Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
30 Birincikânun 1935 CUMHURİYET Görülmemiş bir rezalet! •• . Biz bize Bir diktatör lâzon Istanbulun güzeiliği bütün dünyaca meşhurdur. Boğaziçi kıyılarında, gezinti yapmak zevkini tadamamış olan yabancılar, bahsi geçtikçe, Ah İstanbul! Diyerek içierini çekeıler. Fakat o saadete ermiş olanlar, Istaabuldan bahsederken pek öyle mestolup kendilerinden geçmiyorlar. Çünki bu güzel şehrin bir tek kusuru var: Şelıre beazememesi I Temizlık yoktur, plân eksiktir, sokaklar bozuktur. Hiçbir yeriade intizam görülmez. İstanbula şimdiye kadar yüzlerce şehreroini gelmiştir, binJerce şehir medisi intihabı yapılmıştır ve bu meclis oa binlerce defa toplanmıştır. Olmuyor. Istanbulun lıiçbir eksiği tamamlamnı yor. Sokaklar gene bozuk, temizlik gene yok, plân gene eksık. Bu gayritabiiliğin sebebleri araştırddığı zaman her kafadan bir ses çıkıyor: Efeudun Belediye Reisi muktedir değiJ! Şeüx Meclisi azası i$ten anlamn yorlar. Para yok. HaJk kendi menfaatini bilmiyor. Bence Istanbulun imar ediiememesi nin en büyük sebebi böyle her kafadan bir ses çıkmasındadır. Iyi bir netice elde etmek için îstanbulu seven bir Belediye Reisinin eline geniş amma çok geniş bir salâhiyet vermek fedakârlığına katlanmalıyız. KaJbinde aşk taşıyan bir diktatörün, herşeyden daha faydalı olduğuna inananlaıdanun. N. Dil üzerinde çalışmalar Amerikada Arizonada bütün bir kasaba halkı taaddüdü zevcattan maznun! Mormon tarîkatîne mensub olan bu halk beyaz kadın ticareti de yapmıslar. Aleyhlerine takibat yapılınca dağlara kaçtıiar! Şu günlerde, Amerikada Arizonanın şimali garbisindeki yabani dağlarla doİu mıntakada Mohave şehrinde, yaşadı ğımız devrin en harikulâde blr davası görülmek üzere bulunuyor. Aleyblerin de dava açılanlar Price Johnson ve Spencer isminde meşhur ıki Mormon ıle bunlardan birinin kansı Ailvia Allreddir. Buaîann suçu, bir erkeğin kabil olduğu kadar fazla kadınla evlenmesini ve ka bil olduğu kadar fazla çocuk yetiştirmesini emreden Mormon mezhebine gayri ahlâkî bir şuursuzlukla uymuş olmaktır. Hakikatte, aleyhlerine dava açılanlar bu üç kişiden ibaret değildir. Short Creek kasabası halkının bepsi aleyhine müddeiumumilik tarafından dava açıl mış ve bütün kasaba ahalisi, çoluk çocuğunu ve hayvanlarını alarak dağlara kaçmış, mağaralara, kovuklara iltica etmiştîr. Bu üç kişi, bir mağarada nasılsa yakayı ele vermisler ve mahkemeye sevkedilmişlerdir. Müddeiumumî, bu davan*n tahkikatında, zengin bir Mormanın a'tı kadınla evli olduğunu, diğer birisinin 29 çocuk sahibi bulunduğunu, 18 yaşmda bir delikanlının, bir ay içinde, başka başka kadınlardan üç çocuğu dün yaya geldiğini tesbit etmiştir. Türk düini îndo Öropeen ve semitik dillerle mukayese sı, kökün oldukça geniş bir sahada tecelSOLEİL Kelime klâsik lâtincede «S6İ» dur. lisinin ifadesidir. «DicticMinaire etymologique de langue (4) Ol: Manaya «enginlik ve §ülatine, histoire des mots» adlı eserde {1 ] mul» verir. şu izai vardır: Soğol sol: «Büyüklüğü, kurvet ve «... Seul ment galloroman: ancien kudreti, engmligi ve şümulü olan» yani provençal soleh. Partout ailleurs le «Dieu» demektir. latin Sol a ete conserve: îtalien sole, es\ o t : 3. (Sol) kelimesi türkçede pagnol sol; l'ancien provençal luimeme «enginlik ve genişlik» anlamile (şimal) a eu sol qui survit envore dans d'extreme demektir. sudouest et en Catalogne.» (Sola) şeklinde «büyüklük, parlak Ayni cserin 909 • uncu sahifesinde lık, şcref» yani «unvan» [2] manasını «Sol» keiimesinin «soleil, astre» Dieu» ifade eder. anlamlannı gösterdiği görülür. Bu sahife(Solagay) Türk kelimesi de «kuv nin son saürlan şöyledir: vet, kudret ve efendilik» anlamlarile «şe«II est malaise de determiner le rap did» manasınadır [ 3 ] . (Söl) şeklinde port exact de sol acev les autres noms gene «kuvvet, kudret, efendilik» manaiaindo europeens du soleil...» nnda «iktidar, salâhiyet» demektir [ 4 ] . 910 uncu sahifenin başında birçok a (Solangır) güneşle alâkalı anlamda olnalizlerden sonra «mais on ne peut rien mak üzere «arcenciel» manasınadır affirmer» denilmektedir. [5]. Hilaire de Barenton, «I'origine des Gene «büyüklük» anlamile (solnnlangues» adlı eserinin 359 uncu sahife nığ), «fevkalâde» demektir [ 6 ] . sinde Sümerce «Soleil» keiimesinin karGüneş herhangi bir obje üzerinde teşılıklannı gösteriyor. sir yaparak o objenin rengi atarsa türk Bu sahifede «les noms du soleil» başçede bu hâdiseye (sol f mak = sollığı altında topladığı Sümerce kök ve mak) deriz. Rengi atan o seye de (soljsözierin kâffesi güneş ve onun vasıflangun = solgun) denir. nı göstermektedir. Bu başhk altmdaki Not: 4. (Soleil) keiimesinin aslı Sümerce sözlerden meselâ (şil = soleil) olan (sol) lâtin şekJile (Şil), sümer olarak görühnektedir. Bu Sümerce (şil) sözünün, yukarıda (soleil) sözünün gel şekli, bugünkü türkçemizde, (ş) nin vodiğ iklâsik lâtincedeki (sol) ile alâkah ol kali mahfuz kalarak, (ışıl) şeklinde kullanılmaktadır. Manası «parlaklık, şu duğu meydandadır . «Soleil» kelimesini bir de (Güneş ağ» demektir. Meselâ: Dil) teorisine göre analiz edelîm: Ke limenin etimolojik şekli şudur: DEBÜJ Bir propaganda kurbanı ayramda, evi yolumun üze rindeydi, uğradım. Kendisini, bir minderin üzerinde, bağdaş kurup oturmuş, gözleri dalgın ve düşünceli buldum. Ne o? Hasta mısın? Birdenbire davrandı: Hayır, birşeyim yok.. Hoş geldin; otur bakalun! Şuradan, buradan konuşmağa başla dık. Fakat dikkat ettim: Zıhni hâJâ düşünceliydi, sözlerimin hepsi kulağma girnııyor, çoğu cevabsız kalıyordu. Sonra: Affedersin, birader! dedi; sana şeker, kahve filân ikrara edemiyeceğim. Ne beis var? Canın sağ olsun' Zaten sabahtanberi midem şekerle, kahve iie doldu.. Hani ya, benimkisi yokluktan değil ha! Allaha şükür, o derekeye düş medim. Üç beş kuruş kazanabiliyorum. Fakat.. Bir lâhzacık sustu. Lâfı zihninde to parlamak istiyor gibiydi. Buna muvaffak olmus olacak ki, devam etti: Fakat. senin anhyacağın, ben propaganda kurbanıyım. Ne gibi> Dinle, bak! Bayramdan bir hafta kadar önceydi.. Bir aksam eve g«*ldim.. Elime bİT kâğıd tutusturdular. Bekn bırakmış. Bakrım: MiIH Artırma ve Ekonomi kurumunun bir öğüdü: «Uzüm ye, incir ye, fınd'k yeî» divor Bunîan yemenin millî. iktısadî, sıhhî favdalarmı sayıp döküvor. «Eh! dedim: bu Say ram evıme bunlardan ahr. misafır!enme bunlan ıkram ederim. Bövlece de miliî bîr vazife ifa etmis olurum!» Evdeküeri de güçbplâ kand<rdım. onlar da razı oîdular.. Derken, iki gün sonra bir kâğıd daha: «Vatanı koruvan asker. vücuciü koruyan şekeTdir! Türk sekeri. Türkün bavramına tad verir!» Havdi. bu sefer üzümden, incirden vazgectik. döndiik gene şekere. Ertesi gün, bilmem hanei gazetede bir hekimm imzasile koca bir maka!e: «5«"ker vücude muzırdır.. Semen \aDar.. KomDostolan sekeısiz vemek sıhhidir! Falan, filân!.» Bizimki biraz ırikıyımdır. Ben de vasımın ikrı?ar l>ir narça geli<tım, Kerimeler zaten tenesir Korozuna dönmck için bahane anyorlar. Karar verd'k* Eve, bavramda seke» girmiyecek! Elâlemi sisirİD. sıhhat'ennı bozmakta mana varmı ya?. Sadece bi rer kahve ikram ederiz. olur, biter Bu s:rada, bir sabah tünelle Galataya merken. vaçonda gözüm bir iîâna ili?ri: *Har vurup, harman savurma!» yazıh. Küp gibi bir herif te avucuna biî alay para koymuş, üfürüp duruyor. Ben bunıı seyre dalmısken. biri koluma yapıştı. Döndüm, baktım. Bizim eski asinalard'an Lt Mormonlann papazı 27 çocuktan 8 ile bir arada ve çok kadınla evlenen bir hayli Mor mon daha vardır.» Meselenin asıl raerak edilecek tarafı, Arizanada kadınlar, erkeklerden ib misli az olduğu halde, Short Creekte sa yısız kadınlar bulunmasıdır. Yapılan tahkikat, işin bu meraklı cıhetinı de tenvir etmiş ve Mormonlann üsteiik, beyaz kadın ticareti de yaptıklarım meydana çıkarmıştır. Bu adamlar, civar şehirler6en, iş tedarik etmek bahanesile birçok genc kızlan ayartıp kasabaya getirmiş ve kapatmışlardır. Papaz Bar!owun, işsizlikle mücadele ismini verdiği bu usul sayesinde, Short Creek kasabasına getirilen genc kızlann arasmda, uzun za mandanberi civar kasabalardan kaybo lan ve aranıldığı halde şımdıye kadar bulunamıyan bir takım kızlar mevcud oîduğu anlaşılmaktadır. Short Creekteki Mormonlar, Arizananın bu hücra köşesinde, garib bir tarzda yaşamaktadırlar. Mormon kilısesi başpapazı, birden fazla kadınla evlen mek usulünü ilga ettiğindenberi, kendi lerine evliya süsü veren iki yüz kişi, büyiik bir tenbellik içinde yaşamağa ve Resmî makamat işe büyük bir lelâş her türlü işi kadınlara gördürmeğe baş ve ehemmiyetle sarılmıştır. Zira bu işe lamıştır. adlıye el koymıyacak olursa, Arizona Papaz John Barlow demiştir ki: kanunu eski şiddetile tekrar hüküm sür« Biz eski Mormonların son kalan rr.eğe başlıyacaktır. Fazla kadın almak ahfadıyız. Öteki Mormonlar 1891 se taraftarı olan Mormonlar, komşu kasa nesinde, «fazla kadın almak» adetinden balar halkına karşı müthiş bir kin besvazgeçerek mezheblerini terkettiler. Faz lemektedir. Bu kasabalarda derhal kola kadm almak, bizim indimizde, ahireti miteler teşekkül etmiş ve şimdi dağlara kazandıran bir sevab ve her çocuk cenne kaçıp mağaralara iltica etmiş bulunan tin kapısmı açan bir anahtardır. Mormonlar hakkında şiddetli Lakibata Utahda, mezheblerine sadık kalan girişilmiştir. Kondilis hükumete agır ! hücumlar yaoıyor (Baştaraft 1 incî sahifede) şiddetli hücumlarda bulunmaktadır. (Işıl f ak) = ışılak = mücellâ. (Işıl \ amak) = ışılamak = inşıağ etmek, lemean etmek. (1) (2) (3) (4) (5) (Işıl) böceği = gece parlaklık saçan oğ f os + oğ f ol + ey böcek, şebtap . (1) Oğ: Güneşin kendisidir. (Işıl + damak) = ışıldamak = in(2) Os: (. ( s), ektir. Güneşîn oldukça geniş bir sahaya intişannı ifade şiağ etmek, lemean etmek, pertevendaz , olmak. eder . Gazi Antebde yağmurların yaptığı tahribat Yağmurdan tonra taşan Atteben deresinden bir göranüş Gazi Anteb (Özel) Geçen hafta ] kân ve evleri, mezbaha ve buz fabrikasıoir kaç gün ara veren yağmurlar gene nı su basmıştır. îhsanca zayiat yoktur. başlamış ve fasılasız devam etmektedir. Geceki sel Sam köyü vakmında FevŞiddetli bir yağmur neticesi Alleben de zipaşa Narlı yollarının birleştiği nok resine büyük bir sel gelmiş, oldukça tahri tadaki Çat köprüsünü de yıkmıştır. Köpbat yapmıştır. Sel suları Alleben köprü rü oldukça büyüktür. Seller birçok çamur sünü zedelemiş, belediye kazinosunu ta getirmiş olduğundan köprünün iki tarafınmamen basarak dere kenanndaki taş rıh dan makine geçmesi mümkün değildir. tımı sürüp götürmüştür. Narlı yolu o gündenberi yarıkapalı bir Tabakhane köprüsünün, tahta köprü haldedir. Nakliyat hamallar vasıtasile ve nün tas korkuluklannı almış, birçok dük aktarma suretile yapılıyor. (3) Oğ: (. ' + ğ), ektir. Kendinden (Işıl f gı) = ışılgı f lamba. evvelki mefhumu tamamlar, tayin eder, (Işıl 4 ık) = ışılık = hafif zıya. Atina 29 (Özel) Yeni secimin ıfade eder. Bu (oğ) ekınin mevcudiye(1) A. Ernout ve ÂT'MeilIet tarafın on beş gün sonraya taliki hakkında kü tini Iâtince (Sol) kelimesindeki (o) nun dan yazılmıştır. çük partilerin isteklerine hürriyetperver üzerinde bulunan uzatma işareti de gös(2) Radlo'f, IV. «Sagy, Koybal, Şor partisi de iştirak etmiştir. termektedir. Iehçeleri^ Ahaü partisi lideri Çaldaris hükume(4) 0 1 : (. + I ) , ektir. «Enginlik, (3) Tuhfe tüz zekiye. tin bu husustaki sorgusuna yeni seçım gügenislık, şümul» anlamlarile kendinden (4) Radlof, IV. tKazan lehçesi>. nü olan 26 ikincikânuna kadar bütün parevvel gelen (oğosoğ = soğ) ki (ışık) (5) Radlof, IV. «Baraba lehçesi». tilerin seçim hazırlıkları yaDmalan kabil (6) Radlof, IV. «Şor lehçesi>. demekrir onu vasıflandırır. Kelimenin olduğu için böyle bir temdide lüzum olfonetik şekli, baştaki vuayel düşerek madığını bildirmiştir. (sol) olur. Hükumet bütün partilerin ittifak ettik(5) Ey: Kelimenin manasını tamam leri takdırde seçımın 15 gün sonraya kal(Baftarafı 1 inci sahifede) lar, tayin eder ve onu isimlendirir. masına itiraz etmemektedir. Soley Soliel: «Işığı engin, şamil olan yan eden müzakere esnasında Ordu «ayKral Maltaya gidiyor gümrük bir objenin adı» olur ve tabiî o obje «gü lavı Ahmed Ihsan tarafından Lavalet 29 (A.A.) Burada dö neş» tir. memurlannın bol bol apartıman yaptırnen bir şayiaya göre Yunan Kraîı, ya Not: 1. Bu neticeye göre (soley) dıklan hakkındaki ileri sürülen idd.alar kmda Akdeniz donanması kurmay başkelimesi: kökü, ekleri ve kuruluşu bakı üzerine sorulmaktadır. kanını ziyaret etmek üzere Maltaya ge mından tamamile türkçedir ve (Soleil) Gümrük memurlannın sakim usullerle lecektir. şeklinin ve yukarıda işaret ettiğimiz (So para yapıp zengin olmalan ahlâkî ba leh) Cumhuriyet Almanyadaki Yahudilerin nidir. provençal şeklinin de tamamen ay kımdan bilhassa edilir bir hareketdevrinin faziletlerile telif bulunvaziyeti mamakla beraber esasen kontenian ve Not: 2. «Etymologie de la lan Londra 29 (A.A.) Alman mül gue lâtine» de (sol) kelimesi hizasında, klering mukaveleleri dolayısile kaçaic tecilerinin işlerine bakan yüce komiser (soleil) den maada (Dieu) kelimesi de eşya ithalinin pek güçleştiği bu zamandd James Mac Donald Milletler Cemiyeti görüldü. Hakikaten türkçede (sol) «Di bu tarzda para edinilmesine de filen imsekreterlığine istifasını vermiştir. eu» manasına da gelir. Kelimenin etı kân görülmemektedir. Gayrikanunî ve Mac Donaldın kanaatine göre Al molojik şekline bakarak izahta bul"«* ahlâkî şekilde para kazanmanın bilhassa manyada Yahudi düşmanlığının almış Iım: Mütarekeyi takib eden günlerde çok reclduğu şekil mültecilere yardım mrsele vacda olduğu hatta o zaman bir kolcu (1) (2) (3) (4) sini o mertebe geniş bir duruma gctirmişyevmiyesinin 2540 liradan aşağı düş oğ } os + oğ + ol tır ki, bundan böyle Cenevredeki müs (1) Oğ: Köktür. Burada güneşten a mediği söylenmektedir. takil kurum tarafından bunun idaresine Iman mefhumla «büyüklük, yükseklik, imkân kalmamıştır. Iki vapur çarpıştı senyörlük, kuvvet ve kudret» ifade eder. İtalyanın yeni sene bütçesi (2) Os: Gördüğümüz gibi bu mef Porto 29 (A.A.) Bir îngiliz vahumun geniş sahada tecellisini bildirir. purile, Maria Carlotta adlı Portekiz şiRoma 29 (A.A.) Bakanlar kuru(3) Oğ: Gene gördüğümüz gibi mef lepi fırtına yüzünden çarpışmışlardır. Inlu yarın sabah 1936 37 yılı bütçesini humu tamamlar ve isimlendirir. giliz vapuru karaya oturmuş ise de bütün hazırlamak için Musolininin başkanlığmKelimenin buraya kadar olan mana bütün mahvolmasından korkulmaktadır. da toplanacaktır. Seçimin tehiri Apartımanm var mı? biri: Ne güzel bir ilân, değil mir diyt sordu. Evet. Hoşuma gitti! İşte bunu görüp te ibret aîahm! Paralanmız yabancı memleketlere hep böyle uçuyor. Sade Brezilyaya kahve parası olarak, yılda bir iki milyon lira ödüyoruz! Sahi mi? Tabiî! îstatistikler öyle gösteri yor. Yazık.. Yazık! Halbuki, kahve >erine misafire meselâ ayran versek ne iyi olur! Kışın biraz serin düşmez mi? Galataya ınmiştik. Bizim ahbab, sualimin cevabını vermeden, acele sivişti.. F"akat aklımı da çelmişti. Kahveden de bu yüzden vazgeçtim.. Sonra? Sonrası, bu: Gelene, gidene karşı rezil oldum işte!. Ercümend Ekrem TALU Yazan : Stefan Zweig LEOPORELLA Küçük roman : 1 Çeyîren : E. Ekrem Talu Vaftiz adı Crescence idi. Yaşı otuz dokuz, kendisi piç, doğduğu yer Ziller vadisinde ufak bir köydü. Elindeki hüviyet cüzdanmm alâmeti farıka hanesinde, menfi, dümdüz bir çizgi vardı; fa kat bunu dolduran memurlar mutlaka birşey yazmakla mükellef olsalardı, seri bir bakış, o ayni haneye. kemikü ve upuzun bir beygirle onun arasmda pek az fark bulunduğunu kaydetmelerine kâfi gelirdi. Zira onun kalm ve sarkık dudaklan, çilli suratının ayni zamanda sert ve uzun, bevzî şekli, cansız ve kirpiksiz gözleri ve bilhassa, yağlı perçemler: a! nına yapışık duran sık ve keçe gibi saçlarında son derece nazara çarpan bir hayvaniyet vardı. Yürüyüsünde de, Alp tepelerinde, taşhk katır yollarında, yaz kış, inişlerde ve yokuşlarda, hep ayni sarsak adımlarla ayni odun yüklerini taşıyan hergelelerin kuşkulu tereddüdü, kör inadı belli oluyordu. gibi, alık alık önüne bakardı. Onda herşey kaba, haşin ve zarafetten mahrumdu. Düşünmek kendısıne giran geliyordu, anlayışı da kıtb. Her yeni fikir, şuurunun derinliklerine, kalın bir süzgeçten geçer gibi damla damla süzülürdü. Ancak birçok zahmetle, herhangi bir yeniliği kavrayıp ta benimsedi miydi artık ona dört elle sarılır, onda ısrar ederdi. Ne gazete, ne dua kitabı.. Hiç birşey okumazdı; yazmak ise onun için işkenceydi ve mutfak masraf defterindeki acemice harfler onun hertürlü kadınlık hususiyetlerinden mahrum kendi biçimsiz ve sırım gibi vücudüne şaşılacak surette benziyordu. Kemikleri, kalçalan, elleri ve kafası nasıl sertse, sesi de öyleydi. Tirol lehçesine has olan kalm ve boğazdan seslere rağmen, o söz söylerken paslı bir kapı gibi gıcır gıcır ederdi. Bu ise şaşılacak birsey değildi, çünkü Crescence esasen hiç kimseye füzuli bir lâf etmezdi. Ve kımse, Iş ynlarından kurtulunca, Crescence, onun, ömründe güldüğünü de görmemişkollannı kavuşturup, tavladaki öküzler ti^ bu cihetle de hayvanlarla müşabehe ti vardı. Zira Allahın, şuursuz kullanndan, söz söylemek kabiliyetinden daha da hazin, esirgemiş olduğu birşey varsa, o da duygunun anî feveranı olan gülmek nimetidir. Kamun hesabına büyütülüp, daha on iki yaşmdayken hizmete giren Crescence, bir aralık bir ahçı dükkânmda bulaşık çılık ediyorken, çalışmak hususunda gösterdiği gayret ve çılgıncasına faaliyet sayesinde, burayı terkeder etmez, ahçı sıfatile, iyi bir seyyahin oteline girdi. Orada, tanrmın sabahı, saat beşte kalkar, süpürür, siler, parlatır, fırçalar, yerleş tirir, ısıtır, pişirir, yuğurur, yıkar, çalkar, kururur, gece geç vakitlere kadar çabalar dunırdu. İzinli çıkmak asla âdeti değildi; so kağa adım atması ya alışverişe ve yahud ki kiliseye gitmek içindi; ocağm pml pırı] yanan bakırlan onun güneşi, bir sene zarfinda yardığı binlerce odun ormanıydı. Bu yirmi beş yıllık can tepelercesine çalışmak yüzünden kadmlık hususıyet lerinin hepsinden tecerrüd eylediği ve yahud ki aksi ve somurtgan olduğu için hertürlü tasallutu bertaraf eHiği cihetle, erkekler kendisini rahat bırakıyorlardı. Yegâne zevki, ihtiyarlığında bir daha darülâcezeye düşüp te beyliğin acı ek meğini yemeğe mecbur olmamak kay gusile, köylü kısmına ve basit insanlara has olan bir hırsla para biriktirmekti. Bu dar kafalı mahluk, gene bu para hır sıyladır ki, otuz yedi yaşında ilk defa olarak gurbete çıkmışü. Kendisine bu sayfiyede rasgelip te sabahtan akşama kadar nasıl çabaladığını gören bir kolcu kadm, aldığı aylığın iki katmı vadede rek, Viyanaya ayartmıştı. Bu yolculuk esnasında, Crescence hiç kimseye tek bir söz söylemeden, boyuna aburcubur ye miştı; vagonda, varını yoğunu ihtiva e den ağır bir sepet sandığı, yol arkadaş larınm onu rafa yerleştirmek tekliflerine rağmen, sızlıyan dizlerinin üzerinde, ufkî vaziyette tutmuştu, zira dar kafasının büyük bir şehir hakkında verdiği yegâne hüküm orada hırsız ve yankesicilerin çok olduklarına dairdi. Viyanada, ilk günleri, çarşıya çıktıkça kendisine refakat etmek icab etmişti, çünkü inekler otomobilden nasıl ürkerse, o da öyle ürküyordu. Fakat, çarşıya ileten dört yolun dördünü de belledikten sonra, artık kimseye ihtiyacı kalmadı. Sepeti kolunda, basını kaldınp ta yukarrya bakmaksızın, evden dükkânlara gidip geliyordu. Yeni mutfağında da, tıpkı es kisinde olduğu gibi, hiçbir değişikliğe dikkat dahi etmeden, ocağını yakıyor, ortalığı silip süpürüyordu. Saat dokuz olunca gidip yatıyor ve çalar saat kendisini birdenbire uykudan uyandmncıya kadar, ağzı açık, hayvan gibi uyuyor du. Hoşnud mu, değil mi? Bunu hiç kimse bilmediği gibi, ihtimal kendi de farkında değildi .zira hiç kimseye açılmı yor ve aldığı emirlere, homurdanarak bir evetle mukabele ediyor ve yahud ki başka türlü düşünüyorsa, omuzlarını silkiyordu. Ne konukomşuya, ne de evdeki kapryoldaşlarına aldınş ettiği yoktu: Büsbütün başka zihniyet taşıyan arka daşlannın müstehzi bakışlanna tamamile lâkayddi. Yalnız, bir gün onun taküdini yapmağa ve onunla alay etmeğe bula şan hizmetçilerden birine kızmış ve o caktan, yanar bir odun kapınca kızm üzerine yürümüştü. O günden sonra, bu acar mahluktan herkes kocunmuş ve artık hiç kimse onunla alay etmek cesa retini göstermemişti. defa gezmeğe gitmek teşebbüsünde bulunmuştu. Lâkin tramvaya binmek iste mediği ve kalabalık sokaklarda ihtiyatla ilerilediğinden, uzun bir duvar silsilesinden baska birşey görmediği için, Tuna kenanndan öteye gidememişti. Orada, gözlerini suya dikip, aşina birşeye nasıl bakılırsa, öylece baktıktan sonra, gene duvarların dibinden süzüle rek, ayni yoldan eve döndü. Bu biricik keşif gezmesi kendisîrri herhalde sukutu hayale uğratmış olacak ki, bir daha evden dışanya çıkmadı. Pazarlan, bazan bir dikisle, bazan da elleri boş olarak, pencerede oturmayı tercih ediyordu. Demek oluyor ki, şehir, hergünkü bir teviye yaşayışına, her ay sonunda, bulaşıkla çamaşırdan harab olmuş avuçlanna iki yerine dört tane mavi banknot düşürmek ten başka değişiklik getirmemişti. Bu banknotlan o, her seferinde şüphe ve dikkatle muayene ederdi; onlan itina ile açar ve köyünden getirdiği tahtadan oyma çekmecenin içine, ötekilerle bera ber istif etmezden önce, adeta şefkatle sığar, düzeltirdi. O kabasaba ve şekilsiz Her pazar, Crescence, geniş, büzme çekmece onun bütün sırlannı ihtiva, ve entarisile, tabak biçiminde yassı köylü hayatının biricik gayesini teşkil ediyor şapkasmı giyer, kiliseye giderdi. Viyanadu. (Arkan var) da, ilk izinli çıktığı gün, yalnız bir tek