25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURlYET/12 HABERLER 29 EYLÜL 1985 New York'tan Amman'dan Kasırga öncesi cînayet Haftasonu herkes Gloria'yı konuştu. Okyanustan gelen Kasırgayı. Herkes evlerinin camlarını bantladı. îşyerleri kapandı. Gençîer sığınacaklan evlerde kasırga partileri düzenlediler. New York kasırga tehdidi altındayken, heykeltıraş Carl Andre, karısını pencereden atmak suçundan tutuklandı. TANJU AKERSON NEW YORKNew York'ta haftasonu en önemli olay " G l o r i a " idi... " G l o r i a " Atlas Okyanusu'ndan kopup gelen kasırganın adı.. Geleneksel olarak açık denizde hazırlanan kasırgaya, kendisini ilk saptayan kişinin adı takılıyor... Bu son kasırgayı ilk kez Gloria adında bir kadın uzman haber vermiş olmalı... Ulusal fırtına merkezinin müdürü "Gloria çok tebliketi" diyor... "Gloria" saatte yaklaşık 200 kilometre hızla esiyor.. Bu hızdaki fırtına, 5 numaralı kategoriye girmekte, yani en şiddetlisi.. New York, bu çapta bir kasırgayı en son 1938 yılında görmüş.. O kasırganın yol açtığı can ve mal kaybını yansıtan arşiv fotoğraflan televizyonda tekrarlanıyor.. New York ve çevresinde 600 kişinin ölümüne yol açan isimsLz kasırgadan kartpostallaşmış bir anı: Bir barda taburelerin altında yere cansız uzanmış akşam içkicileri... Alarrn verilen güvenlik güçleri, olağanüstü durum haarhklan içinde.. Bu yaz olağanüstü kuraklık çeken New York'un belediye başkanı, kasırgaya ilginç bir 1 yaklaşım gösteriyor.. "Gloria nın getirecegi bol yagmurdan yanayım, ama rüzgânna karşıyun" düyor.. Pencereler ve dükkân vitrinleri özel biçimde bandajlanıyor.. Okyanusa doğrudan açık kıyılarda evler boşaltılıyor.. Televizyonda kendileriyle söyleşi yapdan ihtiyarlar, soğukkanh ve yüksek moralli... "Biz böyk kasırga çok gördiik" diyorlar... Gençler ise arabalarının arkasına sandık dolusu bira koyup kapanmak zonında kalacaklan evlerde kasırga partisi vermeye hazırlanıyorlar.. Orta yaşklar, pencere kenarlanndaki yataklarını odaların ortasına çekiyorlar.. Haberler, adım adım izini sürdüğü kasırgayı en son Long Island a ç ı k l a n n d a yakalıyor.. Ve " G l o r i a " burnumun dibine geliyor.. Pencereden Okyanus'un uzantısı koya bakıyorum, gri ve yağışlı gök altında sessiz duruyor. " G l o r i a " gelmeden bir süre önce ünlü heykeltıraş Carl Andre, karısını pencereden atıp öldürmek suçundan tutuklandı... Daha ocak ayında evlenmişlerdi.. Sanat eleştirmenlerine göre 49 yaşındaki Carl Andre, son 25 yılın uluslararası alanda en tanınmış Amerikalı yontu ustasıydı.. Heykelde minimalist okulun kurucularından sayılan Andre, çelik, tahta, tuğla ve öteki gündelik yapı malzemelerinin alabildiğine yalın birleşimini gerçekleştirmişti.. Ailesi Castro'dan kaçıp Amerika'ya yerleşen Kübalı karısı Anna da heykeltraş idi. 35 yaşındaki Anna, Önemli sergiler açmasına karşın, kocası kadar ünlü değildi... Olaya elkoyan savcı, bir görgü tanığına dayanarak cinayet olasılığma ağırlık vermiş, sevkettiği mahkeme de heykeltıraşın tutuksuz yargılanabilmesi için kendisine 250 bin dolar kefalet biçmişti... Savcı, "Görgü tanığı yoldan gccerken bir apartmanın üst katlannda çıglıklar duyduğunu ve sonra bir kadının düştügünü söylüyor.. Aynca hem apartmanda, hem de sanığın yiizünde kavga oldugunu belirten izkr var" demekte.. Aynı savcı, 1915 yılında VVashington'a "Anadolu'da Ermeniler katledildi" diye rapor veren ABD'nin Istanbul Büyükelçisi Morgenthao'nun torunu... "Dedem bu raporunda gercekleri yansıttı" diyen savcı, New York'ta Ermenilerin soykınm mitinglerine katılıp konuşma yapmayı da ihmal etmiyor... Heykeltıraş Carl Andre, karısını niçin öldürsün sorusu, oturdukları sanatçı mahallesi Greenwich Village'in sakinlerinin kafasını sava Morgenthau'dan daha çok kurcalarken, " G l o r i a " yaklaşıyor.. Radyo ve televizyondan yayılan hafif bir panik havası ister istemez şu duyguyu uyandırıyor: " G l o r i a " adlı kasırganın tehdidi altındaki New York'ta ünlü bir heykeltıraş on aylık karısını 34. katın penceresinden aşağı atabilir... Gor Çukuru'ndan... CENGİZ ÇANDAR ne erişeceğiz. Ve işte yarım saat içinde deniz seviyesine ulaşıp, geçip, 1500 metre yükseliverdik. Bu ne görkem! Karşımızda, tam hizamızda silkile silkile tepeleri ile Filistin topraklan tam altımızda 2 yüksek duvarın arasında sıkışmış, daracık bir sokak gibi uzanan vadi, Şeria ırmağının 2 yaruna yayılmış yeşilhkleri ile Gor Çukuru. Dünyanın en patlayıcı sorununu banndıran bu topraklarda ilahi bir sukunet egemen. Kıraç tepe yamaçlannın altında yatan şu daraak şerit kırmızı çiçekli akasyalan, muz ve portakal bahçeleri, kavaklan ve palmiyeleri ile boğucu sıcakta püfür püfür esen bir vaha gibi. Doğa tüm marifetlerini bit arada, burada resmi geçit yaptınyor. Sodom, bugün GOT Çukuru'nun Güney ucunda Israil'in elinde küçük bir kasaba. Biz Doğu yönünde, Amman'a dönüyoruz. Nehrin öbür yakası Tann'nm gazabını bekliyor. Kurtuluşu. Şodom, bugün Gor Çukuru'nun güney ucunda, tsrail'in elinde küçük bir kasaba. Biz doğu yönünde, Amman'a dönüyoruz. Nehrin öbür yakası, Tann'nm gazabını bekliyor. Kurtuluşu. AMMAN Sodom ve Gomorra, yozlaşmanın ve çürümenin doruğuna çıkınca Tann'nm gazabına uğramış. Sodom yerle bir olurken, öyle bir çöküş çökmüş ki, onunla birlikte çevresi de yerin dibine inmiş. lşte bir tek Sodom'un namuslu insanı Lut'un ve kızlannın camnı kurtardığı bu çöküntünün bugün bulunduğu yerin adı Gor Çukuru. Ortasında Ölü Deniz, diğeT adıyla Lut Gölü bulunuyor. Burası dünyarun en alçak noktası. Ölü Deniz, deniz seviyesinin 392 metre altında. Amman'dan yola çıkın, çok çok 45 dakikalık bir araba yolculuğu sizi Gor Çukuru'na ve L Ölü Deniz'e ulaştırır. Eski Ahit te sadakat simgesi gibi sunulan Lut'un yaşadığı Moab tepelerinden kıvrıhp aşağınızda daracık bir şerid halinde uzanan Gor Çukuru'nu diğer adıyla Ürdün Vadisi'ni gördüğünüz noktada, sağınızda bir işaret, deniz seviyesinde bulunduğunuzu size bildirecektir. Artık katettiğiniz her mesafe ile, santim santim yer yüzünün en alçak noktasına doğru ineceksiniz. Ölü Deniz'in mavi ve hafif dalgalı suyu binde 250 oranında uranyum tuzu içeriyor. Gözünüz suya değerse, mumkün değil, dakikalarca açamazsımz. Ağzınıza su sıçrarsa dudaklarınız yara olmuş gibi dakikalarca yanar. Ama Ölü Deniz'in sanki yağlıymış gibi vücudunuzu kaygınlaştıran suyunun üstüne elinizde sigaranız uzanırsamz, suyun üzerinde hiçbir hareket yaprnanıza gerek kalmadan kalabilirsiniz. Dünyanın en çukur noktasında, Ölü Deniz'e sırt üstü uzanmış, karşı kıyıda hafif bir eğimle ve teşebir rengiyle başlayıp koyulaşarak dimdik yükselen toprakları seyrediyoruz. Şu karşı tepenin üzerinde 3 dinin buluşma yeri, bir anlamda insanlığın en yüce başkenti Kudüs var. Kutsal kent. Diğer adıyla Medinetüs Selam yani Barış kenti. Gece bu yakaya, Ürdün (Şeria) ırmağının Doğu y'akasına ışıklan ile göz kırpıyor. Az ötesinde, Bethlehem. Şu çaprazımızdaki teşebir renkli toprakların* üzerine yayılan Jericho. Kutsal topraklar. tşgal altındaki Batı Yakası. Israil'in pençesindeki FUistin'i gözlerimizle emiyoruz. Güneş, ışınları ile Ölü Deniz'i gümüşe boyuyor. Burada mehtaba doyum olmaz herhalde. Güneş her akşam üstü, Kudüs'ün üzerinden bakıyor. Her sabah Kudüslüler, doğuşunu şimdi bizim bulunduğumuz tarafa bakarak izliyorlar. Selahattin Eyyubi, bizim bulunduğumuz taraftan gelip, Kudüs'ü Haçhlardan kurtarmıştı. Haçlıların torunları, güneşin battığı yerden gelip Türk ordularını sürdüler. Siyonist devletin kurulabılmesi için toprağı hazırladılar. Nasıl kurtulacak şimdi şu Filistin toprağı? Güneşin battığı taraftaki diplomasi masalarında mı? Yoksa güneşin doğduğu yönden gelecek esmer tenli insanların kılıçlarıyla mı? Ölü Deniz'in ucundan Şeria (Ürdün) ırmağını izleyerek deniz seviyesinin 300 metre altında kuzeye ilerliyoruz. 2530 kilometre sonra, sağa sapıp, salt yönünde kıvrıldığımız anda, çıplak tepeleri tırmandıkça, deniz seviyesi BERLtNGUERltalyan Komünist Partisi'ni öksüz bıraktı. Ferrara'dan Unita Festivaü New Orleans'tan Çeyrek asır sonra ABD levk ve sefaya düşkünlüğü ile ünlü "günahkâr şehir" New Orleans. Tennessee Williams'ın, William Faulkner'ın ve LuisArmstrong'un şehri, Amerikan edebiyatı ve müziğinin candamarlanndan biri olan New Orleans. Ama ne gerçek Fransız yemeklerinin o eski tadı kalmış, ne de cazın. NİLGÜN CERRAHOĞLL FERRARA İtalya'nın kuzeyinde, Ferrara kentinde, 15 gün için Italyan komünistleri bir köy kurdular. Köy her yıl yapılan "Unita" bayramı için kurulmuştu ve bayrama adını veren "Unita" ise, geçen pazar 1 milyon kopyaya yakın satan komünistlerin gazetesiydi. Bu köyde komünistlerle bir araya gelen diğer siyasi partilerin temsilcileri ya da "Olivetti" gibi büyuk sanayinin liderleri 15 gün boyunca, görüştüler, tartıştılar. Tartışmalara katılanlar arasında Amerikalı liberal politikacı Macgovern ile Pravda'nın 2 numaralı adamı Kovalski bile vardı. "Unita" köyünü ziyaret eden 3 milyon kişi, ltalyan Komünist Partisi (PCI) tarafından yönetilen ve müşterilere gönüllü parti üyelerinin hizmet ettiği 12 restaurantta yemek yediler. Bu ziyaretçiler sadece tüm büyük komünist liderlerin katıldığı tartışmaları izlemekle kalmadılar, aynı zamanda en iyi shovvmanleri gördüler, en iyi şarkıcıları dinlediler ve en iyi orkestraların müziğine ayak uydurarak dans ettiler. Neticede "Unita" operasyonundan PCI 2.5 milyar İiret (yaklaşık 750 milyon TL.si) kazandı. Fakat bu kârlı ticaretin ötesinde, ltalyan komünistleri aynı zamanda sorunlarını açık bir ortamda tartışabileceklerini gösterdiler. Bu, komünist partinin kökenleri, özgeçmişi, siyaseti hakkında yapılan gefgin fakat kapsamlı bir tartışmaydı. Biraz Macaristan'ın işgali ve Kruşçev'in Stalinizm üzerinde hazırladığı raporun yol açtığı tartışmalara benziyordu. Onlar gibi bu da, bir düş kırıklığının tartışmasıydı en azından. Nasıl bundan yaklaşık 30 yıl önce Stalinizmin gerçek tabiatı üzerinde yapılan tartışmalar komünist parti içinde bir burukluk yarattıysa, ltalyan komünizminin sınırları üzerinde yapılan bu tartışmada da öylesine buruk bir tat vardı. İtalyan seçmeninin yak^ laşık 1/3'ünü temsil eden U n j t a b t j ltalyan komunızmı, 40 yıl t. , . .. . , ,, d»r bir türlü iktidara gele / r f l / ^ « komumstler 15 memiş, ancak yerel yöne günlüğüne bir köy timde ve Roma, Torino, Na kurdular. Köyü 3 poli, Bologna gibi kentlerin milyon kişi ziyaret etti. belediyelerini ele geçirebil Müşteriler parti mişti. Ancak 12 haziranda üyelerinin hizmet ettiği yapılan şon yerel ve beled. ] 2 r e s t a u r a n t t a y e m e k ye seçımlerıade PCI hemen ,, . . J hemen tüm büyük kentleri >'edl}er> e n '~vı de kaybetti. Berlinguer'in ?arkıcıları dinlediler, ölümü bir anlamda PCI'yi en iyi orkestralarm öksüz bırakraıştı. Berlingu yaptiğı muziklerle dans er'in yerini alan NatU, ger ettiler ve Komünist çekte bu yeri doldurama parti ijra 7 5 0 mj/yon mış, karizmasız, gri bir büka~andı Ka anaı rokrattı. lşte belki bu ne p a ° ^ denlerden ötürü, bu yılın ™~~~"^™^™"~^^~™~~ "Unita" festivalinde, geçmişte büyük sapmalar olarak lanet•lenebilecek fikirler dinlendi. "Kapital ve emek arasındaki karşıtlaşma artık dünynnın merkezini oluşturmazken, acaba hâlâ önemli bir rol oynayabilecegimizi diişünmek mümkun mü" diye soruyordu, örneğin, PCI'nin iktisadi kanadının sorumlusu Alfredo Reichlin ve ekliyordu, "Yoldaşlar, dünya değişiyor ve şimdi artık merkezde 'teşebbüs' (enterprise) var." PCI lideri Reichlin'e göre, "teşebbiis sosyal beyin ve refah üretimindeki temel araç"tı, dolayısıyla "ltalyan komünizmi teknolojinin yeni sınıflan ile stratejik bir uzlaşmaya dogru yonelmeliydi." Bu görüşlere PCI'nin tarihi lideri Ingrao şöyle ce\ap verdi: "Lama'ya da Reichlin'e de inanmıyorum, teşebbüsün merkezi rolüne de inanmıyorum." İngrao, "Yoldaş"larının görüşlerini "siyasi miyopluk" olarak nitelendiriyor, PCI'nin geleceği için şunları söylüyordu: "Siyasi temsil artık sadece partiler yoluyla olmamaktadır. Toplumla diyaiog gereklidir, işçi s\nıfı ve toplumun yeni formasyonları, çelişkileri arasında belli bir uzlaşma gerekmektedir." "Unita" festivalini, PCI Genel Sekreteri Alessandro Natta, 200.000 kişinin önünde yaptiğı bir konuşmayla noktaladı. Natta. görüşlerinden ötürü, hiçbir kişisel saldırıda bulunmadı, partiden kimseyi aforoz etmedi. Ama pek fazla bir şey de söylemedi. Öne sürülen bu kadar farklı tez karşısında ve kamuoyu önünde Natta, susmayı tercih etti. Daha doğrusu hesaplaşmayı, 1986 nisanında yapılacak olan Komünist Parti Kongresi'ne dek erteledi. ŞAHİN ALPAY NEW ORLEANS ABD'yi bir " s ü p e r " devlet yapan etkenlerden hangisinin en ağırlıklı olduğunu kestirmek güç olsa gerek. Ama Amerikahlann "mflletierden oluşan bir millet" olmasınm bundaki payı herhalde az değil. Amerikan toplumunun yüzlerce farklı kültürün kanşımından oluştuğunu gözlemek için en iyi yerlerden biri, zevk ve sefaya düşkünlüğü ile ünlu "günahkâr şehir" New Orleans. Tennessee Williams'ın, VVilliam Faulkner'in ve Luis Armstrong'un şehri, Amerikan edebiyatı ve müziğinin can damarlanndan biri olan New Orleans. Bugün dünyanın üçüncü büyük limanı olmakla övünen New Orleans'da yaklaşık 1.5 milyon kişi yaşıyor. New Orleanshların ataları 17. yüzyıldan itibaren bu yörelere yerleşmeye başlayan Fransız göçmenler ve onlann zenci köleleri. "Creole'Mar ve "Cajun"lar ve onları yüzyıllar içinde izleyen tspanyoHar, ttalyanlar, trlandalılar, Almanlar, Latin Amerikalılar, Uzak Doğulular akla gelebilecek tüm milletlerden insanlar... Hepsi bir potada erimişler ve şimdi New Orleanslılar denilen milleti oluşturmuşlar. New Orleans'ın Creole ve Cajun kökleri Mardi Gras festivallerinde kentin 'Trench Quarter" denilen eski merkezinde yenen "Gumbo" ve "Janbalaya" yemeklerinde, çoğu Fransızca olan sokak isimlerinde yaşıyor. Ama, ne Creole yemeklerinin eski tadı kalmış, ne de ünlü Bourbon Street'de gerçek "Cajun" cazı dinlemek mümkün. Otantik New Orleans cazı dinlemek için müzik profesörü ve caz müzisyeni Dr. Joyce'un tavsiyesine uyup, kentin kıyı mahallelerindeki "Maple LeaF' kulübüne gitmek gerekiyor. lstanbul'dan mı yokArmstrong sa Iskenderun'dan mı geldiğimi soran denizci eskisi taksi şoförümüze bakılırsa, turistler de olmasa New Orleans'da caz kalmayacak. New Orleans zencileri de ABD'nin diğer AfroAmerikan halkından farklı bir grup. New Orleans Creole zencileri hep beyazlann dünyasmda zenci, zencilerin dünyasında beyaz sayılmışlar. Ama yüzlerce milletten büyük bir dinamizm doğurmayı başaran Amerikan toplumu, ne New Orleans'da ne de başka yerlerde ırk sorununu çözebilmiş değil. Nedenleri ne olursa olsun, ABD toplumu, kültürünün en önemli kaynaklarından biri olan zenci halkına beyazlarla eşit koşullarda ve diğer halkına tanıdığı kadar saygın bir yer vermeyi başaramamış. Bunun için NVashington'da ziyaret olanağını bulduğumuz dünyanın bir numaralı zenci üniversitesi Howard, kendini broşüründe şöyle tanıtıyor: "Üniversitemiz bir halkın kendini bâskıdan kurtarma azminin canlı sembolüdür... Irk ayrımı sistemi yüzünden dezavantajlı durumda olan yetenekli gencleri eğitmek konusunda özel bir sorumluluğumuz var." Çeyrek asır sonra ABD'yi yeniden tanımaya çalışırken, edindiğim ilk izlenimler bunlar. Strasbourv'dan Sıradan yolcuhıklar Tren, Strasbourg'da durur. înenler iner. Tren gider. îsviçre'ye gider, güneyli îtalyalara gider. Buraların tren yolculukları iyidir. Trenlerde hayaller kurulur ve yolculuklarda başka yolculuklarm hayaileri kurulur. HADt ULUENGtN STRASBOURG Buraların tren yolculuklan iyidir. Yalnız, hayalde bile olsa, koridorlannda " o p l u u ı " parfüm sürünmüş kadınlara rastlanan, sonra bu kadınlarla küçük abajurlu vagon restoranlarda konyak içilen, sonra bu kadmlarla yataklı vagonların alt ranzalannda sevişilen gece ekspreslerinin yolculuklannı kastetmiyonım. Beş yüz kilometre yolun beş saatte alındığı BrükselStrasbourg gibı sıradan yolculuklardan söz ediyorum. Brüksel'de trene Leopold Mahallesi" istasyonundan bilinir. Avrupa Parlamentosu oturumlarmın yapıldığı haftalarda ilk sabah trenleri çok doIudur. Bütün yüzler tanıdıktır. Selamlaşmalar ve sabahlaşmalar bildiktir. Kahve içip ayçöreği atıştırmak amacıyla yemekli vagona hUcum edilir. Vagonlann tsviçre vagonu olması için dualar edilir. Çünkü Belçika katarlanrun vagonlan kötü ve kahve mahmurluk açamayacak kadar açıktır. Sonra kompartımaniara girilir. Kimileri boş yer gözler, kimileri yolcu arkadaşı. Namur ilk duraktır. Termoslardan kahve içen ve iskambil oynayan taşrah işçiler biner. Arden dağları başlar. Arden dağları biter, Gom yaylası Başlar. Arlon, son Belçika şehridir. Lüksemburg sınırında Fransız gümrükçüleri biner. Çünkü Lüksemburg vardır, ama yoktur. En azından, gümrükçüleri yoktur. Fransız polisi adamına göre davranır. Kravatlılara, üzerinden Avrupalılık akanlara dokunmaz. Cezayirlilere benzettikleriyle, öbürlerine pasaport sorar. Bazen bagaj, çıkın açtırtır. Lüksemburg'da, sınırın öteki yakasına giden ve çikolatalı pasta yiyen ve etrafı kolaçan eden şapkalı kadınlar biner. Lüksemburg'da, cantalarındaki parayı dükalığın bankalarına emanet götüren adamlar iner. Thionville eski demir çelik kentidir. Burada Fransız lokomotifi takılır. Şimendifer hattj boyunca ölü fabrikalar durur. ölü fabrikaların etrafında işsiz işçiler dolaşır. Işsiz işçiler fabrika duvarlarına Usinor yaşayacak" diye yazar. "Usinor yaşayacak" diye yazan işçiler bazen Brüksel'den gelen ekspresi durdurur ve "Usinor"un yaşaması için Strasbourg'a giden kravatlıları sigaya çekerler. Thionville biter, Metz gelir. Metz istasyonu AIman işgalinin izini taşır ve Prusya mimarisi üslubuyla inşa edilmiştir. tstasyon büfesinde berduşlar bira içer. Istasyon büfesinde lahanalı sosis yenir. Metz'de, Loren'den Alzas'a gidenler biner. Fransızcayı kelimelerin ilk hecesini uzatarak konuşurlarsa da, ana lisanları Almancadır. Daha doğrusu, Alman lehçesidir ve ta Isviçre sınınna kadar yörede bu dil konuşulur. Bu dilden utanılır ve Fransızca ilk heceleri uzatılmadan konuşulmaya çalışılır. Metz'den sonra Voj dağları uzarur. Voj dağları tekin değildır. Akşam saatlerinde kötü ruhlar dolaşır. Bunlar akşam trenlerinin pencerelerinde görülür. Bunlar, Harbi Umumi'nin ve Ikinci Dünya Savaşı'nın ölü asker ruhlandır. "Maginot" hattımn sığınaklarından gün batarken çıkar ve çam ormanlannın orada, Bismarck'ı, Fosch'u, Hitler'i, Petain'i lanetlerler. Voj dağlarında tren kavisler yapar v e yağmurlu havalarda sonsuz gökkuşaklarına rastlanır. Sonsuz gökkuşaklan tam tren altından geçecekken kötü ruhlar kaçarlar. Vojlar biter. Uzaktan Alzas vadisi gözükür. Alzas vadisi başlar ve çok aşağılara, Basel'e, daha ötelere kadar uzanır. Tren Strasbourg istasyonuna gelir. Strasbourg istasyonunda "Strasbourg, Strasbourg. Üç dakika mola" anonsu yapıhr. Avrupa Parlamentosu'nun oturumuna gidenler, Avrupa Konseyi'nin oturumuna gidenleT, Lorren'den Alzas'a gidenler iner. Tren gider. İsviçre'ye gider, güneyli îtalyalara gider. Sazen " o p a î m " parfüm sürünmüş kadınlar da gider. Bazen onıar • da inerler. Buralann tren yolculuklan iyidir. Trenlerde hayaller kurulur ve yolculuklarda başka yolculukların hayaileri kurulur. A msterdamydan Greenpeace durur mu? Dünyanın gözünde Fransa'nın itibarı nasıl bir hızla düşüyorsa, Greenpeace'in itibarı da o hızla yükseliyor. Hollanda'da Greenpeace bürosu dolup dolup boşalıyor. HALLK BAKIR AMSTERDAM Batı'nın endüstri ülkelerinde çevre koruma bilinci kitlelere inanılmaz bir hızla yayılmakta. İnsanlığın, doğayı öldürerek kendi yaşamını sürdürmesinin olanaksızlığını geç de olsa sezmiş olması, sevindirici. Çevre koruması konusunda Hollandalıların bilinen duyarlılığı son aylarda yeni bir yoğunluk kazanmış durumda. Çevre dostları, bu gelişmeyi Fransa'ya borçlu. Fransa'nın, "Greenpeace Yeşil Barış" adlı çevre örgütünün gemisini Yeni Zelanda'da batırmasından bu yana örgüte çığ gibi destek yağıyor. Greenpeace'nin saygınlığı, Fransa'nınkiyle ters yönde, giderek artıyor. Fransız gizli ajanlarırun geçen temmuz ayında batırdıkları Rainbo\\ Warrior(Gökkuşağı SavaşÇisı) gemisinde bir de Hollandalı fotoğrafçı vardı. Patlayan ilk bombadan sonra makinesini almak üzere kamarasına giderken, ikinci bir patlama onu yaşamdan almıştı. Belki biraz bunun etkisiyle de olsa gerek, Greenpeace burada olağanüstü ilgi görüyor. Amsterdam bürosunun telefonları bir an olsun durmuyor. Kimi üye olmak istiyor, kimi nasıl para göndereceğini soruyor, kimi de amblemli tişört, poster veya yapıştırmalardan ısmarlıyor. Örgütte gönüllü çalışmak isteyenlerin de sayıları çok. Önümüzdeki günlerde Hollanda TV'sinde Greenpeace üzerine maraton bir yayın yapılacak. Yayın sırasında ilkokul öğrencileri ellerinde İcumbaralar, örgüte bağış toplayacaklar. Önümüzdeki Noelde tebrik kartlarım, çocukların yaptiğı Greenpeace resiınlerinin renklendireceğini kestirmek zor değil. Batırılan "Gökkuşağı Savaşçısı" Fransa'nın Pasifik Okyanusu'ndaki nükleer deneme alanına girerek, denizlerdeki yaşamı söndüren nükleer patlamaları önlemeyi amaçlıyordu. Şimdi bu görevi Hollanda'da onanlıp açık deniz için donatılan başka bir gemi yapacak. Greenpeace adı verilen gemi geçen ay Karaiblerden demir aldı. Şu anda Pasifik Okyanusu 1 ndakiMururoa'yadoğru seyrini sürdürüyor. Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand, Mururoa adasına yaptiğı ani geziyle ülkesinin nükleer denemeler konusundaki kararlıhğını göstermiş bulunuyor. Fransızlar, nükleer deneme alanlarına girmek isteyecek gemileri, yani Greenpeace'i kendi savaş gemileriyle önleyeceklerini söylüyorlar. Ne var ki Rainbow Warrior'un ölüm fermanının Fransa'da siyasi düzeyde verildiğinin açığa çıkmasıyla, dünya kamuoyunun desteği "Greenpeace'Mn yanında. Fransa'nın Greenpeace'i durdurabilmesi bu kez pek kolay olmayacağa benziyor. Sıra beklememek Milli duygıılar neden şahlandı? ANN TABOROFF Voice of America muhabiri İstanbul havaalanındaki iç hatlar yolcu salonunun kapısına sanki hiç orada sıra yokmuş gibi yöneliyorlardı. Aynı manzaraya, icerde bilet kontrotunün yaptldığı gişenin önünde de raslamak mumkündu. Arkamdaki bey isyan etti: Hajret! Sadece havaalanında değil, varış yerim olan Datca Akturda da 10 dakika içinde, once gazete bayiinde, sonra eczane ve nihayçt bakkaida sıra umursamaksızm önüme geçilince dayanamayıp genç adama çıkıştım. Ne vapttğınızı duşunuyorsunuz? Çok masumane bir halde "sadece para ödeyeceğim" dcyince de\am ettim. Yoksa benim para afacagtmı mı zannedhorsunu/? llkokut eğifimimden bu yana "sıramı beklemek" idcolojisi iieşekillendirildiğimden burada karşılaştığım bazı insanların sırada bekleyenleri umursamadan kendilerine öncelik tanıması beni hayrete düşüruyordu. Hele çocukîar ve bazı hanımlar en beteriydi. Bakkaida, kasapta bir şey alırken çocukîar pervazsızca araya giriyor ve isteklerini sıralamaya başlıyordu. Belki de, sıra ahengini bozan çocuklara dahi tolerans gösterilmeyen bir çevrede yetişmem dolayısıyla burada çocukların önüme geçmesi beni rahatsız ediyordu. Ama bu sabırsızhktan aslan paymı, şık giyinmiş hanımlar alıyordu. Nitekim bir soğuk kış günü Divan Pastanesi'nde ahşveriş yapmak için sıramı beklerken kürklu bir hanım önüme geçerek "Hemen iki millefeuille ve iki eclair verir misiniz?" demiş, ben de kuyruğa saygı göstermesini isteyince, sanki garip bir yaratıkla karşılaşıyor gibi şaşırmıştı. Yoksa şık giyinmiş olmak sıranın önüne geçmek için bir imtiyaz mıydı? Çevreye kayıtsızlık, aslında yaşamın başka boyutlarına, orneğin o agressif araba kullanış yöntemine, çöpleri sokaklara atmaya kadar genışliyordu. Sanki aynı topîum içinde birbirimize bağlı olarak yaşarmyor. da\ ranışlanmızla birbirimizi etkilemiyorduk. Bu tarz yaşamla, yoksa bireyciliğimizi mi vurguluyorduk. Yabancı gözüyle Kopenhas'tan FERRUH YILMAZ KOPENHAG Danimarka bir futbol ülkesi oldu çıktı. Sovyetler Birliği Danimarka Dünya Kupası grup eleme karşılaşmasının yapıldığı çarşamba günü öğleden sonra, Danimarka nüfusunun üçte birini banndıran Kopenhag abartmasız ölü bir şehir göriinümündeydi. En işlek caddelerde dahi in cin top oynarken, saatlerin tam 16.55'i gösterdiği dakikalarda bırakm Danimarkalılan, yabancılar bile televizyonlannın karşısına kurulmuşlar, "Danimarka dinamitleri"nin Danimarkalılar böyle adlandırıyorlar milli takımlarınıSovyet "ayılan"nı bu da kendi deyimleri dize getireceği düşüncesinin heyecanını yaşıyorlardı. Başbakan bile 'Karım kusura bakmasın. ama maçı Başbakanlık çalışanları ile birlikte scyredeceğim' diyerek, gazetelerin hem de haber bölümlerindeki yerini alıyordu. namitleri"nin amblemleri ve renkleriyle ambalajlanıyor şu sıralar. Ve tabii Sovyetler maçını sadece ticari açıkgözler değil, büyük ahşveriş merkezleri dahi reklam olarak kullanmaktan geri kalmadılar. Normal olarak 17.30'da kapanan büyük ahşveriş merkezlerinden bazıları pek sevdikleri çalışanlarının milli maçtan mahrum kalmamaları için o gün tam 16.00'da paydos yaptılar ve tabii ki, reklamların yasak olduğu televizyona hem de olayı etrafında yoğunlaşan ulusal duygulann son yıllarda ulaştığı ya da belki daha doğru bir deyimle su yüzüne çıktığı düzeyi göstermesi açısından ilginç bir gösterge oluşturuyor. Daha düne kadar futbolu pek tanımayan, sayıca küçük bir ulusun birdenbire yedisinden yetmişine futbol hastası kesilmesinin nedeni, futbol sevgisinden çok, ulus olarak kendilerini küçük görmelerinden kaynaklanıyor sanıyorum. Ulusal duyguların Danimarkalılar futbol hastası kesildi. Milli maçların TV'den verildiği günler sokaklarda kimseler kalmıyor. Psikologlar, ülkede milli duyguların îkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk defa böyle kabardığına dikkat çekiyorlar. ülkesini pek seven kuruluşlar olarak çıktılar. Ve yine doğalhkla işçilerin çalışmadıkları saatler için ücretlerinden kesind yapılacağından pek kimse bahsetmedi bu milli curcuna içerisinde. Ama reklam da olsa. abanılı bir futbol hastalığı da olsa, televizyonunun basına zamanında yetişebilmek için binlerce insanın telaşlı koşuşturujlarına sahne olan cadde ve sokaklann 1 saat içerisinde terkedilmiş bir görüntüye bürünmesi, kuşkusuz futbol çılgınlığa varan biçimlerde dışarıya vurulması, Danimarka'nın Avrupa Şampiyonası grup eleme maçında İngiltere'yi Wembley'de yenerek tribünlere göndermesiyle başladı diyebilirim. Daha sonra gelen Fransa'daki Avrupa Şampiyonası karşılaşmalarında elde edilen başarı Danimarka. İspanya ile yarı finali oynamış ve maçı penaltı atışlan ile kaybetmişti Danimarkalıların sokaklara uğrayıp / Futbol hastalığı Danimarka'yt sardı saralı, ticari alandaki bazı açıkgöz Danimarkalılar, Amerikalı meslektaşlanndan pek geri kalmıyorlar. Tshirtler, atkılar, Danimarka'nın ulusal renkleri olan kırmızı beyaz formalar, bütün dükkânları kaplarken, gündelik yaşamın en temel kullanım maddeleri bile "Danimarka di sabahlara kadar ıçmesını sağlarken, sayılan bolca olan sosyologlar, psikologlar hemen durum değerlendirmesine başlıyorlar ve milli duygulann İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk defa böylesine kabardığına dikkat çekip, bunun tehlikeli boyutlara varabileceğini söyleyerek işaret parmaklarını oynatıyorlardı. Hatta kamuoyunda tartışılmaya başlanan konuları hemen ekrana getirmeyi gelenek haline getiren televizyon da, "Bizim milli duygulanmız durup dururken niye böyle şahlandı acaba?" gibisinden tartışma programlan yaymlıyordu. Ancak Danimarka'nın Sovyetler Birliği'ne 10 yenilmesi, şahlanan milli duygulan yatıştırmaya yetmedi. Ne de olsa, Sovyet yenilgisine rağmen Danimarka, grubundaki en şanslı ülke durumunda hâlâ. Bu şanslanna karşın başan tablosunda zikzakh bir grafik çizen Alman asıllı teknik direktörün komutasındaki "Danimarka dinamitleri" gelecek yaz Meksika'ya giderler mi bilinmez. Ancak bilinen şey, Danimarkahların her galibiyetten sonra sevinçten sabahlara kadar sokaklarda bira içip nara atacaklan, her yeniigiden sonra ise, huzünlerini bastırmak için, ama bu sefer sessiz sedasız barlara doluşup, biralarına yumulacakları...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear