23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER söyledikleri ozanlardan birer şiir konan bu şiir severlerden pek azının doyurucu bir yanıt verebilmiş olmalandır. Neden seymişler o ozanlan, pek belli değil. Demek burada, Memet Fuat'ın haklı olarak demokratik haklar arasına koyduğu "sanattan tat alma hakkTnın gereğince kullanılmadığı ortaya çıkıyor. Şiiri sevmediklerini söyleyip sorudan kurtulan 18 kişiyi, insamn ötekilere yeğleyeceği geliyor. Dergi de belirtiyor ya, "severim, okunım" diyenlerin çoğu, belki de ayıp olmasın diye başlanna bu belayı almışlardır. Gerçi araştırma dar bir çevrede yapılmış ama gene de öğretici. Ama şunu belirtivereyim; sorulan yanıtjayanlardan hiçbiri, yeni şiirin güç anlaşıldığj konusuna değinmiyor. Bunu bir söyleyen çıksaydı, ona, Cahit Sıtkı Tarancı'yı, Ahmet Muhip Dranas'ı neden anmadıklannı sorabilirdik. Şimdi yazımızın başına dönelim ve sanatçıyı, sanatı anlaşılmaz kıldığı için suçlayıp suçlayamayacağımızı konuşalım. Homeros bir masal anlatıcısı idi; beylerin evlerinde, saraylannda, yaşadığı yıldan aşağı yukan üç yüz yıl önce geçmiş olan Troya savaşını anlatıyordu. Bir savaş öyküsünün anlaşılmayacak ne yanı olabilir ki! Beyler, tıranlar, krallar da onu merak içinde tatlı tath dinliyorlardı. Ama biz, o savaşı onca merak etmeyenler, bugün Homeros'ta çok başka güzellikler buluyoruz. Düşünün ki, şiir, Homeros'tan bu yana, tanınmayacak denli degişmiştir. Şunu demek istiyorum; şiir, o gün bu gün ne denli değişirse değişsin, onda gene de sürüp giden ortak bir öz var belki; yoksa bir şiir tarihinden soz edemez ve eski ozanlara hayranlık duyamazdık. Platon'un "Güzellik tdeası" dediği şeyin ortaklığından mıdır bu? Eğer böyle ise (demek biz idealan önceden biliyor idik ise) bir şiirin tadına varmak için şiir eğitimine gerek yoktur, her insanda o yetenek vardır. Gerçekte, anlamadıklan şiirlere kızanların, bilmeden dayandıklan neden budur: "Ben insan değil miyim?" Hayır efendim, elbette insansın, ama sen bir şiirde, bir sanat yapıtında güncel olan yanı görürsün ve güncel olan güzellik gereksemeni doyurmak istersin; oysa senin karşı karşıya geldiğin yapıtta, bir de süregidecek olan bir yan vardır. Bizim Homeros'u bugün de büyük ozan saymamız, işte ondaki bu süregiden yandır. Aüna'mn tragedya dönemini yaşayanlardan bizim aynldığımız yer de işte budur. Biz bugün "Kıral Oidipus"u eski Atinalı gibi seyretmıyoruz, sanat DiriKimımizden öturü ondan çok daha başka doyumlar alıyoruz; boşalma değildir artık bizim o oyun karşısındaki duygulanmamız, biz o sanatı artık sanat olarak algıhyoruz. Shakespeare'in seyircileri o günün manüfaktür çıraklan idi ve onun oyunlanndan tarihi, savaşlan, krallann, kraliçelerin yaşamlannı, eski cinayetleri öğreniyorlar ve bundan tat alıyorlardı. Biz ise bugün diyelim "Hamlet" oviınundaki "To be or not to be" ya da "Zavallı Yorik..." diye başlayan konuşmayı seviyoruz. Eski Londra'da, Hamlet'in amcasını öldürüp öldüremeyeceği konusu idi merak uyandıran, bugün ise Harnlet'in tereddütleridir önemli olan. Sözünü ettiğim kültürel birikim değiştirdi bizim bakışımızı ve doyum biçimimizi. İşte sanat yapıtlan böyle değişe değişe yaşar ve her yeni insanda o sanat birikimini gerekli kılar. Memet Fuat'ın "kuramsal bilgiler" dediği bu birikim olsa gerek. lmdi böyle bir birikimi edinmek için ille de "yüksek sınıflar"dan mı olma zorunu var! Yaratıcıya gelindiğinde ise, onun için baş koşuldur bu birikim. Başka türlüsü düşünülebilir mi? Her mesleğin kuramı bu değil midir? İşte burada demokrasiden söz etmenin tam yeri geldi. Bilindiği gibi, demokrasinin en büyük hastalıklanndan biri demagojidir, halk dalkavukluğu, halkm nabzına göre şerbet vermek. Bu şerbet şiirle de verilebilir, halkm zevkini okşayacak şiirlerle. Demokrasinin bir hastahğı da, arada bir anayasal haklan lüks sayma hastalığıdır. Oysa halklar her yerde en ileri anayasalara layıktır ve en modern sanata da. Yeni sanatçı ile "ahası" arasındaki uyuşmazlığı çözmenin yolu nedir? Eski ustalan yeniden, yeniden incelemek. Onlar hoşa gidenle kalıcı olanı bir arada yaratmayı çok iyi biliyorlardı. Onlan hem halk seviyor hem de seçkinler tutuyorlardı. Ne mutlu çağlarmış! 27 ARALIK 1985 Eski Ustalar MELtH CEVDET ANDAY tspanyol fılosofu Ortega y Gasset yeni sanatın, halkı "anlayanlar" ile "anlamayanlar" diye ikiye böldüğünü söylermiş... Yeni çıkan ADAMSANAT dergisinin ilk sayısındaki başyazısına böyle başlıyor Memet Fuat ve bu tanının doğru olduğunu ekliyor. Çünkü günümüzde sanatlan anlayabilmek, sanatlardan tat alabilmek birtakım kuramsal bilgileri gerektinnektedir; başka bir deyişle, "ahcı" belli bir sanat eğitiminden geçmek zorundadır. Oysa, diye sürdürüyor sözunü Memet Fuat, çağımızdaki toplumsaJ yönelim bunun tam tersi bir yönde; demokrasi duşüncesi insanca yaşamayı, karnını doyurma savaşımının ötesindeki rautluluklan, yalnızca yüksek sınıfların bir özelliği olmaktan çıkardığından beri, "sanat abcısı" sözü artık bir seçkinler topluluğu çerçevesindeki insanlan deyimletniyor. Doğrudur; "yüksek suuflar" dışındakiler de bugün sanatlardan tat almayı kendi haklan saymaktadırlar. Bövle olunca, onlann "anlamayanlar" bolüğünde sıkışıp kalmalan durumu, sanatçıyı suçlu saymamızı gerektirmektedir: Halkı boşlayıp, "yüksek suuflara" ya da "seçkinJere" yönelen, ancak onlann anlayabileceği niteükte sanat yapıtı veren sanatçının suçu. Oldukça kanşık bir konu, üzerinde ne denli durulsa yeridir. Bana kalırsa, önce, şu "anlayanlar" diye nitelendirilmiş kişiler üzerinde durmanuz gerekiyor. Memet Fuat, Ortega y Gasset gibi, "anlayanlar" ve "anlamayanlar" diye bölmüyor sanat alıcılarını, başka nitelendirmeler kullanıyor, "yüksek sınıflar" diyor, "seçkinler" diyor. Konuyu özellikle bizim toplumumuzda incelemeğe yönelirsek, "yüksek sınıflardan" olanların kaçta kaçmı "anlayanlar" arasına sokabihriz, bilmem ki! "Seçkinler"den sayabileceğimiz nice kişi için de benzeri kuşkuyu duyuyorum ben. Halkla kültür oıtaklığı kalmamış, ya da kültür (sanat, bilim) edinmeye yeterince zaman bulabilen kişidir seçkin. Derginin gene o sayısına bir parçası alınan "Prospero ile Caliban" adlı yazısında Nurullah Ataç şöyle diyor: "Bizim en büyük sıLunümız. en büyük yoksulluğumuz aydın sıkıntısı, gerçekten aydınlanmız olmayışı..." Bu tanı doğru ise. "seçkin"e daha başka bir anlam vermemiz gerekecektir. Ne demektir aydın olmayan seçkin? Tarihte "Seçkinler Kuramı" çok değişik biçimierde yorumlanmıştır; bir yoruma göre öke (deha) demektir o. Neyin ökesi? Birçok yanıtı vardır bu sorunun. Bakarsınız, adam yeni fızikte okesini kanıtlamıştır da şiirden anlamaz... Neden olmasın! Ama dünyada yalnızca ökeler için şiir yazdığını söyleyen hiçbir ozan yoktur sanınm. Yeni sanatın yadırganması nedenini belki başka yerlerde aramamız gerekecek. Sanınm, bizim hali vakti (vakit) yerinde olanlarırruzın yeni sanatlan anladıklannı pek söyleyemeyiz. Picasso, Fransa gibi bir toplumda, "Resimden anlayan çok az kişi var" demişti. Yukarda konuya bir çözümleme getirmenin, ancak sanatçıyı suçlamakla gerçekleşebileceğini söylemiştim. Diyelim bir ozan, kimselerin anlamadığı şiirler yazıyorsa, okurunun azalmasından ötürü "alıayı" neden suçlayahm! lyi ama, burada başka bir sorun çıkıyor ortaya: Şiiri anlamak ne demektir? Bu soruna geleceğiz; ama ondan önce, ADAMSANAT dergisinin yaptığı kuçük bir araştırma üzerinde duralım. Dergi, aydınların çoğunlukta olduğu bir çevrede 106 kişiye "Şiir okur musunuz?" sorusunu yöneltiyor ve ancak 88 kişiden "evet" yanıtuu ahyor. Bunlara sorulan "Hangi şairleri?" sorusuna değişik yanıtlar geliyor elbette. (Çoğunluğun üniversiteli olduğunu unutmayaiım). Bunlann hiçbiri Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Ahmet Muhip Draöas'ı, Asaf Hâlet Çelebi'yi, Orhan Murat Anburnu'yu anmamış. Daha ilginci de önlerine sevdiklerini PENCERE Sinop Cezaevi'nden Mektup?.. Elimde bir mektup var. Bu türden çoğu mektup gibi eviriyorum, çeviriyorum; "ne yapayım?" diye düşünüyorum. Mektup cezaevinden geliyor. Ben de hapishanelerde yattığım için dört duvar arasında olan bitenlerin kanıtlanmasının ne güç iş olduğunu bilirim; dışardan içeriye, içerden dışarıya saglıklı bir köprü kurmak zordur; ama, önce mektubu okuyalım. • "Yıllardır basında işkence uygulamalanndan söz ediliyor; ama, bu konuda söylenecek çok şey olmasına ve yıllardır sistemli işkencelerin sürdürülmesine karşın bugüne kadar Sinop'a (iki yıl önce gelen Adalet Bakanlığı Mufettişi dışında) ne kimse uğradı, ne de bizler ses verebildik. Ben bu mektubu cezaevi denetiminden kaçırarak size yollayabiliyorum. Sinop'ta mahkumlar çağımızda savaş esirterine reva görulmeyecek insanlık dışı uygulamalar altında hayatta kalma uğraşı veriyoriar. Burada insanlara, kendi kişıliklerine saygılarını yitirmeleri için ne mümkünse yapılıyor. Bundan iki yıl önce ağır işkence görerek Samsun Deviet Hastanesi'ne kaldınfan Sadrettin adında bir mahkumun yakınlannın girişimiyle soruşturma açıldı. Adalet Bakanlığı Mufettişi koğusa geldiğinde müdürler, gardiyanlar ve elli mahkum içinde sordu: İşkence var mı? Içimizden Deviet Görgel: Size gerçeği söyiersek can güvenliğimiz tehlikeye girer mi, girmez mi? Müfettiş: Hayır kimse bir şey yapamaz. Ne var ki, Müfettiş bu arkadaşla konuşacağını söylediği halde aramadı; daha sonra bu arkadaş başgardiyan tarafından ağır şekilde dövüldü. Yine geçen 30 Eylül günü, bu arkadaş başgardiyan Servet Kocatepe, Saban Albayrak ve gardiyanlardan Hüseyin Kaya ve Ali Bilgili tarafından ağır şekilde dmüidü. Cezaevi doktorunun olayı tesadüfen görmesi üzerine işkencecılerin elinden alınarak baygın vaziyette açil olarak deviet hastanesine kaldınldı. Bir gece hastanede kaldı. İfadeler alındı, olay Cumhuriyet Savcılığına intikal etti. Dövülen hükümlü Deviet Görgel beş günlük kesin raporla davacı olmasına karşın üç aydan beri ses yok. Size anlattığım bu olaylar cezaevinde süregelen sistemli işkence olaylanndan ömeklerdir. Daha geçenlerde 70 yaşında bir mahkumun dayaktan ayağı kırılayazdı. Bundan 2025 gün önce istanbul'dan buraya getirilen Nihat Erim'i öldürmekle suçlu dört kişi ilk geldikleri gün ağır şekilde dövüldüler. Ayakkabı giyemeyecek durumda müşahade hücrelerinde yattılar. İşkenceden çok kişinin kulağı sağır edildi. Cezaevinde hükümlüler ağır baskı, kötü muamele, işkenceyle, her türlü insani ihtiyaçtan yoksun vaziyettedirler. Günde yalnız 3 saat havalandırma var. Bu uygulama altı yıldan beri sürüyor. Hasta olanımız her gün çr ğalmaktadır. Sinop Kapalı Cezaevi bu durumdadır. Size yazdıklarımı siz de kamuoyuna açıklayın, yetkililer haberdar olsun, gelsin bizimle konuşsunlar, belki o zaman hayatımızda insani koşullara doğru bir iyileşme olabılir. Eğer bu olamazsa daha çok acı çekeceğiz." • Ülkemizde hapishanelerde neler olup bıttiğini aşağı yukan biliyorum. Kimi cezaevi var; müdürü, yönetimı, gardiyanlarıyla birlikte insanca ve yasal koşulları uygulayabiliyor; kimi cezaevi ise cehenneme dönüşmüş durumdadır. Sinop'ta neler oluyor?.. Bu yazıdan sonra kimse mahkumlann üzerine yürüyeyim demesin, devletin sorumluları da konuyu yansız bir bakışla ele alsınlar; Sinop'ta işkence varsa, yastığa başımızı rahat koymak hepimize haram olsun. Yurttaşlık borcu işte budur; herkes Türkiye'de olan biten her şeyden sorumludur; "bana ne?" deyip keytine bakanın da başına bir gün olmadık bir iş gelebilir; yaşam güvencesi herkese gerekebilir. EVET/HAYm OKT&y AKBAL w • HAZIRLAYAN SELIM OZYUKSEL OGRETMENOGRENa Akarcalı Yanıtlıyor... ANAP İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcah'dan bir mektup aldım. Cezaevterinı inceleme Kurulu Başkanı'nın bu konuda yaptığı açıklamayı okurlanma sunmayı yararlı gördüm. Bu konu üzerinde yine duracağımızı bildirir, Akarcah'nm ilgisine teşekkür ederim: "Bütçe müzakerelerinden dolayı size zamanında yazamadım. 8 Aralık 1985 tarihli sütununuzdaki "seslenişinize" ancak ceyap verebiliyorum. İddiaların aksine ben kesin kanı betirtmedim. Kesin dediğim tek konu; Ceza ve Tutukevlerinde arkasında hükümetin, bakanlığın, adli yaıgı organlarıntn bulunduğu, desteklediği, göz ardı ettiği, şikâyet edildiğinde üstüne gkJilmeyen, işkence, kötü muamele olayları yoktur dedim. Sorularıntzı şöyle cevaplamak isterim; 1 Sizle hemfikirim. Raporumda havalandırmanın bir hak olup, lüluf olmadığını belirttim. 2 Bazı cezaevlerinin fiziki açıdan yetersiz olduğu doğrudur. Yılların mirası olan bu durumu düzeitmek için Adalet Bakanlığı çaba aöstermektedir. 3Bu husus ceza ve tutukevi içinde toplu eylemleri önlemek için var olan bir kuraldır. Kaldı ki Batı'daki çoğu üikede tutuklular ve mahkumlar sürekli olarak tek ya da iki kişilik hücteterde, tam bir yalnızlık içinde kalmaktadırlar. Ülkemizdekiler koğuş halindedir. Esas mesele bu koğuşlardaki mahkum ve tutukluların ahenk içinde yaşamalarını sağlamaktır. 4 Bundan dolayıdır ki raporumuzda belirti makamlara gonderilecek mektupların açılmaması, dilekçelerin demirbaş numaralı ner sayfası mühürlü bir kayıt defterine işlenmesıni hatta gelecek cevapların bile aynı deftere işlenerek denetim imkânına açık kalmasını istedik. 5 Duvarların içinden elektrik kablolannı çekerek boğma tellerinin yapıldığı, çivi, jilet, anahtar, tencere, tava gibi malzemelerte biie delici, kesici, öldürücü aletler imal edildiği koğuşlarda dediğiniz doğrudur. Bu tip koğuşlardan kınlabilinir, parçalanabilinir bütün eşyalann (özellikle sert maden ve ağaçlardan olanların) hakiı olarak kaldırıldıklarını gördük. Her eşyadan silah yapma durumunda olan kişilerin bulunduğu bu koğuşlarda, yatak ranzalarının çok kalın, kınlamayacak borulardan da yapıldığını gördük. 6 Herhangi bir koğuşta kendi isteğine rağmen terlik, ayakkabı giyemeyip çıplak ayakla dolaşmak mecburiyetinde kalan var diye şikâyet almadım. Ancak böyle bir durum herhangi bir yerde var ise bunu kabul etmek mümkün değildir. 7 Uygun bulmam, ancak bu gibi durumların üstüne gidebilmek için, hukuk kesin ve müspet delil ister. Karine ya da kanaat üzerine dayalı suçlamalarla kişileri (arama yapanlan) mahkum edemezsiniz. Birbirini yaralayıp, sonra işkence gördüm deme durumundan, bir ihtimal olarak söz ettim. Ülkemizde binlerce kişiyi en insafsız şekilde, kadın, çocuk, yaşlı, genç, gazeteci, profesör, deviet adamı demeden öldürmüş, onbinlercesini yaralamış, hatta ve hatta kendi yandaşlarını davaya ihanet etti diyerek, işkenceyle öldürmüş olanların bu tip yakıstırma ve suçlamalara rahatlıkla yol açabileceklerini gözardı etmemek gerekir sanınm. 8 Sanıkların avukatlarıyla görüşmeleri kanuni haklarıdır. Bu hakkın kullanımında, yine kanunun öngördüğü duaımlar dtşında kısıtlamalar olur ise, bunu kabul etmeyiz. Yazınızda "Bülent AKARCALI'nın sorulan inandırıcı biçimde yanrtlayabileceğini hiç sanmıyorum" diyerek objektif görüşten uzak kalmaya ait güzel bir örnek vermektesiniz. Bizim amacımız zaten önyargılı kişileri inandırmak değildir. Biz ülkemizde ilk defa olarak milletvekillerinden oluşan bir heyetin ceza ve tutukevlerini ziyaret edip, incelemesini şahsi gayretlerimizte sağladık. Ortaya çıkardığtmız ilk rapor akılcı, objektif ve insancıl bir yaklaşımla meselelere el atmaya çalışmıştır. Bunu yaparken her türlü politik reklamdan kaçınılmıştır. İlk defa hazırlanan bu rapor, eğer gazetenizin atlatma haber uğruna basın toplantımdan bir gün önce sizde yayınlanmasa idi, Tüfk basınında ve kamuoyunda daha geniş bir yankı uyandırabilecek ve meseleler üzerinde daha serinkanlı, tarafsız düşunme imkânı olacaktı. Ancak Komisyondan bir üyenin gazeteniz tarafından kandınlarak, raporun kopyasını sizlere sızdırmış olması bizim bu konulara verdiğimiz ciddiyeti değiştirmez. Biz bu meseleyi ideolojik açıdan değil de, Türk milletinin hak ve hukuk üstünlüğüne olan bağlılık ve inancına dayanarak incelemeye devam edeceğiz." Ozel eğitune ve korunmayu muhtajç çocuklar Toplumumuzda beslenme ve sağbk kurumlannm yetersizliği, yurt düzeyinde dengesiz dağılımı nedeniyle özürlü ve korunmaya muhtaç çocuklann sayısı, gelişmiş Batv toplumlanna göre çok fazladır. Toplumun eğitim düzeyinin düşük olması da bu sayıyı arttıran baş etkenlerden biridir. Bu soruna çözüm, elbette saglıklı çocuklarla başlar. Ne var ki, yapılan çeşitli istatistiklere göre, bu durumdaki çocuklar, yüzde 10'a yakındır. Ailelerin sağlıkb, özürsüz çocuk sahibi olmalannı sağlamada, ekonomik düzeylerinin yükseltilmesi, eğitim sorununun yeterince çözüme kavuştunılması, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım için sağlık hizmetlerinin yaygınlaştınlması uzun vadeli çözümlerdir. Elbette bu sorunlann çözümü için planh ve aralıksız çalışma gereklidir. Ancak halen toplumun VolO'unu oluşturan özürlü TfirUyMı özsl EtKkM w Kormny> KMrtaç Çocakbm N MnSayama Oranto Saysal D n n MnMİzdrtl H IfrOm (718) m Genrtnrı E#tft» 43524 626 27.099 %Q2 1&425 MtMOzMi 130572 2.798 %06 49.275 81.297 onopaoK ozunu 176 Ostfaıakttı %14 114975 189.693 304.668 435.240 %? 164.250 270990 CHnkMı tmi 435.240 7742 %? 164.250 270990 Zakth 65.266 40.629 51 OtretiMıHlr jerl zeUh %03 24.637 217620 82.125 135.495 tty«BUz %1 72 235.240 13360 tatmmf» manteç %2 164.250 270590 %95 780.187 1.287.183 2057370 24525 ranm ve korunmaya muhtaç çocuklar için de önlemler gereklidir. 19521953 öğretim yılında Gazi Eğitim Enstitüsü bünyesinde açılan "Özel Eğitim Bölümu", ancak üç yıl sürdürülebilmiş, sonunda kapatılmıştır. Oradan mezun olanlar, şimdi emekli oldular. Bu alanda çok az sayıda açılmış bulunan eğitim kurumlarıoa ekman yetiştiren "kurum yok sayılır. Tablodaki sayılar, 1980 nüfus sayımına göre buhınmuştur. 1985 nüfus sayım sonuçlan alındığında bu sayılann (acı da olsa gerçek) arttığını göreceğiz. 19811982 öğretim yılına girerken 2 milyon 57 bin 370 özürlü ve korunmaya muhtaç çocuktan sadece 24 bin 825'ine eğitim ve koruma olanağı sağlayabilmişiz. Bu da yaklaşık yüz çocuktan sadece bir (1) çocuk eğitim ve koruma hakkından yararlanıyor, doksan dokuzu (99) kendi hallerine terk edüiyor demektir. Eğitim kurumlarına baktığımızda: Sağırlar Okulu: 17 KörlerOkulu: 5 Ortapedik özürlüler: 1 Eğitimi Güç Çocuklar: 1 24 okul. Toplam: Açılan eğitim kurumlan "la 1 'e hizmet götürebiliyor. Bu kurumlarda görev >apacak eğitim elemanlarını yetiştirecek kurum ise hiç yok. Yaklaşık 2.5 milyon genç ve çocuğu yok sayarak, kalkınma ve uygar toplum olma na ' sıl gerçekleşecek? Özürlü ve korunmaya muhtaç çocuklar için, yasalar mevcut. Ancak uygulanmadıktan sonra, yasa ve yasa maddeleri bir anlam taşımıyor. Devletin bu konuda iflas eden banka ve özel şirketlere, dışsatımcı firmalara gösterdiği ekonomik ilginin onda birini göstermesi, pek çok anababanın olduğu kadar, toplumun da yüzünü güldürecektir. Yurt dışında rekabete açılan ve pazar bulan sanayi ürünleri ve teknolojik hizmetleri ile Muhasebe Elemanlan Aranıyor Gelişen, güçlenen ülkemizin bankası. Meslek kooperatifleri, sanayl siteleri, organize sanayi bölgeleri gibi atılım ve yatırımları ile , Çalışkan, üretken halkımızın bankası.. AYA Reklam Hizmetleri A.Ş. Seher Yıldızı SoKağı. No: 6. Etı'erlstanoul Tel: 1 63 55 29 163 74 54 YENİCOCUK DIZISI ANNE BABA TEK ÇOCUK Kardeşsız Cocuk Korkulacak Bir Olay Değildir Ewa Rossberg Fıyatı 500 TL AFA YAYINCILIK A.Ş. Çatalçeşme Sokak 46/4 Cağaloğlu/İSTANBUL Tel: 526 39 80 YENİ ÇOCUK DIZISI ANNE BABA ÎNSAN HAKLARI DOSYASI Cocukiar Erkeğın Günlük Hayatını Değiştiriyor. BABALAR DA ÇOCUK BAKABİLİR Bernhard Schön Fıyatı. 600 TL. INSAN" ERBİL TUŞALP BİR Fıvatı: ??0 TL. (KDV dahıl) AYDA 2. BASKI Tekin Yaymevi " AFA YAYINCILIK A.Ş. Çatalçeşme Sokak 46/4 Cağaloğlu/İSTANBUL Tel: 526 39 80 Almanya'dakiler, Türkiye'dekiler Bekâr bir bey için mutena semtlerde kiralık daire aranıyor. Tel.: 584 63 18 575 75 56 (tş saatleri içinde) İMZA GÜNÜ HASAN KIYAFET "Aliaü" ve diğer kitaplannı imzalayacak. 28 Arahk 1985 Kültür Ürtinleri Merkezi PTT Karşısı KONAK/tZMtR BİZİM ALMANCA'YA SİZDE ABONE OLUN Çağdaş Yaymcılık Türkocağı Cad. 39'41 Cağaloğlu'IST.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear