14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER bir yapı oluşturduğunu pek iyi bilen Yahya Kemal, o şiirle, bir "beyit şiiri" olan Divan şiiri arasında nasıl bir ilişki, hatta nasıl bir benzerlik bulmuş olabilir? Bu ilişkinin niteliğini araştırmaya girmeden önce, belirtmemiz gerekiyor ki, Yahya Kemal bir Divan şairi değildir, çünkü geleneği kurmaya kalkmak, eski şiiri olduğu gibi yaşatma niyetini içermez. Yahya Kemal'in Batılı bir anlayışla, eski şiirimize yönelmesi olayı, samnm, gereğince aydınhğa çıkarılmış değildir. Sabahattin Eyuboğlu'nun parmak bastığı bu ilginç konuyu, bir de şairimizden dinleyelim. Yahya Kemal amlarında şöyle yazıyordu: "Mallarme, Fransız gençleri şiir sanatını öğrenmek istiyorlarsa Paul Verlaine'in Fetes Galantes'ını ezberlesinler diyordu. Fetes Galantes (Aşıkaane ziyafetler) Paul Verlaine'in şiir mecmuasıdır. Bu şiirlerinde Verlaine, XVIII. asır Versailles'ının ve Versailles parkında, XIV. ve XV. Louis tarafından yaptınlmış Bttyük Trianon ve Kiiçiik Trianon şatolarının güzelliklerini, eski hayatını, zarafetini, asaletini velhasıl o atmosfer içindeki aşk hayatını, genç aşıkların, genç hanırnlarla sevişmelerini terennüm ediyordu. Bu hareket ressam VVatteaudan mülbemdi. VVatteau'nun resimdc yaptıgını Verlaine şiirde yapıyordu. En miihim olarak da, bu şiirieri XVIII. asır fransızcasıyla, hatta, XVIII. asırda sarayda konuşulan asil lisanla, bir nevi teşrifat lisaniyle terennüm ediyordu. Ben Mallarme'nin bu tavsiyesini okur okumaz, Paris'teki Şark Dilleri Mektebi'ne koştum. Burada Arapçamı, Farsçamı ilerletmeye çalıştım. Divan şiirimizi okuyup anlamanın yollarını araştırdım. Kader, bana Türk şiirini ve onun klâsiklerini öğrenme f ırsatını Fransa'da vennişti." Yahya Kemal'in Divan şiirimizi klâsik şiirimiz sayması tartışma goturür, en azından ben bu kanıyı paylaşmaya hiç de yatkın değilimdir. Ama bunu benimsemiş olan şairimizin davranışını tutarsız saymak çok güçtür. Sorunu kendisinden biraz daha dinleyelim. "Bir şiiri veya herhangi tnanzum bir edebi eseri, klâsik devirlerin dili ile, vezinleriyle, sanal anlayışı ve uslubiyle söylemek, dünya edebiyatında yeni bir hadise değildir. Meselâ Goethe, Hermann ve Dorothea isimli destânî eserini, Alman faziletleriyle, fakat eski Yunan destan şairi Homeros'un eposlannı andıran bir şekilde ve öyle bir eda ile yazmıştı... İtalyan edibi Gabriel d'Anonzio da Saint Sebastien'in Şehadeti adlı dramını, hem Fransızca olarak, Ortaçağ lisaniyle yazmıştı... Jean Moreas'ın Le Pelerin Passionne adlı şiir kitabında da dil, Ortaçağ lisanıdır." Bu açıklamadan da anlaşıldığına göre, Yahya Kemal, Divan şiiri dilinde şiirler yazmaya Batılı bir görüşle yönelmiştir. Öyle ki, "Eski Şiirin Rüzgânyla" adlı kitapta toplanmış olan şiirler, Osmanlı döneminin konu edinilen yüzyıllanna göre, o yüzyılların değişik dil ve biçem tarzlan ile yazılmıştır. Ama bu yaklaşımın bugunkü kuşakları sardığı ya da etkilediği söylenemez. Ne var ki, Yahya Kemal'in yetiştiği dönemin bütün ozanları, dil bakımından yeni kuşaklara yabancı düşmüşlerdir. Onlann içinde neyi, niçin yaptığım bilenin yalnızca Yahya Kemal olduğu anlaşıhyor. Osmanlı dilinin serüvenini şiirlerinde yüzyıllan izleyerek yaşayan Yahya Kemal, kendi gününe geldiğinde, kendi ağzından konuştuğunda, demek Iirik olduğunda özüne kavuşmuş, dilimizin bütün güzelliğini bize tattırmıştır. Bu serüven boşuna mıydı? Sanmıyorum. O gelmeseydi eski şiirimizin sesini duymaya olanak bulamayacaktık. Çünkü o ses Tanzimat'tan bu yana yok olmuştu ve gene o ses, Tanzimat şiirinin sesinden daha yakındı bize. Bunu anladık. Yahya Kemal'in şiiri "söylemesi" onu "terennüm" etmesi anlamınadır; çunku o eski ses ancak böyle verilebilir. Bence Yahya Kemal, neyi ne amaçla yapmış olursa olsun, bugünkü dilde yazdığı şiirlerle kalır. Bir Y ılclüııüıııü Dol ay ısiyle MELİH CEVDET ANDAY Yahya Kemal, bir şiiri sözkonusu edildiğinde, "Ben o şiiri şurda şurda söyledim" derdi, "yazdım" demezdi. Nedir bunun anlamı? Ünlu ozanımız "klâsik" diye nitelendirdiği Divan şiiri ile bağıntı kurmak, böylece de bir gelenek yaratmak isterdi; şiir, bir toplumun süregiden bir eylemidir, yeniden başlayamaz. Klâsik anlayışa bağh bir düşüncedir bu, Romantiznıin yerildiği her yerde ve zamanda kendini gösterir, modern olmaya da engel değildir. Yahya Kemal "şör söylerken" Divan şairlerini mi örnek tutuyordu dersiniz? "Şair" sözcüğünün kökünde "akıl, bilinç" anlaıtu var; buna göre "şiir" bilinçle yapılan bir işi gösterir her şeyden önce; alışkanhkla kulaktan bellenerek yapılan bir işi değil. Halk şiirimizin temsilcisi olan ozan ise, becerisini ustasından öğrenir, o güne değin gelmiş geçmiş ozanların deyişlerine öykünür, kulaktan edindiği geleneği sürdürmekle yetinir. İmdi Divan şiiri de, halk şiiri de gelenekçidir demekte bir sakınca yok öyleyse. Ancak bizim Divan şairleri, Fars şiirine öykünerek kurmuşlardır şiirlerini. Demek onların bir yabancı dili bilmeleri gerekiyordu; bu ise ozanınkinden oldukça değişik bir bilinci gerekli kılar. Başka bir deyişle, okur yazar bir kişidir Divan şairi, nasıl olur da şiir "söyler?" Ama eskiden şiir dergileri olmadığı ve divanlarm bir birikim sonucunda "hat"ta geçirildiği göz önune alınırsa, Divan şairi Sultan'ın karşısında şiirini söylerdi Demek şiir gene de dinlenen bir sanat ürünü idi. Yahya Kemal, uyak geleneğinin çok eski zamanlardan kaynaklandıgını anlattığı bir yazısında, dize sonlarındaki sesdeş sözcüklerin bellek için gerekli olduğunu söyler. Böylece uyak, şiir "söyleme" geleneğinin başlıca dayanaklarından biri olup çıkar. Ama uyağın yeni zamanlara dek sürüp gelmiş olduğu gerçeği karşısında, biz, şiirin yazılmadığı, söylendiği kanısını komyabilir miyiz? Hayır. Gerçi Divan şairlerinin şiir becerisindeki ustalıklarından ötürü, Sultan'ın karşısında, içtengelme olarak şiir söyleyebildiklerini düşünebiliriz; bunu Yahya Kemal de, zaman zaman, beyitler halinde yapmıştır. Ama bu durum, şiirin yanlı dönemini yaşadığuıuz gerçeğini değiştirmez. Bakalım öyle mi? Sabahattin Eyüboğlu, yeni şiirimizin kazandırdığı değerleri bir bir ele alarak bir yazısında şöyle diyordu: "Kazandıgımız iiçüncü değer, şiirin yapısıyla ilgili ve benim şimdilik asıl iistiinde duracağım da bu. Batılı şiirin söylenen, yazılan bir şey olmaktan çok yapılan bir şey olduğunu, öteki Batılı sanatlar gibi organik bir bütüne varmak istediğini, gelişigüzel değiştirmelerle değil, bir amaca yönelik geliştirmelerle kurulduğunu daha önce soylemiştik. Bizde bu tiirlü şiire Yahya Kemal'den önce rastlamak zordur. Yapısı bakımından Batılı diyebileceğimiz, mısralannın yerini degiştiremeyeceğimiz ilk şiirleri o yaptı. Eski tarzda yazdığı şiirlerinde bile, Divan şiirinin yapı gereçleri ile, gelişigüzelden kaçar, tutarlı bir biitiin kurma>a çalışır." Böyle diyen Sabahattin Eyüboğlu, Yahya KemaPin Hafız'ın Kabrinde şiirini de örnek olarak verir. Demek böylece, söylenen şiirden yazılan şiire, oradan da yapılan şiire gelmiş olduk. Fransızca "Poete" sözcüğünün lâtincesinde ve grekçesinde de var bu "yapma" anlamı, (lat. poeta, gr. poietes). "Poesie" sözcüğünün özdeş aileye bağlı lâtincesinde ve grekçesinde bir de "yaratma" anlamı gösteriliyor sözlüklerde, flat. poesis, gr. poiesis "creation"). Burada karşımıza çok önemli bir soru dikiliyor: Batı şiirinin PENCERE 7 ARALIK 1984 Hiçbir Şey Olmaz Sanılır... Devlet yönetimi kolay iş değildir. Osmanlı'nın çöküş döneminde başa geçen "devlet adamı kılıklı merkeplere öfkelenen şair ne demişti: " Asiyab'ı öevletı bır hâr da olsa clöndürür." Türkçeye çevrildiğinde "devlet çarkıru&r eşek de olsa çevirir" anlamına gelen bu dize geçen yüzyılda kaldı. Çağımızda devlet yönetmek zorlu bir iş, yaman bir zenaattir. Çünkü insanlar uyanıyor; hak arıyorlar; özgürlük, sosyal adalet, emeklilik güvencesi; başını sokacak bir konut; çalışacağı bir iş; çocuğuna eğitim olanağı; hastalığına karşı ilaç, doktor, hastane; işinegitmek için ulaşım düzeni istemesini biliyor günümüz insanı... Uygar bir toplum da zaten hakkını istemesini bilen insanların bir araya gelmesinden oluşuyor. Böyle bir toplumun devletini yönetmek kolay iş değil; kafa ister, yetenek ister, bilgi ister, deneyim ister. * Geçen gün vapur iskelesinde bir konuşmaya kulak mısafiri oldum. Gösterişsiz, üstü başı dağınık, sıradan birisi, yanındakilere yüksek sesle diyordu ki: Beni başa geçirin, bu devleti vallahi billahi daha iyi idare ederim!.. Kimse gülmedi... Ama birisi: Yemin etme dedi, çarpılırsın!.. Neden çarpılırmışım? Böyle yönetimi ben de yürütürüm, babam da yürütür. On günde bir benzine zam, ayda bir elektriğe zam, her gün Amerikan Dolarına zam, yiyeceğe içeceğe zam, peynire zam, sigaraya zam, rakıya zam, ekmeğe zam, aklına ne gelirse zam, şekere zam, çaya zam, otobüse zam, Boğaz Köprüsüne zam... Birisi fiştekledi Alternatif var mı birader? Herkes gülüştü. Bizimki: İyi ya, diye üsteledi, alternatif olmaymca "tek tip devlet yönetimi" oluyor. Ben ya da başkası; kım başa geçse hapishanede tek tıp elbıse gıyer gibi aynı politikayı sürdürmeyecek mi? O zaman baştakilerin marıfeti ne? Gelsin IMF, hesapları denetlesin; şu kadar para basacaksın, şu kadar zam yapacaksın, isçiye şu kadar ödeyeceksin, memura bu kadar vereceksin, tarım fiyatlarının limitleri şu kadar olacak diye elime reçete versin!.. Vallahi de billahi de ben daha iyi yönetirim. Bütçe mi açık? Yüzde 50 faizli Hazine bonosu bastır; para topla!.. Sonra bunun faizini kim nasıl ödeyecek? Sat Boğaz Köprüsü'nü, sat Keban'ı, sat bilmem neyi? Ardından bastır zammı... Sonra televizyona çık konuşa dur... "Olağanüstü dönem" diyorlar. İç güvenliği ordu üstlenmiş, Özal'ın partısine de yalnız zam yapma k düşüyor; zam da zam, zam da zam... Adam konuştukça herkesin keyfi gelmiş; dinleyenler de çoğalmıştı. Hükümeti eleştirmek dar gelirliyi keyiflendirir Geçim sıkıntısı çeken halkta, yönetimi taşlıyarak rahatlama alışkanlığı vardır. Sıradan yurttaş, bir yeni partiye bel bağlar, sonra düş kırıklığına uğrar; veryansın etmeye başlar. Devlet yaşamında deneyimli olanlar bu gelgitleri bilirler. Ozal yönetiminden (İktidarından demiyorum, çünkü ANAP'ın iktidar olması için daha kırk fırın ekmek yemesi gerekiyor) halkın yakınması da gereğinden çok abartılırsa yanlış olur. Ne var ki geçim sıkıntısımn dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir ortamda killeler dirençlerinin sonuna yaklaşırlarken, sosyal adaletsizliğin yoğunlaşmasıyla açılan korkunç uçurumları da gormezlikten gelemeyiz. Bu tür gidişatla bir süre hiçbir şey olmaz sanılır; ama bir gün öyle bir noktaya gelinir ki, artık iş işten geçmiş olur ve hükümet ağzıyla kuş tutsa yazgısına nokta konmuştur. ARADA BİR NAIM TIRALI 7 Aralık 1979 yılında öldürülen sevgili hocamız Prof. Dr. BAŞSAĞLIĞI İstanbul Şubesi eski mensuplarımızdan Eski Zaman Ermişiydi Galatasaray'da ikinci yılım, elbet İstanbul'da da. Okullar açılalı birkaç gün olmuş. Tatlı bir ekim akşamı. Bir haber duyuyorum, kim söylüyor, Ahmet Çimşit olmalı. O da Giresunlu sınıf arkadaşım. "yeni gelen parasız yatılılar arasında ikı de Giresunlu varmış." Koridorda buluyoruz kendilerini. Birlikte bahçeye çıkıyoruz. Sarışına çalan, iki çekingen çocuk. Hemen hemen aynı yaşlardayız. Ama bizi sanki kendilerinden büyük görüyorlarmış gibi bir halleri var. Onlann hiç bilmedikleri bir dünyanın, iki yıldır içindeyız ya... Ne ulaşılmaz bir önde oluş, çocuk gözünde. Evet, 1938 yılının bir ekim akşamı, Şaban Ersöz (Kerempelioğlu) ile birlikte tanıyorum AHAvni Öneşî. Ve 1982'nin kasımına dek sürüyor öykü. Okul arkadaşlığıyla başlayıp. meslektaşlıkla yürüyen, hemşerilikle beslenen, arada bırbırimizi göremediğimiz uzun zaman parçaları olsa bile, kırk dört yılım dolduran bir dostluk öyküsü. Nedir dostlukların harcı? Ortak begenıler mi? Bellı sürelerde bir arada kalma zorunlulukları mı? Aynı koşullar içinde büyüyüp gelişmiş olmak mı? Belki birisi, belki hepsi. Şu var ki, Ali Avnı Öneş ile yetişme biçimimizde de, beğenilerimizde de, uzun sürecek dostlukların harcı olacak ölçüde yoğun bir benzerlik yoktu. Salt edebiyat ve gazetecilik, çocukluk günlerinden beri, ikimizi de büyüleyen, ikimizin de ilgisini çeken uğraşlardı. Belki bizi, bu konu dışında yaklaştıran başka konu da olmamıştır. Düşünüyorum da, kırk dört yıllık dostluğumuzun büyük kısmını okul arkadaşlığımız, birlikte çıkardığımız gazeteler, dergiler dolduruyor. Çalışırken de çalışma dışında da, hiç sıkılmadan saatlerce konuştuğumuz olmuştur. Olaylara ve çevremize, çoğunlukla birbirine çok benzer açılardan ve hep iyimser baktığımızdan, uyumlu sonuçlara varmışızdır. Birbirimize kızdığımız, darıldığımız hiç olmamıştır. Elbet bu biraz da, doğalarımızdakı uysallıktan, karşımızdakilere saygılı davranışımızdan kaynaklanan bir olgudur. Ancak, Ali Avni Öneş'te bu tutum insan doğasını aşan bir ölçüye ulaşırdı. Çevresindeki en olumsuz gelişmeye bile, iyimser gözlerle bakmayı bilen bir yaradılışa sahipti. Kendisinı yakından tanımayanlarda, Allahlık bir vurdumduymaz görünümü uyandırması da bundandı. CAVİT ORHAN TÜTENGİL'İ saygıyla anıyoruz. İ.Ü. İktisat Fakiiltesi Mezunlan Cemiyeti OKTAY YILDIRIM'ın ölümünü esefle öğrenmiş bulunuyoruz. Merhuma Tanrı'dan rahmet, kederli ailesine başsaelığı dileriz. MEPA MERKEZI PAZARLAMA A.Ş. ILAN Bakanlıjımızda açık bulunan 6S0 adet 9. dereceli kadrolara 1S0 bayan, 500 erkek yazılı ve mulakat sınavlan ile Adli Yargı Hâkim adayı alınacaktır. İsteklilerin; 1 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu'nun 8'inci maddesinde belinilen nitelikleri taşımaları, 2 Bir Turk Hukuk Fakültesi'nden raezun olmalan veya yabancı bir Hukuk Fakültesi'ni bitirip de Türkiye'deki Hukuk Fakülteleri programlanna göre eksik kalan derslerden sınava girip başan belgesi almış olmalan, 3 31.1.1985 tarihinde 30 yaşını bitirmemiş, 1955 yılı Şubat ve daha sonraki aylarında doğmuş olmalan (18 yaşmdan sonrakı yaş düzeltmelerı nazara ahnmayacaktır). 4 Yazıh sınav 12.1.1985 Cumartesi günu saat 10.0014.00 arasmda AnkaraIzmir ve Istanbul Hukuk Fakülteleri salonlannda yapılacaktır. 5 Yazılı sınavlar, 23.9.1983 tarih, 18170 sayılı Resmi üazete'de yayınlanan yönetmeliğin 10'uncu raaddesinde belirtilen ders konuİanndan yapılacaktır, 6 İsteklilerin, Ankara'da Bakanlık Adaylık Burosu'ndan, Izmır ve tstanbul'da Cumhuriyel Savcılıklarına şahsen veya dilekçeyle başvurarak imza karşılığında sınava giriş formlarını alıp (daktilo ile) tamamlamalan ve en geç 2.1.1985 Çarşamba gunu saat 18.00'de Bakanlıkta bulunacak şekilde postalamaları veya şahsen teslim etmeleri şarttır. Postadakı vaki gecikmeler nazara alınmayacaktır. 7 Yazılı sınava girış kartlannı 91011 Ocak 1985 gunleri Ankara'da girecek olanlar şahsen Bakanlık Adaylık Burosu'ndan, Izmir ve tstanbul'da girecek olanlar ayni günlerde o yer Cumhuriyet Savcılıklanndan alacaklardır. DUYURULUR. ADALET BAKANLIĞI'NDAN CAVTT ORHAN TÜTENGİL (19211979) Hocamızı ölümünün 5. yılında saygıyla anıyoruz. İ.Ü. İKTİSAT FAKÜLTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ ÖĞRETİM GÖREVLİLERİ VE ÖĞRENCİLERİ SABAHATTİN ÂÜ OLAYININ GERÇEÖİ Sabahattin Ali'yi Yeğeni Anlatıyor İLK İMZA CÛNU: 8 Aralık Cumartesi 14.0018 arasında Kadıköy Bilım Kitabevı nde Cenel DaÖltim: CEMMAY (527 01 53)ÖZGÜR (526 25 13) DENIZ, Kitapçıiarda bulamayanlar "GÜR YAYMLARI, P.K. 621İstanbul" adresine 150 liralık pul göndererek ödemeli ReşIt M.Ertüzün ANMA Beş yıl önce yitirdiğimiz eşim, babamız ilhami Spysalın önsözü ile YENİ ÇIKTI400 Üra Oysa çevresindeki her gelişmeyi en küçük ayrıntısına dek algılayarak kendi ölcülenne göre değerlendirirdi. Kendi ölçüleri ise, öyle herkesin ölçülerine benzemezdi. Paraya, üne değer vermez di. Güzelın, iyinin, doğrunun, hasın arayışı içindeydi. Bunları da toplum, onun anladığı gibi değerlendirmediğinden, ister istemez, çogunluğun anlayışıyla da beğeYıl sonu özel alışverişiniz için tüm Atalar nisiyle de ters düşerdi. Bundan yakındığına da rastlamağazalan, kadın, erkek ve çocuk reyonlanyla yine mazdınız. Yazılar yazar, çeviriler yapar, bu çalışmalarında da ne farklı bir biçimde hazırlandı. Vazgeçilmez siyah kendini gösterme çabası göze çarpardı, ne geçim kaygısının üstünşıkhğının Atalar'a özgü yeni ve kalıcı yorumlanyla... de bir kazanç hırsı. Sanki çağımızda vaşayan bir eski zaman ermişiydi. Hiçbir siyasal sapJantısı Yılbaşı özel koleksiyonuyla, ve sevdikleriniz için yoktu. Her saplantının da, açık veren bir yanını bulur, havadan zevkle seçeceğiniz hediyelerle... sudan koşunurken. eleştirilerinı sıralardı. Çok başarılı bir öğretim üyesı, araştırıcı olabilirdi. Kafası bu tür çalışmalara yatkındı. Ama Galatasaray'ı bitirdikten sonra, yükseköğrenim yapmaya heveslen medi Giresun'da gazetecilik. yedeksubaylık, İş Bankası'nda memurluk. Yenilik Basmevi ve Yayınevi'n de yöneticilik; sonra Babıali denilen o Gayya Kuyusu'nda, gazete sekreterliği, kitap ve dergi dağrtıcılığı, serbest çevirmenlik gibi, geçimini güçlükle sağlayabileceği birtakım işleri sürdürdü yıllarca Hem Türkçeyi, hem yabancı dilleri (Fransızca, İngilizce, Latince) öğrenebildiği kadar, özellikleriyle bilmekten ayrı bir zevk duyardı. Bazen bir sözcüğün ya da bir deyimin kökenini bulmak için günlerce didinir, nıce sözlükter, kitaplar karıştınrdı. Paraya pula önem vermediği gibi, sağlığı ustünde de pek durduğu yoktu. Birkaç yıldır kronerlerinden rahatsızdı. Benim gibi onun da bir açık kalp ameliyatı geçirmesi gerekiyordu. Telefonla konuşmuş, kendisini biraz yürektendirmiştim. Ama ona kalırsa, işi oluruna bırakacağını bıldiğimizden, Hasan Öğütçü ile, nasıl bir oldubittiyle onu ameliyat masasına yatırabiliriz diye konuşmalar yaptığımız sırada, bu hazıriığımızdan haberi bile olmadan, 1982'nin 11 kasım sabahı, yatağından kalkamamış olduğunu üzüntüyle öğrendik. Cenazesi de, tüm yaşamı gibi sade ve sessizdi. Giresunlu, Galatasaraylı, edebiyatçı ve gazeteci arkadaşları, Aksaray Camii'nin aviusunda.. Aradan iki ay gecmeden, E Yayınları'nda çıkan bir çevirisi, eşi tarafından adreslenmıze ulaştırılınca, bu davranış sanki yaşam ötesinden bir selam gibi gelmiş ve beni çok duygulandırmıştı. CAVİT ORHAN TÜTENGİL'İ saygı ve özlemle anıyoruz AtLESİ BIR MURAT DOGAN OTOMOBIL 1 MÎLYON LİRALIK HEDÎYE ÇEKLERİ 31 Aralık akşamına kadar Eminönü, Osmanbey, Kadıköy, Bakırköy mağazalannda her S.OOO.TL'lık alışverişiniz için bir kura numarası kazanacaksınız. 4/1/1985 günii Noter huzurunda yapılacak çekilişte ise otomobil ile hediye çekleri sahiplerini bulacak.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear