Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
9 AĞUSTOS 1987 CUMHURİYET/U Estergon'dan Jüyvan'dan Biz Kanuni tonııüan Kral Mathias'ın Visegrad kalesini gezerken, rehberimiz espriyi patlatıyor. 'Gördünüz mü? Türkler kaleye saldırmaya ne kadar yatkın... Merdivenleri üçer beşer çıkıyorlar. Bunların dedeleri de böyleydi..' ZAFER ARAPKİRLİ ESTERGON "TSrkler" diyor bize yöreyi gezdiren bayan rehber, "bu ülkede tam 150 yıl hükaınranlık süntüler." "Tftıkkr". diyor müzedeki tercüman, "onlann izlerini buradald tüm resim heykel ve kabartmalarda görebilirsiniz. ' "Tiirkler", diyor bizimle berabeı kaleyi gezen yabancı meslektaslarımız, "bu dryarlara yaka silkürmissudz..." O ünlü türküdeki gibi "m başı dnrak" Estergon Kalesi'nin tepesine tırmanııken herkes, bir yandan inambnaz güzellikteki dogal manzarayı bir yandan kalenin ve tepesindeki bazilika kilisesinin ihtişamını, bir yandan da bizi, yani "TürkJer"i seyrediyor. Kolay değil, Osmanlı'nın tonınu olmak... Kolay değil, taa 16'ncı yüzyılda Avrupa'nm ortalarına kadar gelen, Estergon'u kuşatan Zigetvar'ı fetheden, MohacOvası'nda tanhin en inanılmaz meydan savaşı zaferini yaıatan Osmanlı ordusunun "hesabım" 20'nci yüzyılın sonunda vermek zorunda kalmak... Kral Mathias'ın, Visegrâd kalesini Türklerden nasıl geri aldığını anlaıan rehberimiz, Tuna Nehri'nin en büyük dönemecine tepeden baican bu kaleyi gezmeden önce uzun uzun bilgi veriyor. Yaklaşık 20 dakikayı bulan anlatımlannın sonunda "BUJTUII yukan çıkalırn" çağrısını yapar yapmaz, merdivene yöneliyoruz... lşte, tam bu sırada Macar rehber "yommunu" patlaüveriyor: "Gördünüz mn? Türkler kaleye Vılan pazarı Taipei'de yılan pazannı görmeden geçerseniz kaybınız büyük olur. Akşamlan 'iğne atsan yere düşmez' deyimini kanıtlarcasma kalabalık olan bu mekânda, yok' yoktur. Her türden ağaç kökleri, deniz böcekleri ve yılanın envai çeşidL. saldırmaya ne kadar yıtkın. Merdivenleri üçer beşer çıkıyorlar. Bunlann dedelerfde boyleydi..." Merdivene çıkmakta ilk başta davrandığımıza pişman olup, yalnızca bir espriden ibaret olduğuna inandığımız bu yoruma, "Siz merdivenleri daha dik yapmayı ögreoene kadar 150 yd barada nasıl IflmıyT, ama?" şeklinde cevap veriyoruz... Kalenin duvarlannda, Türkler tarafından fethedilişi ve Macarlar tarafından geri alınışını canlandıran çok sayıda resim var. Bu kalenin geri alıruşı, öylesine büyuk bir zafer olarak kabul edilmiş ki bu zaferin kazanıldığı öğle vakti, bütün Hıristiyan âlemınde canlar çalınarak kutlanmış ve o gün bugün bu gelenek sürdürülmüş. 15'inci ve 16'na yüzyılın kanh muharebelerinin yapıldıgı bu topraklan gezerken, herkes gibi biz de, Anadolu'dan Avrupa'nın göbeğine gelip de burada kan dökecek ne vardı? Daha da önemlisi onca yolu nasıl katetmişlerdi? Sorularına cevap anyonız. Söz konusu dönemi çok iyi bilen ve askeri tarih konusunda uzman olduğu belirtilen bir Macar, Türklerin Orta Avrupa içlerine kadar bu denli rahatça ilerleyebilmelerinin ve onca yıl kalabilmelerınin nedenini "lleri savaş tekniklerine" bağlıyor. "Türkler, inanılmaz bir manevi güçle saldınr ve zamana göre gelişmis ve modern bir teknikle savaşırlardı. Avrupalı bu teknigi ögrenene kadar çok zaman geçti," diyen dostumuz, bu "leknige" Mehter Takınu'nın da dahil olup olmadığı konusunda bir yorum yapmıyor. BÖYLE OLACAK Son derect modern düzenlenen Singapur metro istasyonlanndan birinin tasanm rtstnL ALİ RIZA BALAMAN TAYVANEn uç noktalarda 394 km. uzunlukta, 144 km. genişlikte (36.000 km. 2 ), Asya'nın doğusunda Batılılann verdiği adla Formoza, özgün adıyla Tayvan olarak bilinen bu küçük adada on dokuz milyon Çinli yaşar. Jç savaş sonrası 1949 yıhnda (Çan Kay Şek)'in kendine bağ h askerleriyle kıta Çin'inden kaçıp Tayvan'a yerleşmesiyle kurulan Çin Cumhuriyeti'nde gezerken yolunuz Siyasal BUgiler Üniversitesi'ne (ChengChi) rastladığında adlan Uğur ve Ahmet olan iki Çinli profesörle karşılaşır (profesörlerin Çinçe asıl adları Prof. Wu ve Prof. Yuan), üstüne üstlük bir de aynı üniversitede Türkçe bölümü bulunduğunu öğrenirseniz, şaşkınlığa kapılmamamz elde değil... Dört milyon nüfuslu başkent Taipei'de, Açık Hava Halk Müzesi'ni, (Wu Lai), Ulusal Müzeyi, kent merkezini Budist Tapınağı (Lung Shan) ya da tapınaklarını (Temples) ve hayvanat bahçesi'ni gezdikten sonra, bir de özellikle akşamlan yılan pazarını ziyaret etmezseniz, kaybınız büyük olur. Yılan kanının ve yılan çorbasmın da içildiği bu çarşı, renkli ışıklarla üstü kapatılmış, iki yanı satıcılarla dolu uzunca bir koridor. Birkaç seyirci turist dışında buradaki ka ı labalığın yansı satıcı öteki y a n | sı da alıcı durumunda. Akşamlan "igne afsamz yere düşmez" deyimini kanıtlarcasına kalabalık olan yılan pazarında " y o k " yok. Ilaç için satılan sıçan kuyruğundan, her türden ağaç köklerine, kabukiu deniz boceklerinden yılan kanı ve çor \ basına değin... Maymuna dikkat" çekecek oyunlar yaptırarak seyirci (alıcı) toplayan yerli Uaç yapımcısı, ilaçlannı hem tanıtıpj hem de satmaya çalışırken, Asya Oyunları Ağırlık Kaldırma Yarışması'nda dereceye giren halterci, ağırlık kaldırma gösteJ nsinden sonra, Beden Geliştirme Kitabı yanında bir tür kuvvet tozunu da satmaya çalışır. Habum'dan Çin'de bir geıııi yolculuğu Saatler ilerler, sigara dumamndan geçilmeyen yatakhanede çaylar tazelenir, dostluklar kurulur. haritalar çıkarılır, koy, kasaba aranır. El kol işareti pek ışe yaramaz. Çünku Çinliler'in el kol işaretleri başkadır. Oysa kıbarhklaıı, alçak gönüllülükleri, konukseverlikleri bize pek benzer. Çin gemilerinde bol bol okunur. Dordüncü sınıf yatakhanede her yaştan okuyan hiç eksik değildir. Akşam olur. Ortabk yatışır. Dorduncü sınıf yatakhanenin bir özelliği, sabah akşam Çince disko çığırtan hoparlörün buraya erişememesidir. Boylece Bo> George'u Çince dinlemekten kurtulur, ikı satır yazmak istersiniz. Yoldaşlannız once uzaktan bakarlar. Hafıf bir gulümseme yeter hemen yaklaşmalarına. Kâğıdın ustunde gidip gelen kalemin garip çizgilerini merakla izlerler. Çin'de yalnız kalmak diye btr şey yoktur. Yüznumaralanna bile kapı koymaya gereksinme görmeyen Çinliler'in sozlüğunde "yalnızlık" kelimesi bulunmaz. En azından on kişi başımza dikilir. Siz yazarsmız, onlar bakar. Çinliler için yazınız en az sarı saçınız kadar ilgi çekicidir. Yazıdan vazgeçip hasıra uzanır, bol palmiyeli surgün adasında geçirdığiniz tatilin anılarını duzene koymaya çalışırsınız. Bir yerlerde bir bebek ağlar. Bir nine tatlı düşlerinde horlar. Sabah altıda hoparlörler kahvaltımn hazır olduğunu muştular. Dordüncü sınıf yatakhane için bu bir anlam taşımaz. Lokantaya çıkacak parası olan zaten geminin bağırsaklannda dezenfektan kokusuyla sabahlamaz. Yatakta doğrulup şöyle bir çevreye bakınılır. Sonra boğazlar temizlenip erkekçe bir tükürük sallanır. Ardından çay faslı başlar. Temiz hava almak için dışan çıkarsınız. Çamur rengi Inci denızınde tüm gemilerin akşam yemeği artıkları yüzer. Çoğunun saçlan sıfır numarayla budanmış gencecik izinli erler nedense hep iki numara büyük uniformalannın içinde kaybolan uykulu bedenlerini yeni gune hazırlama çabasındadırlar. Erlerin bir tutkusu yuksek ayakkabıdır, obüru anahtarlık. Yan cepten çakılı bıçaklı türlu anahtarlık sarkar. Yukarıdan tuzlanıp kurumaya bırakılan balıkların kokusu gelir. Amerıkalı misyoner yalnızca Ingilizcesini ilerletme çabasındaki bir gence İsa'yı satmaya çalışacaktır. ötelerde Guney Çin'in endustri merkezi Guangzhou'tnm ğökdelenleri beliftK'Tfenitıir gün sgarmış' tır. Tayvan'dan sonra en büyük Çin adasıdır Hainaru Ve bu adaya ulaşmak, en az adanın kendisi kadar ilginçtir. Gemilerle, Çin'in kendine özgü gemileriyle gidilir Hainan'a ve Hainan'a 4. sınıf gemi yolculugu bir başkadır. Sineapur'dan GÖNÜL DÖNMEZ HAİNAN / ÇİN Güney Çin Denizi'nde Vietnam'ın tam karşısında sırtını Çin Denizi'ne vermiş bir ada yatar. Goz alabildiğine uzanan kumsallannda fırtmalı geçmişin anılarını asırlardır içine dökmekten yorgun palmiyeler coşkun dalgaları gururla izler. Hainan Adası sakinleri tüm tropik adalara özgü sevimli, guleryuzlu, meraklı, heyecanlı, içten insanlardır. Tayvan'dan sonra en büyük Çin adasıdır Hainan. Çin'in en fakir bölgesidir. Asırlar boyu surgün adası olarak kullanılmıştır. Dağlarında Li ve Mıao gibi yerli kavimler yaşar. Kıyı koylerinde erkekler balığa çıkar, kadınlar tarlada çalışır, ya da terzilik vb. ne bulurlarsa iki yakalarını bir araya getirmeye çalışırlar. Yine de, tum tropik adalarda olduğu gibi plajIarda başıboş dolaşanlann sayısı hiç eksik değildir. Çogunluk genç erkekler, seyrek uğrayan, çoğu sarışın turistleri merakla izler. Hainan Adası'na ulaşmak ise en az ada kadar ilginçtir. Çin gemilerinin en ilginç yönü gemi altı yaşamıdır. Önce bir kat inersiniz. sonra bir kat daha, bir kat daha... Geminın iç bağırsaklannda bulursunuz' kendinizi. Burada yaşam bambaşkadır. Yeşile boyanmış çift kat ranzalarda çarşaf yerine yalnızca hasır örtu vardır. Yorganlar hafiften sidik kokar. Çinli yolcular evden getirdikleri havluları yastığın üzerine sererler. Sonra valizlerini ranzanın demir direklerine kilitlerler. Derken çay bardakları çıkar ortaya. Çay bardaksız yola çıkan Çinli'ye Çinli denilmez. Her gemide devamh bulundurulan kaynar suyla birer demli çay yapılır. Ardından seker, kurabiye ikramı başlar. Çin gemilerinde bu ikramın sonu gelmez. Özellikle dordüncü sınıf yatakhanelerde. Dördüncu sınıf yatakhanelerin bir başka özelliği ise "hak tu" kultürününTahatlıkla uygulanabilmesidir. Sabahın köründe yukan ranzadanaşagı'döğ' ru sallanan tukürük hiç gocundurmaz kimseyi. Singapur, metro bekiiyor Singapur metrosunun yapımı hızla sürüyor. Bu yılın sonuna doğru bazı katları açılacak olan metro için şimdiden eleman alımına başlanmış bile. îşletmenin tam olarak hizmete girmesi ise 1990'lara kadar uzanacakmış. MÜMTAZ ARIKAN SİNGAPUR Minik bir ada ülkesi olan Singapur, bu yıl içinde rnetroya kavuşacak. Bunu yazarken, iki buçuk milyon nüfusuyla yalnızca bir kentin bulunduğu Singapur'un trafık karmaşası içinde olmadığını da belirtmeliyim. Tam tersine, en kalabalık saatlerde bile trafık tıkır tıkır işliyor, hiçbir tıkanıkhk da olmuyor. Herkes kurallara öylesine uyuyor ki, bir yaya, kırmızı ışık yanarken caddeden geçmeye kalksa, sürücüler ona gülmekle yetiniyorlar. Peki, yirmi birinci yüzyılda yaşayan bu kente şimdiden metro yapmaya kalkışılması neyle açıklanabilir? Belki geleceği planlamakla. Belki de belediyenin para harcayacak yer bulamamasıyla, kim bilir? Singapur metrosuna "Mass Rapid Transit System"den kısaltılarak " M R T " adı verilmiş. MRT, kenti, kuzeyden güneye ve doğudan batıya bir tüneller ağıyla örmeye 1980'lerin başında koyulmuş. Çift hat olarak yapılan tunel kazma işi ise, geçen temmuz ayında tamamlandı. Uzunluğu 66 kilometre olan metro tünelleri üzerinde 41 yerüstü, 40 da yeraltı istasyonu bulunacak. Günde 600 bin yolcunun taşınabileceği metro, saatte ortalama 45 km. hızla hareket edecekmiş. Bu yılın sonuna doğru bazı hatları açılacak olan Singapur metrosu için şimdiden eleman alınmaya başlanmış durumda. Metronun tamamının sefere açılması ise 1990'lara kadar uzanacakmış. Metro yapımının en sıkıa yanı tünellerin kazılması sanınm. Ya bu kazı Ekvator'daki bir yerde yapılıyorsa? Dışardaki ısı ve rutubetin boğuculuğu bir yana, yüksek basınçlı yeraltı tünellerinde çabşmak, işçüer üzerinde çeşitli sağlık sorunları yaratmakta. Göğüs ağrıları, nefes alma güçlüğü bunların başında gelen rahatsızhklar. Bir başkası da eklem ağrıları. Doğrusu, ince ince araştırmadan Singapur'da metro yapıldığını anlamak mümkün değil. Inşaatlarda temizlik, güvenlik ve maskelemeye öyle önem veriyorlar ki, yeni yapılmakta olan binaları bile zor fark ediyorsunuz. Bütun bunlara şimdi bir başka önlem daha ekleniyor. 1988 yılının nisan ayından başlayarak, gurültüye karşı da kurallar konuluyor. Örneğin, beton kazık çakmada kullanılan şahmerdan ya da tokmak adı verilen makinelere kısıtlama getiriliyor. Serbest duşmeli tokmaklar çok gürültü çıkarmaları nedeniyle yasaklanıyor. Bunların yerine, yüksek hızda sessiz bir çakım yapan hidrolik tokmaklar öneriliyor. Bu hidrolik tokmaklann fıyatlan diğerlerine göre yüzde yüz daha yüksek ama inşaatçıların başka çaresi yok gibi... Singapur gürültü kirliliğine karşı da gerekli önlemleri almaya kararlı görünuyor... Estergon'daki tarihi manasun gezerken duvardaki 14. ve 15'inci yüzyıla ait tablolardaki "Türk" figürİerinin, manastırın demirbaşındakı Kırsehir, Ladik, Gördes, Şirvan yapımı kilim ve seccadelerin, bazilika kflisesinde duvardaki özel bölümdeki "Tnrkleria kovulpş yıldöniimii anısma" çakılmış plaketin önünden geçerken kafamızda hep aynı düşünce: Milletlerin "şanh zaferier" ve "şanssız yenilgi ve işgaller"le dolu tarihi, gelecekte nasıl da masalsı gerçek öykülenn anlatıldığı anıtlar, nişaneler ve kitabelere dönüşüveriyor... Macaristan'ın hemen her köşesinde rastlayabileceginiz bu "nişane" ve "ldtabe"lerin çokluğunun yanı sıra iki milletın bu askeri ve tarihi "alışverişinin" nasıl imrenilecek bir kültürel alışverise ve daha doğrusu sıcak bir dostluğa dönüşmüş olduğunu görünce insanın bu "kanfa" tarihten duyduğu rahatsızlık biraz olsun azalıveriyor. Tuna'nın bir kıyısındaki Estergon'dan, diğer kıyısındaki Çekoslovakya'ya bakarken ve yine aynı nehrin suyunun dökülüp taa Kadıköy !s•kelesi'ne kadar uzandığı Karadeniz kıyısındaki Türkiye'yi düşlerken... Sevüla'dan Atina'dan filan patron, tkikaz, Katinikta, Sait Faik usta NEDtM GÜRSEL ATİ.NA Atina'dayım. Yıllar sonra yine Atina'da. Her kentin bir çağnşımı, bir simgesi ya da tarihi olduğu gibi bir yazarı da olmalı diye düşünüyorum. Perikles döneminden bu yana Atinayı anlatmış, yapıtlan bu eski kentin mermer sütünlan, tapınakları ya da güneşli kahveleriyle özdeşleşmiş yazarlar vardır mutlaka. Onların çoğunu tanımıyorum. Ama Philotei'de, gölgesi serinlik vermeyen bir dut ağacının altında "Atina'da Bir Ev" adlı öykümü yazdığım yıllarda beni bu kente bağlayan o sevda ve barış yıllarında Ritsos ve Seferis'in şiirleriyle Sirkas'ın "Erken tlk Yaz" adiı romanını okuduğumu, bu okumalardan bana yansıyan saydam, sevecen dunyanın gürültülü caddeleri, pancurlan, pancurlann ardındaki serin sofalanyla yeni keşfetmeye başladığım Atina kentiyle özdeşleştiğimi anımsıyorum. Oysa şimdi, ilk kez 1972'de gelip bir daha uzun süre vazgeçemediğim bu kentte, geçmişin sannları, mutlu, mutsuz anılan, yavaşça uzaklaşırken, bir yazarı nedense hep aynı yazarı düşünüyorum. Atina bu kez Sait Faik'i çağnştınyor bana. Sait Faik'in eşsiz öykülerini, öykülerinde soluk alıp veren Rum balıkçıları, Barba Antimos'u, meyhaneci Yani'yi, Aleksaadra'yı, Panço'yu. Özellikle de Panço'yu. Dostlarla birlikte Markiza adlı, gençlerin devam ettiği bir kahvedeyiz. Piyanoda dünya güzeli bir delikanlı. Onun yanında bir tabureye tünemiş, uzun saçlı, incecik bir kız. O da dünya güzeli. Ve inanır mısınız, "Karabiberim" şarkısını söylüyor. Gel de Sait Faik'i, yapıtı hâlâ üzerimizde bir yıldırım, beklenmedik bir kasırga etkisi yapan büyük ustayı anma: "tşte turku söylüyor. Bilmediğin dilden bir türkü söylüyor. Arada bildiğin kanında dolaşan şu Türkçe dilinden, 'Kara buberim buberim buberim!' diyor. Sonra, Asepiya piluti keton İbrahim! O şarkıdaki tbrahinı Sail'in kendisi miydi acaba? Nasıl edelim, nasıl edelim, jandarmalar geliyor cızlam edeliml' Hiçbir yere gidemezdi Sait Faik. Burgaz Adası'nı, İstanbuFun çamurlu dar sokaklannı, öykülerinde kıpır kıpır oynaşan allı pullu balıklan bırakıp da hiçbir >crlere gidemezdi. Paris'te beş gün kalıp, karaciğeri sancılar içindey İki Alman kadın kampinge sabah düştüğünde, kalkıp kahve için bara yöneldiklerinde, bir gencin masanın üstünde bas bas bağıran bir teybe el ve ayaklanyla eşlik ettiğini gördüler. EUeriyle işaret ettiler, teybin sesi biraz kısılamaz mıydı? Hayır kısılamaz. tersine daha da açılırdı, çünkü o genç adatn barın patronuydu. OSMAN BALCIGİL SEVİLLA Ellerindeki toprak testiden, İspanyollann geleneksel içkisi Sangrilla'yı bardaklarına boşalımakta olan iki Alman turist hanımın, "güzel bir akşamüstü"ne ilişkin hevesleri kursaklannda kaldı... Kamping Sevilla'nın tam anlamıyla İspanyol barmenleri, ellerinde vrak vrak vraklayan iki kaz olmak üzere, masaların etrafına dizili olduğu fıskiyenin yanına gelip, kazlar ve suyla oynamaya başladılar. Hava, akşamüstü olmasına rağmen sıcaktı. Kaz dediğin ise, suyu severdi doğrusu. Ama, haldeki durumda, zavalhların vraklamalarının "imdat!" anlamına geldiğini anlamak için kazca bilmeye hiç de gerek yoktu. "Kaz muhabbeti"ni kısa kesecek olsalardı, barın öteki müşterileri ve söz konusu iki Alman hanım, olup biteni "bir tür" şaka diye düşünmeye çalışabilirlerdi belki. "Muhabbet" uzadıkça uzadı. Kazlann suya daldınlıp çıkartılması seansını, "barmenler arası su savaşı" izledi. Ardından, "gırtlakları sıkılan kazlann birbirleriyle dovüştürülmesi" geldi... İki Alman hanım, ortamı 'ahşi bulmuş olsalar gerek, öangrilla testileri ve bardaklarını da alıp, bungalovlarının yolunu tuttular. Uçuşan tüyler, sıçrayan sular arasında, barmenlerin bu protestoyu görecek halleri yoktu. Kaldı ki onlar, müşterilere hizmet vermekten ziyade, bir başka masadaki Kuze>f Avrupalı bir başka iki genç hanımla ilgiliydiler. Söz konusu iki hanımın, günün yorgunluğunu birkaç kadehle defetmekten ote niyetlerinin olmadığını anlamak içinse, bann ta içine kadar girip ısrarlarıyla in Her kentin bir yazarı olmalı, diye düşünüyorum. Sait Faik de, sapına kadar îstanbullu Sait Faik de Atina'nın yazarı bu akşam. Onun Atina'yı anlattığı bir ö'yküsü vardır, bir kez olsun Sait Faik göremediği Atina'yı. tyi akşamlar Sait Faik, hepimizden "Kalinikta!" ken soluğu Çiçek Pasajı'nda alması bu yüzdendir. Genç kuşağın, özellikle de marjinallerin devam ettiği bir kahve burası, "retro" bir dekor. Yani her şeyiyle Yunanistan'ın Avrupa Töpluluğu'na ait olduğunu kanıtlayan bir yer. Ama piyanoda bir Anadolu ezgisi. Tef çalan kız "ribetiko" söylüyor. 1922 bozgununda evlerini, doğup büyüdükleri ülkeyi bırakıp Atinaya gelen, Nea Smirnia'nm yani Yeni İzmir Mahallesi'nin yoksul izbelerinde barınmaya çalışan Anadolu göçmenlerinin sürgününü haykırıyor. Her kentin bir yazan olmalı diye düşünüyorum. Sait Faik de, sapına kadar İstanbullu çok şükür İstanbullu Sait Faik de Atina'nın yazarı bu akşam. Cahit Külebi'nin Paris'i görmeden Paris üzerine yazdığ bir şiiri vardır. Rimbaud da denizi görmeden, Charleville'de yazmıştı "Sarhoş Gemi"yi. Dalgaların uğultusundan, martı çığlıklarından uzakta. Sait Faik de Yunanca bir başlık koyduğu "Kaliniktaİyi Akşamlar" adlı son öyküsünde, onu genç yaşmda sevdiği İstanbul'dan, balıkç dostlanndan, Panço ve Alekı sandra'dan, en kötüsü de sevg anaağından koparıp alan ölil mün eşiğinde Atina'yı anlatır.| Bir kez olsun gidip göremedij Atina'yı. TürkYunan dostluğunun . kiştirilmesi, ülkelerimizin yak'ın™ laşması, savaş değil barış için Atina'dayız. Atina'da, Markiza kahvesinde. "Karabiberim" şarkısını söylüyoruz hep birlikte. Derken Sait Faik de katılıyor bize. Yapıtlarında İstanbullu Rum azınlığı her türlü önyargıdan uzak, insancıl bir bakışla anlatan Sait Faik de. "İyi akşamlar Sait ağabey!" Sana da benden, düşlediğin Atina'dan seni anan tüm dostlardan, hepimizden bir "Kalinikta!." Ölümünün kırk üçüncü yılında seni unutmadık. Avrupa'nm üçüncü büyük katedralL, Seviüa'daki katedraL Adı, Ingiltere'deki Saint Ptud, Roma'daki San Pietro ile birlikte anıhyor. Ve önünde, Sevilla'nın simgesi faytonlar... sanda güç bırakmayan İspanyol çingenesi fala kadına danışmaya gerek yoktu. * • * Kamping Sevilla'nın akşamdan kalma müşterileri, sabah kahveleriyle ayılmak üzere ban nişanladıklarında neye uğradıklannı şaşırdılar... Kara gözlüklü bir İspanyol genci, masasının iizerindeki İcoca bir teypten İspanyolca melodiler dinliyor, elleri ve ayaklanvla da olanca kuvvetiyle masaya ve taş zemine vurarak tempo tutuyordu. Müşteriler, tey'bin sesini en azından kıstırabileceklerini düşunerek kahvelerini söylediler. Bu arada, teyp ile Ugili dileklerini de küçük bir el işaretiyle barmene izah ettiler. Barmenler (bir akşam evvelki "kaz muhabbetinin kahramanları) ne hikmetse müşterilerin bu talebini görmezlikten gelmediler. Gidip, kara gözlüklü genç adama bir şeyler fısıldadılar. Kara gözlüklü adanı başını sallayıp, teybin sesini bir anda ikiye katlayıverdi. Müşteriler her şeye rağmen iyirmerdi. Barmenlere, "Bir yanlış anlama var. Dileğimiz sesin yükseltilmesi değil ktsılmasından yanaydı" dediler. Bir yanlış anlama filan yoktu! Yüksek sesle muzik dinleyen genç adam bu barın patronuydu. • * * "Hişşşl, hişsst..." Roma'daki St. Peter ve Londra'daki St. Paul'den sonra, dünyadaki üçüncu büyük katedral Sevilla'daydı. Katedralin önündeki faytoncularsa, dunyanın dört bir yanından bu muhteşem yapıyı görmeye gelenleri arabalarına boyle davet ediyorlardı. "Hisşşt, hişşşt..." Sonuç alamadıklan zamanlarda, kollanndan yakalayıp fa\tonlara doğru süruklediklen bile oluyordu. Tipkı, turistleri canlarından bezdirip Sultanahmet'i ve Kapalıçarşı'yı bir an once terkettiren kimi Türk çarşı "esnar'ı gibi. * * * Sevillalı dilenciler de en azından Yeni Camii'nin önündekiler kadar ısrarlıydılar. • • * Se\'illa otobüs terminalindeki bann yaşlı garsonu çok ama çok "ilkeli"ydi. Müşterilerin, içkilerinin yanı sıra atıştırabilecekleri şeyleri bakıp seçmelerine engel olabilmek için, gerekirse ellerini bile kullanabilecek kadar... Bu müşteriler de çok tuhafıı doğrusu! Niye ona itimat etmiyorlardı? O işini iyi bilirdi! Ne gerekiyorsa yapmaya muktedirdi! Eğer müşteriler bir şey istiyorlarsa, ona söyleyebilir, tabii ispanyolca olarak istedikleri şeyi ayaklarına kadar getirtebilirlerdi! İş ki, bahşiş sekmesindi. Müşteriler İspanyolca bilmiyor ve İspanyol yemeklerini, mezelerini tanımıyorlarsa eğer, doğrusu bu da onların sorunuydu. • * * Anlaşılan, Sevilla'nın keyfine varabilmek, bu muhteşem 'tarih şehir'le bütünleşebilmek için, soz konusu "ufak tefek" sorunları görmezlikten gelmeyi öğrenmek gerekiyordu. New YorkHan Harcıyorııınöyleysevarnn ŞEBNEM ATİYAS NEW YORK Yasla/ı 18J0 arasında değisen genç Amerikalı hanımlar arasında son yapılan bir ankete katılanlann yüzde doksanı "en göıde hobflerigİB" ahşveriş olduğunu söyfemişler. İlk kez yOzde doksan gibi bir çoğunluğun alışveriste hemfikir olması, ABD'de bir sosyolojik olay olarak değerlendiriliyor. Nitekim bu oiaym gereği giderek aıtan bir kaiababk, öğle >"emek saatieriyle. akştm ii çıkjslannda ve hafta sonlannda dükkâtüarı dolduruyor. Bir telas ve bir aceleyle kollarım paketiere ve torbalara boğarak dükkânlara kosiuran insanlann, neredeyse hayatlarım bağladıkian, varoiduklarını bir kimlikten çok daha erain bir sekilde kfndüerine kanıtlayan tek »ey, kredi kartlan. Şu anda ABD'de 708 milyondan fazla geçerli kredi kartı mevcut, yani çocuklar dahil kişi basına iki kredi karü düşüyor. Kredi kartlanyla yapılan satışlardan 1987'de dde edilen toplam kâr ise 400 nülyar dolara ulaşmış. "Evl OBSUZ terk t f a n a " Amerikan Exprcss'in kredi kara için herkese ezbertettiği slogan. "Anaaiarsız cık, kartsız çıkma." Kredi kanı almak bir gazetc almaktan kolay. Banka hesabıntzın otduğuna dair bir bejgeyi kredi kartı veren sirkete göndermek her şeyi hallediyor. Bir anda bin ile 10 bin doîar arasında kredi elinizin altına ulasıyor. Bu miktar için kredi kartı veren acentaya yüda 30 ile 65 dolar arasında değişen bir miktar yıllık ödeniyor, eğer 250 dolar yıllık odenirse harcayabileceğıniz kredi sınırsız. Ondan sonra geri kalan her şeyi pizzadan otomobıie, sinema büetınden uçak büetine kadar her şeyi telefonla halletmek mümkün. Bir telefonta kartın numarasını venneniz kafi. Aynı gün içinde istediginiz her sey kapınıza ulasıyor. Hatta o telefonu dahi kredi kanına yazdırmak mümkün. Kredi kartlan alışverişi gerçekten z«kli hale getiriyorlar. Nasıl ödeneceği düsünUlmeksızin istenilen her şeyi insanlara ulaştırıveren bu kartlar, çağdas eiektıonikleşmeye uygun olarak da gelişiyorlar. Anık, "gümüş", "•MM" kemerleri olan kredi kartlannda, kart sahİbinin parmak izini kayıt eden ve parmak izini okuyarak karşüastırabilen kompüterize sistemler geüştiriyorlar. "SosjaJ biliaçfi" kredi kartlan da bulmak mümkün. Her alışveriste bir faiz alarak para kazanan kredi kartı şirketleri şimdi "sosyal büinci olan Btasteritcri" çekebümek için veni bir sistem gelîstirdiler. örneğin feministier için faizlerin bir kısmıru kadın örgütlenrte gönderen kredi kartlan var. "Maii Kadıs FonJan Nelwork'*un kredi kartı, mUşterilerin aiışverislerine kestıği her faizin bir bolümünü kadınlann geliştirilmesine katkıda bulunmak üzere milli kadın fonuna yatırıyor. Aynı şekilde muhafazakâr gruplann ye din gruplannm da aynı türden girişimleri var Bu tür kartlara "sosyal biUnçii kmJi kartlan" denilmekte. Her seye rağmen 7(W milyona ulaşan kredi kartı sayjsı pek çok kredi kartı sahibinin başanlı bir şekilde alışverişierioi sürdürduklerini gösteriyor. Ahşverişin bir varolma kıstas haiine geüşini ise sanatçılar çeşitli $ekülerle ifade edi>T>r!ar. BunlaRİan bir tanesı bir sanal galerisinin açılışında kıülamlan ve son zamanlarda herkesin diündc dolaşan grafık. Bir din tuttutu i» kartı üzerinde şu ifade yanh: "Akymnm, dyleyse vmnm."