24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
26 Mart 1937 CUMftURİYET FELSEFEYE DAİR 1937 Paris Sergisi ve bir üçyüzüncü yıl Yazan : Mehmed Karahasan 4 Her tarafta yanlış ve şüpheli maskesini atmak, fakat ayni zamanda hakikatı tanımağa ahşmak, ve doğruyu sarsılmaz bir surette bina etmeğe hazırlanmak; işte, sopasını terkederek yeniden yola çıktığı zaman verdiği karar. Dokuz sene «ülema beynindeki münakaşalara iştirak etmeden», «dünyada oynatılan komed yaya seyirci kalarak», şurada, burada dolaştıktan sonra, tanıdıklarından uzaklaşmağa, başkalannm işlerinden ziyade kendi işlerine merak eden, pek çalışkan bir milletin memleketine, Holandaya çekilmeğe karar verdi. Ve «bu medenî ülkede», en ıssız çöllerdekinden farksız bir inziva içerisinde yirmi sene yaşadı. dur, ki o da Allahtır. Böylece, şüphe, bedihi bir hakikatten sonra, ispat e dilen, istidlâlî ikinci bir hakikate vâsıl oluyor. Artık köpru kurulmuştur: Ben varım, Allah var; başka şeyler var mı? Dünya mevcud mu?.. «Şüphe siz, bu şeylerin zihnimde mevcud fikirlerinin onlardan geldiklerine, ve onlara uygun olduklarına, tabiî bir temayülle inanıyorum. Onlardan şüphe ederek, zihnimin uydurmaları olduklannı söylediğim zaman, kötü bir cinin benimle alay etti ğine kaniydim. Fakat şimdi Allahın var olduğunu biliyorum. Ve onun beni aldatmasına imkân yoktur. Çünkü hile ve al datma bir kusurdur. Halbuki o mutlak kâmil ve iyidir. Aldanmama sebeb, Al lahın bana verdiği tasdik veya inkâr etmek iktidannı iyi kullanmamamdır. Nitekim onu iyi kullanarak pek bedihi bir hakikate, biraz evvel, vâsıl oldum. Şu halde, açık ve seçik olarak idrak ettiğim bütün şeyler doğru, ve hakikaten mevcuddur lar.» Böylece, dünyanın mevcudiyeti, ve binnetice fiziğin imkânı ispat ediliyordu. Artık felsefenin prensiplerini, yani me tafiziği, vazetmişti; şimdi felsefeyi, yani fiziği bu temeller üzerine bina edecekti. Asıl maksadı da bu değil miydi?.. İlimlerde sağlam ve sabit birşey tesis etmek. «Açık ve seçik olarak idrak ettiğim şeyler hakkında aldanmama imkân yok tur; çünkü Allah mevcuddur. Şu halde, bu vasfı haiz bilgilerle bir «hakikatler sistemi» yani bir «ilim» tesis edebilirim. Maddî şeylerde bu vasfı haiz hassalar, hendesenin mevzuunu teşkil eden, uzunluk, enlilik, derinlik, ve bunların münasebetleri, bir kelime ile tahayyüz = entenduedür. Onlardahusule gelen tahavvüller, yani hâdiselere gelince, onlarda hare ketler, yani bu maddelerin bir değiştir melerinden başka birşey değildir.» Böy lece, ancak madde ve hareket ilmi olması icab eden fizik, basit bir ameliye ile, hız ve tebdili mekâna, yani hendeseye, irca ediliyor; daha evvel vazettiği küllî riyaziyenin bir tatbik sahası oluyor; ve Aristo'danberi gelen keyfiyetler fiziği yerine kemiyetler fiziğine bırakıyordu. Diğer taraftan, Allah ezelidir. Yarattığını muhafaza etmektedir. Çünkü, ya ratmak ve muhafaza etmek ayni şeydir. Şu halde dünyadaki hareket miktan sabittir, tahaffuz etmektedir. Saniyen, Allah bir maddeyi bulunduğu halde mu hafaza etmektedir; yani hareketet ise harekette, sükunette ise sükunette; me ğer ki başka bir madde onun hare ket veya sükunetini ihlâl ede. Sali sen, o hareketi en basit bir şekilde mu hafaza edeceğınden, cisimler, bir mâni olmadıkça, daima hattı müstakim istikametinde hareket edeceklerdir. Böylece, mihanik ve fiziğin esaslı iki prensipi, kudretin tahaffuzu, ve atalet prensipleri vazediliyordu. Artık fizik mihanikle, mihanik hendese ile, hendese de en sonunda cebirle i zah edilerek, bütün ilimler «tahlil» de toplanıyordu. Tabiat esrarengiz, euigmatique vasfını kaybederek tamamen ma kul, kolayca anlaşılır, izah edilir, ras yonel bir mahiyet arzediyordu. Bundan sonra, bütün kâinatı, gökleri, yeri, nebat ve hayvanları, ve nihayet insanlarile bir sistem halinde toplıyarak izah etmek güç değildi. Bunun için, daha birçok tecrü beler, ve tetkiklere ihtiyacı vardı. «Fa kat, diyordu, bu muazzam işi tek başıma Windsor Dükü 100 bin mektub almış Bazı meraklılar bunların zarfını 1520 liraya alıp saklıyorlarmış! Dün şehrimize gelen Daily Express gazetesinin Viyana muhabiri yazıyor: Sir Godfrey Thomas'ın, Windsor Dükünü ziyaret etmesinin başlıca sebeblerinden biri de Dükün almakta olduğu mektublara bir çare bulmak meselesin den ileri gelmektedir. Üç ay zarfmda Dük 100,000 den fazla mektub almış tır. Bu mektublardan bazılarının muhteviyatı şiyasidir. Bazılan da sadece teessür beyanı için yazılmıştır. Anlaşıldığma göre Dük bunlardan hoşlanmamakta dır. \Vindsor Düküne yazılan mektubla nn zarflarmı hatıra olarak saklamak hususunda sonsuz bir taleb vardır. Bunlar üzerinde ticaret yapıldığı keşfedildiği için şimdi limonlukta ve sobada yakılmakta dır. Bu gibi mektub zarflarının tanesi (15 20) Türk lirası arasında satılmıştır. Son harb vaziyeti Ihtilâlciler Madridi tekrar bombar dıman ettiler, milislerin yarma hareketi akim kaldı Knight isminde bir İngiliz gönüllüsü dün İspanyadan dönmüştür. Knight, bu ta burda, 12 şubatta faaliyete geçtiğ: za man, bin İngiliz askeri mevcud olduğu Esir edilen talyan gönüllüleri nu ve bunlardan üç yüzünün öldüğünü Valencia 25 (A.A.) Havas A veya yaralandığını gazetecilere söyle jansı muhabirinden: miştir. Guadalajara cephesinde esir edilmiş Dünkü harb faaliyeti olan İtalyanların yekunu halihazırda Avila 25 (A.A.) Havas muha1300 kişiye baliğ bulunmakta olup daha biri bildiriyor: ziyade artacağı tahmjn olunmaktadır. Madrid cephesinin muhtelif mıntakaBunlardan dördü zabit olmak üzere larında dün bazı faalijret tezahürleri vu290 ı Valencia'ya götürülmüş olup orada bir kışlanın mühim bir kısmını işgal et kua gelmiştir. Bütün gün, cumhuriyetçiler, Robleda Chvela mıntakasında mektedirler. baskm hareketleri yapmıya kalkmış ise Valencia'da serbestçe gezmesine müsaade edilmiş olan yegâne esir, çavuş de her defasmda geri püskürtülmüşlerdir. Giovanni Giannelli'dir. Zira çavuş, hü Cumhuriyetçilerin Üniversite mahalle kumet saflarına Brihuega'da kendi ihti sinde yaptığı hücumlar da geri püskür tülmüştür. Nasyonalistler, buradaki yarile geçmiştir. mevzilerini takviye etmiştir. Ispanya sahillerinden dağılan Nasyonalist topçu kuvvetler, Jarama cephesinde Ciempozuelos San Martin Dela Vegu mıntakasında düşmanın müteaddid tahaşşüd mevkilerini bombardıman etmiştir. Arganda köprüsü civarmda Regula resler Valencia yolunu tam surette kontrol altında tutmaktadır. Hatta gecelen dahi münakale kabil değildir. İBastarafı 1 inci sahifede] Cenub ordulan: Grenada ve Korduba bölgelerinde düşmanın hafif hücumlarmı ağır zayiat verdirerek defettik. Eski mesireler ahar değil, yaz geldi. Ağaçlar, telâş ile giyinen dekolte dilberler gibi hızla yapraklanmakta, çiçekler açılıp saçılmakta, kuşlar cıvıl damakta. Tabiatte tabir caizse bir gayritabiilik var. Mart, haziran çeşnisı veriyor, kocakarı veya öküz soğuklan beklenİTken ter dökülüyor. Neredeyse koyunlar gebe kalmadan doğuracak, serçeler sevişmeksizin yumurtlıyacak! Kış, böyle ansızın gelseydi yüzler ekşirdi, dudaklar kıvrılıp bükülürdü. Fa kat bahan atlayıp kızgın bir buse gibi ensemizde sıcağım hissettiren yaz, hoşumuza gitti. Plâjlarda bir kımıldanış, sahil kazinolarmda bir uyanış ve herkeste mesirelere uçmak için bir hazırlanış var. Ben bu münasebetle eski mesireleri hatırla dım. Üç yiiz yıl evvel îstanbul halkı yaz gelir gelmez mahpesten boşanmış bir alay hür hava düşkünü âvare gibi şehrin dört yanına dağılırlar, mesire mesire dolaşırlardı. Padişahlar, halkın, canına. malına, ırzına olduğu gibi temiz hava almak, güzel manzara seyretmek hakkına da tecavüz etmişler, İstanbulun en lâtif yerlerinde birer bahçe kurup oralara başkalarmın adım atmalannı yasak etmiş lerdi. Tersane, Karaağac, Halkalı, Se yavüşpaşa, Fitneköy, Davudpaşa, Silivri, Haramidere, İskenderçelebi, Büyükde re, Tokat, Sultaniye, Çubuklu, Kandilli, lstavroz, Üsküdar, Çamlıca bahçeleri bu cümledendi, Padişahlara mahsustu. Fakat halk, gene mesiresiz değildi. Yazın sıcak günlerinde fakir olanlar Atmeydanında, Ağaçayırında, Yenibahçede, Baruthanede, Vefada, Beyazıdda, Atpazannda, Arabacılarda, Selimiyede, Kadirgada, Yedikulede küme küme toplanırlardı, ayran içerek ve türlü türlü oyunlar seyrederek eğlenirlerdi ' I (16291649). Artık hertürlü endişeden azade olarak, hoş bir inzivada emin bir huzur içerisinde yaşıyordu. Olgunlaşmıştı; teemmül den faaliyete geçerek, felsefesinin esaslarını vazedecek bir çağa gelmişti. «Eğer, diyordu, ilimlerde sağlam ve sabit birşey tesis etmek istiyorsam, ha yatrmda bir defa, evvelce edindiğim kanaatleri yanlış diye terkederek, herşeye yenibaştan, temelinden başlamalıyım..» Bunun için, hepsinin yanlış olduğunu göstermeğe lüzum yoktur. Yalnız içle nnden birisinin şüpheyi mucib olması, diğerlerinin hepsini yanlış telâkki etmek için kâfidir. Böylece, evvelâ, «kendilerinden şüphe edilen şeyler» den başlıyordu: Bilgilerimiz ya hasseler veya müdri keden geliyor. Halbuki «hasselerin bir çok defalar beni aldattıklannı gördüm, binaenaleyh bizi bir defa aldatanlara asîa itimad etmemelidir» diyor. Müdrike ise, «en basit hendese davalan üzerine yanlış istidlâller yapıyor.» Ve doğru ne ticelere vardığı zaman da, aldanmadı ğından emin değilim. Belki aldatıcı bir cin, iki ile üçü cem ettiğim zaman, bana onların beş ettiği zannını veriyor, haki katte beş etmediği halde. Şu halde, emin olduğum birşey varsa, o da dünyada kat'î birşeyin bulunmamasıdır. Fakat, bu şüphe onu nihayet bir nura götürüyor; «eğer, diyor, ben aldanıyor, ve şüphe ediyorsam şüphesiz varım. Zira, istiyen beni istediği kadar aldatsm, al dandığım ve şüphe ettiğim müddetçe birşey olmam için hiçbir şey yapamaz. Şüphe ettiğimden şüphe edemem. Şüphe etDiekse, düşünmektir. Mademki düşünü yorum, şu halde varım. Çünkü düşünmek için var olmak lâzım olduğunu pek açık olarak görüyorum.» Nihayet kendisinden şüphe edilemiyen, ve bedihi bir hadsla bilinen «basit bir tabiate» varmıştı. Şimdi, bu ilk hakikatten hareket ederek, bir nizam dahilinde, istidlâlle elde edilen diğer hakikatlere yükselecek, yani metafizikten fiziğe geçecek, dünya ile kendisi arasında bir köprü kuracaktır: «Şüphe etmem üzerine yaptığım te emmül beni, varlığımın mükemmel olmadığı neticesine götürüyor. Zira pek açık olarak görüyorum ki bilmek şüphe etmekten daha büyiik bir mükemmeli yetrir.» Benden daha kâmil bir varlık fıkrinin bana benden daha kâmıl olan bir varlıktan gelmiş olacağını pek bedihi olarak görüyorum. Zira, bu fikir bana ne eşyadan ve ne de kendimden gelebilir; çünkü ekmelin nakısa tâbi veya onun neticesi olması, birşeyin yoktan var olması kadar tabiî nura zıddır. Binnetice, ben, mevcud olan, yegâne varlık değilim, benden daha kâmil bir varlık mevcud torpiller Hatta Cannes postanesinin mührünü Toulon 25 (A.A.) întrepide tortasıyan bir zarf bundan bir hafta evvel pidosu Avenürier torpitosuna mülâki o(65) Türk lirasına satılmıştı. larak İspanya sahillerinden dağılan torDük sayfiyeye gidiyor pilleri aramak ve tahrib etmek üzere Viyana 25 (A.A.) İngiliz elçisi Fortvendres'e hareket etmiştir. Selley, Windsor Dükünün yakında 300 İngiliz askeri ölmüş Sankt Wolfgang'a azimeti münasebetile Londra 25 (A.A.) İspanyada Dükün $erefine bir ziyafet vermiştir. Saklatvala taburunda hizmet etmiş olan [CUMHURİYET Mevzuubahs yer, vasatî Avusturyada bir sayfiye yeriKara gün dir ve Dük orada bir villâ kiralamiştır.] [Baştarafı 1 inci sahifese] Madam Simpson'un kocası Bulgarlar tarafmdan işgalinin yirmi dörbir dava açtı düncü yıldönümü münasebetile bütün Londra 25 (A.A.) Ernest Simp son tarafmdan Joan Sutherlman aleyhin Edirne halkı, her sene olduğu gibi, bu de açılan iftira davası mahkemenin hu kara günün elemli hatırasını anmak ve asırsî jürisi Iistesine bugün resmen kayde ziz şehidlerimizin ruhlarma sevgi ve saydılmiştir. Kararın mayıs başmda verile gılarını ithaf etmek üzere yarın büyük ceği zannedilmektedir. Hatırlarda oldubir merasim yapılacaktır. ğu gibi, bu dava, Sutherlând'm Londra Halk Partisi binası önünde yapılacak lokantalarından birinde söylediği haber verilen bazı sözler üzerine ikame edilmiş merasim için Halkevi tarafından bir ti. Fakat bu sözlerin mahiyeti malum de program hazırlanmıştır. Merasime saat ğildir. on altı buçukta Istiklâl marşile başlana cak, bu kara günün tarihçesi hakkında Ticaret Odası süt meselesini Erkek Muallim mektebi tarih muallimi tetkik ediyor Kemal Batu tarafından bir nutuk söyleTicaret Odası pek karışık bir şekil necektir. Bundan sonra başta matem haalan süt meselesini tetkike başlamıştır. vası çalacak olan bando olduğu halde Ticaret Odasına bu hususta Siitçüler Karaağac ve Sarayiçindeki şehidliklere cemiyeti tarafından müracaatte kaymak ve krema altı sütün n üsaade edilme gidilecektir. Burada bir heyet tarafından mesi istenmektedir. İddialara bakılırsa şehidliklere çelenkler konacaktır. bugün İstanbulda satılan sütlerin yarısını kaymak ve krema altı yani hiçbir Edirnenin zaptınt Bulgarlarla begıdası olmıyan süt olarak kabul etmek raber Yugoslav ihtiyat zabitleri de lâzımdır. Bunlara süt ismini vermek kutluladı doğru değildir. Sofya (Hususî) Yugoslavya Ih Süt satıcıları kaymakaltı satmadık tiyat Zabitleri cemiyeti Edirnenin sukutu larını söylemektedirler. Fakat bunun satıldığı da muhakkaktır. Oda tetkikat gününü tes'id eden Bulgar Muharibleri şubesi meseleyi iktısadî bakımdan ele cemiyetine şu telgrafı göndermiştir: almaktadır. Kaymakaltı sütlerin satıl«Bütün gayriciddî ve hasta siyasî ması süt ve süt mamulâtı fiatlarmda ta hulyalan ve yanlışlıkları aşabilmek için biî bir ucuzluk doğurmaktadır. Bu vaziyette eğer kaymakaltı sattınlmazsa dirilerin yürümesi icab eden yolu, Edir evvelâ buna bir mahalli sarf bulmak, ne önlerinde ölen Bulgar ve Sırb asker sonra husule getireceği pahalılığı ölç leri, dirilere gösterdiler. iki kardeş mil mek lâzım gelmektedir. letin Edirne önîerinde can veren ölülerinin ruhlarma tahsis edilen bugünde, bız yapmam imkânsızdır.» Çünkü kırkına aklen, kalben ve ruhan onlarla berabe girmişti. «Ve sonra bütün şerefi kendim riz. Yugoslavya Krallığınm ihtiyat za de toplamak istemek fazla hodbinlik o bitleri bugün toplanan senelik kongrele lur. Ben gidilecek yolu gösterdim, temel rine başlamadan evvel ayağa kalkıp E leri attım, duvarlan çatıya kadar yük dirne önlerinde ölen bu arkadaşlarına son selttim, diğer kısımlarını ikmal etmek şe ihtiramı yapmışlardır. Vatan için ölenlere sonsuz hürmetler.» refini torunlarıma bırakmahyım.» di? Tramvay bekleme yerine kadar gidecek miydi? İçeriye müşteriler girmeğe başladığı için bu dükkânda ve bu vazi yette daha fazla kalamazdı. Doğruldu ve üstünden yorganı da, kaputu da attı. Dükkân iyice ısınmıştı. Ayağa kalkmayı denedi. Tezgâhtan bakan İsmail Efendi: Bir çay daha yapayım mı?.. diye soruyordu. İlâve etti: Bugün bizim misafirimizsiniz siz! dedi. Orhanın yere basan ayaklan karmcalanıyordu. Dizleri tutmadı. Gene otur mağa mecbur olmuştu: Hayır! dedi, gideyim artık. Dizlerini uğuşturdu ve tekrar ayağa kalktı, dükkânm içinde sendeliyerek bir kaç adım atmıştı. Yürüyebileceğini ırmuyordu. Tramvaya gidinciye kadar üşümez miydi? Kahvenin kapısını açarak ve ceketinin yakasını kaldırarak dışarıya iki tecrübe adımı attı. Rüzgâr yoktu ve güneş çıktığı için soğuk epeyce kınlmıştı. Camdan kahveciye ve öteki adama elile bir selâm verdi, yürüdü. Gene koşamı yordu. Bekleme yerine gidinciye kadar topalladı. Bir Fatih tramvayı çabuk gelmişti. Hemen atladı. Fakat oturur oturmaz vücudünü ku\vetli bir titreme almıştı. Tramvayda üç dört kişi vardı ve ona dikkatle bakıyorlardı. Ceketinin sol cebinden bozuklukları çıkardı ve biletçi gelmeden, avcunda korku ile saydı. Bir kısmını düşürmüş olabilirdi. Bu korku sundan kurtuldu ve biletini aldı. Necariyi bulamazsa dönüşe de para kalıyordu. Fakat nereye dönecek? Ne yapmak için? Tekrar o kahveye sığmmayı düşündü. Ama ne zamana kadar? Ne yiyecek? Henüz açlığının sarih bir idraki içinde değildi ama bir acıkacak olursa, midesinin bütün alacaklarını bir anda istiyeceğini biliyordu. Necati yoksa bile evinde oturup onu bekliyemez miydi? Onun annesini biraz tanıdığı halde sabahm bu vaktinde böyle bir saygısızlığa cesareti yoktu. Fakat Orhanın biraz evvel belki bir ölümden kurtulmuş olması, hususî vaziyetler karşı sındaki tereddüdlerine rağmen yaşamak cesaretini artırmıştı. Sebebini bulamadığı bir ümid ve sevinc duyuyordu. Ellerini uğuşturdu: «Herhalde Necati evdedir!» dedi. Necati evdeydi ve Orhan kapıyı çaldığı zaman o da sokağa çıkmak üzere idi. Eşikte karşılaştılar. Necati Orhanı görür görmez e\velâ onun yüzüne, sonra da yere bakmış ve süratle başını kaldırarak, samimî bir memnuniyetle: Gel! demişti, gir içeriye, gir... MÜTEFERRtK Avrupa tren postalarmda gümrük muamelâtı Avrupa trenlerinde gümrük muamelesinin hududda yapılması usulü kaldırılmış ve muayene trenler yolda iken yapılmağa başlanmıştır. Bilhassa ekspreste yolcuların da rahatsız olmaması için tren İstanbula yaklaşırken, yolctılar uykudan kalktıktan sonra gümrük Parah olanlar yaz mevsiminde dol muamelesi yapılmaktadır. malar doldururlar, helvalar pişirirler ve Trenler hududda yalnız polis muagene küme küme toplanıp Alibey köyüne, melesi için 29 dakika kalmaktadır. Lâleleye, İmrahur köşküne, KâğıdhaneBahkhane de Deniz Banka ye, Kuyumcular çayınna, Mirgün bah çesine, Cendereci köyüne, Kemerlere, geçecek Sultan Osman havuzuna, Çaybaşına, îstanbul Balıkhanesi de diğer deniz müesseseleri gibi yakında kurulacak o Sultan Selim mandırasma, Kiteliye, Türk Albahadira, lan Deniz Banka devredilecektir. Bu Eşe köyüne, Akbabaya, Dresekiye, Alemdağına, Kayışa gider nun için Iktısad Vekâleti müfettişleri lerdi. tetkikat yapmaktadırlar. Deniz Bank kurulduktan sonra beş Bunların hepsi birer hususiyet taşırdı. senelik sanayi programında mevcud bu Meselâ Sultan Selim mandırasında Mı lunan balık konserve fabrikalarmdan sırdan getirilmiş fil büyüklüğünde sarılı birisi de şehrimizde yapılacaktır. kırmızılı alaca sığırlardan üreme hayvanEmniyet ve asayiş içîn bir lar ve bunları koruyagelen manda yav rusu iriliğinde köpekler seyrolunurdu. talimatname hazırlandı Sultan Osman havuzunun dört yani koHükumet, emniyet ve asayiş işleri et ruydu ve her koruda birkaç yüz âşık, rafında mühim bir talimatname hazırla günlük yuvalarmı kurup safa sürerdi. mıştır. Buna göre vilâyet, kaza ve nahi Mirgün mesiresinde dört duvarı billur yelerin emniyet ve selâmetinden doğ dan bir hamam vardı. Bir gül bahçesi orrudan doğruya vali, kaymakam ve na tasında yapılmış olan bu hamamın içinde hiye müdürleri mes'uldür. Her gün saat bülbüllerin yavrularına ağızlarile yem 11, Türkiye emniyet ve asayiş saatidir. vermeleri seyrolunabilirdi. Bülbüller de Muayyen iş olsun, olmasın tam bu sa dışarıdan içeridekilerin oyunlannı temaatte ve mühim hâdiselerde saat kaydile şa ederlerdi. mukayyed olmıyarak emniyet âmirleri Zaman, bu mesireleri kıymetten dü ve jandarma kumandanları davet edilşürdü. Bugün iyi hava ihtiyacı, eski de meksizin valinin yanma gireceklerdir. virlerden çok daha fazla olmakla beraber Emniyet âmirleri ve jandarma kuman bu ihtiyac ancak plâjlarda balıklaşarak danları yirmi dört saat zarfmda kendi tatmin olunuyor. Sonra eskilerin mesire memuriyet ve inzibat mmtakaları için olan bütün vukuatı, bunlara karşı alı sevgisinde cemiyetçilik göze çarpar. Bunan ve alınması lâzım gelen tedbirleri günün mesire zevki ise nihayet iki rakamı o gün hizmete amade kuvvetleri bildi üzerinde dönüyor!.. receklerdir. Orhan, onun yere baktığı zaman ummadığı bir vaziyeti kabul etmek için küçük te olsa bir tereddüd geçirdiğine hükmederek durdu: Fakat sen çıkıyorsun! dedi. Necati sesinde samimî ve sun'î tonların kanştığı şüphesini vererek: Seni arıyacaktım zaten, dedi, dün gece gelmek istemiyordum, şimdi uğramayı da düşünüyordum, çok isabet oldu, gel, gir Allahaşkına... Mektebe gitmiyor muydun? Evet, fakat gitmesem de olur. İstifa etmek istiyorum zaten... Seninle bunu da konuşacaktım, rica ederim gel. Son cümleyi hararetle söylemişti. Orhan girdi. Konuşmadan, süratle yukanya çıktılar. Necati onu yatak odasınm bitişiğindeki çahşma odasına aldı. Yazı masasmın üstünde bir kahvaltı tepsisi duruyordu. Necati yatak odasına açılan kapıyı kapatarak bu küçük odanın sobasmdan gelen sıcaklığı yalnız oraya hasretti, kahvaltı tepsisini kaldırdı, sobanın başina bir koltuk çekti: Rica ederim, otur! dedi. Kendi de bir sandalya çekerek Orhanın karşısına oturmuştu. Hemen ona bir sigara verdi, kendi de bir tane yaktı. Nazik ruh vak'alannm üstüne basmakta çok cesurdu. Açık konuşmaya karar M. TURHAN TAN verdiği asabî yüzünde büyük bir hamleye hazırlanışın gerginliğinden hissedili yordu. Birdenbire büyüyen gözlerini sobanın üstüne ve duvara çevirdikten sonra Orhana baktı: Azizim, dedi, sen benim için en ziyade bu halinle güzelsin. Mukavemetli ve sessiz bir mücadele adamısın. Benim üç gün evvel Kadıköyünde kalışım işi bozdu. Hep seni düşündüğüme emin ol. Dün gelir gelmez seni arayacaktım, fakat tembellik ettim. Ne halde olduğunu tahmin ediyordum. Şimdi daha yakından görüyorum. Bunu saklamağa lüzum yok. Görmemezlikten de gelemem. Herhalde çok fena bir gece geçirmiş olacaksın. Ben senin rengini hiç böyle görmedim. Neyse, sana yalnız şunu söyleyim: Bu, son çektiğin mahrumiyet günüdür. Çünkü sana iş buldum. İş değil, işler... Şimdi anlatacağım. Fakat, daha evvel beni fizyolojik vaziyetinden haberdar et: Uykusuz musun? Aç mısm? Neye ihtiyacın var? Hasta mısın yoksa? Açık söyle. Beni bu kadar açık konuştuğum ıçin mahcub et me. Orhan doğruldu; boğazında ikiye ayrılarak bir kısmı içeri kaçan bölünmüş bir sesle: (Arkast var) Cumhuriyetin edebî tefrikası: 29 BİZ İNSANLAR Yazan: Peyami Safa du... Ben köyde soğuktan donanlann kurtarıldığını çok gördüğüm halde biraz telâşlandım doğrusu... Gene Orhanın yüzüne dikkatle bakarak: Sormak ayıb olmasın ama, dedi, bu saatte, bu halda ne aradınız buralar da? Orhan vaziyetini itiraf edemedi; fa kat yüzünde itiraftan daha açık bir sefalet hüznü vardı. Mırıldandı: Sorma! Karşısındakilerden bir tanesi, herşeyi anlamış gibi başını iki yana sallıyarak dükkândan çıkmıştı. Fakat onun yerine içeriye iki kişi girdi. Biri çıraktı. Kahveci geç kaldığı için onu payladı. Orhan tramvaylann sesini duyuyordu. Bu halde Necatinin evine kadar gitmeğe muktedir olup olamıyacağını düşündü. Onu mektebe gitmeden evvel bulmak istediği için geç kalmaktan korkuyordu. Fakat buradan nasıl çıkacaktı? Felâketin tekerrür etmesi ihtimali onu dehşete düşürüyordu. Hem yürüyebilecek miy Orhan yalnız el işaretile bir de sigara îstedi. İlk nefesi çektiği zaman başı dönmüştü; üçüncü ve dördüncü nefeste itiyadınuı muvazenesini buldu; yeni gelen çaydan bir yudum içip te evde :ken tahayyül ettiği lezzete kavuşunca birdenbire boğazı düğümlenmişti. Ağlamak istiyordu. Kaşlarını çattı ve yutkundu. Bacaklarını uzattı. Bu sefer vücudünde de hareket istidadlan artıyordu. Silkindi. Gözleri de parlamağa başlamıştı. Kcnuşmağa muktedir olduğunu hissetti. Fakat bu adamlara vaziyetini nasıl izah edecekti? Teşekkür ederim, diyebildi. Hâlâ dilinde bir ağırlık vardı. Zahmetli bir çene hareketile ilâve etti: Çok yoruldunuz! Karşısındakıler hiç birşey söylemeden ona bakıyorlardı. Gözlerinde hayrete, ibrete ve merhamete giden manalar vardı. Kahveci başını sallıyarak mırıldandı: Geçmiş olsun. Korkuttun hani bizi... Bir aralık yürek durdu gibi olduy
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear