25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
(JUMHURIYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER yatro lemsilleri düzeyinde yineleyip durmak, gitgide bıktırıcı, etkisiz, hatta kimi zaman gülünç olmuyor mu? Avusturyalılar, Osmanlıların Viyana kuşatmasını, bilindiği gibi, Polonya Kralı Sobieski sayesinde 1683 yılında kırıp kenti kurtardılar. Bunu her elli yılda bir törenlerle kutlarlar. Bir rasılantı sonucu 1933'te hukuk öğrencisi, 1983'tedeemekliöğretim üyesi olarak Viyana'nın, 250. ve 300. yıldönümü törenlerini birkaç gün izleme fırsatını bulduın. Bizdeki gibi kurtuluşu "lemsili olarak canlandırma" törenleri değildi bunlar. Kurtuluş, türlü sergilerle, resim ve yeni kitaplarla, tiyatro, opera ve konserlerle, sinemalarla, konferanslarla, kısacası, yıllarca süren çaba ve çahşma sonucunda hazırlanmış bir programa göre kutlanıyordu; öyle ki, bu programı izleyen halk, okulda edindiği bilgileri türlü yönlerden tazeliyor ve Viyana sanki geçen hafta kurtulmuşçasına 300 yıl önceki bilinci ve coşkuyu yeniden yaşıyordu, hiçbir eyleme geçmeden, hiçbir asırılığa kaçmadan... Eğer Viyanalılar, kurtuluşlarını elli yılda bir değil de her Tanrı'nın yılı yüzeysel törencik lerle kutlamaya kaıksalardı, kuşaktan kuşağa aktarılıp gelen bu ulusal bilinç ve coşku birikimi kesinlikle oluşmazdı. Çünkü kutlamalar, Osmanlıca deyimi ile, "müptezel" olur, ayağa düşerek etkisiz ruhsuz törencikler görünümünden öteye geçemezdi. • • • Bizim bir de "fetih" törenleri var. Bunlara ilişkin düşüncclerimi çok eskiden yazmıstım. Egcr yanılmıyorsam, birkaç yıl önce değerli dostum tlhan Selçuk da bu noktaya dokundu. lstanbul'un fethi Bizans Imparatorluğu'nun sona ermesi ve Istanbul kentinin Osmanlı Imparatorluğu'na merkez olması bakımından önem tasıdığı için, bu fethin 500. yıldönümünü kutlamak, evrensel nitelik taşıyan bir tarih olayının anılması olarak gerekliydi; üstelik o sıralarda Yunan gazeteleri, AtatUrk'Un uygar bir düşünce ile camiden müzeye dönüştürdüğü Ayasofya'ya çan takılıp bu tarihsel yapının yeniden kiliseleştirilmesini isteme küstahlığında bulunmuştu. 500. fetih yılı kutlamaları aynı za* manda bu küstahlığa görkemli bir yanıt anlamını taşıyordu: Istanbul 500 yıldan beri Türk olmuştu ve öyle kalacaktı. Yunanlılardan kurtuluşunu ve Atatürk'ün herhangi bir kente ilk gelişini de her yıl kutlayarak ayağa düşürüyoruz. Bir de türlü askeri okul ögrencilerinin her yıl yaz talimlen için yer değiştirmeleri veya diploma almaları konularında sık sık yapılan törenler var. Bunların televizyon ekranına yansıtılmasında da, alışkanlık ve bıktırıcılığın yanında, sivil okullara göre bir imtiyaz ve ayrıcalık kokusu yok mu? Konuyu bitirmeden önce şunu da ekleyeyim: Okurlarım herhalde dikkat etmişlerdir, 12 Eylül 1980'den beri televizyon ekranlarına haftada en az birkaç kez türlü konulardaki toplantılar yansıtılıyor. Hiçbir haber değeri olmayan bu göstermelik toplantılarda şu veya bu sorun Uzerinde konuşuluyor, bol bol laf üretiliyor; salonu dolduran kadınlı erkekli, genç yaşlı kişiler sessizce dinliyorlar; böyle toplantılar sonunda sanki o önemli konu (!) çözüme bağlanmış gibi bir rahatIık estiriliyor kamuoyunda. Tıpkı bilimsel bir kitap satın alıp kitaplıgına yerleştiren kişînin o kitaptaki konuyu öğrendiğini sanması gibi bir şey bu. Ekranda toplantı, toplantı, toplantı; laf, laf, laf; yaşamda ise çözüme bağlanmamış sorun, sorun, sorun... HIFZI VELDET VELİDEDEOĞLU Cumhuriyetimizin 62. yılını görkemli törenlerle kutladık. Ekranda izlediğim bu törenlerde atılan adımlan ben, demokrasiye, çağdaşlaşmaya doğru atılan adımlar olarak yorumladım içimden ve bu nedenle zevkle izledim. Fransızlar, Fransız Devrimi'nin yıldönümünü nasıl her 14 temmuz günü; Sovyetler, sosyalist devrimin yıldönümünü nasıl her yıl Ekim Devrimi adıyla görkemli biçimde kutluyorlarsa, bizim de Cumhuriyet'in ve dolayısiyle Kemalist Devrim'in yıldönümünü her 29 Ekim'de kutlamamız ulusal bir borçtur. Çünkü 29 Ekim, Türklerin en büyük ulusal bayramıdır. • • * Bu yılki güzel tören bana, ülkemizi sarmaya başlayan türlü nitelikteki "törencik'Meri anımsattı; tören teknolojisi bakımından "elhak" çok gelişmiş bir ülke olduk, diye düşündüm. Batılılar bu konuda fersah fersah gerimizde kalıyor. Bir vakitler gureş sporunda çok ileri idik, minderde karşımıza çıkanları hemen yere vuruyor, olimpiyatlarda takım halinde birinci oluyorduk. Şimdi güreş alanını başkalarına bıraktık, "tören" alanına kafamızı taktık. Belki bir gün gelir inşallah! kitap okuma alanına merak sararız; ne güzel bir tutkudur bu. Geçen gün sayın dostum Prof. Dr. Bedia Akarsu bu sütunlarda çıkan güzel yazısında, gençleri Törenler, Törencikler mizin bilgi dağarcığının teyp, video, bilgisayar teknolojisi iîe beslendigini, bu nedenle şimdiki kuşaklar arasında kitap okuma ve buna bağlı olarak da düşünme alışkanlığının hemen hemen hiç bulunmadığını vurgulayarak bu acıklı durumun, Türkiye'nin geleceği bakımından büyük sakıncalar, hatta tehlikeler taşıdığına parmak basıyordu. Değerli dostum, gençlerimizi ve halkımızı eğitip yavaş yavaş "bilgileştiren" televizyon yayınlarımız üzerinde pek durmamış nedense. Çok "derin" sorularla yanıtlarını içeren bilgi yarışmalannı herhalde izlememiş olacak. Acaba törenleri, daha doğrusu, törencikleri de mi seyretmiyor! Eğer Atatürk'ün, kentlerimizi ilk ziyaretinin yıldönümü törenlerini izlemiyorsa, bunu öğrenince, bilisizliğin son kertesinde olduğıı bilincine vararak kim bilir ne denli uzulür. Çünkü böyle törenlerde Atatürk'ün büstü, açık bir kamyonete yerleştirilmiş yüksekçe bir sandığın üstüne konulur, iki yanında iki genç ayakta durur ve kamyonet ana caddenin iki kıyısına dizilmiş ilk ve ortaokul çocuklarının ve meraklı halktan bazıları ile o gün kente inmiş garip bakışlı kimi köylülerin arasından geçerek halk topluluklarıyla birlikte yavaş yavaş kentin merkezindeki alana doğru ilerler ve orada durur. Kalabalıklar karşısında "nutuk atma" meraklısı birkaç resmi görevli "giiniin anlamını belirten" "ilsel" ve "belediyesel" konuşmalar yapar. Daha sonra davullu zurnalı "mahaJli oyunlar" faslı ile törencik biter. Dostum Akarsu'ya haber vereyim ki, doğu ve batıdaki birçok kentimizde her yıl yapılan "kurtuluş" törenleri de gösterilir televizyonda: Yine ana caddede toplanmış insanlar; caddenin öte ucundan, düşman kılıklı birkaç kişi arasında yürüyerek gelen, elleri kolları bağlı, bembeyaz giysili bir kız çocuğu; hemen arkada belirip koşarak ilerleyen ve bir bölümü kız çocuğunun yanındaki "düşmanlan" yakalayıp tutsak yavrunun iplerini keserek onu özgurluğüne kavuşturan, öteki bölümü de caddede koşan ve zaman zaman yere yatıp ellerindeki silahlarla mevzilenen ve böylece kenti kurtaran er veya Kuvayi Milliye giysili kişiler; bunların ardından da yukarıda anlattığım biçimde "günün ehemmiyetini" belirten konuşmalar ve folklor gösterileri... • • • Ülkcmi/.in düşman salgınına ve kıyımma uğradığını ve tutsaklığın kıyısına geldiğini zaman zaman halka anımsatmak, ulusal bilinci uyanık tutma bakımından, elbette gerekli ve yararlı. Ama bunu Atatürk'Un kente gelişinin yıldönümü törenlerinde olduğu gibi her yıl, hep aynı biçimde, ilkokullarda yapılan ti PENCERE 3 KASIM 1985 Gelgelelim bu kutlamaları da her yıl yaparak ruhsuz bir tören durumuna getirdik. Hele Anadolu kentlerinde, kentin Selçuklu veya Osmanlılar tarafından fethinin 538 veya 453. yıldönumünü anma gibi bahanelerle törenler yapılmasını hiç anlamıyorum. Hangi kentimizin Selçuk, hangi kentimizin Osmanlı Türklerince ne zaman, kimlerden alındığı, okullardaki tarih derslerinde öğretiliyor. Ulusal Ant (Misakı Millî) sınırları lşte plansız, programsız içindeki bu vatanın bizim oldu"liberal" bir yönetimin görUntü ğundan kuşkumuz mu var ki, ve sonuçları. ikide bir yüzlerce yıl önceki feHalk kendisini saran engelletihleri davullu zurnalı törenlerle ri oylarıyla kırıp, kendi sorunlakutlama gereğini duyuyoruz! rına kendisi sahip çıkmadıkça düzelmez bunlar. tzmir'in ve öteki kentlerimizin Bir konu var; kaç günden beri ele almak Istlyorum; elim varmıyor. Sözün geri kaldıgı, sözcüklerin yetersizleştiği yerde yazar ne yapsın? Arkadaşım Uğur Mumcu, bu olayı yazdı; ama, o da aynı duygular içinde kaldığını belirtiyor; "söylenecek sözbulamıyorum" diyor, "buluyorum, ama kullanmak istemiyorum." * Nedir konu? 12 Mart döneminde Erenköy'de "Zlverbey Köşkü" denen bir işkencehane vardı. istanbul'da Faik Türün'ün emri altındaki bu köşkün öyküsü, gazetemizde yayımlanan Sayın Celil Gürkan'ın anılarında anlatılıyor. Bu kapsamda Nokta dergisinin yaptığı sorgulamaya eski MDP Genel Başkanı Turgut Sunalp'in verdiği yanıtlar inanılacak gibi değil ve tiksinti verici... Sunalp konuşuyor: " ...Sorguya çekilirken benim de içerde olduğum zamanlar vardı; biliyorsunuz sorgu yapılan kişinin gözleri bağlıdır. ...Fevkalade iyiyapılmış maskelerle olurkapama işlemi. Gözü kapanan kışı ışığı alır, ama karşısındakini seçemez. Biz otururduk orada, sorguları rahatlıkla dinlerdik... Yine bir kıza copla tecavüz edildiği iddia edilmişti. iddia eden kız da ciddi şekilde, ağır derecede komünistti. özür dileyerek söylüyorum, taş gibi oğlanlar var elimizde, yirmi bir, yirmi iki yaşında. Yani kalkıp da bir kıza bu yoldan işkence yapacaksa, copa müracaat etme ihtiyacını hisseder mi? Değil mi?" Şimdi bu durumda ne yazacaksınız? Turgut Sunalp aklını mı yitirmiştir? Çünkü aklı başında bir kişi bunca tiksinti verici bir konuşmayı yapamaz. "Acaba Paşa hastalandı mı?" diye düşünebiliriz. Çoğu kişi, yaşlandıkça yetersizlikten doğan egilimlere düşmüyor mu? Sözgelimi emekli Paşanın şu sözleri neye işaret: " Taş gibi oğlanlar var elimizde..." Ya da Paşa siyasete atıldıktan sonra başına gelenlerden ötürü dengesizleşmıştir; konuşmaya başladığında lafın ö'nünü ardını şaşırıyor; sap derken saman diyor; savunayım derken suçluyor; şecaat arzederken kendini karalıyor; mantık sapmalarına düşüyor... Ancak konuşmamn kökeninde ne olursa olsun, olayın gölgesı Türkiye'nin üstüne düşmüştür ve acıklıdır. Acıklıdır; çünkü bu Sunalp, ordu komutanlıği yapmıştır, büyükelçilik yapmıştır, 12 Eylül'le birlikte kurulan MDP'nin Genel Başkanlığını yapmıştır, zorlamayla da olsa Başbakanlık koltuğuna oturmasına ramak kalmıştır. *• Halkçı Partili Sayın Enver Özcan, Sunalp'in bu konuşması üzerine yazılı bir açıklama yapmış: " Yüreğinde insanlık duygusu taşıyan herhangi bir kimsenin,bir eski generalin ifade ettiği bu sözler karşısında tedirginliğin de ötesinde utanç duymaması olanaksızdır. Böylesi düşünceler taşıyan bir kimseyle aynı çatı altında bir arada bulunmaktan utanç duyuyorum.Rastlantıların yüce Meclise soktuğu bu düşüncedeki bir kimsenin aramızdan bir an önce uzaklaşması için insana saygı duyan ve demokrasiye inanan herkesin güçbirliği yapacağına inanıyorum." . Sayın Özcan haklıdır. Bir ışkenceseverın TBMM çatısı altında oturması Türkiye hesabına utançtır. Işkenceseverliğin bir "müeyyide"si olmalı. Sözgelimi böyle bir kişiye MDP içinde nasıl davranıhyor? Partinin içinde insanlık tepkisı gösterecek kimse yok mu? Eğer çevre, bu tür olaylar karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranırsa, erdemli rejim diye nitelenen demokrasi bir yaşam biçimi olarak nasıl benimsenebilir? Bir IşkenceseverL EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Her Şey Bir Gün Aydınlanır... Zaman en büyük yargıçtır. Boş bir söz sayılır bu. Onu bunu korkutmak, ürkütmek için yerli yersiz kullanılan bir beylik söz! Oysa değildir, hiç değildir. Zaman gerçekten de en büyük yargıçtır. Gerçı insanlar ölür giderler, yaşamda yaptıkları kötülüklerin, yanlışlıkların cezasını belki çekmeden giderler. Ama hiç bir şey gizli kalmaz, hiçbir şey olduğundan başka türlü gösterilmez. Bakın, aradan on yıl, yirmi yıl geçer geçmez birtakım olayların üstündeki karanlık ortadan kaldırılmaya başlanıyor. Birsüre susturuluyor insanlar, bir süre üstü örtülüyor gerçeklerin, ama zaman en büyük yargıç olan zaman, alt ediyor her şeyi, doğruyu üstün çıkarıp yanlışı yerle bir ediyor. Sayın Celil Gürkan'ın anılarını okurken bunları düşündüm. Bir Tümgeneral, aydın bir kişi, yabancı diller bilen, sürekli okuyan, kendini yetiştiren, Atatürk devrimınin gerçek bir insanı... on iki yıl önce yaşadığı acı bir olayı gözlerimizin önünde sergileyiverdi. Emekli edilmiş, bir yıl sonra yakalayıp götürmüşler bir köşke, ayaklarından ellerinden zincire vurmuşlar, sorgulara çekmişler. İşin içinde kimler var, kimler emir verdi, kimler etkin oldu? Hepsi bir bir aydınlıkta!. Ki, o kişilerin pek çoğu da henüz aramızda yaşamakta. Hatta dayanamıyor bunlar(Arkası 12. Sayfada) açıları yönünden TRT yayınlanm neden "Anlayan da anlamayan da, eleşttrmeslnler? seyreden de seyreımeyen de Gerçekte, TRT'nin özellikleTRT'yi konuşuyor. Dağdaki şu son bir yılda eleştirilere ve çoban bile TRT'yi eleştiriyor!" yergilere konu olan nice demiş bir yetkili. (Cumhuriyet yayınlan var: Abartılmıs, 13.9.1985) kandıncı reklam görüntüleri, Kimdir bu yetkili? Bir kötünün kötüsü Amerikan zamanların TUrizm ve Tanıtma fllmleri... Tutucu, gerici, inanç Bakanı. eski bir milletvekili; sömürücü, çağdışı; günümüzün TRT Yüksek anlamından çok adından sık Kurulu üyesi Ali Ihsan Göğüf. sık söz edllen "Ataturk Ilke ve Sayın Göğuş demecinde tnktlapları"na ters diişen "Çoban bile" demek suretiyle televizyon yayınlan... çobanı, çobanları küçümsüyor Osmanlıya, Osmanlıcaya daha da öte bir anlamda yönelik nice yayınlar ve aşağıhyor gibi. görüntüler... Evet elbette, dağdaki Sayın yetkilinin demecine ve yurttaşlarımız çobanlar verdiğl anlama bir başka TRT'yi eleştirebllirler, açıdan bakmak gerekir eleftirmelldirler. Onların kanısındayım: Şımdi TRT TRT'yi eleştirmeleri niçin Yüksek Kurulu üyesi bulunan yadırganıyor,"bile" diye! TRT Sayın A. Ihsan Göğüf, bir Yayınlan, bilimsel güçlükleri zamanlar milletvekili olan teknik kltaplar mıdır? seçllebllmek için, o sözünü TRT, tüm yurttaşlar için edip yadırgadığı dağlar kurulmuş değil midir? eteğindeki köylere glderek öyleyse, dağdaki çobanlar kimbilir kaç kez köylülere, kendi duyguları ve görüş çobanlara "Sayın yurttaşlanm, OKURLARDAN benim sevgili köylülerim" diye seslenmif, oy dileğinde bulunmuştur, değil mi? Kemal Üstün Emekli ö'ğretmen Bir yıla yaklaşan zaman dttlml Içerisinde dilden düşürülmeyen güncel konuların blrinin de, "solda birlik" konusu olduğunu söyleyebiliriz. Yürürlükteki anayasa sımfsal sola kapalı olduğuna göre, birlik arayışı, sosyal demokrat çizgide olsa gerektir. Konuyu, bu çerçeve kapsamında tartışmakta da sayısız yarar olduğu kamsındayız. Yatırım sıfır noktasında, işsizler çoğalıyor, yoksulluk glderek tırmamyor. Bütün bu açmazlara nasıl çözüm bulacaksmız? Türkiye yeni bir dönemece girmiştlr. Sloganlar atarak sorunların üstesinden geltnemeyeceğini "ortanın solu" tçerikli iktidarlarda TRT ve çoban... Solda birlik yasadık. Çağnmız Halkçı Purti, SODKP ve kurulması beklenen DSP'yedir. Solda birllği öne sürüyorsunuz. Bu yolda epeyce de llerlendi, sevtnerek söylüyoruz. Ancak kısa ve uzun süreli bir plan yaptımz mı? Sosyal Demokrat dediğlniz ilkeleri saptayıp, açık seçlk kamuoyuna sundunuz mu? Yoksa, "hele bir btrleşelim, ilkelerimizi sonra saptartz"ın gölgesinde misiniz? "Demokrasinin önü tıkalıdtr. Önce bu tıkact söküp atmak gerekir. Bunun için bile birlik gerekmez mi" denebillr. Günceldir, katılırız. Ancak, halkın karşısına güncel sorunlar kadar, kaltcı programlarla da çıkılması gerektiğine inanıyomz. Düzeni değiftirmekle ortaya çıkan parttler ctddi ve kalıcı programlarım kamuoyuna sunmakla yükümlüdürler. Mehmet Kut Emekli öğretmen Yakacık Kumaşın soylu adı, giysinin soyadı. Yün seçilir önce, Avustralya Merinoslanndan... En ince, en uzun, en dayanıklı elyafı veren yün. Ham iplik o elyaftan üretilir. Renk haslığı kanıtlanmış boyalarla boyanır. Her noktası aynı incelikte iplik olur sonra. 0 iplikle dokunur kumaşların Altınyıldız'ı. özenle... Sabırla... Saygıyla. Uretimin her aşamasında kusura fırsat tanımayan kalite tutkusuyla. #** Ustad terziler, ünlü hazır giyimevleri, o kumaşı seçer... Altınyıldız'ı. Altınyıldız'da yansıtırlar hünerlerini... Altınyıldız'ın imzasıyla kendi imzalannı birleştirirler, kumaşı "çift imzalı" giysilere dönüştürürler. Kumaşın soylu adını giysinin soyadına dönüştürürler... ...giyimiyle de seçkinleşmek isteyenler için. Kumaşın soylu adı, / giysinin soyadı.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear