23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/8 3Uzakdoğu'nun bu ilginç ülkesi, daha Moskova'da, Kuzey Kore Havayollan'nın uçağına biner binmez, bizleri, sözcüğün tam anlamıyla çarptı. Önce Korelileri almışlardı uçağa. Uçağın nerdeyse yarısı Kuzey Korelilerle doluydu. Genellikle koyu renk giysili bu çekik gözlü insanların hepsinin göğsünde, ceketinin yakasında bir Kim ll Sung rozeti vardı. Kimi bir bayrağın içine oturtulmuş kocaman bir Kim ll Sung, kimi çelenklerle süslenmiş bakla büyüklüğünde bir elips... Denilenlere göre onlarca çeşidi vardı bu rozetlerin ve herkes bulunduğu mevkiye göre bir rozet takıyördu. Rozetler kişilere imza karşıhğı veriliyordu. Böylece de, göğsündeki rozete bakarak o insanın parti içindeki, devlet içindeki durumunu, mevkiini anlıyor Uünyanın bir ucundaki kapalı kutu: Kuzey Kore Demirtaş Ceyhun'un gezi izlenimleri Kuzey Kore'de 3 tür para var Döviz karşılığı kırmızh sosyalist ülke karşılığı mavi damgalı, halkın parası ise damgasız... dunuz. Başkanlık sarayında büyük önder Kim tl Sung'a hizmet eden garsonların yakalarında da birer Kim ll Sung rozeti vardı. öğrenciIer de rozet takıyorlardı. Yani, yakası Kim ll Sung rozetsiz hiçbir Koreli yoktu. Daha Pyongyang Havaalaru'nda Kim ll Sung'un kocaman bir resmiyle karşılaşıyordunuz. de de, ülkenin dört bir yanında bütün şiddetiyle sürmüştü. Oysa Asya Oyunlan'nın güvenliğini sağlayabilmek için tam 40 bin polis görevlendirilmişti. Her sporcuya neredeyse on polis düşüyordu. Ama olaylar önlenememişti. Daha oyunlann başlamasına altı gün varken, Seul havaalanında bombalı bir saldın dUzenlenmiş, altı kişi ölmüş ve tam 32 kişi yaralanmıştı. Bunun üzerine Başkan Chun büyük bir operasyona girişmiş ve Universitelerin derhal kapatılması buyruğunu vermişti. Ülkede ne kadar "sakıncalı" Universite öğrencisi var, hepsi süresiz gözaltına alınmıştı. Hatta bununla da yetinilmcmiş, güya "Kuzeyden gelecek bir tehllke" için sımr kapılarına yerleştirilmiş Güney Kore'deki 45 bin Amerikan askeri de Başkan Chun'un yardımına koşmak üzere alarma geçirilmişti. Ote yandan, kimi Batılı çevrelerce, "ekonomik bir muclze" gerçekleştirerek 10 yıl gibi çok kısa bir süre içinde sanayileşebilmeyi başarmış bir ülke olarak tanıtılmak istenen Güney Kore, ashnda bir ucuz işgücü cennetiydi. tşçilerin toplusöueşme, grev vb. hiçbir haklan yoktu. Herhangi bir sosyal güvenceye de degillerdi. Emeklilik 3 paraya 3 mağaza: Kuzey Kore'de her tür paraya göre ayrı alışveriş merkezi var. Döviz Karşılığı kırmızı damgalı vonla, hemen tamamı Japon malı yabancı eşya satan dükkanlarda alışveriş mümkün. Mayi damşalı paranın geçtiği mağazalarda ihraç içın üretilmiş Kore maîları satılıyor. Halkın parasının geçtiği mağazalarda ise, çok büyük kuyruklar var. Karne karşılığı satılan mallar ise gerçekten kalitesizdi... AJNKARA...AJNKA MUŞERREF HEKİMOGLU 21 KASIM 1986 Öyküler, Anılar, Kuşlar Missouri'nin istanbul'a gelişi nedeniyle adı sanı yeniden gündeme gelen rahmetli Münir Ertegün, Paris'ten Londra elçiliğine atanınca eşi Hayrunnisa Ertegün haylı telaşlanıyor. 1930'lu yıllar, Paris havasından Londra'nın protokoluna girmek ilk anda güç geliyor. Buckingham Sarayı'na nasıl gidecek, kraliçenin karşısına nasıl çıkacak, gözunde büyüyor. Münir Ertegün seygiyle yatıştırıyor eşini, her şeyin kolayca gp çeceğini söylüyor. Ertegün ailesi Londra yolunu tutuyor. Türk büy kelçisi saraya gidip itimatnamesini sunuyor. Bir süre sonra da Hayrunnisa Ertegün'e çağrı geliyor Buckingham Sarayı'ndan. Kraliçe bir cuma günü saat on beşte Türk sefiresini bekliyor. Türk sefiresi kalp çarpıntıları içinde ne giyecek, kraliçeyi nasıl selamlayacak, neler konusacak, neler konuşması gerekebilir, sonra konuşmayı nerede kesıp kraliçenin yanından nasıl ayrılacak? Büyükelçı Ertegün, gülümseyerek karşılıyor bu soruları. "Sorunlar çok kolav çözümlenecek" divor kısaca. Hayrunnisa Ertegün, aynanın karşısında diz çökerek selam provaları yapıyor. Paris'ten aldığı elbiseyi giyiyor. Pembe taftadan bir elbise. şapkası. çantası, eldivenleriyle çok şık bir Türk sefiresi oluyor. 1930larda Paris'ın en ünlü modaevinden, özellikle kralıçeyle ilk karşılaşmada giymek için almış bu elbiseyi Buluşma günü krallığın geleneksel atlı arabası Türkiye Büyükelçiliğı'nın önünde duruyor. Pembe sefireyı Buckingham Sarayı na götürüyor. Protokol görevlileri Türk sefiresini karşılıyor, kraliçenin önüne çıkarıyorlar. Hayrunnisa Ertegün, büyük coşku ve korku içinde salona gırıyor, heyecandan hiçbir şey görmüyor ilk anda. Gözlerı yerde, kraliçeye doğru ilerliyor, diz çöküyor, geleneksel selamı veriyor, sonra doğruluyor, bir de ne görsün... Kraliçeyle aynı elbiseyi giyiyorlar. Yalnız renkler değışık... Kımbılır, ingıltere Kralıçesı de Paris'ten gelen Türk sefiresini Parls çizgileriyle karşılamak istedi belki de... Kadınlar eş elbiselerle karşılaşmaktan hoşlanmaz, ama kraliçe tepkisini çok zarif biçimde göstenvor: "Modada zevklerlmiz benzlyor demek" diye gülümsüyor. Kraliçe Elizabeth'in büyükannesi tahtta oturuyor o zaman. Türk sefiresiyle güzel bir söyleşi yapıyorlar. Bayan Ertegün, "Acaba gitmek için nasıl izin istesem" diye düşünürken, salonun kapılan açılıyor, kraliçe ayağa kalkıyor, konuğunu selamlıyor. Türk sefiresi de büyük bir rahatlıkla ayrılıyor saraydan. Hayrunnisa Ertegün'den yıllarca önce djnledim bu öyküyü. Oğlu Nasuhi Ertegün bilmiyormuş meğer, bu kez İstanbul'a gelişinde benden dinledi, hayli duygulandı. Ben de çok duygulandım o aksam Üç kardeşi bir arada gördüm, geçmiş yıllara döndüm, Türkiye'yi Isviçre'da, Fransa'da, inglltere'de ve ABD'de temsil eden bir sefireden dinlediğim olayları ve öyküleri anımsadım. O öyküler bana daha ilginç geliyor şimdi. VVashington'a gittiğlm zaman gördüm, büyükelçiliğimizln alt katında bir oda var. Başkan Roosvelt boş zamanlarında gelırmış odaya, Münir Ertegün ile karşı karşıya otururlarmış, biri saat onarır, öteki kuyumculuk yaparmış ve klmbilir neler konuşurlarmış... Türkiye'nın, devlet başkanlarıyla özel dostluklar kuran elçileri varmış vaktiyle... O akşam Yaşar Kemal de vardı. Moskova'da Gorbaçov ile karşılaşmasını anlattı bir aralık. O karşılaşmayı Zülfü Livaneli de yazdı. Gorbaçov, Türk devlet adamlarıyla karşılaşmaya vakit bulmuyor da sanatçılarla bir saati aşkın konuşuyor, diye şaşıranlar var, hiç de şaşılası bir olay değil bence, bir devlet başkanının sanatçılarla konuşması, tartışması. ona başka bir boyut katar, o söyleşller daha üretken olabili Ben Türkiye devlet başkanlarının da sanatçılarla uzun söyleşiler yapabilmesini çok isterim. Sayın Evren, vakit buldukça ızlediği sanat olaylarından sonra sanatçılarla ilgilenir, eleştirilerini söyler, ama protokol elverdığı kadar. Protokol de giderek sınırlanıyor. Çankaya Köşkü'ndeki resmi kabullerde bile çoğu konuklar, Cumhurbaşkanını uzaktan görebiliyorlar. Geçmiş yıllarda uygulanan protokol tümüyle değişti. Geçmiş yıllarda Sayın Cumhurbaşkanı'na konuklan bir bir tanıtılırdı, şimdi elini sıkmak bile güçleştı Oysa Çankaya Köşkü'nün ev sahlbı o; konuklarını yılda bir kez selamlayacak, bir bir ellerini sıkacak elbet. Çünkü o konuklar Çankaya Köşkü'ne yalnız Cumhurbaşkanı'nın konuğu oldukları içın gidiyorlar. Kimi konuklar çağrı kartını okumamış gibi davransalar, giysllerine özen göstermeseler, koyu renk elbise yerine açık renk, hatta spor ceketle gelseler bile, ev sahıbinin elinı sık . madan Köşk'ten ayrılırlarsa haklı bir burukluk duyuyorlar. Yüzlerce klşinin elini sıkmak yorucu olabilir, ama Sayın Evren bu tür yorgunlukları göze alıyor her zaman. Biraz önce Buckingham Sarayı'ndan söz ettim, Kraliçe Elizabeth'in bir resmı kabulde konuklarının elini sıkmaması görüldü mü acaba? Ankara'ya gelişinde basınla karşılaşmasında herkesle ayrı ayrı konuşmaya bile özen gösterdi ingıliz Kraliçesi. Türkiye'de bu tür protokol düşünülemez, ama bızim geleneklerımiz de bu doğruttuda değil mi? Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Çankaya Köşkü'nde duzenlenen resmi kabulde Sayın Evren, konuklarının bir bir elini sıkmadı, ama gazetecllerden bir grupla konuşurken birden sordu: Siz bir şey içmiyor musunuz, benim elimde bardak, bizin ellerlniz boş, biraz ayıp oluyor. Bu sözler bir ev sahibine yaraşır ıçtenlikle söylendi elbet. Konuklarına karşı böyle duyarlı olan bir Cumhurbaşkanı el sıkmaktan da kaçınmaz. öyleyse bu protokol nereden kaynaklanıyor? • * • Dönellm yine Ertegün kardeşlere. Onlarla resimden ve ressamlardan da söz ettik Istanbul buluşmasında. Ikisinin de çok zengin koleksiyonları var. Türkiye'de ve Türkiye dışında yaşayan ressamlarımızın, aynca yabancı ressamların yapıtlarından oluşan koleksiyonlar. Bir gün o koleksiyonları New York'tan istanbul'a ya da Ankara'ya getirmeyı düşünebilirler belki. Modern sanat müzelerimize büyük bir katkı olur. Okyanusun ötesinden bir sanat çıkarması... Ankara ya dönüşte sergi çağrılartyla dolmuş posta kutum. Bedri Baykam, iki galerıde birden sergi açmış, önce Artisan'a gittim, Bedri Baykam'ı selamladım. Elinde postadan yeni çıkan bir "Arts" dergısı, gözleri parlıyor. Arts, New York'ta yayımlanan önemli bir sanat dergısi, kasım sayısında dört sayfa ayırmış bu Türk ressama, gözleri nasıl parlamasın? Sergiyı gezınce benim gözlerim de gökkuşağına bulandı. Çok çarpıcı renkler, Ingilızce sözcükler, elbet bir canlılık, süreklilik var, ama çağdaşlığın neresinde diye karar veremedlm... Sonra Farma Tülin Özturk'ün sergisine gittim, renksiz bir dünyaya daldım. Renksiz ama çok etken, çok düşündurücü. Kimi kişiler bu etkenliği sanatçının erkekçt kişiliğine bağlıyorlar. "Erkek gibi resim yapmış" diyorlar. Ben bu yoruma katılmıyorum. Bir sanatçının gücü böyle tanımlanamaz. Erkek gibi ressam, kadın gibi ressam diye bir ayrım ters geliyor bana. Asıl olan ressamlık değil ml? Bir Fahrunnisa Ze/di, bir Eren Eyüboğlu'nu ressam oldukları için sevgıyle, saygıyla seyretmiyor muyuz? Bugünlerde Paris'ten bir ressamımız var Ankara'da, AHAtmaca Nev Galeri'de bir sergi açtı. Onu Hıfzı Topuz'un evindeki kuşlarıyla tanıdım. Kimi ressamlar ne güzel kuşlar yapıyorlar. Seyrederken bir tüy hafifli' ğiyle uçmak istiyor insan. Karanlığı aşmak, savaş rüzgârlarını, ateş çemberini gerıde bırakmak, güneşe doğru kanatlanmak, daha iyisi başka bir gezegene doğru uçmak. Dünyamızda kolumuz kanadımız durmadan kırılırken, uçmak özlemi de azalıyor giderek. Katı devletçilik Ülkede her şey Kim ll Sung ile Kim Jong tl ve Çuçe düşüncesi içindi. Kim ll Sung'un konuşmaları ciltler halinde bastırılmış, dağıtılıyordu. Herkes bu kitapları sık sık okumak zorundaydı. Şimdi de veliaht Kim Jong ll'in konuşmaları ciltler halinde bastırılıp dağıtılıyordu. Her konuda buyruklan vardı. Denilenlere göre, önderler, "Marksizmin eski dogmatik yorumlanm reddetmlsler" ve Kore'nin koşullarına uygun yorumlar getirmişlerdi. Kim ll Sungizmin temel ilkesi de, kendi kendine yetmekti. Bu nedenle bütün dünyaya kapılarını kapamışlardı. öyle ki, Sovyetler Birliği ile de ilişkileri yıllardır şekerrenkti. Tam bağımsızlık ilkesini bağnazlık ölcüsünde sayunuyor ve uyguluyorlardı. Bu yüzden de, işgücü/yoğun teknolojiler kullanarak kendi öz kaynaklarıyla kalkınmaya çalışıyorlardı. Insanlar gece gündüz, kendilerini feda edercesine Ulkeleri için çalışıyordu. Kim ll Sungizm, her ne kadar Marksist dUşünceden yola çıkmışsa da, bugün göründüğü kadarıyla daha çok ulusçu ve aşırı devletçi bir yapıda. Tam bağımsızlık ilkesindeki katı tutum, onlan hem dünyadan soyutlamış, hem de katı bir parti egemenliğine ve katı bir devletçiliğe sürüklemiş. Pyongyang'da, yalnızca sempozyumda veya öteki toplantılarda konuşma yapan görevli kişiler değil, özel konuşma olanağını azıcık da olsa bulduğum kişiler de dahil tanıştığım bütün Kuzey Koreliler, sanki sözbirliği etmisler gibi, konuşmalannı n'apıp yapıp Kore'nin birleşmesi konusuna getirip bağhyorlardı. Başkan Kim tl Sung da, yazarlar onuruna Başkanlık Sarayı'nda verdiği yemekte yaptığı konuşmada aynı şeyleri söyledi. öyle ki, 29 eylül gunü, 100 bin kişilik o görkemli Kim tl Sung Stadı'nda Asya Afrika yazarlan onuruna duzenlenen spor gösterilerinin sonunda da öğrenciler aynı mesajı dile getirdiler; çiçeklerden oluşan bir tek Kore haritası çizdiler alanda. Kısacası Kuzey Kore'de görüldüğü kadanyla her şey, iki Kore'nin bir an önce birleşerek tek Kore haline dönmesini amaçlıyordu. Ana politikalan haline getirmişlerdi bunu. Demeçler bu dilekle bitiyordu. Söylevlerin sonu bu amaca bağlanıyordu. Şarkılar, hatta marşlar bile bu isteği dile getiriyordu. Kuzey Kore yöneticileri, bu isteklerinde, bu amaclannda gerçekten içtenlikli miydiler? Dedikleri gibi birleşme uğruna katlanamayacaklan hiçbir özveri yok muydu? Kore'de kaldığım 12 gün boyunca bir kez olsun otelden dışan tek başıma çıkamadım. DUmacıma, birkaç kez sokağa çıkıp yürümek istediğimi söyledim. Sağlık nedeniylc her gün bilmem kaç kilometre yürümek zorundayım dedim, belki halime acırlar da yürümeme izin verirlcr diye. Ama olanaksız. Değil tek başıma yürümek, ilk başvurumdan tam üç gün sonra çıkan yürüme iznimde de, yanımda dilmacım olduğu halde ancak otelin önttndeki büyük caddede üçyüz dörtyüz metre kadar yukan, sonra da Uçyüz dörtyüz metre kadar da asağı bir gidip bir gelebildim. Tıpkı volta atar gibi. Sıkıldım, döndüm oteldeki odama. Anladım ki, Kuzey Kore konuklan için de hâlâ kapalı kutu. Kuzey Korelilerden ulkeleri hakkında bir bilgi alabilmek olanaksıza yakın zor. Konuşmuyorlar. Konuşurlarsa da hemen "Büyük önderimiz Kim tl Sung ve Sevgili Liderimlz Kim Jong tl'in direktifleriyle ülkemiz bu konuda şu noktadayken,ttstünbir başanyla şu noktaya gelmiştir" gibisinden klişe şeyler söylüyorlar. Ama insanın yabancı bir ülkedeyken kendiliğinden gelişen duyguları bir şeyler öğrenmesine yetiyor. Kuzey Kore'de, öğrendiğimize göre, öğretmen, vb. gibi orta dereceli bir memurun eline ayda 90 ile 100 von (Kuzey Kore para birimi von. Yüz çun bir von ediyor) geçiyormuş. Beş kata kadar olan apartmanlardaki ev kirası 3 von. Bu evler iki küçük odadan ibaret. Biri mutfak, oturma odası filan, öteki yatak odası. Banyo, tuvalet, apartmanlann en alt katında ve ortaklaşa. Evlerin ısıtma sistemleri de, mutfak bacalarının döşemelerde dolaştırılmasıyla sağlanmış. Mutfaklar sıcak oluyor. Bu yüzden de kışın yaşlılar mutfakta yatarmış, yazın da gençler. Şimdi artık beş katlı apartman yapmıyorlar. Ülkede tarıma elverişli toprak az olduğu için, kentleri enine değil, dikine genişletiyorlar. Bu nedenle de 3040 katlı apartmanlar yapıyorlar genellikle. Fakat bu apartmanlardaki kiralar çok pahalı. Normal bir dairenin kirası 2025 von'muş. Aynca, yeterli altyapıya sahip olmadıkları için de, bu çok yüksek apartmanlarda genellikle asansörler çalışmıyormuş, üst katlara su çıkmıyormuş. Boş apartmanlarda ışıklar Otelimizin çevresinde de çok sayıda bulunan bu apartmanlar, bu yüzden mi kim bilir, genellikle boştu. Hatta çoğu hiç iskân edilmemişti. Ancak ne var ki, geceleri bu boş apartmanlann da kimi dairelerinde ışıklar yanıyor sabaha dek. Apartman bekçileri geceleri kimi dairelerin ışıklarını yakmakla da görevliymişler. Fakat, Ust katlara çıkmaya üşendikleri için olsa gerek, genellikle alt dairelerin ışıkla rıyla merdiven ışıkları sürekli yanıyordu. Hatta bazı dairelerin balkonlarında çiçekler de vardı. Çatılarda televizyon antenleri de gözüküyordu. Ama insan? Asla. Balkonlardaki çiçekleri suluyorlar mıydı? Yoksa, çoğu anıtın çevresinde gördüğümüz gibi, onlar da plastikten miydi? Bilemeyeceğim. Ktttt devletçilik: Kim tl Sungizm her ne kadar Marksist dUşünceden yola çıkmışsa da, bugün göründüğü kadarıyla daha çok ulusçu ve aşırı devletçi bir yapıda. Tam bağımsızlık Hkesinde katı tutum, onlan hem dünyadan soyutlamış hem de katı bir parti egemenliğine ve katı bir devletçiliğe sürüklemiş. Doğrusu, bu soruyu yanıtlamaya çaüşmadan önce şunu belirtmeliyün ki, bir yabancı için, Kuzey Kore'deki bu "Her Şey Tek Bir Kore İçin" politikasına verilen olağanüstü önem, belki de en carpıcı, şaşırtıcı olaydı. Dolayısıyla da, (galiba) bütün Kuzey Korelilere benimsetilmiş ve topluca dile getirtilen bu kutsal amacın çekimine kapılmamak olanaksızdı. ÇflnkO o kadar hakhlardı ki... Marşlarla inşaata Sokaklar daha çok öğrencilerle doluydu. llköğrenün zorunluymuş ve bütün okullar ücretsizmiş. öğrencilerin üniformalarını da devlet bedava veriyormuş. Yuva da çok sayıda olsa gerek. (Galiba yuva için bir tniktar ücret ahnıyormuş ama.) Günün her saatinde sokaklar renk Boş apartmanda tştklar: Otelimizin çevresindeki apartmanlann çoğu boştu. Ama apartman bekçileri geceleri kimi dairelerin ışıklarını yakmakla da görevliymişler. Fakat üst katlara çıkmaya üşendikleri için olsa gerek, ' genellikle alt dairelerin ışıkları ile merdivenler sürekli yanıyordu. renk giysileriyle topluca marşlar söyleyen çocuklarla dolu. Alanlarda, spor gösterilerinin provalarını yapıyorlar sürekli. Myohyang'a giderken gördük. Sabah erken saatlerde, kızlı erkekli öğrenci grupları, yanlarında öğretmenleri, başlarında kızıl bayrak açmış bir öncü, ellerinde, omuzlarında kazmalar kürekler, marşlar söyleye söyleye tarlalara, inşaatlara çalışmaya gidiyorlardı. Kuzey Kore'de dikkat çekici bir diğer özellik de, nüfusun çok genç oluşu. Müzelerde, sergilerde, broşürlerde filan, ülkedeki yaş ortalamasının devrimden önce şu kadar olduğu halde, Büyük Onder Kim ll Sung ve Sevgili Yönetici Kim Jong tl sayesinde şimdi 75'e çıkarıldığı savlanıyorsa da, doğrusu, gördüğümüz kadanyla Ülkedeki yaş ortalamasının çok düşük olması gerek. ÇUnkü sokaklarda çok az sayıda yaşlı insan gördük. Nüfus, genellikle çok genç. Üstelik, çocuk sayısı da çok fazla. Hele hele sabah erken saatlerde işe giden her üç kadından, (hatta her iki kadından) birinin sırtında bir çocuk vardı. Genç kadınlann sırtında çocuk, elinde çocuk. Doğum oranının da çok yüksek olması gerek. Pekin üzerinden K. Kore 2.5 gtin Aynca Kuzey Korelilerin, iki ayn Kore'nin birleştirilmesi politikasının yanı sıra, iki Kore ve Japonya arasında üce bölünmüş ailelerin birleştirilmeleri konusunda da birtakım girişimlerde bulundukları hakkında Japon yazarlar ttiro Harin ve Makoto Oda'nın yaptıklan açıklamalar gerçekten ilginçti. Bu açıklamalara göre, Japonya'daki Koreliler oldukça zor dunımdaydılar. Gerek hükümetlerin, gerekse halkın aşağılayicı baskısı altında yaşıyorlardı. Çocuklanna kendi dillerinde eğitim yaptırma olanağı yoktu. Sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlardı. tşte Japonya'daki zor durumda olan bu Korelilerin yardımına da Kuzey Kore hükümeti koşuyordu. Onlann ulusal niteliklerini yitirmemeleri için birtakım yatırımlar yapıyorlar dı. Oysa Japonya ile aralannda sıcak politik ilişkiler de yoktu. Hariu ve Oda'nın belirttiklerine göre, Japonya'da kendilerine verilen pasaportlann üzerinde "bu pasaportla Kuzey Kore'ye girilemez" diye damga basdmıştı, bu yüzden hemen burunlannın dibindeki Kore'ye gidebilmek için önce Pekin'e uğramaları gerekiyordu ve Japonya'dan Kore'ye yolculuk en azından iki buçuk gün sürüyordu. Ama politik Uişkilerinin bunca soğuk olmasına karşın, Kuzey Koreliler galiba dolaylı ticari Uişkilerinin yoğunluğundan yararlanarak gene de Japonya'da, oradaki Koreli soydaşları için okullar yaptırnuşlardı, yardım göndermişlerdi. kuıey Kore, işgücü yoğun teknolojiler kullanarak kendi oz kaynaklarıyla kalkmmaya çalışıyor. Insanlar gece gündüz, kendilerini feda edercesine ulkeleri için çalışıyorlar. leri falan da yoktu. lşte diktatör yöneticilerin propagandaları ujnına yapılan böylesi görkemli spor gösterilerinin faturaları da bu yoksul emekçi kitlelerin sırtlanna çıkarılıyordu. Ülkede tam hiı polis rejimi egemendi. Her gün polisöğrenci çatışmalanndan geçilmiyordu ülke. Kara gözlüklü Güney Koreliler Nitekim sempozyuma katılan Japon yazar ttiro Hariu da, "Rotera" ödülünü kazanan Güney Koreli yazar Kim Ji Ha'ya ödülünü vermek için Güney Kore'ye gitmek istediklerini, fakat üç kez başvurularını yinelemelerine karşın, kendilerine bir türlü vize verilmediğini, bu yüzden Kim Ji Ha'ya ödülünü veremediklerini açıklamıştı. Söylenildiğine göre, şu an GUney Kore'de çok sayıda yazar ve gazeteci tutukluydu ve işkence altındaydı. Bu baskı rejiminden dolayı da, Pyongyang'taki edebiyat sempozyumuna katılan GUney Koreli yazarlar, toplantılara iri kara gözlükler ve başlarında birer kalpak gibi duran peruklarla geliyorlardı. özetle, Güney'de halen Amerika'nın dümen suyunda bir askeri yönetim vardı. Ülkenin dört bir yanı nükleer başhklı Amerikan siİahlanyla donatıuruştı. Gerçekten Ülkenin dışsatımı son on yılda inarulmaz oranlarda artmıştı. Sanayi ürünlerinin dışsatımdaki payı çok yüksehnişti. Ama işçilerin hiçbir sosyal hak ve güvenceleri yoktu. Bir yanda aşırı zenginlik, öte yanda anlatılamaz bir sefalet hüküm sürüyordu. Pirinç ve insam Ülkedeki tanm topraklannın tamamı da, galiba çeltik (pirinç) ekili. Insanlar tarlalarda da an gibi çalışıyorlardı. Gerçekten de çok düzenliydi ekili alanlar. Tarımda oldukça büyük gelişmeler elde etmişler. Hektar başına olağanın Ustünde pirinç alıyorlarmış. Görebildiğimiz kadar, ulkede iki temel ürünün tarunı yapılıyor: Biri çeltik (pirinç), öteki "insam." "İnsam" Kore'ye üzgü (veya Uzakdoğu'ya) bir bitki. Havuç benzeri, dallı budaklı bir kök bitki. Denilenlere göre, insana dinçlik kazandırıyormuş, doping yapıyormuş. Hatta ömrü uzattığı bile savlanıyormuş. Çok miktarda "insam" yetiştiriyorlar ve başlıca ihraç ürünlerinden biri. Lüks ve pahalı içkilerinin içinde de bu kök var. lnsamın çorbası, yemeği, tatlısı... Sabunu bile var. Korelinin yaşamı, pirinç ve insam Uzerine kurulu sanki. Herkes pirinçle besleniyor. Bir de bizim erişte dediğimiz türde makarna yaygın. Sokaklarda sadece pilav veya makarna satan lokantalar gördüm. Kuyruğa girmiş, bu lokantalann önünde sıra bekliyorlardı. Bir de, nehirlcrde akşamları iş dönüşU böcek ve su bitkileri toplayan kadınlı erkekli gruplar gördük. Ancak şunu da söylemeliyim ki, insanlar çok zayıftı Kuzey Kore'de. Doğrudur, aç insan mutlaka yoktu, ama çok tok birinin olduğu da söylenemezmiş gibime geldi. Çocuklarda galiba kemik hastalığı (raşitizm) oldukça yaygındı. Veremin de yaygın olduğu söyleniyordu. i Kore'nin birleşmesi zor Bu on iki günlük Kuzey Kore konukluğumuzun bizde bıraktığı izlenime göre, Kuzey KoreUler, iki Kore'nin birleştirilmesi konusundaki politikalannda içtenlikli gibiydiler. Yani birleşme konusunda her türlü özveri için sanki hazırlıkhydılar. Fakat birbirinin karşıtı iki ayn rejimi benimsemiş bu iki ayn devletin birleşebilmesi, acaba gerçekten olanaklı mıydı? Kuzey Koreli yöneticiler, 1988 olimpiyat oyunlarının Seul'de yapılacak olmasım da bir fırsat saymışlar birleşmek için ve Güneyli kardeşlerine işbirliği önerisinde bulunmuşlar. Bazı oyunları Pyongyang'da yapalım diyorlar. Hatta bu amaçla büyük inşaat yatırunlarına girmişler. Birçok lüks otel inşa etmisler. Sporcular için pansiyonlar, lojmanlar, büyük büyük spor tesisleri yapmışlar. Acaba olimpiyat oyunları, amblemine de yaraşır bir biçimde bu iki Kore'nin birleşmesinde yardımcı olabilecek mi? Gördüğümüz kadanyla, doğrusu öylesine zor ki bu birleşme... Kuzey Kore, bugün dünya için tam anlamıyla bir kapalı kutu. Yabancüar için kapılan hâlâ zor aralanıyor. Ancak kendileri saptıyorlar kapılannı açacaklan kişiyi. Güney Kore ise basından izlediğimiz, öğrendiğimiz kadanyla alabildiğine açık. Hatta müstehcen... ÇALIŞANLAR1N SORULARI/SORUNLARI Y1LMAZ ŞİPAL Kuzey, hâlâ bir kapalı kutu Pyongyang'a, söz konusu edebiyat sempozyumunu AfrikaAsya Yazarlar Birliği ile Kuzey Kore Yazarlar Birliği ortaklaşa düzenledikleri için, dolaylı da olsa, Kuzey Kore Yazarlar Birliği'nin konuğu olarak gitmiştim. Nitekim Moskova Pyongyang gidiş dönüş yol giderlerimi, Pyongyang'daki bütün masraflarımı Kuzey Kore Yazarlar Birliği karşılamıştı. Daha havaalamnda, bir dilmaçla, Kuzey Kore Yazarlar Birliği Uyesi genç bir yazarı bana konukçu vermişlerdi. Sabahın köründe, bu dilmaçla konukçum uyandınyordu beni ve gece yatıncaya dek de yanımdan bir saniye olsun aynlmıyorlardı. Birlikte bir otobüse biniyorduk her sabah saat sekizde otelden. Kongre salonunun önünde birlikte iniyorduk, binaya birlikte gidiyorduk. Doğrusu ilk günler, bu birlikteliğimizi onların bir doğulu konukseverliği, aşırı bir konukseverlik olarak yorumladığımı da söylemeliyim. Hani pek de önemsememiştim. Kıdem tazminatı tavanı ö|rcamck iftedlglm kıdem Uzminttı UTanının nasd besaplandıttdır. Bu bcMplmmanuı, gMergc, ek gfaterge ve katsayı Uc bafintılı oktngnnn bOljrornm. Ancak ek göıtcrge uygulamannu nanl yapddıguu tam beUrieyemedlm. 19M yıta 1.100 olan tavan ek gösterge 1985 yıunda da % 50 artarak 1.650 oldn. Kıdem (azmlnaündakl arofu aed«nl bo. Bn ek goctergderdeki her yıl % 50 oranındakl artoş diğer yıllan da kaptayank ıttrekll artacak mı? Kuaca her yıl bn V» 50 ek görterge «rtışı kıdem lazminatlanna yanayacak mı? \JÇ. • ZONGULDAK YANrr 1; Yasası uyannca "toplu «Azlefmderle ve hizmet akideriyte belirlenen kıdem tazminatlanmn yıllık mlktan, Devlet Memurlan Kanunu'na tabi en yttluek devlet memanına 5434 MVU EmekU Sandıgı Kannnıı hUkUmlcrine göre bir hizmet yüı için 6denecek azami emeklilik ikımmlyefini geçemez." Kıdem tazminatı tavanı en yüksek devlet memuruna ödenecck emeklilik ikramiyesine eşit olacak ve bu ikramiye tutannı aşamayacaktır. Memurlara ödenen cmekli ilcramiyeleri de görcv aylıklannın ödenmesine esas aJınan göstergc ve ek gösterge toplamı Uzerinden hesaplanmaktadır. Devlet memurlanna ödenen en yüksek aylık 1.400 ana gösterge ile önceden ve her yU için ayrı ayn 241 ve 243 sayıh kararnamelerle belirlenen ek gösterge sayıları toplamına göre ödenmektedir. En yüksek ek gösterge 1984 yüı sonu için 1.100, 1985 yılı için 1.650, 1986 yüı için 2.200 ve 1987 yılı ve onu izleyecek yülar içinse S.SOffdür. 1986 yüı (1 temmuz 31 aralık) kıdem tazminatı tavanı = 1.40O(en yük1 sek ana gösterge) + 2.200 '1986 yüı en yüksek ek gösterge = 3.300 'En yttksek devlet memuru aylıgına esas gösterge' x 62 KATSAYI = 2233& (1986 yüı 2. van için adenecek emeklilik ikramiyesi tavanı ile kıdem üumioatı tavanı). 1987 yılı kıdem tazminatı tavanı: 1.400 (En yüksek ana gösterge) + 3.300 (1987 yüı en yüksek ek gösterge) 4.700 (En yüksek devlet memurunun görev aylığı ile emeklilik ikramiyesine esas olan gösterge) x 66 (Butçe lasansı'nda öngörülen 1987 yüı 1 ocak 30 haziran arası KATSAYI) = 310.200 (1987 yüı 1. yan emeklilik ikramiyesi tavanı ile kıdem tazminatı tavanı). Ek göstergelerde her yıl için % 50 artıs söz konusu degüdir. Ek göstergeler 241 ve 243 sayüı kararnamelerle 1987 ve onu izleyen yülar için önceden belirlenmiştir. 1987 yüında geçerli olan ek göstergeler üeriki yülarda da değiştirUmedigi sürece uygulanacaktır. SORU: U ç tür para var ülkede Kongre salonunda, girişte bir köşede bir de alışveriş bölümü vardı. Galiba sempozyumun ikinci gUnünde, satılan şeyleri inceliyordum. Bir Sovyet yazarının sieara almak için uzattığı Kore parası vonu satıcı kız kabul etmedi. Ustü kırmızı damgalı para istediğini söylüyordu. Sovyet yazarının uzattığı paranın Ustü ise mavi damgalıydı. Şaştım kaldım. Daha sonraki günlerde Pyongyang radyosu benimle bir konuşma yaptı ve telif ücreti olarak 20 von verdi. Bu paraların Uzerinde ise hiç damga yoktu. tşte o zaman farkına vardım; demek Ulkede üç tür para vardı. Sordum öğrendim. Bozdurduğum dolarların karşılığında da bizlere meğer kırmızı damgalı para veriyorlarmış. Batılı yabancıların bozdurduğu dövizlere karşılık kırmızı damgalı para veriliyordu. Sosyalist ülke paralarııun karşılığında mavi damgalı von ödeniyordu. Halkın parası ise damgasızdı. Ve acıdır, ülkede her paraya göre ayn bir alışveriş merkezi vardı. Kırmızı damgalı vonla, bir çeşit dövizle satış yapan mağazalara benzer yerlerden alışveriş yapıyordunuz. Oralarda tamamı hemen hemen Japon malı yabancı şeyler satılıyordu. Her şey de vardı. Mavi damgalı vonlann geçtiği mağazalarda ise, ihraç için Üretilmiş Kore mallarıyla, sosyalist ülke malları satılıyordu. Halkın parasının geçtiği mağazalarda ise çok büyük kalabalıklar, kuyruklar vardı. Mallar, gerçekten çok kalitesizdi. Aynca herkese birer adet, karne karşılığı satış yapılıyordu. Fıkır fıkır kaynayan ülke: Gtiney Kore Son günlerde gazetelerin yazdıklanna göre, Kuzey Korelilerin 1988 olimpiyat oyunlannı iki Kore'nin birleşmesi konusunda bir fırsat şeklinde değerlendirmesini, GUney Kore Devlet Başkanı Chun Doo Hwan çok sert bir biçimde yanıtlamıştı. Kuzey Korelilerin, olimpiyat oyunlannı Güney'in tek başına yapmaya gücünün yetmeyeceği tezini dünya kamuoyu önünde çürütebilmek uğruna, olimpiyat oyunlannın bir provası şeklinde değerlendirdiği, 10. Asya OyunJan'nın Seul'de yapılmasını üstlenmiş ve geçen eylül ayı içinde ülkenin vanru yoğunu seferber ederek bunu gerçekleştirtmişti. Ama ne pahasına? Güney Kore Devlet Başkanı Chun Doo Hwan, 1980 yılında askeri bir darbeyle devlete el koymuş, havacı bir generaldi. Batıhlarca, Filipinlerdeki Marcos rejiminin yıkılmasından sonra, Uzakdoğu'nun Tayvan devlet başkanından sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin uydusu ikinci diktatör olarak değerlendiriliyordu. Chun Doo Hwan'ın bu cuntacı yönetimine karşı Ulkede büyük bir muhalefet vardı. Son yıllarda öğrenci olayları olağanüstü boyutlara çıkrruştı. Bu olaylar, güya 1988 olimpiyat oyunlannı GUney Kore'de tek başına ve olaysız gerçekleştirebileceğini dünyaya tanıtlayabilmek için özellikle Seul'de yapılmasını sagladığı 10. Asya Oyunları arifesin Gözaltı görevlileri Dilmaçlarımızla konukçulanmızın üstümüze bunca düşmelerinin ashnda aşırı konukseverlikle falan pek bir ilgisinin bulunmadığının da ancak birkaç gün sonra, bir rastlantı sonucu farkına varabildik. İki kişi olan Afganistan delegelerine de bir dilmaçla bir konukçu verilmişti. Bir sabah, Afganistanlı iki yazar, galiba öteki yazarlarla söyleşiye daldıklanndan, ayn ayn otobüslere binmişler, otelden Kongre Sarayı'na gidilirken. Demek dilmaçla konukçu da dalrruşlar. Dolayısıyla da, Afganlı yazarlardan biri Kongre Sarayı'na dilmaçsız ve konukçusuz girmiş. Meğer bizimle birlikte saraya giren dilmaçlanmızın veya konukçulanmızın bir görevi de, geldiğünizi kapıdaki görevlilere bildirmekmiş. Benim için de "Toygl geldi" derlermiş de, ben farketmezmişim. tşte o gün, Afganistanlı bir yazarın, kapıya kaydını yaptırmadan içeri girdiği anlaşıhnca, derhal dilmaçlanrun ve konukçularımn işine son verilmiş (veya o görevden ahnıp başka bir göreve gönderUmişler) ve yerlerine başkalan görevlendirilmiş. tşte o an farkına varmıştık dilmaçlanmızın ve konukçulanmızın bir görevinin de bizleri gözaltında tutmak olduğunun. SCREtEK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear