Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Kandıra'dan CUMHURİYET/6 23 ŞUBAT 1986 Bilezikleri sattım, hanınıa nıahcubum DENİZ SOM pıyonnuş. Tekrar yola çıktık. Bir çocukla, bir adam kar altında yürüyor. Durduk. Onlar da Kandıra'ya gidiyormuş. Kandıra'ya daha 30 kilometre var. "Otobüse kavuşuncaya kadar yiirüyecektik" dedi adam. "Nasü" dedik, "işler iyi mi?" Hiç duraksamadan, "İyi Allaha şiikür" dedi. Sonra oğlundan sözetti, Kuran okuma yarışmasında tzmit birincisi olmuş, gazetede rcsmi bile çıkmış, şimdi Bolu'daki yanşmaya girecekmış. "Aferin" dedik, "İnsallah Boln'da da birinci olnr." Karakiraz köyünden Rıdvan Eralp bındiği otomobilde ısındıktan sonra konuşmalarımız daha samimi bir havaya girdi. Ama yine de temkinliydi. Turgut özal'ın televızyonda basın toplantısırun yayımlandığının ertesi günüydü. Basın Toplantılarını izlemiş. "Ne diyorsun vaziyete" deyince, "Mllet ezfliyor ama devlet kalkınsın diyoruz" karşıhğını verdi. Millet dediği aslında kendisiydi ama bunu açıkca söylemiyordu, "Dış itibanmız artıyor ya" diye ekledi. Sanki"vatan sagolsun" diyordu. Kandıra'nın Karakiraz Köyünden, üç çocuk babası 36 yaşındaki Rıdvan Eralp'ın "dış iti Kadıköy 'den Özal TVde lcraatın tçinden programında konuşurken, köy kahvesinde tek kişi ağzını açıp bir şey söylememiş, sessizce dinleyip sessizce tutmuşlar evin yolunu. Ama yastığa başını koyunca düşünmüş 3 çocuk babası 36 yaşındaki Rıdvart Eralp: "îstediği kadar milletvekiline sahip, ama anayasayı değiştirmiyor..." KANDIRA Kar lapa lapa yağıyor. Dar ve keskin virajlı yolun iki yaru, ağaçlar, uzaktakj tepelere dek her yer, bembeyaz. Insanı dinlendiren bir görüntü. DYP Kocaeli ll Yönetim Kurulu üyelerinden Nuri Diriik'le Kandıra'ya gidiyoruz. Nihat Erim'in, Turan Güneş'in memleketine. Türk siyasi yaşamına ün10 politikacılar yetiştiren bu belde acaba bugün politika ile ne denli ilgileniyor, diye. Kandıra'nın ilginç bir sosyal yapısı var. Yerli halka "manav" dcniyor. öyle sebzemeyve saîtıklan için değil, muhacirin karşıtı anlamına geldiğinden. 93 harbinde Batum'dan geknlere de "mohtilaz" diyorlar. Manavlar ve mohtilazlar kendi aralannda dayanışma içinde. Köyler 3040 haneden oluşuyor ve birbirlerinden uzak. Ama aynı yöredeki 56 köy "dh»n" oluyor. Muhtarlık, bu "dfraırın en büyük köyündc Izmit'tçn aynldıktan sonra otomobilin sol ön tekerleğinden ses gelmeye başladı. Kontrol için Çubuklu köyünde Dörtyol Merkez Çayhanesi'nin önünde durduk. Kampanaya taş girmiş, ses ya bar"dan söz etmesi Nuri Dirlikin de dikkatini çekti, "Nerdea Mliyorsun arttığmı" diye söze kanştı. Köylü yurttaşın yanıtı, "Tdevizyonda söyliiyorlar ya" oldu. Sözü yine siyasilerin televizyondaki basın toplanulanna getirdik. Evinde televizyon olmadığı için özal'ın basın toplantısını köy kahvesinden izlemiş. Sordukça anlattı; program boyunca bir tek kişi ağzını açıp, olumlu ya da olumsuz bir tek laf etmemiş. öyle sessizce dinlemişler. Program bitince de aralannda hiç tartışmadan, herkes evinin yolunu tutmuş. Yoksa depolitize mi olmuşlar? Kansıyla da siyaset konuşmadığma göre, hiç olmazsa yatakta, başını yastığa koyup da gözlerini kapadığında bir şeyler düşünmüş olmalı. Aynen bu soruyu sorduk. Çok hoşuna gitti. Guldu. "Evet, evet öyle oMu, hep düşündüm" dedi. "Ne düşandün peki?" deyince anlattı: "Kendi işi dözgıin, uçaga, arabaya para vermiyor, istedigi gibi geziyor, dedim içimden. tstedigi kadar milletvekiline sahip, dedim. Anayasayı değiştirmiyor, dedim." Artık 40 yıllık dost gibiydik. Anayasa dediği için verdiği oyu sorduk, "Tabii ki evet" dedi. 6 Kasım için "ANAP" dedi. Ya şimdi? "Şimdi pişmanım ANAP'a oy verdigime' dedi, "Bizim divan 130 hanedir. 90 kişi traklorun borcunu ödeyemediğinden icralık oldu" dedi, "Ben traktörün borcunu ödedim, ama ayıpbr 'Kardeşim,bizi bu bahk öldürmez...' "Belediye hoparlöründen yayın yapılıyor, sağlığa zararlı diye duymuyor musunuz?" "Kardeşim, biz zaten ölmüşüz, buradan alacağımız bahk bizi öldürmez..." "Teyze ya siz?" "Ucuz olduğu için". "Ama sağlığa zararlı". "Olsun..." HİKMET ÇETİNKAYA İSTANBUL Cumarıesi ve pazar gunlerı Sirkeci Kadıköy seferini vapan şehiriçi vapurları, diğer gunlere göre daha kalabalıktır. Yolcu salonunun içi ve dışansı hava biraz duzelse insan yumağına donuşur. Saat 15.00'te gazeteden çıkıp Sirkeci'ye inerken bir ara Gazeteciler Cemiyeti'nin koşesınde gelip geçen insanlan izledim. Sırtlarında kitap taşıyan hamallar, telaşla yuruyen insanlar, araçlar Cağaloğlu'nun her gun çekilen fotoğraflarıydı. Yuruyorum ağır ağır. Yaşlı bir satıcı tezgâhını sermiş, uzerinde çeşit çeşit yabancı purolar var. Aynı tezgâhta gorebildiğim metal taneli tesbihler ve kalemtıraşlar dikkatimi çekiyor. Gozume ilişen bir kutu yabancı puronun fiyatını soruyorum, "Dokuz bin lira, içinde >uz tane var" diyor. Ağızlıklı olanlan almak istiyorum, yedi bin beş yüz lira istiyor. Bu arada uzun boylu bir genç geliyor. Puro pakeline şoyle bir bakıyor.. Fiyatı ne kadar? Satıcı: 1 Dokuz bin lira. içinde juz tane var. Ya şu... Ağızlıklı puroları gosteriyor... Satıcı: Yedi bin beş yüz lira. tçinde elli tane var... Dokuz bin lira olanını alıyor genç adam. Satıcıyla başbasa kalıyoruz. Yaklaşık yirmı yıldır bu ışi yaptığını soyluyor. "Bunları nereden alıyorsunuz?" diyecek oluyorum, o duymamazlıktan geliyor. Daha fazla konuşmak istemediğini sezinliyorum. Sirkeci Kadıköy vapuruna itişkakış biniyoruz. Vapurun kıç tarafına geçiyorum. Çevremdeki insanlan izlemeye çalışıyorum. Bir kadın yuksek sesle eşiriin hastaneye kaldmldığını anlâtıyor karşısındakine. On >aşIarında bir oğlan çocuğu onceden ezberlediği sözcukleri peş peşe sırahyor: Agabevjer, ablalar... Babam hasta, uç kardeşim var, onlara bakmaya mecburum. Lutfen vardım edin... Yanımda oturan orta yaşlı, fötr şapkalı kişi, "Bu vapur Haydarpaşa'ya uğrar mı?" diye soruyor. "Uğramaz" deyince ayağa fırhyor. Oysa vapur Kız Kulesi açıklarında. Bir sigara uzatıyorum. Haydarpaşa'ya mı geçeoektiniz? Evet... Trenle Ankara'ya gidecektim... Ankaralı mısınız? Evet. "Sağlığa zararlı değil mi" diye soruyorum söylemesi hanımın bileziklerini sattım. Hanıma karşı çok matacubum" dedi. "İki sene evveline kadar böyle icralık yoktu. Millet şimdi kavruluyor" dedi, "Kabvede kendi aramizda konuşuruz, Demirel'den başkası Türkiye'yi iyi idare etmedi diye" dedi, "Bizim buralarda Ecevit'i tutanlar da çok" dedi, "Bundan boyle ben Doğnı Yol'dan başkasına o>umu vermem" dedi. Nuri Dirlik'in çok hoşuna gitti bu sözler, "Hay yaşa be" dedi. Kandıra'da babası Turhan Güneş'le kardeş çocuğu olan Yavuz Günes'e uğradık. Yavuz Güneş, DYP II Genel Meclisi üyesi, yüksekokul mezunu ve ticaretle uğraşıyor. Dukkânda başkaları da vardı. Yavuz Güneş, "Köylüoan ürttntt ile gübre, mazot, traktör arasındaki denge bozuldu. Ünınünun karşıhğını alamıyor. 82'de ayçiçeği 160 liraydı. şimdi 145 lira, gubre 22 liraydı şimdi 77 lira" dedi. Kasketli, sakalları uzamış, orta yaşL uretici birara dayanamayıp söze karıştı: "Keşke askeriye kalsaydı diyenler var." tzmit'e dönünce DYP il merkezinde çay içtik. Buradakilerin hepsi politikacı. Sormadan herkes bir şeyler anlattı. En ilgincıni not aldık: • "Petrol Ofisi'nde, tpraş'ta, Seka'da fazla mesaiye kalacak işçilerin listesi ANAP il raerkezine onaylatılıyor" Durumlar, beyaz bayrak ERHAN AKYILDIZ BALKESİR Küçük Anadolu kentlcrinde, özellikle erkeklerin aile dışındaki sosyal yasamlan, ya kahvelerde ya da küçük esnafın üçbeş metrekarelik dükkânlannda geçer... Sıradan bir terzi dükkânında, ya da küçücük bir berber salonunda sohbetin en koyusuna, pokukxartı«malann en coskulusuna tanık olabilirsiniz... Balıkesir'e gittiğimizde de aradığunız, bu turden bir ortamdı. Tahir Eral'ı Balıkesir'in arka sokaklanndan birindeki dükkânında tanıdık. Orta yaşlı, babacan tavırh, sıcak bir Anadolu insanı... Vitrininde "Ayakkabı imalatçıa ve tamircisi" yazan dükkânına girdiğimizde, bir yandan an gibi çahşıyor, bir yandan da dükkâmndaki uç arkadaşıyla sohbet ediyordu... "Nasüsınız, Balıkesir'de duramlar nasıl?" gibisinden, salt sohbetlerıne girebihnek için yönelttiğimiz sıradan sonımuza ilk yanıt Mustafa Sarp'tan geldi... Sarp, 3035 yaşlannda, Tahir Eral'ın dükkânımn karşı sırasındaki dükkânında bisiklet ve motosiklet yedek parcası satıyor... Konuşmasına "Vatandaşın duramu beyaz bayrak, abi" diye başlayan Sarp, anlamadığımızı söyleyince de açıklama yapıyor "Anlamayacak ne var ağabey, iki de trampetçi geldi mi teslim bayragını dikeceğiz dükkânın önüne..." Yedek parçacüık ikinci işiymiş, Mustafa Sarp'ın. Son seçimlerden önce kadayıfçılık yapıyormuş Bahkesir'de. O işi iyi gitmeyince yedek parçaalığa başlarmş, ama yeni işinden de şikâyetçi Mustafa Sarp. Alışverişlerin durgunlujtundan yakınıp, sonunda sözü Ozal'a getiriyor: "Aldıfımu malı yerine koyamryornz. Dükkfim açügımda 1 milyon liralık mal vardı. Şimdi 300 bin liralık ya var, ya yok. Günden güne kötüye gidiyor işler. Bak neredeyse akşam olaodt, hâla siftahımız yok. Nasd döner bn çark. Alan olsun vallahi dükkam devredip şoförtüge başlayacağım. Özal televizyona çıkıp 'Her yer ithal malı doldu, istediğiniz malı bulabiliyorsunuz' diye güzel güzel konuşuyor. Kimde alacak can kaldı, ondan söz ertiği yok. O mallan alanlar beili, bizim yerüsine bile gücümoz yetmiyor. Böyle konuşacağına petrol fıyatlannı indirsin. Bütün dünyada düştü. Bir şey söyleyeyim mi abicigim, Özal beni hiç tatmin etmedi. Ama oyunu artık kime verirsin diye sorsan ona da bir şey diyemem. Ötekilerin hiçbirini tanımıyornm. Bildigim, arnk Özal'a oy vermeyeceğimdir.»" Daracık ayakkabıa dükkâmndaki sohbete katılan ikinci kişi Zafer Ercan oluyor. Bahkesir'in Mahmudiye köyünde çiftçilik yapıyormuş. Ercan söze doğrudan politikadan başlıyor: "Biz ailece Halk Partiliyiz. Ben son seçimlerde de oyumn Halkçı Parti'ye vermiştim. Ama bugün bir seçim olsa Doğru Yol'a veririm artık. Çünkü araştırdım, bugüne kadar gelen iktidarlar arasında Menderes'ten başka çiftçiyle ilgilenen obnamış. Doğru Yol'cular da Menderes'in de Bahkesir'den televizyonda her yer ithal malı doldu diyor. Kimde alacak can kaldı? Böyle konuşacağına petrol fıyatlannı indirsin. Bütün dünyada düştü. vamı. Artık gercegi gördüm, Dojnı Yol'dan şaşmam..." Arkadaşlan konuşurken, bir yandan onları dinleyip, bir yandan da elindeki eskı ayakkabuun tamiriyle uğraşan Tahir Eral, sohbetimizin son konuşmaası oluyor. Onun yakınmalan da arkadaşlarımnki gibi hayat pahahlığından... İlk sözleri, "12 Eylül'den önce anarşi yüzünden yanmnuz ne olacak diyorduk, şimdi de hayat pahalıhğı yüzünden yarınımızı bilemiyoraz" oluyor Tahir Eral'ın... Kendisinin "eski bir Demokrat oldugunu, ydlarca Adalet Partisi'nin delegetigini yaptıgım, son seçimlerde de oyunu ANAP'a verdigini" vurguladıktan sonra konuşmasuu şöyle sürdürüyor: "Zam zam, dayanacak hatimiz kalmadı artık. tnsanlann hayat taramn degiştiginin en güzel ör Yedek parçact Mustafa Sarp: özal negi bizim dükkândır. Secimlerden once her hafta 60 çift ayakkabı çıkanrdık, bepsi saülırdı. Şimdi haftada 20 çifte indirdik, yine de elimizde kalıyor. Özaldan öncesiyle bugünü kıyaslarsak, ayakkabı satışlan giderek düşerken eski ayakkabılannı tamir ettirenlerin sayısı yuzde 150 oranında arttı. Tamirden karnımızı doyuruyoruz şimdi. Allah sonumuzu hayır etsin. Şu anda kimse ne yapacağını bilmiyor. Esnaf kesimi de böyle, köylüsü de, işcisi, memuru da böyle... Ben kendi pajıma artık ANAP'a oy moj vermem. Hiç kimseye oy vermem..." Herhalde gezmeye geldiniz? Oglum asker, onu ziyarete gelmişlim. Lçaklan, olobuslen korkanm da, onun için trenle gidip gelivorum. Kadıkoy'den taksiyle Haydarpaşa'ya geçersiniz. Konuşmamız suruyor. Ticaretle uğraştığını oğreniyorum. Biz de mesleğimizi soyluyoruz. Hemen hayat pahahlığından soz açıyor. "Bakın" diyor ve ekliyor: Pazartesi gunu odemem gereken üç vuz bin liralık senedim var. Eğer bugün Ankara'ya gitmezsem, tüm işlerim yalar. Soze giriyorum: Ama yarın pazar... Olsun... Eşi, dostu arayacağıtn ve denldeşiireceğim üç y üz bin lirayı. Nasıl, piyasa durgun mu? Kafasını sallıyor... Hem de nasıl... Yılbaşından beri tek mal satamadım. Ne satıyorsunuz? Hacıbektas'tan sazlı sözlü IŞIL ÖZGENTÜRK Thy kurban, kıyumam sana mış, bu demir işlerini filan da orada öf renmiş, lakin beş kuruş para yapmamış, sanki hiç yaşlanmayacak. Alman karı da koymuş mu bunu kapının önüne, duşmuş bu da gelmiş buralara, vallahi kader kısmet çekmiş, gelmiş bizim kızı görmüş, âşık olmuş kıza, illa ben bunu alacam. Kız once istemez, ama adam Almanya'da bir sıiru usul erkân oğrenmiş, kızı elde etmiş, almış Sankamış'a goturmüş. Bize ne düşer, ağabeylerine ne duşer kabul etmekten başka. Adamda beş kuruş para yok, çene var, usul var. Kız duğunden sonra pişman, şimdilerde ben bu adamla durmam diyor, varıp Ankara'da iş tutacakmış. Allahtan adamın yaşı geçmiş.kız hamile kalamıyor. Şükür, yoksa asd kan Almanya'da; imam nikahlı benim kız." "Bu nasıl iş Cihan" diyorura, "Kızı yakmışsın!' İki elini başıözal ekonomisinin nimetlerine şaşmamak olanaksız. Tek odah bir köy evinde, bize taze sütle birlikte nescafe ikram ediyorlar. Humarh köyünde bize nescafe ikram edilen bu evde kalacağız. Evin sahibi Haydar Bayrak baş köşede oturuyor, resimlerden fırlamış bir dağlı gibi. Vakur ve dimdik bedenin ustünde kemikli sert bir yuz. Odamn her tarafı hahyla örtülu, gözalan, turlu sözler söyleyen hahlar bunlar. Haydar Bayrak'ın yeni hanımı, Hanım, az bildiği Türkçeyle böyle habersiz geldiğimiz için bize söyleniyor, hiç birşey hazırlayamamış. "Vay kurban" her sözünün başında bu. Bu sözcüğün ne denli güzel, ne denli müzikli olduğunu o konuştukça bir kez daha anlıyorum, "Vay kurban, ben sana su vermez aıiyim?" "Vay kurban çok mu üşudun, vay kurban." Bu gece buradayız ya, hiç kimsenin acelesi yok. Haydar Bayrak usul usul giriyor saza ama gün çabuk kararıyor ve elektrikler kesik. Hanım her dakika elektrik düğmesine basıyor, "Vay kurban, bu gece yan, sonra hiç yanma." Sanki elektriğin kesilmesinden o sorumlu, sanki konuklarına bir saygısızlık oluyor. Onu yatıştırmaya çahşıyorum hiç durmadan. Hanım yeni gelmiş bu eve. Dört yıl önce ilk kocası ölmüş, Haydar Bayrak'ın da bir Her yolculuk insan belleğine yepyeni tatlar katar. Yolculuk biter, her gunkü hayat başlar. Koşuşturmalar, işler, telefonlar. Geceleri telefonlar sustuğunda, günlük işler bir sonraki güne kaldığında, yolculuğun belleğe çakılan görüntüleri birer ikişer ortaya çıkar. Renkleriyle, kokulanyla. Herkes için bu böyle midir bilmiyorum ama benim için bu böyle. Vakit gene geceyarısı, gene Hacı Bektaş'tayım, bir evin kapısuu usulca çalıyorum, kapı açıhyor, kapıyı açan "Cihan", kar ve sisten gelmiş konuğunu içeri buyur ediyor. Küçücük oda sıcacık, köşede eski kara trenlerin güçlü lokomotiflerini ammsatan, hiçbir yerde görmediğim bir odun sobası. Hani birazdan dumanlar içinde kalkıp yürüyecek. Kars Ardahan yolcusu. Cihan sobaya baktığımı görunce, gözleri parlayarak anlatmaya başlıyor: "Bu benim damadın hediyesi, kendi yapar, demirci ustasıdır." Sobamn hemen yamndaki sedire çökuyorum. Bu kocaman sobayı yapan demir ustası nerelerdedir merak ediyorum ama hemen sormak olmaz. Hacı Bektaş'tayız ya, önce muhabbet kurulacak, sofralar açılacak, sazlar çıkacak, türküler geceyi dolduracak. Belki bütün bunlardan sonra sıra demir ustasına, Cihan'ın Bizim damat şimdi Sarıkamış'ta. Bir garip sevdadır. Adam kırk beşinde. Ya kızım, yirmisine yeni basmış. Oldu işte, bir sevdadır oldu. Adam bir garip, başında kavak yelleri, düşün yirmi yıl Almanya'da kalmış. Lakin beş kuruş yapmamış. Alman karı da koymuş bunu kapının önüne. Ama adamda çene var... hayat hikâyesine, Sultan ve Selvi adındaki iki gelinine gelecek. Sobamn sıcaklığmda gece ilerliyor. Cihan'ın emri Ustüne gelinler, biri gelip öteki giderek dört başı mamur bir sofra kuruyorlar az zamanda. Cihan'ın küçük oğlu Kenan sazım ahyor eline. Dayısı Neset Ertaş'ın dizinin dibinde oğrenmiş saz çalmayı, türkü söylemeyi.Ankara'ya gitmiş geçen ay, dört bant doldurmuş. "Şan ve şöhretıe gözüm yok" diyor. "Böyle yaşayalım işte, dostlar gelsin, çahnsın, soylensin." Oda sıcak, saz hiç durmuyor, turküler birbiri ardına, Kenan1 ın esmer yüzünde boncuk boncukterler.Yanıbaşımda oturan oğlunu inanılmaz bir hayranhkla dinleyen Cihan, birden kalkıyor ayağa, dışarı çıkıyor, az sonra elinde kar beyaz bir havluyla dönüyor, oğlunun boncuk boncuk terlerini siliyor, sessizce oturuyor yerine. Saz sürüyor Kenan'ın yüzünde gene boncuk boncuk ter. Cihan'a bakıyorum, ayakta duran gelini Selvi'ye işaret ediyor gözleriyle, Selvi bir çırpıda geliyor Cihan'ın yanına; elinde tuttuğu havluyu alıyor, bu kez o siliyor sazına dalrîuş Kenan'ın terini. Cihan hoşnut, sevecenlikle balayor gelinine; bu arada bana dönüp, "Daha orryedisinde, cahil" diyor, "Söylemek, ögretmek gerek;u sul erkan bilmeyen, kadından sayılmaz. "Cihan"diyorum , "Şu senin demirci ustası damat nerelerde?" "Sazın muhabbetini bozmak olmaz, gei öbur odada aniatayım, bir garip adam" diyor. Sessizce kalkıp yan odaya geçıyoruz, Cihan'ın kucağı çocuk dolu, torunlar analanndan çok Cihan'a düşkün. "Yaz" diyor, "Bizim damat şimdi Sarıkamış'tadır. Bir garip durumdur. Bir garip sevdadır." Dahp gidiyor, "Bu adamı" diyor "bir türlu bilemedim ben. Belki sen bilirsin. Çocuk desem, çocuk degil. Adam kırkbeşinde. Ya kızım kaç yaşında, vallahi Allah seni inandırsın daba yirmisine yeni basmış. Oldu işte, bir sevdadır oldu. Adam bir garip, başında hep kavak yelleri.Duşun, yirmi yü Almanya'da kal Elektrikler kesildi. Hanım her dakika elektrik düğmesine basıyor. "Vay kurban, bu gece yan, sonra hiç yanma." Sanki elektriğin kesilmesinden o sorumlu, sanki konuklarına bir saygısızlık oluyor. Hanım yeni gelmiş bu eve. Dört yıl önce ilk kocası ölmüş, Haydar Bayrak'ın da bir yıl önce karısı... yıl once karısı; Haydar Bayrak Delikavak köyünden koylusü Hanım'ı alıp getirmiş Kayseri'nin Humarlı'sına. Hanım'ın en küçük kızı Sakine dayanamamış köyde anasının yokluğuna, o da atlamış gelmiş. Sakine şimdi camaşır makinesi yapılan bir fabrikada çahşıyor, bir aylık işçi. Kalın kazaklara, yün atkılara merakiı. Hanım sessizce yakınıyor bana, "Burada ne de olsa el evinde sayılırız kurban, tek kuruş para isteyemem ben herifimden, kız da yetim, sabahlan üşür işe giderken.yok ki bir kazağıvay kuı oan." Ürperiyorum. Sakine'ye yann bir kazak armağan etmeyi kıırııp sözü değiştiriyorum. Sonunda elektrik geliyor, fersiz, ölü bir ışık. Gene de şükür, birbirimizin yuzünü görüyoruz, saz başlayabilir. Başlıyor da. Dışarda köpek ulumalan, içerde Haydar Bayrak'ın yüzyıllar ötesinden seslenen sazı, kalın bir kazağı ohnayan Sakine, askerdeki oğlu için benden yabancı sigara isteyen güzeller guzeli Hamm, vay kurban vay... Hanım'ın ablası Almanya'daymış, geçen yıl oradan emekli olmuş, şimdi bir yığın toprağı var, vay kurban vay, kurtulmuş onun hayatı. Bir yandan Haydar Bayrak'ı dinliyorum, bir yandan Hanım'ı. Bir ara Hanım'ın yüzu ışıyor, Haydar Bayrak'a takılmaya başlıyor, "Vay kurban sen neier bilirmişsin de ben bilmezmişim." Haydar Bayrak sazı kesip gulerek bakıyor Hanım'a, pos bıyıkları yüzünün yarısını kaplamış. "İstemedin ki, sen iste ben her gece çalayım!' "Vay kurban kıyamam sana" böyle söyleyip yere bakıyor Hanım, "Kıyamam sana." Bu kaval sesi nereden? Sabah olmuş, bir surü geçiyor pencerenin önünden, dağlara vuruyor kendini. Böyle güzel kaval çalan adamlar bir Ağrı'da bulunurmuş, bu da yeni gelmiş oradan, doyulmazmış kavalımn sesine, Hanım böyle söyluyor, sonra dokuduğu kilimleri gosteriyor bize, Haydar Bayrak'ın haberi olmadan satmaya niyetli onları, "Vay kurban, kıza çeyiz gerek." Cihan'ın elinde karbeyaz havlu, oğlu KemaiHn saz aşkıyla boncuk boncuk terlemiş alnını siliyor. Cihan böyle görmüs, dostlukla, barısla buyumüş. Zaten Hacı Bektaş'ta hangi kapıyı çalsam, bir bans, bir dostluk eli. na götürup "Sorma, sorma" diyor, "Keşke ben yanaydım, şimdi de düşünüp durunım, evli bir adam var bana yangın, almak ister, adam zengin, altınlar içinde yüzdurür beni. Adama varıp kızı kurtarsam mı? Ama ask olmazsa olmaz bu işler, düşünürüm ama aşksız olmaz, rahmetliyle çok aşıktık." "Kaç yaşındasın Cihan" diye soruyorum, gözleri ışıl ışıl "bakma yaşım epey ama nıhum genç" diyor, "böyle sazın sözün ortasında geçmiş hayatımız, aşksız olmaz." Cihan'a bakıp gulumsüyorum. Kenan sazı buakmış, konuşuyoruzOna, "Neyle geçiniyorsun?" "Hayat nasıl?" gibi bu geceye hiç yakışnıayan sorular soruyorum. "Aldınna be ama" diyor, "Bizim kazancımız duğunler, şimdilerde düğünler de bozuldu ya, modern oldu. Bir de benim işim başka bir nedenden zor, her sakala gore tarak vurmasını bilmiyorum ben.Bir bu sazın yolunu bellemişim, hayalta bildigim bir bu". Kenan sazını yenıden eline aldığında, "Vakit geldi yolcu yolunda gerek" deyip biz de kalkıyoruz. Karanlık bir gece, yalnız karın parıltısı, yarın başka bir diyara doğru yola çıkacağız. Birden gunlerdir gazete okumadığımı, saz ve sözün dışında başka hiçbir şey yaşamadığımı farkediyorum. Gece, birikmiş gazeteleri alıyorum, her yerde işkence, karın parıltısı da, muhabbetın tadı da kararıyor. Pencereyi açıp sessızliği dinliyorum, dağ başlanndan, karın beyazlığından acılarla dolu yüzler çıkıp geliyor yanıbaşıma, kara kan damlıyor. Peynir üzerine çalışınm. Malı Kars'tan alınm. Kaşar üzerine işim. Ama piyasa bildiğiniz gibi değil. Hukümetin sıkı para politikası sizi de etkiledi herhalde? Olan bizim gibilere oldu. Biz toptancıyız. Şu anda cebimde otuz bin lira var inanın... Vapurda Kadıköy Belediyesı hoparlörle anons yapıyor: Dikkat!... Dikkat!.. Kıyıda satılan gıda maddeleri sağlığa zararlıdır, lutfen almayınız... Kıyıda sandal içinde balıkçılar satış yapıyor. Halk ucuz balık almak için belediyenin uyarısını dinlemiyor bile... Balıkçılar kıyıda hamsi ve istavrit satıyorlar. Balık alanlann çoğunluğunu yaşlı kadınlar ve beyler oluşturuyor. Kır saçlı bir kişinin yanına vaklaşıyorum. Bakın beledıye hoparlorunden yayın yapılıvor, duymuyor musunuz? Duyuyorum... O halde... Kardeşim biz zaten ölmüşüz. Onun için buradan aldıgımız balık bizi öldurmuyor... Ne ış yapıyorsunuz? Ben emekliyim... Kendimı tanıtıyorum. "O halde yaz" diyor, "Şu yollar ne zaman bitecek?" Yanıt veremiyorum. Nasıl.aldığıruz emekli maaşı yetiyor mu? Nerede... Bu kez başörtulü bir teyzenin yanına gidiyorum... Niçin buradan balık alıyorsunuz? Ucuz olduğu için... Ama sağlığa zararlı... Olsun... Yuruyorum... Bahariye Caddesi'nde mağazaların vitrinlerine bakıyorum. İthal malı Italyan ayakkabıları 22 bin lira ile 45 bin lira arasında satıhyor. Kazaklar dokuz bin on beş bin lıraya. Opera Pasajı'ndan içeriye giriyorum. İthal kazaklar, gomlekler, bavullar, ne ararsanız hepsi var. Tekrar gerisin geriye Rıhtım Caddesi'ne gelivorum. Kazma vurulmamış ne yol kalmış ne sokak. Ta ağustos ayından beri betediye Kadıköy 'un yollarını kazmış. Ardından kış bastırınca her yer balçık çamuruna dönüşmuş. Bir kahveden içeriye giriyorum. Masalardan birisı boş, oturuyorum. Az sonra yanıma gençten birisi geliyor. Sigara uzatıyorum. Alıyor ve yakıyor. Genç, "Sizi bu kahvede ilk kez goruyorum" diyor. ilk defa geldiğimı soyluyorum. Biz işsizler hep buray a geliriz... Senin işin yok mu? Guluyor. 'Yok şimdilik, birkaç ay sonra açılır" diyor. Yanımıza şişmanca birisi daha oturuyor. Gencin arkadaşı olduğunu anhyorum. Şişman olanı elini uzatıp, "Benim adım Ali" deyip tokalaşıyor. Bu arada genç olan "Benim de Osman" diyor. Konuşmaya başlıyoruz. İkisi de ınşaat ustası, ikisi de Kayserili. Duvar ormede uzerlerine yokmuş. Soruyorlar: Siz de işsiz misiniz? "Hayır" diyorum. Ne iş yaptığımı oğrenince, birbırlerinin yuzune bakıyorlar. Şişman olanı, "Biz kahvedekileri yaz abi" diyor. Guluşuyoruz. Şişman olanın adı Ali Özbek. Evli ve iki çocuklu. Umraniye'de oturuyor. tnşaat mevsimi kaç ay? Ben Kartalda çalıştım bu yıl. İslanbul'da altı ay suruyor. Üç dort ay boşta geziyoruz. Osman Topaç. doğruluyor arkadaşını. Bu kez Osman'a soruyorum: Sen de evli misin? Hayır ben bekârım. evlenmeye de hiç niyetim yok, yanıtını verıyor. Maltepe'de kirada oturuyor Ali. E\ kirası ne kadar? Yirmi beş bin lira... Zor mu İstanbul'da yaşamak? Zor, ama alıştık. Sana Milli Piyango'dan 1 milyar çıksa ne yaparsın? Guluyor... Orneğin? Bankaya yaünr faizini >erim mesela. Ya sen Ali? Ben iş kurarım. Ne bileyim. bir benzinci, ya da inşaat malzemeleri satan bir dukkân. Ev, araba, ne istersen. Bir milyar biler mi hiç. Az da politika yapıyoruz: 1983'te hangi partive oy verdinız? ikisi birden... • Ne yapacan abi? Merak euim... Ali: ANAP'a verdim. Osman: Ben de ANAP'a... Ya şimdi seçim yapılsa? Duşunmeye başlıyorlar. Üsteliyorum. İkisi de, "Hele bir seçimler gelsin bakalım" diyorlar... Dışarıya çıkıyorum. Sulu kar çıselemeye başlıyor... , 1