Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
2 Ağustos 1937 CUMHURÎYET Edebiyat etrafında Paris serpisi ve edebiyat 19001937 seneleri arasmdaki edebî cereyanlara umumî bir bakış Sembolizm bir edebî mekteb olarak ehemmiyetini kaybetmekle beraber, etra fa saçmış olduğu tohum'.ir hayatî neşvünemalarına baska istiknmeue devam ettiler. Bu tohum'arın, X X nci asrın kendi zaruretleri icinde doğuracağı edebî mektebler kars:5ina, maziye daha fazla bağlı edebî telâkkilerin çıkmasmda hayatî bir rolleri vardır. Edebiyatta yeni doğan cereyanlan başlıca iki esasta toplamak mümkiindür. 1. Şiiri noktai hareket kabul eden cereyanlar, 2. Diğer edebî nevilerle alâka dar cereyanlar. 1 Şiir, sembolizm dahilinde kay betmiş olduğu bir takım kıymetleri tek rar kazanamayınca, bazı yeniliklerine rağmen bu dar âlemi asmak ihtiyacını hissetti. Bu ihtiyac bazan irticada, bazan da yenilik diye fantezilerde tatmin edilmek istendi. Bu maziyi, ve mazide şiirin kazanmış olduğu inkişafı ele alarak, onu bazı tadilâtla kabul etmek istiyen ham leler arasında taraharları pek mahdud olan NeoRomantisme, NeoClassicisme zikredilebilir. Fakat, bu telâkkilerin getirilmesinde tarihî imkânların, bılhassa X X nci asrın buhranh hissiyatının, ar tık tamamile sükune kavuşmuş bu iki mekteb içinde, asra uydurulmuş olsalar bile, ifade edilmesi her halde mümkün değildi. Vadettiklerini yapamıyan bu iki mektebin inhilâlinden sonra, mazinin devamını temin için son bir hareket olan Surrealisme, hâlâ yaşamakla beraber, kendisine düşen edebî mes'uliyeti haz mettiğini anlatan eserler veremedi. Buna mukabil, yenilik olarak, ve devrin şiirine bugünün rengini getirmeğe çalışan mekteblerden Dadaisme, Cubisme ve Futurisme, ilk zamanlarda gözleri kamaştıran şaşaalarına rağmen, şekil fantezilerinden dışarı çıkamıyan, hatta biraz da şiir zevkini hırpalayan garıb nümuneler vermekten fazla birşey temin edemedi. Biri devrin ifadesini eski ve elâstiki yetini kaybetmiş şekillere, diğeri de şekillere azamî seyyaliyeti vermek gayretile şiir zevkini hırpalayan bir fanteziye da yanan bu iki muhasım zümre muhtelif memleketlerde yaptığı mücadelelerde aradığı alâkayı bulmağa muvaffak ola madı, kısa bir zamanda şiir sahnesindeki rolüne devamdan sarfınazar etti. Bunun haricinde, yeni bir şekilde ve yirmi senelik bir şuur murakabesinden sonra Paul Valery tarafından devam ettirilmek istenen sembolizm, NeoSymbolisme adı altında, şiiri, ilhamın esiri ol maktan kurtarıyor ve onu zekânm bir nevi distractionu haline getiriyordu. Hatta bunu daha ileri vardıran şair, şiirin bir metodu olabileceğini iddia ediyor. Ma zinin tamamile değiştirilmiş bir devamı olan bu şiir telâkkisi karşısında, Avrupanın bir çok memleketlerinde şiirin eski edasını, biraz daha souple hale gelmiş şekiller içinde terennüm etmesinin bir ak sülâmîi olarak, Henri Bremond, Va lcry'yi «zoraki şain> diye itham ediyor, ve şiirin mazi kıymetlerini devam ettir meğe temayül göstererek, onun daha ilâhî ve duaya yaklaşır bir eda ile terennüm edilmesi lüzumuna işaret ediyordu. Fa kat, bu iki telâkkiden sonuncusu kökünü dinî bir imandan alan şiiri ileri sürmekle, bugünün ruhiyatına tamamile zıd bir hassasiyetin ifadesinden beyhude bahsetmek garabetini gösteriyordu. Maamafih, Valery'nin şiire getirmiş olduğu yeni hava, mevcud telâkkilerin hepsinden daha fazla orijinal olmakla beraber, onu hakikî kıymetlerinden biri olan lirizmden mahrum hale getirerek, füsunundan nisbeten uzaklaştırmış bulunuyor. Şiirin bugünkü hali vadedici değildir, ve X X nci asır hassasiyetine aradığı şe ki! ve lirizm mükemmeliyetini henüz te min edebilmekten uzaktır. 2 Diğer edebî nevilerde mevzuu bahs cereyanlar, nesir lisanını, romanı ve tiyatroyu alâkadar eder. Bu nevilerde vücud bulan cereyanlardan Fransada tekevvün etmiş olup, Sovyet Rusyada proleter edebiyat karşısında, burjuvazinin müdafaa etmek istediği Populisme veya köylü romanı zikredilebilir. Bunun haritinde roman ve riyatro sahasmda yeni bir istikametin taharrisi yerine, X I X uncu asır sonundaki şekillerin devam ve inkişaf ettiği, ve muhteva itibarile daha fazla zenginleştiği görülür. Tahlil romanı, veya pisikolojik roman, bu asırda, Fransada Marcel Praust ve Gide, Almanyada T. Mann ve İ. Wassermann, İtalyada (tiyatro da buna ilâve edilebilir) Luigi Pirandello, şimal edebiyatlarına tiyatroda A. Strindberg ve romanda K. Ham sun, îngilterede A. Huxley gibi büyük üstadlar tarafından muvaffakiyetle işlenmektedir. Diğer taraftan Zola'nın açmış olduğu natüralist çığırda eserler veren muharrirlere hemen Avrupanın bütün edebiyatlarında tesadüf edilmektedir. Devrin âdetlerini gerek teşhir, gerek tenkid vadisinde âdet romanları, romancıların hemen kolayca muvaffak olduklan ve bol eser verebildikleri bir sahadır. Yalnız, bu asırda, eski sergüzeşt romanları yerine, bilhassa İngiltere ve Amerikada polis romanı denilen bir nevi romanın inkişaf etmekte olduğu görülür. Fakat, yirminci asır bilhassa sosyal meseleleri esas olarak ittihaz eden, ve bu meseleler etrafında tekevvün eden eski cyelique romanı devam ettirmektedir. Comedie Humaine'i göstermek üzere plânlı şeklile Balzac'ı takliden Zola tarafından vücude getirilmiş olan bu nevi eserler, Roger Martin du Gard, Romain Rolland, İ. Wassermann, T . Mann, Ju!es Romains gibi romancılar tarafından büyük bir itina ile hazırlanmaktadır. Bugünü alâkadar edeo bütün meseîeler, tefekkürden başhyarak içtimaî olan ve insanı muhitine çeken meselelere kadar her nevi cemiyet endişeleri bu tip eserlerin muhtevasını gittikçe zenginleştirmektedir. Şüphesiz, tiyatro böyle cyelique eserlere tahammül edemiyecek vaziyet tedir. Bunlar haricinde, bir de muhtevası itibarile exatique, regionaliste adı verilen ve gene X I X uncu asnn ikinci msfındaki inkişafına devam eden roman ve tiyatro tipleri vardır. Bu nevi eser veren muharrirlerin başında A. Maurois, Paul Mo rand, H. Bernstein, birçok İslâv, İngiliz ve İtalyan romancıları bulunur. Müstemleke meselelerinin büyük bir ehemmiyet kazandığı X X nci asır için bu nev'in inkişafı gayet tabiidir. Görülüyor ki, şiir, bünyesindeki intıbak imkânsızlıklan sebebile bugünün edebî telâkkilerine kolay kolay ısınamadığı hal îktısarlî hnrphptler Yaş üzüm ihracatımız Bundan birkaç gün evvel îzmirden bir Norveç vapurile Londraya 30 ton yaş üzüm gönderildiğini, bir iki güne kadar daha on beş ton gönderileceğini ve bu sene 2500 3000 ton yaş üzümün muhtelif yerlere ihrac edileceğini, haricde icab eden teşkilâtm yapıldığını.ve bu işle yeni teşkil edilen Üzüm Kuru munun meşgul olduğunu gazeteler yazdılar. Hükumetimizin teşviki ve yardımile teşkil edilen Üzüm Kurumunun başladığı bu muazzam işin memleketimiz iktısadiyatı için çok hayırlı neticeleri olacaktır. Her nedense şimdiye kadar tüccarlarımız harice yaş üzüm göndermeğe korkuyordular. Birkaç tüccarımızm bu yolda yaptığı bir iki teşebbüs zararla neticelenince onlardan maada diğer tüccarlarımız da korktular ve bu işten vazgeçmiştiler. Şimdi Üzüm Kurumu teşekkülümüz yeni baştan bu işe sarılmıştır. Ve mutlaka muvaffak olmak azmile de çalışmaktadır. Avrupadaki üzüm piyasalan, alıcıların arzuları, rakiblerimizin vaziyetleri ve malları inceden inceye tetkik edilir, üzümler olmuş, çok iyi ayrılmış ve çok iyi ambalâj edilmiş bir halde ve mümkün olduğu kadar emin ve süratli va sıtalarla Avrupa piyasalarma yetiştirilirse bu işte muvaffak olmamak için ortada hiçbir sebeb yoktur. Komşumuz Bulgaristan bu işe bundan altı yedi sene evvel başladı ve bir iki sene Bulgarlar Avrupa piyasalarında yalnız bocaladılar, gönderdikleri üzümlerden bir şey kazanmadılar, bilâkis zarar ettiler. Fakat meyus da olmadılar. Piyasalan, alıcıların arzularıra, rakiblerinin vaziyetlerini ve mallarını iyice tetkik ettiler ve ancak bundan sonra Bulgarlar Avrupa piyasalarında tutundular ve geçen sene 7000 vagon yaş üzüm ihrac edebildiler. Bu sene de 10.000 vagon ihrac edebilmek için hazırlıklar yapmaktadırlar. Avrupa piyasalarına yaş üzüm ihrac eden memleketler İspanya, İtalya, Bulgaristan, Yunanistan ve kısmen de Macaristan ve Yugoslavyadır. İspanya dahilî harb yüzünden bu sene rakib olacak vaziyette değildir. Macaristanla Yugoslavyaya gelince, onlarm piyasalan yalnız Viyana ve Prag'dır. Başka yerlere ihrac edemezler; çünkü uzun yola dayanacak üzümleri yoktur. Bul garistanın ise yaş üzüm ihracatı ancak eylulde başlar ve teşrinievvelin, hatta teşrinisaninin sonlarma kadar devam eder. Biz ise o zamana kadar çoktan bu işi sona erdirmiş olacağız. O halde bugün yaş üzüm ihracatımızda bize rakib olarak yalnız İtalya ile Yunanistan kalmaktadır. Üzüm Kuru mumuz, büyüklerimizin arzu ettiği tarzda yani yukarıda yazıldığı gibi çalıştıktan sonra bu işte yüzde yüz muvaffak olacağma şimdiden kat'î bir nazarla bakabiliriz. Diğer taraftan bugün Avrupa piyasalarında yaş üzümün o kadar çok alıcısı vardır ki hem bize, hem İtalyanlara ve hem de Yunanlılara bolbol iş vardır. Kadın ve tüfün Kadınlar bir zamanlar enfiyeyi çok severlerdi Bugün senede milyarlarca aded sarfedilen sigara henüz 100 yaşına girmemiştir Paristeki (Galliera) müzesi daima garib ve meraklı şeylere aid sergiler a çar: Sinema sergisi, meşahirin mektebde iken yaptıkları resimler sergisi, yüzük sergisi, ilâh gibi... Bu müze ahiren bir de tütün ve teferruatı sergisi tertib etmiştir. Şunu evvelinden haber verelim ki bu sergide ne bir yaprak sigarası, ne bir sigara ve ne de bir paket tütün vardır. Burada görülen şeyler yalnız tütün ve tü tüncüleğe aiddir: Şimşir, fildişi sigara kutuları, tütün tabakaları, kıymettar çakmaklar, delf porseleninden tütün kâse Ipri, tiryakileri musavver tablolar, tiryaki resimleri, tarihî kıymeti haiz pipolar, çuda 32 milyon franka çıktı. Halihazırda buklar, sigara ağızlıkları ve saire. ise milyarı aşmaktadır. Bu sergide teşhir olunan eşyadan en * * * kuvvetli intıba kadınların tütüne karşı Şu kısa tarihî malumattan sonra ma gösterdikleri alâkadır. kalemizin zeminini teşkil eden tiryaki ka» * * dınlara gelelim: Fasulye, kakao, patates, domates ve Tütün, ve bilhassa pipo içen kadınlar daha birçok emsali gibi tütün de Ame vardı. Bunların sayısı, zannolunduğun rikadan gelmiştir. (Kristof Kolomb) ; Kuba adasma a dan pek çoktu. Sanayii tezyiniye müze yak bastığı zaman sahildeki yerli erkek sinde (Madam de Pompador) u tütün ve kadınların ağızlannda birer yaprak içer vaziyette gösteren bir tablo vardır. sigarası görmüştür. Amerikada, yerli a (Galliera) müzesinde, meşhur edibe San) ın da pipolu bir resm? teşhir hali, hâlâ bunlan kullanır. Sigara nedir, (Jor] olunmaktadır. nasıl yapılır, bilmez... (Tütün) kelimesinin etimolojisi el'an münakaşa ve mübahase zemini olmaktadır. Bu kelime (Tolbago) adasındaki (Tabaco) şehrinin isminden gelmedir. Biz de (Tabaco) yu (tütün) e çevir mijiz. Fransanm Lizbon sefiri (Jean Nicot), bu yaprağa kendi ismini vermiş ve 1560 yılına doğru, başağnsından çok şikâyet eden (Katerin Dömediçi) ye takdim etmiştir. 17 nci asır hekimleri tütün aleyhinde bulunuyorlardı. 14 üncü Lüi'nin başhe kimi (Fagon), (nikot) otuna karşı ateş püskürüyordu. (Poirsion) isminde bir başka doktor da, bilâkis tütün lehinde bulunuyor, (Fagon) a itiraz ediyordu. Nihayet iddialarını umum muvacehesin de ispat etmeleri kararlaştırıldı. (Fagon), Versay sarayında, hasta kralın yanından ayrılamıyordu. Bu se beble tarafından vekil olarak muavinini gönderdi. Bu zat; (Fagon) un tütünün mazarratı hakkındaki fikirlerini halka anlatırken muttasıl burnuna enfiye çekiyordu. Bunu gören (Poirson) bağırdı: « Hem bu otla burnunuzu doldu ruyorsunuz, hem de aleyhinde bulunu yorsunuz. Acayib şey!...» * * * Kilise de tütüne karşı mücadele aç mıştı. (Papa 8 inci Urbain), tütün içenleri afaroz ederek mabed ve ayinden tardetti. 13 üncü Lüi de tütün satışını menetti. îngiltere de, tütün içenlere karşı vaziyet aldı. Bu aleyhtarlık, tütünün (memnu bir meyva) gibi kıymet kesbetmesine, daha ziyade revac bulmasına sebeb oldu. Pek zeki bir hükumet adamı olan (Colbert) istimali gün günden artan tütünle mücadele edecek yerde bundan istifadeyi düşündü ve 1674 te (tütün inhisarı) nı tesis etti. İlk senesinde, hükumete 500,000 frank temin eden tütünün varidatı 1789 Otomobil üç ayak mermer merdivenli kapmm önünde durur durmaz, kapıcı görünmüştü. Onların geleceklerini daha evvelden bildiğini gösteren âşina bir gülümseme ile ayakta bekliyordu. Melike ile Şekib içeri girince, kapıcı ellerini u ğuşturdu: Doktor bey vizitede... Siz, teşrif edin, oturun. Ve onları doktorun odasına almıştı. gülümsiyerek çekilirken: Eşyalar için merak etmeyin; baş hemşire, emir verir, hangi odaya ise gö türürler, dedi. Karı koca, odada yalnız kaldılar. Konuşmuyorlardı. Melike, vakit vakit, küçük bir gülüşle kocasma bakıyordu. Şekib, bu küçük sinirli gülüşte, isyan, şi kâyet, hatıra gibi bir duygu ve düşünce âleminin bütün gizli titreyişlerini görü yordu. Şimdi kadınlar, her yerde bilâtered düd tütün ve sigara içiyorlar. Bunu a yıb görmek kimsenin aklından geçmiyor. Bir zamanlar kadınlar arasında enfiye çekenler, sigara kullananlardan daha fazla idi. Bu âdet, yavaş yavaş demode oldu. Büyük Frederik'le Birinci Napol yon'un da enfiye iptilâsı herkesin malumuduı. Her sene milyarlarca sarfolunan sigaralar henüz yüz yaşma girmemiştir. İlk yaprak sigarası, 1793 te bir Holanda vapurile Avrupaya getirilmiş ve tütün, 1840 yılına doğru kibar sosyeteye girmiştir. Rahrnetli Ahmed Rasim oğduğu gün değildi, öldüğü günle de münasebeti yoktu, fakat Şehremini genclerinin yüreğine mubarek bir heves doğdu, Ahmed Rasim için bir gece yapıldı. Ertesi gün gazeteleri gözden geçirdim, o geceden nasıl izler tesbıt olunduğunu aradım, bulabildiğim şey acıklı bir «hiç» ten ibaret kald.. İşte yüreğe dokunan, vicdanımızı ve irfanımızı elemlendiren budur, büyük ölülerin halk dili sayılan gazetelerce ihmale mahkum edilmiş olmalarıdır. Hiç kimsenin beni yalan çıkaramıyacağını iddia ederek söyliyebilirim ki henüz yaşıyaa kudretli ve şöhretli muharrirlerimiz, şairlerimiz, ressamlarımız ve bütün san'atkârlarımız da ayni ihmalle mübeşşirdirler. Yarın kendilerinden herhangi bir münasebetle bahsolunmıyacaktır ve hatıralarını kutlamak için geceler tertib olunsa bile gazete sütunlarında isimlerine, hayatlarına, eserlerine tahsis olunacak yer, bir katilin, bir hırsızın, bir kundakçının hal tercümesine ayrılacak yerden çok dar bulunacaktır. Rasim için de işte böyle oldu. Şehremini Halkevinde yapılan toplantının sudan denilecek kadar sade bir hikâyesile iktifa olundu. Halbuki o toplantı vesilesile her gazete bir sahifesini Rasime tahsis etmeliydi ve halk, tam elli sene Türk irfanına hizmet eden büyük muharririn hayatını bir kere daha saygı iîe, sevgi ile, hatta vecd ile, huşu ile okumalıydı. Çünkü Rasim, bu yurdda benzerlerinin bol bol yetişmesini hâlâ gerekli buiduğumuz fikir adamlarındandı. Türk ruhuna kötü idarelerden, kötü örneklerden ve bilhassa cehilden bulaşan kirleri gidermeği ve özü bütün temizliğile meydana çıkacak o ruhun üzerinde garb irfanına müstenid bir bünye örmeği ülkü edinen bir adamdı. Halk için yazardı, halk için eserler neşrederdi. Derini düzleştirmekte, yokuşu enışe çevirmekte, karışığı sadeleştirmekte gerçekten üstaddı. Denilebilir ki o, çiçeği değil, kokusunu; meyvayı değil, tadını okuyuculara sunardı. Bu sebeble Rasimi okuyanlar binbir ıtn ve binbir tadı kolayca ruhlanna sındirirlerdi, fark:nda olmadan kokunun sekrini ve tadın şekerini massetmiş olurlardı. Rasim san'atkârdı: Tasannu'suz. Rasim, şairdi: îddiasız. Rasim tarihçiydi: Yaygarasız. Fakat o her şeyden önce içtimaiyatçıydı. Türk ruhunu, zekâ ve irfan süzgecinden yıllarca geçirmiş ve o ulvî varhğın bütün ihtiyaclarını bütün incelıkleri gibi kavramıştı. Ondan dolayı millî ihtiyaca beynini açtı ve varını döktü. Ahmed Rasim, kudretli bir bilgin miydi?.. Onun dört cildlik bir tarih kitabını tam dört yüz kitab arasında ve yıllarca çahşarak yazdığını biliyorum. Dört yüz kitabın sadece adım öğrenmenin bilgi sayıldığı günlerde onu bilgin tanımamak nasıl mümkün olur? Rasim, her telden çalardı. İhtısas keyfiyeti bakımmdan bu, şüphe yok ki, kusurdur. Fakat onun her değdiği telden çıkan ses pürüzsüz ve falsosuzdu. Keşki ihtısasa yabancı kalır görünüp de her eserinde mütehassıs yaşıyan Rasim gibi hünerverlerden üç beş tanesi aramızda gene peyda olsa ve ilim erganonu harharalı bir hançereye benzemekten kurtulsa?.. Safranboluda cinayetler çoğaldı Safranbolu (Hususî) Eflâni nahiyesinin Bedil köyünden Hayri meçhul bir şahıs tarafından öldürülmüştür. Hayriye geçen sene de böyle bir suikasd yaparak ağır surette yaralamışlar, fakat Hayri kendisini vuranları söyleme misti. Bundan başka kasabadan Ömer ismindeki delikanlı da Tokatlı köy yolunda ölü olarak bulunmuştur. Bir yankesicilik Dün limanımıza gelen Yalova vapu runda bir yankesicilik olmuş ve sabıkalılardan Ahmed, Mustafa admda bir köylüyü vapurdan köprüye kadar kol ladıktan sonra cebinden içinde 12 lira para bulunan cüzdamnı çalmış ve cüzdanı esrarengiz bir surette ortadan kaybetmiştir. Suçlu, köylüler tarafından polise teslim edilmiş ve dün akşam üzeri Müddeiumumiliğe sevkolunmuştur. M. TEZEL de, roman ve tiyatro azamî imkânlan sayesinde bu istikametlere çok daha rahatça intıbak edebiliyor. Hulâsatan göstermeğe çalıştığımız edebî cereyanlar bu asrın aradığı imkânlan bulmak için mücadele etmekle beraber, her şeyden evvel maziden devren alınan kötü bir takım miraslan bertaraf etmeğe çalışmaktadır. Bugünün edebî meselelerine asıl temas edebilecek edebî mekteblerin teşekkülü böyle bir muvaffakiyetten sonra mümkün olabilecektir. ŞERÎF HULÛSt ğil mi? Trende de, hep hayret ve merakla etrafına bakınıyordu. İstasyonlardan bi nen, inen, başları kasketli, elleri çantalı kız erkek mekteb çocuklarma bakarken, Melikenin dudaklan titriyordu. Şekib, boş bulunup soruvermişti: Neye, herşeye böyle çocuk gibi şaşıyorsun? Genc kadm, gözlerini kocasınm göz lerine dikerek, gülümsemişti: Bu çocuk gibi şaştığım, hepsine ay» n ayrı bakmağa doyamadığım şeyleri, ben, kimbilir, kaç ay sonra görebilece ğim! Ve Şekibin mahzunlaştığını görünce, onun kolunu okşadı: Sen, her gelişinde, bunlan bana anlatırsın, değil mi?.. Yolda gelirken, neler gördünse, hepsini bir bir anlatacaksın. Seninle, ne çok şeyler konuşacağım. Seni, daha çok, bugünkünden daha çok seveceğimi samyorum. Kartala geldikleri' zaman, Melike, bi r an içinde yoruluvermişti; bozuk asfaltta seke seke ilerliyen otomobilde, etrafma bakmıyordu. Biraz önceki merakı, şaş kınlığı kalmamıştı ve bu yol, artık onun için, yabancı bir yol değildi. Sanator yomun bahçe kapısı, su deposu, gölgelikli ara yol, çiçek bahçesi, hiçbiri, Meli keye yabancı gelmedi. Bir genc boğuldu Dün saat 17 raddelerinde Floryada denize giren Beyoğlunda Tarlabaşında İkikuyulu sokakta 4 No. lı evde oturan köseleci Kirkor oğlu 18 yaşlarında Dikran yüzme bilmediğinden boğulmuştur. M. TURHAN TAN Şekib, başını eğdi: Evet Doktor ma5asımn önüne oturmuştu: Çok iyi... Odanız hazır... Şimdi eşyalarınızı götürürler. Ve yarı dönerek duvardaki zile bastı, biraz sonra görünen kapıcıya: Bana, başhemşireyi gönder, dedi. Doktor, kan kocanm, imdad bekler gibi, kendisine baktıklarını görüyor, anlıyordu; Melikeye gülümsedi: Burada hiç sıkılmıyacaksmız... Siz, koruyu gezmediniz... Harikulâde bir korudur... Buranın, daha doğrusu, şu eski köşkün sahibi, bu çam ormanını, tohumdan, teker teker, yetiştirmiş... Korunun her tarafında, mevsime göre, sür • prizler bulacaksmız. Sabahları, ve bil hassa akşamlan, koruya çıkmanıza mü saade var. Doktor, daha söyliyecekti, başhemşirenin girdiğini görünce, hemen döndü, onunla almanca konuşmağa başladı. Baş» hemşire, doktorla konuşurken, canh ba kışları ve canlı gülüşile karı kocayı selâmlamıştı. Başhemşire, tekrar küçük bir baş selâmile odadan çıkmca doktor: Şimdi, odamza, gidelim, dedi. {ÂTkasi var} Edebî tefrika : 28 Yazan : Mahmud Yesari Ben, artık orada sayılırım. Sen, bu yollardan yalnızbaşma döneceksın. Şekib, karısının omuzlarını okşuyor du: Düşünme, dediğim, işte bunlar... Neye kendini bu kadar yese kaptınyor «un? Daha aynlmadık. Bak yanyana oturuyoruz. Genc kadın, okşanmaktan haz duyan bir kedi yavrusu gibi gözlerini kapamış tı: Evet, yanyan? oturuyoruz... Fakat sen, bana sor... Geçen her dakika, seni, benden çalıyor; benden uzaklaştırıyor... Aramıza dağlar girecek, kocacığım. Ben, dağlan aşar da gelirim. Sahi, eeleceksin, değil mi? Hem, sık sık geleceksin. 1 Niçin bu kadar kendini üzüyor sun? Ya gelmezsen? Ya, beni orada yapyalnız bırakıverirsen... Istersen, ben, otellerden birinde bir oda tutarım. Melike, sevincle doğrulmuştu: Yalan söylemiyorsun ya?.. Bunu, hemen bugün yapabilir misin? Şekib, karısının teessürii karşısında, kendini şaşırmış, ona, ümid vermişti; fakat şimdi onu birden ümidsizliğe atmak da istemiyordu; bir an durakladı: Ancak hafta içinde olabilir. Neden? • Yazıhanedeki işleri de ona göre düzeltmeliyim. Melike, yüzünü buruşturarak baktı ve dargm bir gülüşle, başmı kocasınm omzuna bırakıverdi:' Yalancı! Melike, vapurda büsbütün dalgınlaştı; gözlerini denizden ayırmıyordı. Şe kib, onun sükununu bozmuyordu. Şekib. duruşile, bakışlarile, karısının kalbini, ve kafasını dinliyor gibiydi. Genc kadm, öyle hiçten, sebebsiz şeylerle dalgmlığmdan uyanıyor ve öyle basit şeylere karşı alâka gösteriyordu ki, Şekib, şaşmaktan kendini alamıyordu. Dalgakıranın üstüne konmuş martıları gös teren Melike, bir çocuk kadar hayret içindeydi: Bak şu martılara... Ne güzel de redi. Kapı, tekrar tıkırdamıştı; Şekib: Giriniz! demeğe mecbur oldu. Kapı açıldı, kısa boylu, biçimli vü cudlü bir hemşire, doktorun masasına doğru baktı, özür dileyen bir sesle: Pardon, dedi. Ober şüvestre baktrnı; başhekimle buradadırlar sanıyor dum. Şekib, heyecanla sodu: Vizite bitti, değil mi? Hemşire, başını hafifçe salladı: Bitti... Müsaadenizle, dedi, ka pıyı kapıyarak çekildi. Gene odanın, ve sessizliğin içinde yalnız kalmışlardı. Her dakika geçtikçe, Şekib, karısının metanetine hayran olu yordu. O, Melikeden bu kadar soğuk • kanhlık, bu kadar katılık ummamıştı. Yola çıkmadan önce geçirdiği kısa sinır buhranmdan sonra, böyle boyun eğerek Melikenin çenesi kilidlenmişti; koca dişini sıkması, az kuvvet işi değildi. sının tektük soruşlarına da cevab vermiKapı, tıkırdadı ve açıldı; içeriye dokyordu. Eğer bu hal devam ederse, fena bir neticeye varabileceğıni düşünen Şe tor girmişti; yüzü, gene her zamanki gibi kibin kalbi çarpmağa başlamıştı. Çünkü gülüyordu. Şekib, içinin birden ferahlasinirleri gerilen genc kadın; istemiyorum, yıverdiğini duydu ve bir an karısına bakeve dönelim! derdi; Şekib, onun, bunu tı; Melikenin bükük dudaklarında da bir söylemesini tabiî görecekti. Fakat ne ya gülüş başlangıcı uyanmış gibiydi. pabilirdi? Doktor, karı kocanm ayrı ayrı ellerini Oda kapısı tıkırdadı; Melike, hafifçe siktıktan sonra: Eşya, getirdiniz, değil mi? dedi. sıçnyarak baktı; Şekib de hiddetle tit