, Türkiye'mizi, 12 Eylul öncesine götürmesi masallarından korkarak, o yalnız Türkiye için değil, bütün gelişmekte olan ülkelerde ve de kapitalistik liberalizrnin besiği ülkelerde bile, seçeneği olmayan "Kralönder"e oy verenler de bilmelidir ki, onun, ANAP'ı da "tahakkum"ü altına alarak uyguladığı politikalar, ne Bat; çağdaşlığının gereği olan bir ileri ve geniş ekonomiye ulaşmak içindir; ne de, Batı çağdaşlığı ile bütünleşmek içindir. Bu politikalar, enindesonunda, Türkiye'yi de, ancak, dünya sömürgen kapitalizminin uyduluğu altında, o sistem ile bütünleştirmeye yöneliktir. Bu politikaların içinde, sentezci bir Türkiye'nin, ilerde, Suud'un Islamları, bir "dinsel politik yapı"da birleştirmesine yarayacak tohum da var. Işin içinde, bir de Müslümanlık, (Ortadoğu Müslümanlığı) vardı ya, o da Türkiye'yi, yine dunya kapitalizmi içinde olmak üzere "şeriat" uygulayıcısı bir "Halife" altında (evet, yanlış okumadınız: bir "haJife" altında) birleşecek bir "Islam Federasyonunun bir öğesi olma zorunda bırakma eğilimindedir: Dünya kapitalizminin vazgeçilmez bir dayanağı olmuş olan Suud sermayesi, ilerde, bir Halifenin, şeriat hükümleri içinde yöneteceği bir Islam Federasyonu kurmayı duşlemektedir; Türkiye'yi de "tslam Konferansı örgütü" "Aramco" "Rabıtatül Islam" aracılığı ile bu "Şeriat Federasyonu"nun bir öğesi kılma istemektedir. ("Zehi Hayal" (*) diyebilirsimz, buna... Öyledir de... Fakat, şimdilik şu hususlan da gözardı etmeyıniz: Rabıtat Meclislerinde Türk üyeler vardır; Rabıtat'tan aylık ve ödenek biçimmde para alan imamlar ile, kimi dernek ve enstitülerimiz vardır. Ayrıca, içinde, Özal ailesinin ileri gelenleri de bulunan kimi Türkler, Suud'cu Aramco içindeki türlü finans kurumlannın, ya kuruculandır; ya da, kurdukları şir Vakıa, Türkiye'mizde, ekonomiden, her sosyal kesit için istemlerde bulunan; her sosyal statu için gelir, gönenç, guvenç isteyen bir sosyal gelişim akımı, onun gerektirdiği bir sosyal hukuk devleti demokrasisi gelişimi vardır. Fakat bu, 12 Mart, 12 Eylul ile reddedilmiştir. Özal'ın, "Zenginler Kulübü"ne uydulaşarak, ileride, bir "üst sosyal kesitler" ekonomisi ve onun aracı olmak üzere de, demokrasimizi, "tekçi bir egemen"in sultası rejimine döndurme politikalan. bu sosyal gelişimi ve onun sosyal ketler, Aramco'ya dayahdır. Bunları, Uğur Mum hukuk devleti demokrasisini kırmak içindir. Özal, cu, Yeni Gundem'de, Siyasal Bilimci ve ABD'de bo>le bir çelişimleşme manevracısıdır. üniversite hocası Dr. Birol Yeşilada da Bilim ve Sanat Dergisi'nde yazmışlardır. Frenlemeci kuram!.. Bu konuda, müttefikleri de var: Az gelişmişler için bir gerçek demokrasi istemeyen "Dunya Zenginler Kulubü" ile, Ortadoğu'da bir şeriatçı devletler demeti kurarak, bunu bir "Hilafet" doruğunda bütünleştirmek isteyen Suud. Bunlar, Amerikan siyasal bilimcilerinin ürettikleri bir kuramı ileri sürerek, Türkiye'yi, kendi manyetik alanlarında tutmak istiyorlar. Bu kuramın, Türkiye için saptaması ve onerisi, şudur: "Sizde, alt sosyal kesimlerin ekonomik, sosyal, kultürel, katılmacı bir 'Konsensus demokrasisi içeren istemlerle dolu bir sosyal gelişme var. Fakat, sizin etonomik'si'aniz (hacımkudretve gücünuz)', bu yükü, kaldıramaz. Zaten, böyle bir sosyal ekonomik demokrasi uygulaması, sizin 'hakan ve halifesultan' geleneğinden gelen bir 'pederane vesayet' altında yaşama uslubuna ve biçimine de, ters düşer. Evet, "Zehi Hayal!.." Çünkü, Türkiye'nin şeriat \e hilafet dışı kalmasını ve bilimsel 'ratio'ya dayalı bir çağdaşlaşmaya yönelikliğini, "Tarih" belirlemiştir. Onu, finans gücü ile ters yuz etmek, "Zehi Hayal"dir. Ama bu gerçekler de, yine bir tarih bilinci ile, derinlemesine biline...) "Tek"çi sultasısosyal gelişim çelişimleşmesi Evet, şimdi bu bağlam içinde kalınca ve bu bağlam içinde düşünülünce, ANAP'ın da "mütehakkimi" olan özal'ın politikalarının ve son manevralarının daha belirginleştiğini anlarız: boyuna, taksittaksit, anayasa değiştiımelerine girişimleri; halkı, anarşi ve terör dönemine dönüş olasılıkları ile korkutmaları; referandumu, "halkın, bizzat demokrasi yapması" olarak açıklama kandırmacaları; seçim sistemimizi, Fransa'da bile büyük karşt gelişlere uğramakta olan zor ve tehlikeli kombinezonlara sürükleme istidatlısı bir sürece bağlama girişimleri; hep birer saptırmacılıktan ibarettir. Özellikle bu sistem; tek sandalyeli dar seçim bölgesini de getirir. Onu empoze edenin yararına bir seçim barajına dayanır ki, bu barajı aşamayan ve böylece seçimden çekilenlerin bırakuğı boşluğu, ikinci turda, sona kaJan iki parti paylaşsın. Özal, o tek sandalyalı dar bölgede, (ya da, kendi dayanaklarına göre istediği gibi oynayarak saptayacağı yapay bölgelerde), kışiselbolgesel iştahları doyurma; istediği gibi, aşiretçilikdincilik oynama gibi yöntemlerle; kendi payını yükselteceğini ummaktadır. Böylece, parlamentoda, agavataşiret evlatlanyerel kurnazlarfinans temsilcileri ile dolu bir çoğunluğu duşlemektedir. Sonra, bu çoğunluğun aracılığı ile, parlamentonı da kendisine ram ederek, "Dünya Zenginler Kulübü"nün eteklerine yapışık bir yerli üst sosyal sınıflar ekonomisi ve bu ekono Tango, Buenos Aires'in kenar mahallelerinde doğdu. Ana karnma tohumu Afrika'da düşmüştü; gebelik süresini Küba'da geçirmiş bu melez yavrucak, gözünü Arjantin lumpenleri arasında açtığında çok cılızdı. Lumpen ne demek? Kısaca ayak takımı, başıbozuk emekçi, ışsiz güçsüz halk kesimi ki hırlı hırsız kim varsa Buenos Aires1 in yoksul mahalle kahvelerinde erkek erkeğe toplanır efkâr dağıtırdı. Derken yaşadığımız yüzyılın başında bu kitlenin acılarını ezgileştiren sokak sanatçıları, ellerinde bandoneon denen hırçın. duyarlı, sinirli bır sazla ortalıkta görülmeye başladılar. Çaldıkları neydi? Notasız, şarkısız, danssız. doğaçtan ezgiler ki adına tango deniyordu. Sömürülen yığınların acılarını kişısel yaşamlarda vurgulayan ezılmişlik. duygusallığı aşırı uçlara sürükler; umarsız aşkların tadındaki hüzün, aç ruhların doyurmayan besinidir. Kavuşulamayan sevgili, umutsuz sevda, yüreği yakan tutku, geceleyin bir ıçkı kadehi başında yakınmanın mezesıdir. Ezgi, ezik yüreğin sesidir ki bandoneonun çaldığı tangodan yansıdı mı dinleyenlerin Ciğerine oturur. • 61'e gelince o da, bütün sosyopolitik ve kultürel dinamikleri, ancak demokratik bir "hukuk ve düzen (law and ordre)" ile bağlayarak, "siyasa yapma" Çok istemi bir arada ileri suren bu 'sosyal geliş olanağına kavuşturmuştur. Artık, 'tek'lerin ve olimeniz', demokrasinizi ve onun 'ekonomisini aşar;' garşilerinin, kendi tahakküm politikaları yerine, o zaman da, teror, anarşi, istikrarsızlık, gelişmede "Karar"ı, bütün siyasal, sosyal, kultürel dinamıkzaman yitirme gelir. Getirmiştir de. Onun için, bun lerin etkileyici bir katılması ile olgunlaştırarak bir dan vaz geçin; Dünya Bankası'nın, IMF'nin, Zen "konsensus demokrasisi" içinde alma dönemi açılginler Kulubünün, az gelişmişler için urettiği reçe mıştır. teler ile, dünya kapitalizmine bağlanmış bir ekonomi Bu, bir sosyal gelişimdir. kurun; demokrasiyi de içeren 'sosyal gelişiminizi' bununla frenleyin; size, dunya kapitalizmi yarannBu sosyal gelişim, içteki ve dıştaki gericilerin işida bir ekonomi, onu, istikrar içinde uygulayarak, uyanmış sosyal ve siyasal istemleri frenleyecek ve ne gelmiyor. "Bu gelişme, 'terör' getirir" diyorlar; de Orta Asya, Ortadoğu merkezciliğine, tekliğine onun için, "Bu gelişmeyi frenlemek gerekir" diyordayalı bir Başkanlı Vesayet Demokrasisi (?!!...) ge lar. "Zehi Hayal!.!' ve tarihe ne terslik?!.. Halkırekir; bunun için de, Suud uslubunda bir şeriatçı mız, bu frenci tahakküm manevralarını sezecek bir olgunluğa ulaştığını, % 49'ları, 36'lara, 35'lere induzene yaklaşmak gerekir!' dirmeleriyle gösteriyor. Daha da gösterecek. Işte, "sosyal gelişimin, ekonomik gelişmeyi aşması" deyimi içinde, kimi siyasal bilimcilerce ure (") Zehi hayal Ne hayal! diycbıleceğımiz, alay için kullanılan tilen; Amerika'nın, Türkiye'de görev yapmış kimi bır ünlemdir. EVET/HAYIR OKT4YAKBAL OKURLARDAN \hnihrt«nn^fJn kata ruhsat verirken yapüarm binalartn 2'şer katlannın sakinleriyiz. Sokağımızm adı leniOOSlia tlU yüzde 95'i 6 kal. Yasalara yıkılamayacağına göre, 4 katta Karanfil, ancak 'Kimsesiz' İnŞCUlt fllhsOtl 4 saygılı çok az vatandas bırakılan binalara da 2 kat denmesi herhalde yerinde , insaatını 4 katta veya hiç olmazsa bir kat daha olacak. Bütün civar sokaklarm f Kattan Oe dondurduğundan 6 katlı çıkma izni verilerek haksızlık asfaltı ve tretuarlan yapıldu rthnriiîin binalarm arasında bir 4 katlı ortadan kaldınlsın. Bir gün Çeşitli müracaat ve vaatlere Slnu»«**«'« binanın bulunması gerçekten nasıl olsa bu 4 katlar da 6 veya rağmen sokağımıza belediye tstanbuVda semtler f°* çirkin bir görüntü 5'e çıkarılacak. Halkı kaçak imkânlan ulastırılamadı. güzelleştirilmek ve vaşayanların arzediyor. Basta jeolojik yapı yapmaya teşvik durumuna Programda dediler, yine sokağı refahı için belediveler tehlike olmak üzere, halkın düşürmek isıemiyorsa Bakırköy perişan halde bıraktılar. TEK giriştikleri kamulaştırmalara yaşamım ve sağlığını olumsuz Belediye Başkanı Sayın Dr. bile bırakuğı taş ve molozlan büyuk harcama vaparken. bazı >'ond^ etkileyecek durum sö'z *aci Ekşi, Yenibosna 'ya 6 veya kaldırmadı. Sokak sakinleri semtlerde verilen avrıcalıklı konusu değilse, zaten kaçak 5 kat yapı izin hakkı adına belediyemizin sayın yapı müsaadeleri ile çirkin olarak sürekli 6 kat inşa edilen tanımahdır. yetkililerini davet edip görünumler ortava binalara neden belediye 4 kat YemhoKnaıia hir in<aaı ™h,h, bar'?mak toiyoruz. Onlar çıkmaktadır. Bunu örneklemek ™rinden ruhsat veriyor. Umbosna da bır ,nfaa< sah.bı g ö r e v l e r i n i yapsmlar, biz de gerekirse, Türkive'nin en Yukarıda da belirttiğim gibi büyük ilçesi durumunda olan yüzde 95'i 6 kat uzerinden inşa Bakırköy Belediyesi'ne bağlı edilen ve çoğu imar affmdan Yenibosna semtinde, belediye 4 yararlanarak resmileştirilen bu MWIUIt Bir Narkozda Gibiyiz! "Kendimizi kandırma dönemi yaşıyoruz. Sanki kendi verdiğimiz bir narkozda gibiyiz. Gerçegi görmek istemiyoruz." ABD'li yazar James Michener'in Amerikan toplumu için söylediğı bu sözleri okur okumaz Türk toplumunun duyarsızlığını düşündüm. Böyle düşünceler acı verır. Acı acı düşündüm demeliydim! Nedense hep umutsuz anlarımızda düşünürüz, kısa bir zaman süresince! Düşünmek kişiyi yorar. En iyisi kendimizi olayların akışına bırakmak! Biz değil miyiz 'Dünya yansa hasırımız yanmaz' diyen; 'Yak çubuğunu bak keyfine' diyen! Oysa belirli bir azınlığın dışında kimse kendi hasırına bile sahip çıkamıyor, çubuğunu tüttüremiyor. Michener'in söylediğı şu sözleri biz de kendi ülkemız, halkımız için söyleyemez miyiz: (ArkastlO. Sayfada) Knmnfil Srthnlc Jl* ^>vnun Kartal Maltepe Feyzullah Caddesi Karanfil Sokak sokağımızı ısmme layık karanfıllerle donatalım. CEMALETTIS TU.\'CA Kartal'tstanbut Yaşadığımız yüzyılın başında Buenos Aires'te doğan tango çabucak gelişti; başlangıçta doğaçtan çalınırdı, notaya kavuştu; sonra insan sesi işe karıştı. Şairler tangolar için şiirler yazmaya başladılar; orkestrayla icra edilir oldu; kadınlı toplantılarda dansa dönüştü; kalabalıkları bir araya topluyor, ruhlara yayılıyor, dillerden düşmüyordu. Ama Buenos Aires'in zengin kesiminin gözleri, kenar mahalleye değil, Avrupa'ya, o zamanın dünya başkenti Paris'e dönüktü; tango küçümseniyordu. Askeri darbelerle siyasal iktidarlarını sürdüren Latin Amerika: nın komprador burjuvası, yoksulluktan kırılan aşağı mahallelerden yükselen seslere kulaklarını tıkamıştı; tangoyu nasıl duysun? Ama beklenmedik şeyler oldu. Birinci Dünya Savaşı'nın acılarıyla birlikte tangonun alanı genişledi, Avrupa'yı sardı. 1920'lerde Paris'te baş tacı edilen tango Türkiye'yi de kapsamış, Japonya'ya dek yayılmıştı. Avrupa burjuvazisi tangoyu benimseyince iş değisti. Latin Amerika'nın kompradorları da hizaya geldiler. Tango ortalığı öylesine sarmıştı ki modası giysilere, saçlara, iskarpinlere, bakışlara, davranışlara sinmişti. Türkıyede Seyyan Hanım'ın sesi 1930'ların taş plaklarında Türkçe tangoları, sevenlerine duyuruyordu: "Mazi içimde bir yaradır.. Bahtım saçlanndan karadır." Montevideo'da bir mimarlık öğrencisi olan Matos Rodriguez1 in 1917'de bestelediği "Cumparsita" Türkiye'nin bütün düğünlerlnde damatla gelinin ilk dansına müzik olacak; töresel bir değer kazanacaktı. Nasıl oluyordu da Arjantin lumpenlerinin acılı ezgileri dünya çapında bir modaya dönüşüyordu? • Tango, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra yavaş yavaş piyasadan çekildi. Artık Güney Amerika'nın ezgileri, dansları, yakınmaları değil; Kuzey Amerika'nın gümbürtüsü ortalığı kaplamıştı. Tangoda yürünürdü, yeni danslarda tepinmek gerekiyordu; insan, içine atacağına, dışa vurmalıydı; acıların yerini yaşama sevinci almalıydı Ne var ki modayı moda izler; yığınların ruhsal birikimlerini dışavurumları kendine göre yöntemlerini yaratır. Türkiye'de gecekondu kesimlerinde yaşayan lumpen yığınlarının 21'inci yüzyıla doğru arabeske sarmaları bır raslantı mı? Acı, eziklik, umutsuzluk, yalnızlık, karamsarlık, aşağılanmışlık gıygıyından yansıyan yürek tırmalayıcı bir müzik ülkemızde her köşeden yükselmiyor mu? Şimdilik kentlerin göbeğinde oturan lumpen burjuvazimiz, varoşlardakı gecekondunun arabesk müziğine tepeden bakıyor; ama, sakın arabesk Batıda moda olmasın: o zaman yandık gitti... öyle farkettiriyor ki! " • • ,Annem oldukça zevkli giyinirdi. Ben de meraklıyım. Bir ara hep diktirirdim. Şimdi belli olmuyor, çok hoşuma giderse hazır da alıyorum. Aslında benim için değişen bir şey yok. Hazır alırken de, elbisenin önce kumaşına bakıyorum. Gerçekten de annemin dediği gibi, kumaş öyle farkettiriyor ki!,, İyi b i r e l b i s e n i n s ı r r ı , k u m a ş ı n d a gizlidir. (j
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear