29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
16 İklncikâmnı 1936 CUMHURİYET M Ü S A B A K A M I Z Tarihte TUrkler Için İyilik yaramadı! Imralıdan kaçan üç mahkum yakalandı Imrali adasmda yapılacak asrî bina dan evvel bir tecrübe devresi geçirilme sine karar verilerek Istanbul ve civar hapisanelerinden bazı mahkumlar adaya gönderilmiş, şimdilik hapisane haline konan eski bir manastır binasına yerleştirilmişlerdi. Ziraat ve balıkçılık işlerinde çalıştınlan bu mahkumlardan Şaban, Osman ve Halil ismindeki üç mahkum bundan birkaç gün evvel tedarik eyledikleri bir sandalla adadan kaçmağa muvaffak olmuşlardır. Bu mahkumların üçü de Bursa hapisanesinden gönderilen kimselerdir. Kaçtıklan derhal haber alınarak her tarafa malumat verilmiş; icab eden yerlere fotoğraflan da gönderilmiş olduğundan Osmanla Halil evvelki gün Geyve civannda yakalanmış, Bursa müddeiumumiliğine gönderilmişlerdir. Sıkı bir takıble araştınlmakta bulunan Şabanm da Istanbulda olduğu anlaşılmış ve dün bu mahkum da zabıta tarafından yakalanmış, Bursaya gönderilmiştir. Söylenen büyük sözler GüneşDil teorisine IBUGUN DEBU..I Dediğim gibi!.. göre toponomik tahlil DARAHAN ve DARA Kut, Kat, Huda, ve almanca Gott kelimelerinin tahlillerde göze batan farklar şunlardır: 1 Birinci unsurda (a, u, o) farkı. 2 tkinci unsurda vokal farkı ile beraber (g, h, k) farkı. 3 Üçüncü unsurda (t, d) farkı. 4 (Huda) kelimesinde, dördüncü bir ( . + g ) unsuru ile kuday kelimesin de (.fy) unsurunun fazlahğı. 1, 2, 3 unsurlann arasmdaki bu fark hiçbir kıymet ifade etmez; biribirinin aynıdırlar. (Güneş Dil teorisinin ekfer ve kökler kategorisine müracaat ediniz). (Kuday) ve (Huda) kelimelerinde ki dördüncü ağ ve onun varyann olan unsura gelince bu önemlidir. Çünkü öteki üç mabut ismi yalnız Tannlık ifade ettikleri halde Hüda kelimesinin sonundaki (v.4g) ile onun varyanb olan bu kelime anlamını bir süjeye vererek bir Tanrılık zatı ifade etmiş ve kelimeyi tamamlamış ve isimlendirmiştir. Bu kelimenin (kat) biçimine yalnız üç yerde rastlıyoruz. Kadusa = Elâziz, Pertek köy Kadrul = Trabzon, Maçka » Kadun = Siirt, Beytüşşebab » Bunlardan (kadun) kelimesini Asu riler (Hadun) biçiminde kullandılar. (Asar hadun) gibi. (Gad) biçimi ise yalnız Siirtte vardır. Ad bahsini bitirirken bu isimle bağlı olan birkaç has isim daha tahlil edelim: Dara = Van, Gevar köy Dara = Mardin » Dara = Siirt, Eruh » Darabi = Muj, Varto » Darabi == Erzincan, Kigı » Darabi = Urfa, Siverek » Darabi = Siirt, Besiri » Darabi = Beyazıt Daragon = Urfa, Siverek » Darahir = Malatya, Kâhta » Darakal = D. Bekir, Lice » Darakal köşkü = D. Bekir Darahini = D. Bekir. Bu isimlerin de (ad) kökünden ya pılmış olduklarında şüphe yoktur. Hepsinde de ana kelime (dara) dır. Manalannı aıamadan önce Gjine§ Dil leo,,, risine göre analizini yapalım. Kelimenin etimolojik şekli şudur: Sümercede (1) (2) (3) (4) (5) Darak = ağ f ad + ar + ak j . Yakutçada Darhan = ağ + ad +" ar + ah f an olur ki anlamlan da şudur: (1) ağ = köktür, burada ateş ve sı caklık anlamlarındadır. (2) ad = ektir. Yapıcılık, yaptıncı lık ve yapılmış olmaklık ifade eder ve anlamı bir süje veya objeye maleder. (3) ar = ektir, ( . + r ) yakın, mu ayyen, kat'î bir sahayı ve o sahadaki hareketi gösterir, fark ve temyize yarar. Istenilen şeyin olduğunu ifade eder. (4) ak = ektir, manayı tamamlar, tayin eder. Şu halde (ağadarak) yani (darak) sıcaklık veya ateş anlamının kendi için de takarrür ettiğini, fark, temyiz edildiğini gösterir objedir. Gerek sümercede, gerek yakutçada her iki kelimenin dört unsuru tamamile biribirinin aynı olduğu için her ikisinin de aynı anlamı vermesi tabüdir. Yalnız yakutça «Darahan» kelimesinin sonundaki (an) eki bir husu siyet, faikiyet ifade etmekte, bu hususi yetin «ego» da kalmayıp muhitine de taşmış olduğunu göstermektedir. Ve böylece tabüdir ki daha geniş bir mana ifade tmektedir. Not: Üzerinde bulunduğumuz Türk kelimesini tarihte ad edinmiş bir Fars hükümdanndan da bahsetmeden geçemiyeceğiz: Darağ (Dara). Dara adınm etimolojik şekli şudur: Dil üzerinde çalışmalar Peygamberin fikri «Ümmetimin idaresi sonunda Türklerin eline geçecektir. Çünkü onlar idare olunmak için değil, idare etmek için halk olunmuş insanlardır» Muhammed Kâbeyi ele geçirdikten sonra Huneyn, Taif ve Tebük seferlerini yaptı, yeni dinin parlak bir istikbale namzed olduğuna kanaat hasıl etmekten doğma haklı bir sevinc içinde ve gene Medinede öldü ( 8 : Haziran: 632). Onun Ölüm haberi şehirde büyük bir Muhammed şaşkınhk uyandırdı. Birçok kimseler böyîzahı Künhülahbar ile Ebülfe le birşeyi olabileceğine inanmıyorlardı. reçten alınarak Hatan Ata tarihi Yalnız Ebubekir, soğukkanlılığmı kay ne geçirilen şu iki hâdit birbirinin betmedi, ölünün yattığı odaya, kendi kımütemmimi gibi görünmektedir. zı Ayşenin höceresine koştu, MuhammeMuhammed, kurduğu dinin ruhlart din bir harmaniye ile örtülü olduğu halde kamçıltyan heyecanile dört yana yerde yattığmı gördü. Odada kimse yoktu. Ebubekir naşa yaklaştı, harmaniye yapılacak akınları vukuundan önnin bir ucunu kaldırdı, Muhammedin yüce sezmis, o yaydma tırasında zünü öptü ve o yüzü gene örterek dışan Türklerle temas edileceğini anla çıkh. Islâmiyetin idaresini ele almak için mtf ve bunun bir taarruz seklinde başlayıvermiş olan ihtiras gürültüleri arayapılmamannt tavtiye etmek it sına kanştı. Muhammedin naşi, gömül temiftir. Birinci hâdit, ancak ba mek için bir dost eli bekliyordu. Bu el turetle izah olunabilir. Fakat Mu Alinin eli oldu ve Muhammedin damadı, hammed, yapttğt tavsiyenin $iya unutulmuş gibi görünen kaynatasının cetî ve askeri zaruretlerle dinlenme sedini, birkaç kişinin yardımile yattığı omeri ihtimalini de düfündüğünden danın bir köşesine sessizce gömdü. Bü ikinci hadin $öylemis ve bununla yük bir din kuran büyük adam için ne merasim yapılmış, ne de lâyık olduğu istikbalin alacağı vaziyeti tebsit ey ihtimam gösterilmişti. Çünkü herkes onun Aemiştir.* bıraktığı miras için mücadeleye girişmiş bulunuyordu. [ Mekkeyi zaptederek Hicazda hakimiye«7Türkler rize dokunmadıkça tini tamamladı. 16 ştz onlara sakın dokanmaytnız. 2 ümmetimin idaresi sonun 'da Türklerin eline geçecektir. Çünkü onlar idare olunmak için değil, İdare etmek için halkolunmuş in tanlardır. Melâhatin ölümü Talebe tifodan değil, üremiden ölmüş Dünkü akşam gazetelerinin birinde Istanbul kız lisesi 3 üncü sınıf talebelerinden Hafız Kemalin kızı 17 yaşlannda Melâhatin 3 gün ara ile yapılan tifo aşısından dolayı öldüğü yazılıyordu. Sıhhiye Müdürü Ali Rıza bu hususta demiştir ki: « Şimdiye kadar tifo aşısmdan olen görülmemiştir. Ve bittabi Melâhat te bu yüzden ölmüş değildir. Lâzım gelen tahkikatı yaptım ve şu neticeye vâsıl oldum: Melâhate birincikânunun iptidasında ilk aşı ve gene ayni ayın 7 nci günü ikinci aşı yapılmıştır. Bu müddet zarfmda belki aşının tesirile biraz ateş yükselmiş ve dolayısile hafif bir fiyevri geçirmiş olabilir. (D (2) (3) (4) Muhammed kimdir? Muhammedin hayatını hikâye eden e$erler sayısızdır, hemcn her dilde bu mevkua dair kütübhaneler dolusu kitab yazıljtnıştır. Dinî, felsefî içtimaî ve hatta edcbî tbakundan kaleme alınan bu küme küme ıJeserlerin kimi onun lehinde, kimi aleyhin'îdedir. lçlcrinde bitaraf görüşlerle yazılrfcnış olanlan da az değildir. Bu eserlerden fclimize geçip te okuyabildiklcrimiz ara 'sında bir tanesi vardır ki şimdi liselerimiz^de okutulan tarihin ikinci cildindeki islâmlık fashdır, bizce gerçekten vecizdir, bütün benzcrlerinden mükemmeldir. Şu latırlan oradan alıyoruz: Muhammedin Kur'anla yaphğı tebliğler üç esasa dayanır: 1 Allahın birliğine, başka Allah olmadıgına ve Muhammedin resul olduğuna inanmak. Bu esas, sadeliği itibarile, gerçekten mühimdir ve idrak seviyesine göre izahı mümkündür. 2 Hukukî hükümler. Cemiyetlerin tekâmülü bakımından bunlann bir kısmı y«lerini yeni hükümjere. terketBiiştir. 3 Tarihe aid bilgiler. Tevrattan iktıbas ediİHii} gibi görünürlerse de akla uygun görünmekte Te\Tat hikâyelerinden daha üstündür. Belâgat itibarile ise on«Muhammed, 570 tarihinde dünyaya larla kıyas dahi edilemez. M. T. T. geldi, daha doğmadan babasmı ve altı yaşmda iken anasını kaybetti, ilkin dedesinin ve sonra amcasmın evinde büyüdü, 594 te ilk izdivacını yaptı, Hatice ile evBursa (özel) lendi, biraz refaha erdi. Kırk yaşında Burada öldüğünü îken vatandaşlanm kendinin bulduğu ve ve ihtifalâtla kal doğru olduğuna inandığı yeni bir dine dırıldığını bildir îdavete başladı. Bu yeni dinin koyduğu diğim mütekaid Ge esaslan ihtiva eden kitaba Kur'an denir. neral Şevki Bos Islâm an'anesi Kur'anın ayet ayet, yani nalı olup Süel Dicümle cümle, Cebrail adlı bir melek va vani Temyiz üyesi iken son zamanlar «ıtasile Allah tarafından vahyolunduğuda tekaüd edilmişnu kabul eder. Tarih bakımından da ti. 314 senesinde Muhammedin daha önceki peygamber Harbiye mektebinler gibi kendisine ilham eden kuvvetin den çıkmış, Rumeînsanları iğfal eden bir kuvvet olmayıp lide hudud tabur Merhum General bnlan hayra ve saadete irşad eyliyen ilâ larında bulunmuş, Umumî Harbde ve îstiklâl muhare hî bir kuvvet olduğuna samimî olarak belerinde kıt'a kumandanlıkları yap fnandığına jüphe edilemez. mıştır. Îstiklâl harbini müteakib BurMuhammed, ilk günlerde vatandaş sada teşekkül eden <Heyeti mahsusa» lanndan çok az yardım ve pek çok haka da ve Ankarada Merkez Kumandanlı ğmda bulunmuştur. Merhum Bursada ret gordü, hatta Mekkeyi bırakıp Medi çok sevilmiş bir sima idi. neye gitti. Lâkin inandıgı hakikati feda etmedi ve bu sarsılmaz imanile yavaş, Yeni Türkiye yavaj taraftarlannı çoğalttı, Mekkelilerle Evvelce Muhadenet adı altında yıl silâhlı mücadeleye girişti. Bedir, Uhud, larca Kahirede çıkan türkçe gazete Hendek harblerini yaph, kendini vaktile (Yeni Türkiye) ismini alarak yeniden Istihfaf eden düşmanlanna kuvvetini ta çıkmağa başlamıştır. Arkadaşımm tebhıtarak muahedeler imzalattı, sonunda rik eder, uzun ömürler dileriz. Merhum General Şevki Fakat bunu müteakib günlerde tamamen afiyet peyda etmiş ve mektebe de vam etmiştir. Bundan sonra bayramı neşe ile geçirmiş ve yılbaşmda da ailesile birlikte pek güzelce eğlenmiştir. Bunu müteakib hastalanan Melâhate doktor Ekrem ve Hafız Cemal bakmışlar ve niDara = ağ + ad f ar + a| ve hayette kanınm tahlil edilmesine karar (ağ ad) = ad olduğuna göre: f vermişlerdir. İlk tahlilde kanında binde (D (2) (3) 1,5 üre bulunmuştur. îki gün sonra yapıad \ ar + ağ dır lan ikinci tahlilde bu nisbet 2,5 yüksel(1) ad = ateş anlamını da temsil e miş ve zavallı yavrucak üremiden ölmüş den unsurdur. tür. (2) ar = onun herhangi bir sahada Esasen bundan 8 ay evvel de kendini bir obje üzerinde belirip karar kıldığını kaybetmek gibi bir hastalık geçirmiştir. gösterir, bir ektir. Binaenaleyh bu ölümün tifo aşısile bir (3) ağ = ek olarak ( . + ğ ) , bu ma alâkası olmadığı açıkça görülmektedir.» nanm tayin, tesbit edilmesi ve isimlendi rilmesidir. Ticaret Odası alhn madalya Demek oluyor ki, (ad + ar + ' ağ) aldı dara = ateşin hararetini, nurunu genişçe Ticaret Odası, 1934 senesinde Se bir sahada ifade ve bir obje üzerinde talânikte açılan sergiye iştirak etmişti. Ser karrür ettirmektir. (Dara) da bu anlamm bulunup bu gi komitesi Türk paviyonunu altın ma daîya ile taltif etmiş ve bu madalyayı Is lunmadığını araştıralım: (Dara) ve doğru şekli ile (darak) tanbul Ticaret Odası adresile postaya sümercede (keçi tekesi) demek olduğu verdiğini bildirmiştir. gibi dinî anlamda da keçi ayaklı bir Londrada açılacak sanayi Tanrıdır. Ve (ea) yani (ank) Tannnm da tesadüfî isimlerinden biridir. (Aut sergisi ram s. 43. N. 3 ) . Ank Tann sulann Bu sene, Londrada büyük bir sanayi feyz ve bereketin Tanrısı idi. (Darak) asergisi açılacaktır. Sergiye Türkiye de dı ile anıldığı zaman keçi ayaklı olarak davet edilmiştir. Ticaret Odası keyfiyeti düşünülürdü. O zaman ormanlann da sanayi erbabına bildirmiştir. Tannsı idi. Yakutlarda: «An Darhan» ateş Allahıdır. An Yunanistanın millî müdafaası Darhan hatun nebatatı himaye eden kaAtina 15 (özel) General Pankalos Yunanistanın millî müdafaasım temin dm Tanrıdır. Bu ad birçok Tanrıların için alınması icab eden tedbirler hak isim ve sıfatıdır. (Pekarski 6. 78679). Sümerceden ve yakutçadan aldığımız kında Krala bir muhtıra göndermiştir Kralın Pankalosu çağırarak kendisin bu iki Tann adınm altalta analizini yaden izahat alacağı söylenmektedir. parsak alıştırmıştır. Nasıl ki, bir şair, nihaî tasvirin üzerinde karar kılmazdan önce, görünürde cazib ve müsmir olan binbir fikrin yanından lâkayd geçerse, zira tereddüdün ne olduğunu bilmiyen, ancak amatörün küstah elidir, ayni suretle bu sıskacık adam da, bu âciz heveskânnızın herhalde muvafık bulacagım yüzlerce fırsatı kaçırmakta idi. Denemeler yapı yor, yolculara sokuluyor, elliyor, yokluyordu; ve böylece o ana kadar yirmiden fazla ceb kanştırmıştı. Lâkin çarpmıyordu; sabırla, tahammülle, hep o mükemmelen taklid edilmiş tabiî eda ile, dük kânla kendi arasmdaki yüz adımlık mesafe dahilinde gidip geliyor ve karşısma çıkan fırsatlan yan gözle, fakat seri bir nazarla ölçüyor, ve benim gibi bir aceminin takdir edemiyeceği tehlikelerle, şüphesiz ki mukayese ediyordu. Bu sükunetli ve müsterih azim ve se batta beni coşturan ve nihaî muvaffakiyeti bana kat'iyetle temin eden K. ey vardı, zira onun bu enerjik inadı d. gösteriyordu ki, işini başarmadan oradan ayrılmıyacaktır. Onun içindir ki, geceyarısma kadar bile beklemek icab etse, ben de, kat'î muvaffakiyetten önce çekilip gitmemeğe azmetmiştim. Lâkin öğle de olmuştu. Sokak ve geçidlerin, merdiven ve avlulann, caddeye birçok insan selleri taşmp döktüğü saatti. îkinci, üçüncü, dördüncü katlarda kâin o birçok dapdaracık atölye, yazıhane ve idarehanelerin nekadar işçi, memur ve dikişçileri varsa, işlerini güçlerini bırakıp hep birden sokağa fırlarlar: Beyaz gömlekli ve yahud ki iş kıyafetli erkekler, ikişer üçer, kolkola girmiş, göğüsleri birer ufak menekşe demetile süslü işçi kızlan, mutlaka koltuklannın altmda meşin birer çanta taşıyan bonjurlu küçük memurlar, payitahtlann gizli, göze görünmez faaliyetinin muhtelif şekil ve şemaildeki bu mütevazı amillerinin biraz hava almağa, ayaklannm uyuşukluğunu gidermeğe ihtiyacları vardır. Her biri, koşar, çarpar, vızıldar, hırsla yuttuğu havayı sigarasının dumanile Dara = ağ + ad f ar f 8(1) ağ = ana köktür. Büyüklük, yükseklik, kuvvet, kudret ifade eder. (2) ad = gene köktür. Bu kuvvet ve kudrete, yüksekliğe büyüklüğe tesahüp edendir. (3) ar = tesahüp edende bu sıfatlann takarrürünü gösterir ektir. (4) ağ = isim veren ektir. Bu suretle Dara adınm da türkçe ol duğu alana çıkmış oluyor. Farsçada «Direht» kelimesinin ifade ettiği gibi dar ve darağlı kelimelerin hepsinde aynı zamanda bir ağac, ağacık ve mukaddes bir ağac veya orman aramak hem lojik hem tabiî olur. Bunlarda ateş anlamını da bulmırç idik. Ferhengi şuuriye göre «Dara» mabud isimle rindendir. Yıldırım, şimşek, aynı za manda bir melek adıdır. Büyük ışığt bekler. Güneş yılınm dokuzuncu ayıdır. Fakat genel mana daha ziyade ağac, ağaclık, kutlu ağac ve orman manalanna gelenidir. Çünkü hepsinde yükseklik, ge nişlik, ve çokluk anlamı mündemiçtir. Nitekim dara kelimesinden olma has i simlerin en çok yaşadığı Diyarbekirde kutlu bir ağacın adı «Darağan» dır. Darağan çîtlenbik de dediğimiz ulu, gür ve büyük bir ağacdır. Not: [Zaten bu ağacm çok ulu, gür ve büyük olduğunu ve ululuğu, gürlüğü, büyüklüğü başka ağac cinslerine bakarak muhitine fazlaca taşırmış olduğu sonundaki (an) ekinden anlaşılmaktadır]. Nebatlann yeşillenmeğe başladığı Hızırilyas gününde Diyarbekir halkı konu komşuya (Dardağan kavutu) denilen bir yiyecek dağıtır. Dardağan kavutu, o ağacm çekirdeğini kavurup ununu al makla yapılır. Şimdi pek o kadar revaçta olmıyan bu âdetin kutluğ bir mahiyeti vardı. Çocuğu olmıyan kadınlar gele cek Hızırilyas gününe kavut adarlardı. llkbahar ve çocuk olması gibi unsurlar ile bu mitolojinin kökünü ağac, erman lar ve feyz Tannsı (darağ) a ve daha ilerilere çıkarabilmektedir. Şu halde yukarıda saydığımız köy adlarınm türkçe olduğundan zerre kadar şüphe etmek doğru bir hareket olmaz. a dını değiştirip, meselâ, Şakir diyeceğim. Fakat lâkabını aynen ipka ediyorum: Bom!. O da, ben de, bundan yirmi yedi, yirmi sekiz yıl önce ayni dairede, ayni kaemde kapıyoldaşı idik. «Bom Şakir» in lâkabını izah eden atıcılığmdan başka hiçbir kusuru yoktu. Melek gibi bir adamdı, Aİlah rahmet eylesin! Başına vur, ağzından lokmasını a l ! , Ahbablık hatınnı ileriye sür, Bağdada kadar yayan yürüt!. Lâkin, palavra savurmak, yüksekten atmak hususlanna geldi miydi, işte o zaman, dünya bir araya gelse, önüne geçemezdi. Eh, ne yapsın? Tabiat bu! Bir gün, kalemde bir dosya kayboldu. Kimbilir hangi bir torbaya ablmış, yanşlıkla mahzeni evrakı boylamışb. Dosyalann muhafazasmdan Şakir mes'ul olduğu için, aramadık yer koymadı: Kok söktü.. Burnundan soludu.. Terledi, bunaldı.. Nafile! Bulamadı, gitti. Derken, mesele müdiri umumiye ak « setti. îlk telâşmı müteakib, birdenbire şayanı hayret bir aldırmamazlığa düşen Şakire bu, haber verildiği zaman, sadece omuz silkmek ve: Müdiri umumî de sanki bana ne yapabilir? Demekle iktifa ediverdi. Nihayet, bir sabah odacı içeriye gelip, Şakire: Müdiri umumî bey sizi istiyor! dedi.. Makam odası kaleme bitişikti. Şaki rin o gün orada yediği zılgıtı, işittiği lâflan îstanbulun kuyruksuz köpeklerine atsanız, kudururlar.. Kulağımıza akseden sesler de hep tek taraflıydı. Yalnız müdiri umumî bağmyor, Şakirin sesi ijitil * miyordu. Oradan çıkıp ta yanımıza döndüğü zaman yüzü gözü kıpkırmızı olan, fakat etaıkinini bozmamağa azamî gayret eden Bom Şakire sorduk: Ne oldu, Şakir? Dudaklannı büktü.. Omuzlarını silkti ve: Hiç! dedi, ne olacak? Dediğim gî biü. Bu cevab, hiç birşey ifade etmemekle beraber, hepimizi haptetmişti. Şakirin dediği neydi acaba?. Bunu sormak hiç birimizin aklımızdan geçmedi.. Dediği gibi.. Yani?. Dediği gibi iftel Sonu gelmiyen ve yahud ki falso çıkan nekadar siyasal ve sosyal hâdiseler varsa, bunlara dair ötedeberide ne zaman bir havadis gözüme ilişse, bizim Bom Şakirin cevabı aklıma gelir: Ne olacak? Hiç! Dediğim gibi!. Ercümend Ekrem TALU Bir izah BİR SAN'ATIN İÇYÜZÜ Yazan : Stefan Zwelg Hele bir kere, yerimden kalkıp ta onu Ikaz etmeğe yeltendim. Dostum tekrarSdan kalabalığın içine daldığı bir sırada, Jtöşenin bajında birdenbire bir polis beliridi. Korkudan dizlerim kesildi; sanki yakalanacak benmişim gibi... Memurun a| ı r eli, o anda, omzuna omzuma konuyor zannettim. Lâkin derhal nefes aldım. Benim sısJtacık herif, dünyanın en masumane eda lile, memurun gözü önünde kalabalığın ^rasmdan sıynlıvermişti. Bütün bunlar çok cazib şeylerdi, falEat beni artık tatmin etmiyordu. Kendimi o adamm yerine koydukça, o ana kadar belki yirmi defadan fazla, lüzumsuz takarrüb teşebbüslerinden ibaret kalan işlemesine hayret ediyor ve çarpacak yerde 7 Çevlren : E. Ekrem Talu yoklamakla iktifa etmesine adeta kızıyordum. Onun acemicesine tereddüdleri ve biribirini müteakib feraglteri, pek haklı olarak, gazabımı tahrik ediyordu. lçim den söyleniyordum: Hay canına .. Haydisen e be tabansız!.. Bir de şu adamı deneî. Haydi, yürü! Şükür ki, benim fuzuli yardaklığımın farkmda bile olmıyan dostum, sabırsızlığım yüzünden herhangi bir hataya düş medi. îşte hakikî artistle acemilerin, amatörlerin, heveskârlann arasmdaki ezelî fark buradadır: Artist, her hakikî mu vaffakiyetten Önce behemehal bir muvaffakiyetsizliğe uğramanın lüzumunu bittecrübe öğrenmiştir, bilir. O, son ve kat'î fırsatı mütevekkilâne beklemeğe kendbi Oeçen salı günkü nüshamızda «Ticaretı te Durüstluk» başlığı altında, çirkln gör^ düğüm taklidcili&in aleyhlne bir yazııa çıktı. Bu yazıda Avrupa müstahzarlarınm adlanna çok benzer adlar altında ve onla» rın müesses şöhretlerine sıgınarak mal çıkararüan takbih ettlm. Dün akçam, Türkiye Emgen Kurvunu" (Eczacüar Cemlyetl demekmla) başkanlı gından bu yazuna yataşık almıyan bir] karşüık g«linc şaşak&ldım. Ben o yazımd»: ne Türk eczacılı&ını, ne de eczacıları bü tün bir camla halinde kasdetmlj degllimj ki Cemlyet müdahale ediyor. Bir ismin, bir malın taklidi kanunen cfi rüm müdür, de&Ü midir? Eğer ben böyle cürum işliyeni işaret ettlm; ayıbladım^ Yaptıklan do&ru değlldlr, de dlm. Durüst insanların, gayrldürüst lara tevclh edilen sözlerimden alınma haklan yoktur. Onun içln, Eczacılar yetlnln bana bu bahlste cevab vermej ne dereceye kadar salâhiyettar olabilece ğlni, kanunun baaa bahşettlği salâhiye blnaen ald olduğu makamdan sorup medikç«, diledikleri gibi neşretmeîtta zurum. Hatan Reşid TANKUT Dlger taraıtan gerek benim fıkramın ve gerek Cemlyet başkanı lmzasile gelen ce* tekrar savurur, girer, çıkar, neşe dolu bir vabm birer suretleri berayi takdir Sıhhat canlılıkla sokağı bir saat müddetle dolduBakanlıgnıa gönderllmiştlr, rur. Ve bu müddet topu bu bir saatten iE. E. T. barettir; zira bu adamlann hepsi de kapalı pencereler arkasındaki tezgâhlanna, îzmirde seyrüsefer nizamı Izmir (Özel) Belediye, şehir da dikiş ve yazı makinelerine, hesablanna, inti mağaza ve dükkânlanna dönmeğe mec hilindeki otobüs seferlerindeki zamsızlığı göze alarak bazı tedbirlere burdurlar. Bunun içindir ki, işin farkında başvurmuştur. Eşrefpaşaya işliyen 6 oolan adaleleri bu kadar kuvvet ve hızla tobüs, Kemer hattma ve bu hattaki 9 gerilmektedir; bunun içindir ki şuurlan (kaptı kaçtı) denilen küçük araba Eşbu bir saatlik hürriyetten bu derece haz refpaşa ile Kültürparka işlemesine ve duyar, ışıkla neşeyi bu türlü iştiyakla a rilmiştir. Kültürparka işliyenler, Kor rar, güzel bir nükteyi, kısacık bir zevki dondan geçerek bu hattan da yolcu alabileceklerdir. Güzel Yalı ile Konak amemnuniyetle karşılar. rasmda işliyen 14 otobüs, seferlerini Maymunlu mağazanm bu bedava eğ Kültürparka kadar uzatacaklardır. Kolenmek ihtiyacından en önce istifadeye naktan geçenler, üçer dakika yolcu bekkalkışması kadar tabiî birşey olamaz. Va lemeğe mecburdurlar. Bu vasıtalardakl biletçiler yeknasak elbise yaptıracak idlerle dolu camekânm önünde kesif insan lardır. Müşterisini tam olarak almış bukümeleri toplanmıştı; ön safta terzi kızlar lunan otobüsler cdoludur» levhalan kafesten kaçmış kuşlar gibi cıvıldıyorlar kullanacaklardır. dı. Hemen onlann arkasında işçilerle, işsiz güçsüz dolaşanlar, müstehcen şaka larla kendilerine takılmakta idiler. (Arkast var) 1 llânat kısmmdak! Hrlsovelonl Bankast eşyasının satış ilânını okuyunuz.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear