Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER arkadaşlık ilişkileri içinde yürür." Bunu okuyunca, 22 aralık tarihli yazıda yaptığım değerlendirmede yanılmadığımı bir kez daha anladım. Sivil politika yaşamına adapte olmadan devlet yönetiminin basında yer alan bir komutan, halk ve aydınlar kesiminde "her kafadan bir ses" çıktığını görünce tedirgin olur, hırçuılaşır. Hele bu seslerden bir bölümü kendi kişisel görüşüne aykın düşerse, öfkelenir. Çünkü kışlada ve orduda böyle şeylere ahşmamıştır. Oysa demokrasi tek sesli değil, çok sesli bir rejimdir. Bu rejimde, doğal olarak, "her kafadan bir ses" çıkacakIır. Çünkü demokratik toplumda her sınıf, meslek ve zümrenin nesnel ve tinscl (maddi ve manevi) çıkarlan ve gereksemeleri başka başkadır. Demokrasi rejimi. onlann bu çıkar ve gereksemelerini gerçekleştirmek için sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel amaçlı örgütler kurmasına ve isteklerini meşru yollardan dile gerJrip eşitlik ve sosyal adalet ölçüleri içinde gerçekleştirmelerine olanak sağlayan bir rejimdir. Liderlerin görevi ise, türlü yonlerden gelen bu farklı seslerin hepsine kulak verip, onlan ülke çıkarlan doğrultusunda bir armoni, bir âhenk içinde bütünleştirerek, senfonik bir müzik parçası gibi, akıcı duruma getirmektir. Yoksa sözünü ettiğim seslerden kendi kulağına hoş gelmeyenleri susturmak için öfkeli uyanlarda bulunmak değil. Bu zihniyet sivil yöneticilere de sirayet ederse ki etmeye başlamıştır bile demokrasiye yönelen adımların daha başlangıanda tökezlemeye mahkum olduğunu söylemek kehanet olmaz. "Sivil sektör"den bazı politikacıların istediği de budur! Bugünkü siyasal iktidarın sözcüleri, yukanda değindiğim seslerden kendi işlerine gelmeyenleri susturmanın adını "toplumu depolitize etmek" koydular şimdi. Ama bu, tehlikeli bir oyundur. * * * Yukanda sözü edilen röportaja göre înönü, 12 Mart 1971 "den sonra neler söylemiş: "Böyle giderse, bir gün gelecek ordu müdahalede artık müessir olmakun çıkacak ve siyasetin ayıncı sonucundan kendisini koruyamayacaktır." Inönü, "Siyasetin avırıcı sonucu" demekle çok partili siyasal hayatta doğal bulunan, fakat ordu içinde ülkenin güvenliği ve sa\unulmasi bakımından çok sakıncalı ve tehlikeli olan göriiş aynlıklannı kastetmektedir ki. bunda yerden göğe kadar haklıdır ve 22 aralık tarihli yazımda değindiğim Balkan bozgunu bunun en acı kanıtıdır. Silahlı kuvvetler ve siyaset konusunda bakıruz daha neler söylüyor rahmetli İnönü: "Bazan komutanlar gelirler, 'ordu kaynıyor, altımız huzursuz' derler. Bu müdahaleyi, ya da müdahale ihtimalini mazur göstermeye çalışırlar. Demek lâzım onlara: 'Sen altını kontrol edemeyince nasıl komutansın?' Bazan da özel hevesleri vardır. Onu gizlerler, ama gerçekleştirmek için altını hafif tahrik de ederler(...) Bazan dozunu kaçınrlar, hafif tahrik komutanın gücünü aşar, bu defa da korkuya kapılırlar (...) Siyasete kanşmıs ordu komutanlarının psikolojisini çok iyi bilirim. E] koydugu an işler tersine giderse, başına neler gelebileceği endişesine kapılır(...) Bir ordunun siyasete kansması kadar kötü bir şe> düşünemiyorum. Orduyu orduluktan çıkanr, en masum şeyler süphe, vehim \aratir." Ordulara komuta etmiş hem öyle manevralarda değil, acımasızca saldıran düşman karşısında komuta etmiş zaferler kazanmış, üstelik sivil yaşamında iç ve dış politikanm en nazik ve civcivli zamanlarında devlet yönetmiş, Şeref Bakşık'ın dediği gibi "demokratik çok partili yasama gönül vermiş, bu siyasal yaşam tarzım kendi çocuğu gibi özenle koruma isteğini kendi benliğinde kökleştirmiş" olan İnönü, demokratik yönetimden dolayı ülkenin içyapısında doğabilecek bunahmları da düşünerek: "Bütün sıkınolara ragmen, eğer izin verilirse, demokratik mekanizmanın o zorlukları ordusuz yenebileceği inancında olduğunu" vurgulamış. 22 aralık tarihli yazımızda biz de harfı harfine şöyle demiştik: "Eğer yakın geçmişte görüldüğü gibi, ülke içinde silahlı güçlerin müdahalesini gerektirecek (anarşi, terör, bölüciilük gibi) tehlikeli bir durum oluşursa, bu da sivil yönetimin alacağı önlemler doğrultusunda, asker kullanarak çözümlenmeliydi..." "Bütün çağdaş Batı demokrasilerinde hep bu yol izleniyor. Bizde ise tehlikeli bir durum oluşunca ki, bunun "oluştuğu" değil, belli iç ve dış odaklarca oluşturulduğu açıktır silahlı kuvveüerin başında bulunanlar. sivil yönetimin başında buJunanlarla demokratik yöntemler içerisinde diyalog kurup bu tehlikeli durumun siyasal iktidarca yok edilmesi için bütün istihbarat örgütleriyle birlikte harekete geçecek yerde, o iktidara ya muhtıra vermek, ya da "Sen bu işi beceremiyorsun, çekil, ben düzelteceğim" diye devlet yönelimine el koymak yoluna gidiyorlar. Burada şu noktayı açıkça vurgulamak gerekir ki, "sivil politika sektörü"nde buna bile bile çanak tutanlar oluyor. Demokrasi kesintilerinde bu sivil sektörün rolünü, izin verirseniz, bir başka yazıda ele alalım. (•) Avnjpa'da hukuk doktoras öSrenimimi biıırip, 19î4'ıe lstanbul Hukuk Fakultesı'nde doçentliğe atandım ve o tarihle yabancı profesörlenn derslerini sınıfta Turkçeje çevırmek için eleman gereksinımi olduğundan doğnıdan dojruya rektörlüğun baş\urusu uzerine, askerliğim "emsalimle birlikte'" dört vıl ertelendiği Kin. \ edek Subav Okulu'na ancak 1938'de gidebildım.H.V.V. Demokrasi Arayışı ve Askeri ZÜıniyet HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU 22 Aralık 1985'te çıkan "Demokrasi Arayışı ve Askeri Egitim" başhklı yazıyı bitirirken, gelecek bir yazıda da demokrasi ve askeri zihniyet konulannı ele alacağırru berirtmiştim. Ilkin askerlikle olan ilişkime kısaca değineyim: Görev bakımından askerlerle ilk yoğun temasım, 1927 yılının yazında Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisiyken, Sankışla Talim Taburu'nda oldu. Buradaki üç aylık er eğitimi; daha sonra Yedek Subay Okulu'nda altı aylık subay eğitimi(*); İkinci Dünya Savaşı sırasında terhisler kaldırıldığından, Trakya'run türlü yörelerinde 43. Koşulu Topçu Alayı'nda muhabere takım subayı olarak ve 33. Tümen Karargâhı'nda 3. Şube Müdür Vekili olarak, çoğu çadırh ordugâhta geçen, yaklaşık iki yıllık kıta hizmeti; savaş uzun sürdüğü için, 1944'te Ayazağa Motorize Topçu Alayı'nda geçen yaklaşık iki buçuk aylık ikinci kez kıta hizmeti, bana askerlik görevimin erlik, yedek subay öğrenciliği, asteğmenlik, teğmenlik evrelerinde, ordunun türlü kademe ve rütbelerindeki subay ve komutanlarla (örneğin Atatürk'ün Büyük Söylev'inde yüzbaşı rütbesiyle adı geçen, çok sert yaradıhşlı 33. Tümen komutanı Osman Paşa ile) karşılaşmak, üstlerden emir almak, astlara emir vermek ve böylece askerliği ve askerleri oldukça iyi tanımak olanağını sağladı. Olgun yaşımda ise, 27 Mayıs 1960 Devrimi'nden sonra Milli Birlik Komitesi'nce bir Anayasa öntaşarısı hazırlamak üzere lstanbul Üniversitesi'nde kurulan Anayasa Komisyonu'na ve daha sonra Kurucu Meclis'e üye seçildiğimden, Komite üyesi subaylarla bir yıldan fazla süren çok yakın ilişkilerimiz oldu. Bunlardan ilkin dost görünüp sonradan beni düş kırıklığına uğratanlar aynk olmak üzere inanmış, katıksız Atatürkçü ve çağdas kafah MBK üyelerine karşı duyduğum sevgi ve saygıyı yüreğimin bir köşesinde hâlâ saklarım. Bu kısa girişi, askerlik anılanma bir başlangıç olsun diye yazmadım; "Askeri zihniyet" üzerine ezberden "ahkâm kesmediğimi", konuyu yakından bilerek ele aldığımı okurlarıma göstermek için söz ettim, yülar süren askerlik görev ve ilişkilerimden. * • • Başta sözünü ettiğim 22 aralık tarihli yazıda: "Askerlik sanatı, kısaca, savaş sanatıdır. Bu sanatın kendine özgü kuralları vardır(...). Bunlann temeli, disiplin, emirkomuta zinciri ve itaatür. Askerlikte "karar" ve "icra" vardır. Askeri zihniyet dediğimiz davranış işte budur" diye yazmıştım. Askerlikte komutan durumunda bulunan görevlinin birliğinin konumuna göre "durum muhakemesi" yaptıktan sonra vereceği emrin yerine getirilmesi esastır. Bu zihniyetin egemen olmadığı, her kafadan bir ses çıktığı yerde askerlik olmaz. İşte bu nedenledir ki, politikaya atılmak isteyen asker kökenli kişilerin ilk iş olarak askeri zihniyetten annması, bunun için de bir siyasal partiye girip onun türlü kademelerinde çalışarak tek yönlü "emir ve icra" alışkanlığından çoğulcu dttşünceye ve hoşgörüye yönelmesi gerektiğini vurgulamıştım. Gerekçe olarak da "askeri zihniyet" ile demokrasinin bağdaşmadığını gösterdim. Benim o yazımdan üç gün sonra, 25 Aralık 1985'te, Cumhuriyet'in İzmir Temsilcisi Hikmet Çetinkaya'nın eski CHP geıtel sekreterierinden Şeref Bakşık ile yaptığı "İnönu'nün Ordu ve Politikaya Bakısı" başlıkh bir röportaj dizisi başladı. Bu konuda bana kıyasla yüz kat yetkili olan elli yıllık (eğer Cumhuriyet öncesini de katarsak yaklaşık 60 yıllık) politikacı ve devlet yöneticisi rahmetli İnönu'nün görüşlerini okurken, evvelce vurgulamış olduğum inanç bende güçlendi. Asker kökenli olduğu halde çok partili demokrasi rejimine yürekten inanmış ve ülkenin selametini hep bu yolda görmüş olan İnönu'nün, parti kurultayında başkan seçilmeyince CHP'den çekilmesini demokratik açıdan doğru bulmamış, o zaman yayımladığım bir yazıda, kendisini "Osmanh Paşası" diye eleştirmiştim. O'na bu sıfatı yakıştırmakta ne kadar baksız olduğurnu, ölümünden sonra gelişen olaylar kanıtladı. O'nun manevi huzurunda özür dileyerek devlet yonetiminde "bilgi", "çağdaşlık", "vekar ve ciddiyet" kavramlannı her koşulda ödünsüz bir davranış biçimi olarak kabul etmiş ve demokrasiye gönül vermiş olan İnönu'nün politika ve askerlik konusundaki değerlendirmelerine geleyim: Sözünü ettiğim röportajda Inönü şöyle diyor: "Politikaya hiç yatkın olmayan meslek, askerliktir(...). Asker adam emir alıp emir vermeye alışmıştır. Halbuki politika PENCERE 5 OCAK 1986 DünBugünYarın... Her bugünün bir dünü vardır. Kimi zaman yalnız bir kişi değil, bir devlet, öyle bir tersyola sapar ki geriye dönüşü olanaksızlaşır; ya da büyük bedeller pahasına doğru yol bulunabilir. Türkiye 20'inci yüzyılın ikinci yarısından sonra itildiği sapaklardan kurtulmak için artık çok büyük bedeller ödemek zorundadır. Bu yazıda üç noktaya kısaca değınilecek. * 1) Bayındırlık Bakanı Safa Giray, İstanbul Boğazına yapılacak üçüncü köprünün müjdesini, daha ikincisi yapılmadan dün haber verdi. Oysa birinci köprü yapılmadan önce bu zorunluğu apaçık ortaya koymuştu Mimarlar Odası. Eğer birinci köprü yapılırsa, lstanbul "köprüler tuzağı"nın dönüşü olmayan yoluna girecektir. Kentsel yığılma Karadeniz'e doğru dikeyine yoğunlaşacaktır. Trafik sorunu çözülmeyecektir. Birinci köprü çabucak tıkanacak, ikinci, üçüncü, dördüncü köprülerle boğazın güzellikleri betonlaşacaktır. Ne söylendiyse gerçekleşti; çünkü bilim konuşuyordu; ama bireysel ulaşımı, karayollarmı, petrol tüketimini. dışa bağımlı gayrimilli ekonomiyi benimseyen büyük sermaye siyaseti, bana mısm demedi. Dün verilen gayrimilli karar ve girilen yolda bugün yürünüyor. Batı'da (ABD ve Avrupa'da) "karayolu • demiryolu dengesi" ulaşımın sağlığıdır. Türkiye'deki karayolu demiryolu dengesi Güney Amerika ülkelerindeki kadar bozulmuştur. Bu cinayet, son otuz yılda işlendi; kefaretıni bütün ülke ödüyor ve ödeyecek. * 2) Son Meclis tartışmalannda 1973 ve 1979'da yaşanan petrol bunalımları gündeme girdı, tartışıldı. Gerçekten 1973'te petrol fiyatları öylesine patlamıştı kı Türkiye'de hangi hükümet yönetime geçse. akaryakıt faturasınm ağırlığı altında ezilirdi; ikinci kez 1979'da "şok" yinelendi. Bu olaya bizler 'şok" diyoruz; oysa olay "şok" değildir, petrol üreten ülkelerdeki yönetimlerin aymazlıktan kurtularak yeraltı kaynaklannı kapitalist dünyanın koşullannda değerlendirmeleridir. Müslüman, yeraltı servetini Batılıya neden ucuza satsın? Petrol fiyatlannın yükselmesi, kimileri için beklenmedik bir patiamadır; kimıleri için tarihsel gelişimin sonucudur. Nitekim tanhin nasıl oluştuğunu bilenler, 1960'lardaTürkiye'nin enerji planlamasında geleceğin hesaplannı yaparken ulusal politikayı öngörmüşlerdı: Enerji üretimini ulusal kaynaklara dayamalıyız. Kömür ve akarsu öncelik taşımalı. Ulaşımı petrole dayayacak yerde. demiryolu gözetilmeli. Petrol kaynaklarımızı yaratabilmek için devlet seferber olmalı. Yabancı kumpanyaların güdümünden kurtulmalıyız. Ne var ki ulusal enerji siyaseti gütmek isteyen kişi kurumlann çanına ot tıkandı; Türkiye. yabancı kaynaklara bağlı enerji düzenine mahkum edıldığinde petrol fiyatlanndaki patlama ülkeyı altüst etti, daha da edecek. Dünkü gayrimilli yatırım siyasetınin bedelini ülke, kefaretıni ulus ödeyecek. * 3) Ülkemizde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayan çok partili rejimde Müslümanlık, dışa bağımlı büyük sermaye partilerinin sandıksal ticaretine dönüştürüldü. Daha önce Türk halkının yüzde 99'u Müslüman değil miydi? Peki değişen neydı? Gayrimilli siyasal iktidarların ve Amerikancı yönetimlerin, seçim sandığındaki ıtıcı gucü oldu dinsel propaganda. Bu oluşum Türkiye'yı çağın dışına iten; ama şimdi Ortadoğu sorunlarının kuyusuna çeken büyük güce dönüşmüştür. Türkiye bu sarmalın burgacında bir yere doğru sürüklenmektedir. Dini siyasete alet etmek için seçim tezgâhı kuranların yanı sıra. halk da bu çağdışı yatırımın bedelini ödeyecek. • Her bugünün bir dünu vardır. • >• • • Dün unutularak bugün açıklanamaz; ama bugünlerimizde yapılanları da izledikçe. ülkeyi yönetenlerin "benden sonra tufan" felsefesini iliklerıne dek benimsediklerini görüyoruz. OKT4Y AKBAL EVET/HAym Dostum Mozart'ı Okurken... "Sekız gün hıçbir yanıt alamadan bekledim. Düşes de Chabot haftaya gelmemi söylediği için sozumde durdum ve gunünde gıttim. Buz gibi soğuk, geniş bir odada beni yarım saat beklettıler" diye başlamış mektubuna... "Pencereler ve kapılar açıktı. Yalnızellerim değil vucudumun her yerı, ayaklarım da donuyordu ve başım da ağnmaya baş/adt Ve ben soğuktan, başağnsından ve sıkıntıdan ne yapacağımı bilemiyordum. Mösyö Grimm'in hatırı olmasaydı derhal giderdim." Mozart'ın yaşamından bir kesit. Bir mektubunda ki tarihi 1 Mayıs 1778 babasına tatsız bir olayı anlatıyor. "Neyse kısa keseyim, sonunda o berbat piyanoya geçıp bir şeyler çalmaya başladım. Fakat ağrıma giden şu ki, madam ve bütün mösyöler beni dınlemediler. gevezeliklerinı sürdürüp durdular. Yani ben koltuklar, masalar ve duvarlariçin çalmış oldum... Bana Avrvpa'nm en iyipıyanosunu venn, ama dinlemek için anlamayan ya da anlamak ıstemeyen insanlar karsısında hevesim derhal kırılır, çalma zevkını yitiririm." Nadir Nadi'nin 'Dostum Mozarfm\ okudunuz mu? Böyle bir kitap bir daha kolay kolay yayımlanamaz ülkemizde... Tüm yaşamını gazetecılığe, yazarlığa vermış, daha doğrusu kamuoyunda daha çok bu yanıyla tanınan bir kişıdir Nadir Bey .. Ama ta çocukluğundan beri içınde taşıdığı, zaman zaman çaldığı kemanla. dinledıği konserlerle, okuöuğu kitaplarla yaşattığı, Düyüttüğu. her şeyden çok kendisıni mutlu kılan önemlı bir nitelıği, müzik sevgisidir. Daha da çok, Mozart a karşı duyduğu yakınlık, sevgi, kısacası dostluk... "Dostum Mozart" demiş... Neredeyse iki yüzyıl ara var. Olsun! Dost olmak için niye yalnızca yaşayanları seçmek zorunda sayalım kendimizi? Bir besteci, bir şaır. bir romancı, bir ressam ile öylesine özdeş olabılinz, kendimizi o sanatçının evreninde öylesine yoğunlukla duyabiliriz ki, çevremizdekilerden, her gün karşılaştığımız, hatta sevdiğimiz, beğendiğimiz nice canlı kişilerden çok daha 'kendimizden1 sayabiliriz o eskı zaman insanını... Duyan, düşünen. düş kurmasını bilenlerın böyle dostlukları vardır. Ben de ilk gençlik yıllarımda 'Adsız Köşk' adlı romantyla tanıdığım zaten topu toputekbir roman yazmışAlain Fournıer'yi o yılfarımın bir dostu, arkadaşı saymamış mıydım? OKURLARDAN Cemil Topuzlu Caddesi'ndeki göl Cemil Topuzlu Caddesi'nde tran Lisesi'nin tam karşmnda yağmur vağdığı günler su kanalı taşıp bir göl oluşturmaktadır. Yıllardır devam eden bu durum, bu yıl lodosun bol yağmurlarında göl olmaktan öte, gelip geçmek isteyen arabalarm tuzağı haline geldi. Bir alay araba suyun içinde kalmakia, saatlerce yolu tıkamaktadır. Ve yine saatlerce buradan büngu'l büngül lağım suları kaynamakta, kimse de bunu önlememektedir. Yapılan bütün şikâyetlere. rağmen, iş bitirdiklerini söyleyenler ilgisiz kalmaktadır. Birkaç gün önceki yağmurlarda yine aynı durum oldu. Bu nedenle deniz tarafındaki apartmanların birinci katlarını dahi su bastı. Şikâyetlere yine aldıran yok. Belki bu şikâyet mektubu sorumlu bir kişinin yüreğinı sıztatır da ilgilenen bulunur umudundayız. İSKÎ mi yoksa belediye mi çözecek, bunu da bilen yok. çıkarıldı. Yeni yılın ilk bordrosundan da bu kesinti yapıldı. Bizler, İlkokul Öğretmenleri Yardımlaşma Sandığımız olan bu kurumdan yeterince yardım görmüyoruz. Yaptığı doğum, evlenme, ölüm, vb. yardım, günümüz koşullannda gülünç bir durumda kalıyor. Kesıntilerin MEYAK kesintilerine dönüşmemesi dileğiyle. BtR GRUP ÖĞRETMEN SEMT SAKlNLERt tSTASBUL Kesintiler neden Yİikseltildi? 1985 Aralık ayına kadar 60 TL olan İlkokul Öğretmenteri Sağlık Sosya! Yardım Sandığı aylık keseneği Ocak 1986 tarihinden itibaren 500 TL'ye ADAMSANAT 2. SArt ÇIKTI! Türkiye'deki butun bayılerde. Adam Sanatın tukenen 1. sayısı bayılere yeniden verılmıştır. Araştırma: "Mavi Hareketi" nedir? ADENAJE1 ALLENDE A W A ' ATATÛRK BE?L,NGUER t l U M 3MNDT 8KJNEV B J M E J Y E N BURGİBA CAB'ALCARlllO CASTRO CHAMBÎRLAIN CHJRCHÜ CINHAH CLEMENCEAU ÇAN KAY Ş K ÇAVUŞESıUDE GAUlLE DENG SIAO °\UG OİMİTROF CUBÇEK DEUTSCHKE EVER H X A ESAD FRANCC GANOHI GOMUIKA G0B8AÇ0V G"<U:N DAVID GUEVARA 4AILE SELA3<E HIROHITO M'TLER HO CHIMINH HUVEYN, INDRA GANDHIINCNL JAURES.E.ANPAJL H KADAR KADDAFı KAUTSKY KENNE^v KENYAÜA W 1 SJNG KIN6, MARÎIN LUTHER < & m KRUŞÇEV i \ . N U.OYD GEORGE LUMUV3A LUXEMBURG M A K A H O S MAO MARCOS MASARYK MITTE99AND MUSS01IN1 NASIR T NEHRU NETO NIXON F«R J V * 4 PALME W,<HüRST PAPANMEU PERON PILSUOSKI =IN0C4E REAGAN RIZA ŞAH ROOSEVELT SALAZ4R SİKOU10UH SENGHCR StHANUK SOMOZA S1ALİN SUKARNC SUN YAÎ SEN S J . : THATCHER THCREZ TITO TOGUAHl TROÇKİ TRUMAN ULBRICHT VARGAS VENEELOS VER'JVCED WALESA WILHElM WHS0N ZA»ATA Özdeşleşmek, bir roman kahramanıyla, şiirin bir dizesıyle, bir müzik parçasıyla. şu ya da bu sanatçıyla gerçekleştinlebilen güzel bir olaydır. Zorla olmaz, kendiliğinden, doğal bir biçımde olur bu, olursa!.. Şöyle yazmışım o eski yazımda: "Yüzyıl önce ölmüş Whitmann'ın şiirlerinde yaşayan insaniardan biri bendim. Baudelaire'le Paris'in loş sokaklarındaki avareliklerimi hatırlıyorum. O serseri ruhlu çocuğun, Rimbaud'nun bütun kaçışlarında beraberdim. Zola ile karanlık maden kuyularında, Flaubert'le insan ruhunun derinlikleıinde, Peguy ile savaş alanlannda bulunmuş; Nerval'i kirli bir ' sabah ışığı altında bir sokak fenennde sallamrken seyretmiş, Dostoyevski ile beyaz geceler boyunca dolaşmıştım. Hele o, kendini bir düş insanı, canlı olmayan bir varlık sayan çocuğu, Alaın Fournier1 yi ne kadar çok sevdim. Onun bütün serüvenlerine kendimi karışıvermiş bulunca hiç şaşmadım." Nadir Nadi Galatasaray'da öğrencidir. Babası ılle de keman dersi almastnı ister. Prof. Berger'e gidecektır akşam üstleri. Bu, genç öğrenciye bir güzel kaçış, okul yaşamından kopuş fırsatı vermektedir. Beyoğlu caddesinde dolaşmak, çıplak kadm resimlerini, vitrinleri izlemek güzeldir. Ah şu keman dersi oimasa! . Ama o gün, o güzel gün gelir sonunda, Mozart'ın si bemol major piyanokeman sonatıdır çalmaya çalıştıkları. Şöyle anlatır bu anı yıllar sonra Nadir Nadi: "Daha ilk notalarda içimi bir aydınlık kapladı. O ana değin ömrümde rastlamadığım harika bir şeydi bu. Sonatın bütün güzelliklerıni yudum yudum tadıyordum. Sanki tanrısal bir dile ilk kez kavuşmuştum. Yüz elli yıl önce yaşamış bir sanatçının insanlara söylediklenni ben, aradan bunca zaman geçtikten sonra şimdi aynı inanç, aynı heyecanla kelimesi kelimesine yinelryor, adeta Mozarfla özdeşleşiyordum. Nefes alışım hızlanmış, yanaklarım pembe pembe olmuştu." Böyle anlar pek az yaşanır Böyle anları pek az insan yaşar. Stefan Zvveig'ın deyişiyle yıldızların parladığı anlar'dan bındir bu... »Kişi birden yücelir. bambaşka bırı olur. Yepyeni gözlerle bakar çevresine, kendini tanır, kendi kişiliğinde degiştiğıni, daha güzel, daha mutlu bir nitelığe kavuştuğunu anlar... Nadir Nadi de o gun bugün Mozart'la dosttur. Pek çok kitap okumuştur Mozarfla ilgilı, büyük bestecinin pek çok yapıtını dinlemıştir, kemancı olarak da zaman zaman çalmıştır bunları... Politika yılları, yarım yüzyılı bulan gazetecilik, yazarlık serüveni bir dalga gibı geçmıştir üzerınden, ama Mozart sevgisine, Mozart'la dostluğuna hiç etki yapamamıştır bu güncel uğraşlar, işler... Sonunda, evet sonunda ortaya kalıcı bir yapıt çıkmıştır 'Dostum Mozart'... Bu kitap bize Mozart'ı tanıtmakla kalmıyor. onu çok sevdırıyor İnsan, Nadir Bey'in yazdıklarını okur okumaz bir plakta. bir kasette, radyoda, en iyisi bir konserde o müziğın yaratıcısı ile tanışmak, anlaşmak, özdeşleşmek isteğinı duyuyor. Nadir Nadi, yıllardır içinde taşıdığı sevgiyı okurlarıyla paylaşıyor. okurlarını da o tanrısal dil'e kavuşturuyor 1986'ya gırdığimiz şu günlerde Turkıye'nın geleceğinın aydınlık, umutlu olduğuna, olaoağına bir kanıt ararsanız, sıze 76 yaşındaki bir yazarın uzun bir caba sonucu yazdığı bu kıtabı. 'Dostum Mozart'ı gösterebılırım Gundelık yaşamın cırkınlıkleri, düşkınklıklarına karşın, Dostum Mozart', sevgmın, aydınlanma, yücelme duygularının bir kanıtı olarak güven ve umut venyor yarınlarımıza. ADAM YAYINLARI ALLENDE, HITLER, CHURCHILL NEREDE BİRARAYA GELDİLER? İLETİŞİM YAYINLARI SEÇKİN VE KALICI BİLGİ KAYNAKLARINA BİR YENİSİNİ DAHA EKLİYOR ÇAĞDAŞ LİDERLER ANSİKLOPEDİSİ Bütun zaTianlarır en çalkantıiı yüzyılını yönlendiren 97 ünlü lide'i ülkeleri ve dönemleriyle yeniden tanıyın... Çocuklukları, gençliklerı ve özel hayatlarıyla, siyasetleri, muhalefetleri ve büınmeyen yönleriyle yeniden tanıyın.,. Türkiye'nm saygm siyasetbılinnclerinin özetieyici değerlendirmeleriyle... Senış kaynaklardan özenle hazırlanmış ayrıntılı metinlerle, eksiksiz kronolojilerle.. Turkıyede ilk deia yayınlanan yüzlercefotoğraf ve belgeyle çağımızın sıyasi panoramasını çizen yepyeni biransiklopedi.. 72 fasıkül. 6 cılt. TÜRKİYE ŞİŞE VE CAM FABRİKALARI A.Ş. 8. Tertip I. ve II. Seri Tahvil Sahiplerine Şirketimize ait yüzde 58 sabit faizli 8. Tertip Tahvillerin 1986 Yıh Faizleri I. Seri Tahviller için 6 Ocak 1986 II. Seri Tahviller için 20 Ocak 1986 tarihinden itibaren, CAMİŞ MENKUL DEĞERLER A.ŞInin Camhan. Barbaros Bulvarı No: 125 Balmumcu Beşiktaş ' İSTANBUL adresindeki merkezinde ve TÜRKİYE İŞ BANKASI A.Şİnin Ankara ve İzmir (Merkez) şubelerinde odenecektir. Ödemeler, yuzde 10 Gelir Vergisi stopajına tabi tutulacaktır. Tasarruf sahiplerinin bilgilerine sunulur. "Müzikal oyunlar sergilemeyeyönelik tiyatro oyuncusu eğitimi PAZARTESİ BAYİLERDE =Q!X>= tletişim Yayınlan ERGÜDER YOLDAŞ ?'?•' Sanat Merkezi MÜZİK & TİYATRO ATÖLYESİ Kayıtlanmz başlamıştır 1.02 1986'da sona erecektır. le\. 148 63 16