23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 TEMMUZ 1987 CUMHURİYET/13 New Yorktan Londra'dan Çoğıınlıık iktidam ve terör Uzun yıllar önce ABD'ye yerleşmiş bir Rumen ressam, şu tanımlamayı yapıyor: "Burada her zaman çoğunluk iktidarı var ve bu bir çeşit sürekli terör yaratıyor. Başka yerîerde ise bir süre çoğunluk iktidarı sürüyor, ama sonra belli bir düzen kuruluyor." SABETAY VAROL NEW YORK Paris'teki Amerikan Başkonsolosluğu'nda ABD vizesi için sırada beklerken, benden oldukça gerilerde bulunan bir kişinin on beş yirmi dakika içinde önüme geçtiğini farkedip, memnuniyetsizliğimi sıra komşuma ifade ettim. "Romanyalı oldugu için kuynıkta nasıl hareket etmesi gerektiğini iyi biliyor" diyerek karşılık verdi. "Nereden büiyorsunuz?" diye sorduğumda ise "Ben de Rumenim" dedi. Yeni kıtaya kapağı atmak uzere sıra bekleyenİerin hemen tamamının yerleşmek iizere oraya gitmediklerini kanıtlamaları gerekiyor. Bunun için gişenin arkasmdaki görevliye dil dökmek lazım. Vizeyi alıp bir kez gümrük duvannı aştınız mı, karada ölüm yok adeta. Biz de iki gün boğuşa didişe. konsolosluk görevlisini ikna ettikten sonra Amerika vizemizi aiabildik. Elinde Temsilciler Meclisi üyesi Stephan Solarz'ın tavsiye mektubu olan bir Afganistan mültecisi kız geri çevrildi, yani vizesini alamadığı için Amerikan topraklarına ayak basma hakkıru elde edemedi. Biz ise elimizdeki basın kartının yardımıyla bu hakkı elde edebildik. Konsolos "New York'ta gazetecilik yapıp yapmavacagımızı" sorduğunda düşünmeden sadece gezmeye gittiğimizi söyledik. Ola ki bu yazının gönderüdiğinden haberdar olur da yalan söylediğimiz yargısına vanr. Turist vizesiyle geldiğimiz New York'ta turistik amaçla bulunuyoruz. Burada yalan söylemek dünyanın en büyük suçu. Başkan adayı Gary Hart yalan söylediği için adaylık iddiasını kısa surede yitirdi. Şu anda tüm ABD, devlet başkanının IranContra olayında yalan söyleyip söylemediğini araştırmakla meşgul. TV'nin iki uç kanalı birden meclis konusyonunun çalışmalarını naklen yayunlıyor. Gerçekte Reagan'ın, îran'a satılan silahlann parasını Nikaragualı karşıdevrimcilere devri ile ilgili tezgâhta bilgi sahibi olup olmadığı araştınlıyor. Yoksa kimse izlenen politikanın hatalar ya da sevaplarıyla ilgili değil. Eski Güvenlik Danışman Yardımcısı OMver Norlh'un taruklık belgelerini içeren kitap basıldı ve Beşinci Avenue'nun bü, yük kitap satış merkezlerinin vitrinlerini kaplıyor. New York'a ayak bastığımızda Amira! Poindexter ifade vermeye devam ediyordu. Salı günu amiral tanıklık ifadesini tamamladı. Sıra bakanlara geliyor. Albay North açıksözlülüğü ve ortadirek AmerikaIı'ya hoş gelen kahramanantikomünist kişiliğiyle sempati topladı. Ancak Başkan Reagan'ın itibarının geri gelmesi olasılığı zayıf gozüküyor. Herkes bunun için Sovyetler'le imzalanacak bir nükleer silahsızlanma anlaşmasından aşağısının yetmeyeceğini düşünüyor. Koca kentte gezinirken insan gayri ihtiyari Paris'le kıyaslamalar yapıyor. Neresi daha güzel? tki merkezden hangisi daha çekici? Zengin yoksul farkları Paris'te mi, burada mı daha belirgin? Külturel hayat hangisinde daha canlı vb. Tabii daha nesnel değerlendirmeler yapabilmek için insan nesnel dayanaklar anyor, bulması kolay değil. Ancak şurası kesin ki, Fransız aydınlarından işadamlan ve komünistler dışındaki tüm politikacılarına kadar herkes, Amerikan yaşantısından, yaşayış kurallanndan büyük ölçüde etkileniyor. New York aydınlan ise yaşadıkları kentte anlasılmadıklan, kendilerinden korkulduğu inancında. Birçoğunun gözünde, yaratıasanatçı insanlar için ideal yaşanacak yer, Paris. İki kent arasında karşılıklı etkileşim, özellikle aydınlar açısından onemli. Yoksa iş hayatında olsun siyasette olsun Avmpa'yı kimse anımsamıyor bile. Fransa başkentini terk ederken devam eden "eJçilikler savaşı"nın ne durumda olduğunu TV haber bültenlerinden bir türlü öğrenme olanağı bulamadık. Olay, "gergialik sürüyor" gibisinden iki kelimeyle geçiştiriliyor. Körfez bunalımıyla ilgili savaş gemisi imgelerini bol bol görüyorsunuz. Iran, Humeyni, lslam, Araplar buralarda fazla sempati uyandıran sözcükler değil. Meksikalı şofor, ben "Parisi ten geliyorum" deyince İranlılann bir gün önce Tahran'daki Fransız Büyükelçiliği'ni işgal ettiklerini söyledi. Radyodan yanlış anlamış oimalı. "İranlılar kotü adam" dedi. Beni Fransız sanıp hoş görünmeye çalışıyor olmalıydı, ama buradaki genel havayı yansıttığına da şüphe yok. Sekiz yıldır Nevv York'ta yaşayan Rumen asıllı ressam a Paristeki Amerikan konsolosiuğunda bir yurttaşının nasıl kuyrukta hızlı ilerleme rekoru kırdığ^nı anlattığımızda, "Olimpiyatlarda kuyrukta ilerleme diye bir spor dalı olsa herhalde bizimkiler şampiyon olur" dedi. Rumen asıllı ressama ABD'deki yaşantıdan memnun olup olmadığını sorduk. "Ben seviyorum ama komünist ülkelerden gelen birçok kişi kişise) mücadeleden jılıp geri dönüyor" şeklinde yanıt verdi. Amerika'yı "sürekli devrim geçiren bir ülke"ye benzetti. "Burada çoğunluğun iktidarı var. Çogunlugun iktidannın oldugu her yerde bir çeşit teror egemendir. Fransız thtilali, Çin Kültür Devrimi, İran... Buralarda haJkın fikirleri bir süre egemen olduktan sonra bir düzen kuruldu ya da kuruluyor. Amerika'da ise çoğunluk her zaman egemen. Bu ber zaman çok hoş bir şey değil" diye devam etti. Komunist bir ülkeyi terk ederek Nevv York'a yaşamaya gelen, geri dönüp dönmeme konusunda tereddütler geçirdikten sonra ne olup bittiğinin analizini yapıp kalmaya karar veren Romanyah sanatçının gozlemleri birçok bakımdan oldukça haklı geldi bize. Yalan m ayıp sayılması, dünya olaylarına karşı duyulan önyargılar, daha birçok şeyi oldukça geçerli şekilde açıklıyor bu değeriendirme... Güneş konservesi İngiltere ile Türkiye arasında eharter seferleri var artık. lngiliz turistlerle Türkiye'de turizm patlaması mı? Türkiye, buralılar için bir güneş konservesi. Boz ve kireç renge hasret olana, tepelerimiz var. EDİP EMİL ÖYMEN LONDRA 35 eksi 18, eşittir 17. Şu sıraîarda Londra ile İstanbul arasındaki ısı farkı bu. İstanbul'dan gelenler buzhaneye girmiş gibi oluyor. Kış fena geçmiyor doğrusu. Her an havanın açma ihtimali var. Zattn bir ay önce iyiymiş. Bir ay öncesi tarih öncesi gibi. Meteoroloji, okyanus üzerinden döne dolaşa gelen bulutların hangi adrese gideceğini söylüyor yalmzca. Bulutların nasıl olup da yok olacağını değil. Beti benzi atmış soluk benizliler diyarında yanık tenliler: a) Yabancı turistler, b) İçerde yanmış İngilizler ki bunlar yanmak için iklimin değişmesini beklemezler, c) Dışarda yanmış İngilizler ki bunlar da herhalde en ucuz diyerek İspanya'ya giımişlerdir. Bu takım, Turkiye'yc gitmeyi de artık öğreniyor. Geçen yıldan bu yana İngiltere ile Türkiye arasında eharter seferleri var artık. Bu yılsa haftada 20*den fazla eharter uçağı... lngiliz turistlerle Türkiye'de turizm patlayacak mı? Turkiye, İngilizler için bir güneş konservesi. Boz ve kıraç renge hasret olan tepelerimiz var. Tepe uyduramadık deniz kenannda orman verelim. Olmadı, bir mavi yolculuk... Ya da bol hamsili bir "Siimda", ardından ÜrgüpGöremeAvanos. fngiltere'nin yağmur ve ot turizminden sonra amma da fark. Fark olmasına fark da bari fiyatlar da fark ediyor mu? Neden Türkiye'de yemeiçmeyatmauçak hepsi içinde "paket" tatil hâlâ pahalı? Ortak Pazar'daki turizmci abilerimizse hem ucuzculuğu biliyor hem de satıcılığı. Tuvaletleri temiz tutmayı, bin kişi için dahi çayı demli yapmayı, bir somyabir komodin odalara dünyanın parasını istememeyi, güleryüzü ve hizmeti aşağılanmak saymamayı biliyor. Birbirlerine kapı açıp yol veren, durmadan teşekkür eden, parasını hazla harcamak isteyen ama bunun yüzünden de kazıklanmaya tahammiil edemeyen orta sınıf Avrupahlar için bunlar havasu kadar gerekli. Güneş konservesini iyi hazıriamak, ambalajlamak ve iyi pazarlamak şart. Singapurlu 'nun gözde meyvesi durian, ifte böyle bir şey. Singapur'dan Çin MahaUesi Singapur'un Çin Mahailesi'nde geçen yıldan bu yana pek değişiklik yok gibi. Her yer cıvıl cıvıl. Ama belli belirsiz, değişik bir telaş: Herkes bir yerlere seyirtip bir yerîerde öbekleşiyor. Nedeni Durian. Karpuz büyüklüğünde, çıkmtılı, Osmanlı topuzuna benzeyen yeşil kabuklu bir meyve. Tadı da haşlanmış balkabağınınki gibL. MÜMTAZ ARIKAN StNGAPUR Çin Mahallesi'nde geçen yıldan beri dejişen bir şey yok gibi. Cıvıl cıvıl bir yer burası. En gencinden bin yaşındaki ihtiyarlara degin herkes bir şeyler satmaya caüsıyor. Baharat kokulan yemek kokulanna karışıyor. Sebze ve et satılan halde, dev havalandırma aygıtına karşın kokular daha da ağırlasıyor. Belki de bu nedenie açıkhavada değil bu satış yerleri. Siyah derili Çin piliçleri tüyleri yolunarak dizi dizi asümış, Pekin ördekleri, kurutulmuş balık ve ahupotlar yan yana... Az otede yıllanmış yumurtalar, akvaryumlarda canlı balıklar, kaplumbağaJar, kurbağalar, karidesler.vkafeslerde kenenkeleler... Hepsi pişecekleri zamaru bekliyor. Bütün bunlar Çin Mahallesi'nin alışılmış görüntülerı. Ancak sokaklarda değişik bir telaşla oradan oraya seğirten, öbek flbek toplanan insanlar dikkatimi çekiyor. Nedeni durian... Gerçekten de birçok tezgâhın Ustü, yığın yığın durian dolu. Her müşteri birkaç durian tantuıyor, satıcüar da rekabet içinde. .ViaUannın ne denü kaüteli olduğunu göstermek için koca bıçaklarla ortalannı yanp ıçini gösteriyor. Yani kesmece dunan satüıyor! Dış görünüşüyle yeşil renkte, karpuz büyüklüğünde, sıvri sivri çıkıntılanyla eski Osmanlı topuzlannı andıran bu tropik meyve kesildiginde beyaz iç kjsmı ortaya çıkıyor. Ortasında bir boşluk ve üstü etli büyük çekirdekleri bulunuyor. Tadı bizim damak alışkanlığımızı zorluyor. Haşlanmış balkabağı gibi bir şey! Tropik meyvelere düşkünlüğüm olmasına karşın bana pek bir şey vermiyor. Belki de iyi bir durian tatmamışımdır... Ama Çin Mahallesi'nde herkes duriandan bahsediyor. Başka konu yok gibi. Taksi şoförü bile, "Almadıysanız sola çekeyim de birkaç tane secin" diyor. Durian genellikle Malezya'dan ithal ediliyor ve epeyce pahalı oluyormuş. Bu kez öyle çok gelmiş ki, tanesi bir Singapur Dolan'na kadar (450. TL.) düşmüş. Rağbetin nedeni bu. Singapur mınik bir ada devleti olmasına karşın, 2.5 milyon nüfusunu besleyebilecek gıda kaynaklanna sahip değil. Sebze ve meyve gereksiniminin ancak yüzde 1 l'ini karşılayabiliyor. Geri kalanını ithal ediyor. Tanm araştırma ve geliştirme kuruluşu, çalışmalarını daha çok mantar ve orkide yeuştirme konusunda yoğunlastırnuş durumda. Kesilmiş orkide ihracaiı oldukça cazip bir iş. Geçen yıl 10.34 milyon Singapur Dolan karşılığında orkide Batı ülkelerine, Japonya ve Avustralya'ya saulmış. 1972'de açılmış olan "The SchoU of Orumıental Horticurrure" adlı okul, Singapur'da meyve sebze ve süs bitkileri üzerine eğitim veriyor. Yabancı Oğrencilerin de kabul edildiği bu okul 2 yülık. Okul aynı zamanda halk için de kurslar düzenliyor. Çin Mahallesi'ndeki gezirrün sonuna doğru, fotoğraf makinesinin filmini degiştirirken, bir kenarda oturan Bay Um Kbeng Hal, Bayan Locy Ho Moa Peng ve yaşlı An Moie yedikleri duriandan ikram ediyor. Keşke bu denü sevımli olmasalardı; kırmamak için yiyorum!.. Buenos AiresHen Hayatın tadu VUla Freud Herkes Nevv York'u şampiyon bilir, ama yanılır. Buenos Aires'te beş yüz kişiye bir psikolog düşüyor. Psikoloğa gitmek günlük bir ihtiyaç hatta "hava" sayıldığından kimse bunu saklamıyor da. Varsa yoksa psikanaliz, VAMIK KURAL BUENOS AIRES Günlük yaşamda Arjantinlinin olayları hafîf trajik şekilde değerlendırmesi olağan sayıIıyor."Ne var, ne yok?" sorusunun cevabı, bizim alışageldiğimiz ve ağzınuzdan duşunmeden çıkan "Allah'a çok şıikur. jyılik sagiık" yenne çoğu zaman, "Vallabi çok kötu" diye başhyor, ardından da o gun ters giden işler peş peşe sıralanıyor. Günlük yaşantının yanı sıra, diğer geleneklerde de belirgin bir kötumserlik görmek mümkün. Onun için de "tango"nun bu ülkede doğuşuna şaşmamak gerek. Tangolar melankoliktir, hayata karamsar bakar ve acıklı taraflarını yansıtır. Aşk yüzünden çekilen ıstırapları bir bir sayıp döker. Yani bir anlamda Latin Amerika'run "arabesk"i bu tangolafr. (Zaten bu yflzden de Turkiye'de dügiln törenlerinin komparsita tangosuyla başlatıldığını izah etmek bayağı güç oluyor burada!). Bir diğer dikkat çekici özellik de yapüan özeleştiri dozajının fazla oluşu. Aslında kendini eleştirebilmek güzel bir şey, kişi baanda da toplum bazında da. Çoğu zaman hem daha iyiyi getirmekte hem de daha hoşgörttlü bir ortam yaratraakta yararlı oluyor. Fakat genelde Arjantinliler, kantann topuzunu kaçırıyorlar bu \ eleştıri işinde! Mesela geçen yıl dunya kupasında futbol takımı şampiyon olduktan sonra, televizyonda yapılan bir açıkoturumda takımın kötü oynadığına daır eleşlirileri hayretle izJemiştim. Yaşantının her kesiminde bu tip kan eleştiriler görmek mümkün. Kötümserliğin ve özeleştirinin bu derece hissedilir olması, biraz da yapısından kaynaklanıyor Arjantinlinin. Tevekkülle kadere boyun eğip, her şeyj kompnme olarak kabullenmekten ziyade, ıçinden geçenlen açığa vurup, hislerinı yüksek sesle ifade etmeyi seviyor. Bunda, çoğunluğun iyi bir eğitim tornasından geçip de eğitim duzeyi yununden (altyapıyı da buna eklemek mümkün) gelişmiş ülkeler vagonunu yakalamış, fakat aynı ekonomik rahatlığı bir türlü elde edememiş olmasının verdiği burukluğun da payı var. Üstüne günlük yaşantıyla gelen streslcr de binince daha bir karamsar oluyor insanlar. Duşunceleri, davraruşlan ve sosyal olgularla ilgili cevaplarınj veremedikleri sorulann daha da uzerine gitmeye zorlanıyorlar. Butün bunlar bir araya gelince de "f«l bakma" yerine bilinmeyenlere daha ilmi açıklamalar getiren "psikoanaliz", modayla kansık Arjantınlılerin dertlerine deva oluyor. Özellikle Buenos Aires'te bu iş öyle boyutlara varmış ki, hayatın gerçek tadı artık "psikoanaliz" ve günlük "terapüer" haline gelmiş. Millet her turlü şifayı psikoloğun dilinde aramaya başlamış. tstatistıklere göre bugun Buenos Aıres, dunyada en fazla psikoanaliz terapi gören insan ve psikolog barındıran şehir... Sanılanın aksine, rakamların bu îşin merkezi sayılan New York'tan bile fazla olması Arjantinlileri de şaşırtıyor. Hesaplara gore, ülkede toplam 100 bin tıp doktoruna karşılık 30 binden fazla psikolog var. Bunların da 11 milyon nufuslu başkentte voğunlaşlığı düşunulurse, şehirde yaklaşık her 500 kişiye bir psikolog düşuyor neredeyse! Konu artık entelektuellerin elinden çıkmış, ortadireğin sakızı olmuş. Psikoloğa gitmek normal bir ihtiyaç kabul edılip, herhangi bir ruhsal bozukluk çağnştırmadığı için kimse saklamıyor. Aksine moda oluşu, işın cazibesini daha da arttınyor. Psikoloji lısanı gunluk yaşamın bir parçası adeta. Halk arasında bu bilimin Ortodoks şöhretlen Freud ve Lacan hâlâ popularitelerın: sürdürüyorlar. Dolayısıyla konuşmalarda terapınin nasıl geçtiği anlatıiırken, gerekli terminolojinin kullanılmasına da ayrıca özen gosteriliyor. Zaten konuya ilk ilgi duyuşum da belediye otobusünde oldu! En arka sırada, yanımda ahşveriş sepetiyle oturan yaşlı baslı bir kadmcağız Freud'sal birtakım terimlerle, aynı yaşlardaki arkadasına haftada 2 kez gittiği psikoanaJizden görduğıi faydayı anlatmaya baslayınca, önce kulak kabarttım, sonra da dayanamayıp lafa kanştım "Ucuz bir şe> zannetme haa!" diyor. "ben saaline 15 dolar veri>onım, ama zengin işi olursa bazılan 50 dolara kadar \eri\or." !lgilendiğunı göruncc bir kahkaha atıp devam ediyor, "Ben konusma.u severim şahsen, psikoloğa gilliğimde de ben anlalıvorum o dinliyor!" Gerçekten, bugun butun büyuk şehirlerde, zamanın gereği olan daha fazla uretme durtüsüyle, günlük yaşamın beraberinde getirdiği kargasa ve mucadele artukça, insanlann zihni bulantıları da artıyor. Bunun doğal neticesi olarak da kendilerı ve toplum içındeki fonksiyonlan ile ilgili yeni reçetelere yönelmeleri normal kabul ediliyor. Fakat Buenos Aires, bu konuda biraz aşınya kaçmış. Rakamlar da bunu doğruluyor Buenos Aires Universıtesi son 2 yıldır en fazla oğrenci kaydım psikoloji bölümune yapmış. Hem konuya hem de mesleğe talep fazla. Haİen psikologiann tıp doktorlanndan fazla kazanıyor olması da onemli rol oynuyor. Şehirde psikolog muayenehanelerinin çok yoğun oldugu Barrio Norte semtinın bir bölumü halk arasında "Villa Frend" veya Türkçesiyle "Freud Kasabası" olarak anılıyor. Aslında karikaturun kendi lisanı vardır, lafla anlatılmaz, ama geçenlerde görduğum tek bir karıkatur, bülün bu fenomeni o kadar güzel özetlemiş ki denemeye değer. .Arjantin haritası, psikolog koltuğuna yatırılmış anlatıyor: '50 kusur milyar dolar borcum var, maaslıiann dorumu pek iç açıcı değil, demokrasi. kilise \s. u ..' lesVden Fîstolu Japon şemsiyeleri Kobe, Pasifîk tarafında, Osaka'nın batısında bir Japon kenti. Şimdi hava çok sıcak. İçerde her yerde klima, dışarda her Japon kadınının elinde fıstolu, beyaz birer şemsiye var. Yağmur için değil, güneşe karşı. GUVEN KÜLEKÇİ KOBE/JAPONYA Alü ay önceydi. Günlerden bir gun, Zonguldak'ta başlayıp Istanbul'da suren hayatım, kendini Japonya'nın Kobe kentınde buldu. Bir pano asüıydı Kobe Universitesi'nin Uluslararası Yurdu'nda. Gidenlerin ve gelenlerin adları yazıyordu panoda. Bir de neler düşündüklerini yazmıjtı gidenler ve gelenler. Bizim adımız, gelenlerin başını çekiyordu. Mehmet'Ie ben de, aldık elimize kalemi, "Japonya'ya mavi bir merhaba" diye yazdık panoya. Japonya da bize, "Konnichiwa" (Merhaba) dedi, başladık Kobe gunlerine. Japonya'da hangi kentleri biliyorsunuz siz? Tokyo'yu ve ondan sonra dünyanın en pahalı ikinci kenti Osaka'yı mı? lşte Kobe, Osaka'nın hemen batısına yaslanmış. Yani Pasifık Okyanusu tarafında. Tokyo da, yukandan, doğudan doğru bakıyor Kobe'ye. Kobe, Rokko dağları ile deniz arasına sıkışmış. Daraak, uzunlamasına bir kent. Japon abecelerinden "Kanji" ile yazıldığında "Tannlann kapısı" anlamına geliyor. Ve Kobe, Japonya'nın en onemli dış ticaret merkezi. Onun için, Kobe sokaklarında adım başı bir yabancıya rastlayabilirsiniz. Kobe'yı, dünyanın dort bir ucundan gelen yabancılar kuşatmıştır. Japonya'da kimseler bilmiyor Türkiye"nin yerini. tlk kez postaneye gıltımde, görevli, zarfın üstündeki "Hırkey" yazısına uzun uzun baktı, "Afedersiniz" dedi sonra, "buraa nerede?" "Asya ile Avrupa arasında kopriı gibi hani" dedim. Görevli, elini şakağına götürdü, şöyle bir düşündu, olmadı. Kalktı yerinden, arka masalardan birinin ustunde duran büyük dünyanın başına gitti. Dünyayı tek parmağıyla bir o yana, bir bu yana döndurdü, Türkiye'yi aramaya başladı. Sonra, dünyayı durdurdu. Parmağını bir noktanın üstüne koydu, "Aaa! Toruko" dedi. Turkiye bulunmuştu! Birlikte güldük, bırlikte sevindik. Sonra, her tanıştığıma "TBrkijıe'deıı" olduğumu söylediğunde, hemen hemen hep aynı soruyu sordular bana: "Türkiye mi? Orası neredeî" Kimileri de, "Afrika'nın oralarda, degil mi?" diyorlardı. Bilenlerin sorduğu soru da hayli şaşırtıcıydı. Heyecanlaruyorlar ve "Turkiye... Ydmaz Güney'in mcmleketi degil mi?" diye soruyorlardı. Sonra da başlıyorlardı Güney'in filmlerini sıralamaya. Burada hepsini izlemişlerdi. Burada her şey, miniminnacık. Sanki, "evcilik oyunu" oynuyor gibi Japonlar. Yemekler, miniminnacık tabaklarda yeniyor. Çorbalar, miniminnacık kulplu ya da kulpsuz fincanlarda su gibi içiliyor. Marullar, miniminnacık bir top gibi satılıyor. Ispanaklar da miniminnacık bir çiçek demeti gibi. Masalar, miniminnacık. Benim gibi uzun boyluysanız, bacaklannızın o masalann altına sığması olanaksız! Yer sofralannda ise, dızlerinizi bukup hiç kıpırdamadan oturduğunuz için, bacaklannızın canı çıkar. Üstelik, o yer sofralannda, hiç alışık olmadığmız çiğ baJığı ya da bir tabaka yosuna sarılmış pirinç topağını ya da kaynayan suya tam iki dakika sokulup çıkanlan pırasayı, lahanayı "haşi" denilen çubuklarla yerseniz, sadece bacaklarınız değil, her yeriniz tutulur. Ancak Japon içkisi Sake"yi "Kampaa" (Şerefe) diye kaldırdığızda biraz olsun rahatlarsınız. Bir de şöyle gelenekleri var Japonlann: Agzınıza bir lokma alacaksıraz, sonra da "ooshi" (Lezzetli) diyeceksiniz. Bu bana, "Hem dersini bilmiyor bem de şişman berkesten" deyimini anımsalır. Yemeklerde de, ilk lokmayı ağzıma attığımda, bakalım beğendim mi diye bütun Japonlar ağzunın içine bakar ve benim yüzüm kıpkırmızı kesilir bir anda, "ooshTleri sıralanm mecburen. Doğrusu, her yemekte annemin yemekleri gelir usuma. "Japonlar bir tatsalar" derim içindem. "Jozn jozu" (Usta) derlerdi. Sonra da her seferinde şöyle pirinci bol zeytinyağlı pırasayı, en çok da baklayı ozlerim. Böyle durumlarda, Bedri Rahmi. kulağıma fısıldar Japonya'nın ortasında: "Senin canın kinu çekmiş şubatm ortasında / Kiraz ağaa ne hall etsin." Japonya'da sadece apartmanlar büyük, çok büyük. Bütün evler, düzlükte ve birbirinin aynı. Içleri ise, yine miniminnacık. Şimdi hava çok sıcak. Ama her yerde klima var. Üstelik, gece 23'ten sonra elektrik de ucuz. Şimdi, hemen hemen bütün Japon hanımlar, fistolu beyaz bir şemsiyeyle dolasıyorlar. Sadece yağmurda şemsiye kullanüan bir memleketten geldiğim için, bu çok hoş gorüntüyu yadırgadım onceleri. Ama sonralan, aman Tannm, gökyüzü güneşe dar gelmişti ve hani neredeyse, utanmasa beynimin içine girecekti. Yine de gidip şöyle Tıstolu beyaz bir şemsiye alamadım kendime. Gittim hasır bir şapka aJdım, kenannda mor bir çiçek. Kobe'den 211. gün YAVUZ BAYDAR IESİ/İTALYADunya rekoru kırmak için farklı bir yasam biçimı gerekli. Ters yüz edilmesi mümkün bir varsayım bu. Gunes, deniz ve gürultu dururken, ışıksızlığı, rutubeti ve sessizliği bile bile seçmenin başka ne gıbı bir anlamı olabilir, kestirmek zor. Avrupa'run dört bir yanından milyonlarca insanın tatil rehaveti içiıide Adriyatik kıyılanna istiflendiği gunlerde, Italyan yurttaşı Manrizio Monlalbini bambaşka bir dünyanın koşullan içinde soluk alıyor. 33 yaşındakı bu sosyolog, Akdeniz sahilinden 90 km. kadar gerıde, Apenin dağlannın başladığı yöredeki bir mağarada 211 gündur tek başına yaşıyor. Bu, bir dünya rekoru. "Dayanıklılık seniveni" diye tammlanan bu ilginç denemenin nedenini ve nasıhnı yerinde görmek ve mümkün olursa Montalbini ile konusabilmek için ortaçağ kenti Iesi'den biröğle vakti yala koyuluyoruz. 35 km. katettikten sonra, iinlu Frasassi mağaralannın bulunduğu yöreye vanyoruz. Şifalı sulanyla tanınan bu vahşi vadide mağaralardan başka Roma döneminden kalma küçük. basit bir küise ve birkaç motel var. Montalbini'nin mağarasını bulmaya çalışırken, dagı yaran yolun kıyısında turistlerin bekleştiği bir magara ağzmın yakınında "dünya rekoru" afîşleri ile kaplı bir büro çıkıyor karşımıza. Buzlu camlar içeriyi görmemizi engelliyor. Kapıda bir tabela asılı: "Dunya rekoru kontrol merkezi/fi olmayan giremez." Konirol MerkezT'ndeyiz. Odayı boydan boya kaplayan masanın üstünde bir telefon, bir telgraf aygıtı, sayfalan sayüarla dolu bir defter, hesap makinesi ve iki TV monitörü var. Dr. Giannini, Montalbini'nin sağlık gözetimi ile görevli 4 kişiden biri. Mağarada yasama denemesi bilimsel amaçlar taşıyor: Biyolojik dayanıklıhğın sınırlannı ölçmek, ruhsal değişiklikleri saptamak gibi. Ama Montalbini, mağarada tek başına yasamayı bu kadar uzun süre deneyen ilk insan değil. Fransız jeoloğu Micbd Siffre, NASAmn mali desteği ile 1972'de Texas'ta "Midnight Cave''de 203 gün kalmayı başarmış. Deneyimini kitap halinde yayımlayan Şiffre, Montalbini'nin esin kayjıağı. "Ama aralannda fark >ar" diyor Dr. Giannini. "Siffre, bu işi NASA panı verdi diye japtı. MonlaJbini'ye böyle bir teklif gelmedi. Ancona Üniversitesi sonradan ilgilendi. Bizler de bilimsel bir rapor hazıriamak için yardım elmeye karar 4İ Girne'den trkmda 'da yaşayan Turkkr İçin, Dubtin 'in ahfvariş merkezUrinde sebze satan dükkânlara yaklapnak büe hayaL Her şeyin flyatı onlara daha bir ağv geliyor. Dubtin'den 20 Temmuz ŞenUklerVnde tienıın meydanlan suslendi. Bando hazır. Yerel giysilerini giymiş genç ktz ve erkekler, biraz sonra üstlenecekteri ev sahipliği gorevine hazır... 20 Temmuz Şenlikieri herhalde böyle kutlandı. Ben gidemedim, hava çok stcaktı, ama herhaide bunlar oldu ya da olmalıydt... FASİH SİNAN GtRNEKentin meydan ve sokaklan sabalun erken saallerinde arazözlerie yıitanıp temiziendi. Birkaç gündür suren ışıkiandırma, susîeme etkınükicrinin sonuçlan biraz daha gözden gecirildi. Şehır bandosu parktaki yerini aldı. Kahvehane, pastane, mev.hane gibi işyerleri, kapılannın önlerıne kurdukları tezgâhlara sunacakiarı ikratnlan dizmeye başladıiar. G6ğe uçurulacak balonîar renkli kümeler haiinde. aflar içinde eraniyeteatad!. Limandak) tekneler bavrakiarla donanmış. harekete hazır beklemekte. Yerel giysilerini giymi$ genç kız ve erkekler, bıraz ionra ustleneceklen ev sahipliği görevleriaaı mulluluğuyla cıvıl cıvıl... Gırne Kalesi'nden gelen lop sesleri ile şenlik başIıyor: Meydanîarda btriken yerii ve yabancılar bir sel gibi iimana doğru ılerliyor, herkes birbirini kutlamakta. Buradan hep bırlikte teknelere biniyoruz. Sıren, korna, top sesleri arasmda, bir ağızdan mar?lar ve neşeii havaiar soyieyerek demir aldık. Liman ağzında deniz itfaiyesi, sahil koruma gemilerı ve bahkçılar da bize katildılar. Birlikte, Çıkarma Pîajına geliyoruz. On uç yıl önce Türk Banşgücü birliklerinin karaya çıktıklan yerde sesler birden kesiliyor Bu kurtuluş günür.ö, canlarmı feda ederek sağlayanlan andıktan sonra, KKTC Milli Marşı söyieniyor En yetkili kisinin yaptığı kısa fafeat anlamlı b:r konuşmadan sonra, jenlikler resmen başladı. Bu yıl programa şöyle bir göz atıidığında, bayramm yanı sıra, bir Akdeniz Fesrivali iîe karşı Karşıya olduğunuz hemen anla^ılıyor. Etkintikler aıasında neler yok ki: Salamis'te Nevv York Fîarmoni Orkestra&ı'nı ya da aynı gece Solî harabelerinde Uskudar Musıkı Certıiyeti'nin koaserini izlemek mümkün. Girne sanat gaierisi 10 gün siıre ile PreRapfcadite'kr ve Tanzimat dönemi ressamlarından oluşart bir sergı sunuyor. Gene iigı çekıci bir ornek. Magosa Kalesi'nde Royal Shekespeare Thatcher tarafından tetnstl edilecek otan Othdlo. Çocuklar için karagöz gösterilerine kadar duşunulımış bir program kısacası. Bu arada bütün gazetecilerin adım hatırlayacağı eski bir usta da Girne'ye yerteşmiş, sık sık karşılaşıyoruz. Bir zamanlar dünyanın en unlu gaz«telerindert birinde uzun yıllar muhabirlik etmış bir kişi. Bir kaza sonucu emekli olmuş: J8 Eylui 1961 Birleşmis Milletler G«nel Sekreteri Dag Hammarskjtıld Afrika'ya doğru uçmakta. Kongo'ya arabulucu olarak gidiyor. Eski usta, havaalamna gitmekten uşenir. "Grfen ne kadar onemli olursa olsun. karşdama törenleri aslında kep aymdır" der ve gıtmez. Hava da zaıen çok sıcaktır. Oturup urtlü gazetesine bir yazı döşenir, genel sekretere görkemli bir karşılama töreru yanverir. Ertesi sabah, bı'ri dısında bütun dünya gazetelen baş manseı olarak Rodezya'da düşen bır uçaktan soz etmektedır. Genel Sekreter, Kongo yerıne, bir daha dönmemek uzere çok uzakiara gitmiştir. Dün hava çok sıcaktı. 20 Temmuz Şenlıkleri'ne ben de gidemedim. Ama bayramlar hep birbirıne benzemez mi? Sanınm çok farklı olmamıştır so^unü ettiklerimden. Ya da olmamalıdır. Nemiz eksik baskalarından. Böyle günler en azından boyle kutlanmalı bana sorarsanız. Üstelik de Türk ohınca İrlanda, A T'nin en pahalı ülkesi. Ve bundan en çok yakmanlann başında Türkler geliyor. Aslında Irlanda'daysanız ve bir Türkle 'ekonomik durumlar'dan söz edecekseniz, çizeceği tabloya kendinizi önceden hazırlamalısımz. Durumlanm özetleyecek tek sözcükleri vardır: Fed... OSMAN BALCIGİL DUBLtN Mesleği ticaret hocalığı, asıl uğraşıysa din olan 42 yaşındaki birader Panl Kavanagfa, geleneksel İrlanda birası Guinness'inden koca bir yudum aldı ve kaleme kâğıda hırsla sanldı. trlandalılar'ın, maaşlannın yüzde 40'ını devlete nasıl kaptırdıklannı anlatırken, birader Kavanagh'ın gözlerinden ateş fışkınyordu... 10 Mart 1987'de hükmetmeye başladığından bu yana, irlanda Başbakanı Charles Haughey'in en büyük belalısı, Irlanda'nın o akıllara seza ekonomik çıkmazıydı. Sınlanndaki iç ve dış borç ytiküyle AT sınırlan dahilinde iki büklüm dolaşan İrlanda, aynı zamanda topluluğun en pahalı ve enflasyon oranı en yüksek ülkesiydi de. Sözgelimi, îrlandalılar 1 şişe suyu 1200 TL!ye, 1 tek likörlü kiraz çikolatasını 350 TLÎye satm alabüiyor; 453 gramük 1 paket tereyağına 1200 TL. ödüyor, 1, sandviç ve 1 kahve için de ceplerinden 4500 TL. çıkarmak zorunda kalıyorlardı. 1 tek gazetenin giderini bütçelerine 550 ila 650 TL. olarak işlemek zorunda kalan İrlandahlar, 60 m 2 . bir ev için ise 650 ila 700 bin TL. arasında ödemede bulunmak durumundaydılar. Buna karşıük, 10 yülık bir devlet memurunun eline geçen para miktan ancak 910 buı TL.'ydı. Tabii bu durumda olanlar şanslarını teslim de etmiyor değillerdi Irlanda'da. Çunkü ülkeleri, İspanya'dan sonra <Vo 18'le işsizlikte Avrupa sıralamasında sadece ikinci durumda bulunuyordu. İrlanda'da da pahalılıktan en çok şikâyetçi olanların başında İaışkusuz Türkler geliyordu... Aslında, trlanda'daysanız ve eğer bir Türkle "ekonomik dunımlar"dan söz edecekseniz, çizeceği tabloya kendinizi önceden haztrlamalıydınız. Hangi nedenle olursa olsun İrlanda'da bulunan Türkler, dunımlarımn tek kelimeyle özetlenebileceği kanısındaydılar: Feci. İrlanda'da yaşayan Türklere gore, AT'nin pahalılık istatistikleri ortadayken, bu yıl kendilerine, ülkelerinde bağlı bulunduklan kurumlar tarafından uygun görülen >aklaşık yüzde 18'le yüzde 26 arasındaki ücret artış oranı, üstelik şüphesiz "komikten de öte"ydi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear