01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 7 EYLÜL 2020 50 yıl önce, Ürdün iktidarı Filistin devrimci ütopyasını yok ediyordu... Çölde bir Kara Eylül anısı 1967’de İsrail’e yenildikten sonra, Arap dünyası önemli siyasi çalkantılar yaşadı. Çeşitli Filistinli hizipler, Yahudi devletine karşı silahlı mücadeleyi büyütmek için bu değişikliklerden yararlandılar. Ürdün onların arka üssü haline geldi ve savaşçılar Haşimi monarşisini düşürmenin hayalini bile kuruyorlardı. Batı’nın desteğiyle güç kazanmış olan Kral Hüseyin, tehdidi kanla bastıracaktı. Üçüncü dünya Havana’da, Cezayir’de veya Hanoi’de olduğu gibi Amman’da da ayaklandı; temel değiştirmiş bir dünya düşlüyordu. 1968 baharından beri başkaldırı halinde olan Batı’nın öğrenci ve işçi gençliği kendisini bu ütopyanın içinde buldu. ALAIN GRESH* Baş tarafı 1. sayfada 1968 yılı boyunca, Nasır ve reji mine, Mısır mahkemelerinin yenilgiden ve demokratik özgürlüklerin genişletilmesinden sorumlu subaylar hakkında gösterdikleri hoşgörüye öğrenci ve işçi gösterileri ile itiraz edildi. “Yeni sınıf” ve “Nasır sosyalizmi”nin sınırları konusunda bir tartışma başlıyordu. Irak’ta Baas iktidarı ele geçiriyor, Libya’da bir darbe monarşiye son veriyor ve Güney Yemen silahlı mücadelenin sonunda bağımsızlığına kavuşuyordu. İsrail bozgunu Fedayin örgütleri işte bu beklenmedik çukurun içine düştüler. Bunlar, nüfusunun yarısı Filistinli olan Ürdün topraklarına yerleşmek üzere monarşinin zayıflamasından yararlandılar. Silahlı mücadele ile İsrail’e ve onun Amerikalı müttefikine karşı bir intikam olanağı sundular. Bunlar, Ocak 1966’da Havana’da düzenlenen ve Afrika, Asya ve Latin Amerika halklarını “Yankee emperyalizmine” karşı birleştirmek isteyen, üç kıtayı kapsayan konferansın dinamiğinin birer parçasıdırlar” (3). Peki, bu örgütler hangileriydi (4)? Bunlardan en önemlisi olan El Fetih, henüz az tanınan Yaser Arafat tarafından yönetiliyordu; İsrail’e karşı ilk silahlı eylemlerini 1 Ocak 1965’te başlattı ve tüm Filistin’in bizzat Filistinliler tarafından kurtarılmasını savunuyordu. Filistin’in Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve onun sol hizbi olan Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC), 1948’den sonra Beyrut’ta, Hıristiyan bir Filistinli olan Dr. Georges Habaş tarafından kurulan Arap Milliyetçileri Hareketi’nden doğdu. Dr. Habaş uzun bir süre, kendisini Nasır’ın söylemi ile özdeş bulduğu için, Filistin’in kurtuluşunun koşulu olarak Arap Birliği’ni savundu. Daha sonra ise MarksizmLeninizm’e döndü ve reisi olduğu kadar, bir kanadı yine de Maocu olduğunu söyleyen “küçük burjuva” El Fetih’i eleştirdi. Buna, Şam’a bağlı olan Saika veya Bağdat’a bağlı Arap Kurtuluş Cephesi gibi genellikle şu veya bu Arap sermayesi tarafından finanse edilen çok sayıda küçük grubu da eklemek gerekiyor. 1964’te Arap Ligi tarafından kurulan ve bürokratik özelliğinden dolayı itibarını yitiren Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) artık içi boş bir kabuktan başka bir şey değildi. Şubat 1969’da El Fetih’in ve onun yürütme komitesinin başkanı olan Arafat’ın denetimine geçti, çok sayıda fedayin örgütünü bir araya topladı, fakat her birinin kendi sesini duyurmaya çalıştığı çok kırılgan, üniter bir çerçeve olarak kaldı. Bu örgütler farklılıklarının ötesinde 22 Kasım 1967 tarihli BM Güvenlik Konseyi’nin felsefesi işgal edilen toprakların barış karşılığında mübadele edilmesi şeklinde özetlenebilen 242 sayılı kararında istendiği gibi 5 Haziran 1967’den önceki duruma basit bir geri dönüş düşüncesini reddediyorlardı. Tek aracı silahlı mücadele olan “tüm Filistin’in özgürlüğe kavuşturulmasını” savunuyorlardı. Bu devrimci bakış onları, ister Ürdün rejimi ya da ister yine de onlara destek veren Nasır rejimi olsun, Arap rejimleri ile karşı karşıya getirdi. İşgal altındaki Batı Şeria’da gerilla eylemlerinin şiddetlenmesi direnişin stratejisini teyit ediyor gibi görünüyordu. Bu eylemler 1967’de 97’den 1968’de 916’ya, 1969’da 2 bin 432’ye ve 1970 Eylül ayına kadar 1887’ye yükseldi (bu sayı 1971’de tekrar 45’e düş tü) (5). 20 Mart 1968’deki Karameh Sava şı, fedayinlerin gücünün doruk noktasını belirledi. El Fetih savaşçıları, İsrail’in onların üslerinden birini yok etmek amacıyla Ürdün’e düzenlediği zırhlı saldırıya bütün gün direndiler. İsrail düzinelerce asker ve çok sayıda tank kaybetti. İsrail yetkilileri, Haaretz gazetesinin buna rağmen 29 Mart 1968’de “İsrail’in askeri tarihinin en karanlık sayfalarından biri” olarak nitelendirdiği bozgunun kapsamını küçük göstermeye çalıştı. Fakat önemli olan, çatışmanın zayiat bilançosundan çok, simgesel özelliğiydi: Arap gerillaları ilk kez İsrail ordusuna kafa tuttular. Filistin kamplarından, Arap dünyasından ve bazen de Batı’dan gelen, çoğu zaman çok genç, erkek ve kadın binlerce gönüllü, tanınmışlığı zirvede bulunan direnişin saflarında görev aldılar. Başarının neden olduğu baş dönmesi, Filistin örgütlerini coşturuyor ve El Fetih yakında Batı Şeria’da “kurtarılmış bölgeler” oluşturacağına söz veriyordu. Stratejik müttefik eksikliği Fakat Yakındoğu, Güneydoğu Asya değildi, Filistin Güney Vietnam değildi, Ürdün Kuzey Vietnam değildi ve öyle olma olasılığı da pek yoktu. Kral Hüseyin, İsrailli yöneticilerle iletişim kanalları kuruyordu, kendisi ABD’nin sağlam bir müttefikiydi, hatta CIA’dan parasal destek alıyordu (6) ve kendisine rakip bir gücün yerleşmesine izin vermeye niyeti de yoktu. Filistinlilerin ise “savaş alanının” ana ülkesi olan Mısır’da bile hiçbir stratejik müttefikleri yoktu. Haziran 1970’te ABD tarafından Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararına dayalı bir müzakere planı önerildi. Bu plan Ürdün, Mısır ve ilk başta reddetmiş olan İsrail tarafından kabul edildi. Fedayin örgütleri Filistinlileri “mülteciler” olarak kabul etmenin dışında, onların haklarını tanımayan bir projeyi onaylamak istemiyorlardı. Medyaları bizzat Nasır’ı suçlamaktan çekinmiyordu. Bu durumda, kopmayı önlemek için Arafat liderliğindeki bir heyet daha sonra İskenderiye’deki Mısır Cumhurbaşkanı’na gitti. Arafat onlara, özet olarak, Rogers planına (planın adı dönemin ABD Dı şişleri Bakanı’nın adından geliyor) inanmadığını ancak ordusunu yeniden inşa etmek için zaman kazanması gerektiğini açıkladı. Kral Hüseyin karşısında onları terk etmeyeceği güvencesini verdi, ancak onlardan gerçekçi olmalarını istedi. Aynı zamanda, onların “tüm Filistin’i özgürlüğe kavuşturma” kapasitelerinden kuşku duyduğunu göstererek Batı Şeria ve Gazze’de bir devlet kurma düşüncesini dile getirdi. Heyet her ne kadar en sonunda bu açıklamalardan tatmin olmuş bir halde geri döndüyse de Ürdün’de kimsenin durduramayacağı bir çark harekete geçmiş oldu. Temmuz 1968’den itibaren FHKC, Batı uçaklarına karşı İsrail’deki Filistinli tutukluları serbest bıraktırmayı amaçlayan bir dizi eylem başlattı, bunlardan biri Ağustos 1969’da 25 yaşındaki genç bir militan olan Leyla Halid tarafından yönetildi, onun kahramanı “Che” Guevara’ydı. 6 Eylül 1970’te örgüt bir engeli aştı ve aynı anda dört uçağı kaçırdı, bunlardan üç tanesi Ürdün’de “Devrimin Havaalanı” olarak adlandırılan bir piste inmek zorunda kaldı. Fedayinler uçakları patlattı ve bu “havai fişek” gösterisinin görüntüleri dünyayı dolaştı. Bu eylem her ne kadar bir damla kan dökülmeden ve birkaç yüz rehinenin serbest bırakılmasıyla seyrettiyse de Ürdün yetkili makamlarına “düzeni yeniden kurmaya” yönelik bir saldırı bahanesi sağladı. Filistinli gruplara saldırı Hem ABD’nin hem de İsrail’in desteğinden emin olan Kral, 15 Eylül’de askerlerden oluşan hükümet atadı ve fedayinlerin elinde bulunan, ordunun gece gündüz bombaladığı mahallelere tankları ile saldırdı. Savaşçıların umutlarının aksine, askerlerinin çoğu Filistinli olmasına rağmen, ordudan sınırlı sayıda kaçışlar yaşandı. Le Monde özel muhabiri gazeteci Éric Rouleau şunları anlatıyordu: “Kral, görevlerin çoğunu doğuştan Batı Şeria’lı olan Ürdünlülere emanet etti. Ateist, Tanrı düşmanları, aşırı solcu Yahudilerin müttefikleri olmakla suçlanan komandoları itibarsızlaştırmaya yönelik bir kampanya düzenledi (…) Genç İsrailliler, Avrupalı ?v? e Amerikalı Yahudiler, Filistinli Öğrenciler Birliği’nin kongresine katılmadılar mı (7)?” İsrail ile işbirliği yapan Kral, yine de bu “Yahudi varlığını” direnişe karşı bir argüman olarak kullandı. Bağdat’ın vaatlerine rağmen, 1967’den beri Ürdün’de bulunan Irak kontenjanı, tüfeklerinin kabzasını yerde tutarak beklemeyi sürdürdü; Suriye zırhlı bir saldırı denedi, fakat İsrail ve ABD’nin müdahale tehditleri karşısında ve o zaman Suriye Savunma Bakanı olan Hafız Esad’ın onlara hava koruması sağlamayı reddetmesinden sonra, geri çekilmek zorunda kaldı. Ürdün’ün gayri resmi bir bilançosuna göre, çatışmalarda üç binden fazla kişi öldü (Filistinlilere göre ise bunun üç katı). Sonunda 27 Eylül’de Nasır’ın arabuluculuğu ile bir ateşkes imzalandı. Bu anlaşmanın direnişin lehinde oluşu, onun askeri yenilgileri ile karşıtlık arz ediyordu. Fakat Nasır, 28 Eylül’de bir kalp krizi sonucu öldü. Artık Kralın 1971 yazında Ürdün’ün “temizliğini” tamamlamasına hiçbir şey engel olamayacaktı. Direnişin deneyimsizliği... Filistinlilerin yenilgisinin çok nedeni vardı. Direniş genç, yeterince eğitilmemiş, coşkulu ama deneyimsiz askerler ile doluydu; onların disiplinsiz davranışları, Filistin kökenli olanlar da dahil olmak üzere, nüfusun bir kısmının reddedilmesini körükledi. Direniş kendi güçlü yönlerini abartıyordu ve FHKC gibi örgütlerin aşırı vaatlerine esir oldu. Zayıf diplomatik ve siyasal deneyimi onu bölgesel ve uluslararası güç dengesini ihmal etmek ve Arap halklarının seferberliğini abartmak durumunda bıraktı. Her şeyden önce, sloganların ötesinde, Vietnam veya Cezayir’den temelde farklı bir bağlamda siyasal ve askeri bir strateji tanımlamakta zorlandı. Direnişin bölge sahnesinden kaybolmasına yol açabilecek bu başarısızlığın sonuçlarından biri olan, 28 Kasım 1971’de Ürdün Başbakanı Vasfi el Tal’i katleden Kara Eylül örgütünün kurulması, özellikle hatırlardadır. Aynı zamanda Eylül 1972’de Münih’teki Olimpiyat Oyunları’na saldırdılar; bu, İsrail heyetinden on bir üyenin ölümüne neden oldu. Filistin direnişi ise askeri yeteneklerini aktardığı ve ulusal hareketle ittifaka girdiği Lübnan’da kök saldı. Batı Şeria’da Kral Hüseyin’in aleyhine belirleyici bir siyasal nüfuz kazandı ve FKÖ yavaş yavaş “Filistin halkının tek temsilcisi” olarak tanınacaktı. Örgüt, Batı Avrupa’da diplomatik ittifaklarını “sosyalist kamp” ile olduğu gibi genişlettikten, dünyada böylesine bir atılım uyandırmış olan 1960’lı yılların ütopyacı söylemini terk ettikten ve uçak kaçırmalardan ve yabancı ülkelerde eylemlerden vazgeçtikten sonra, Ekim 1973 savaşının ardından, Batı Şeria ve Gazze’de bir otorite, daha sonra da bir devlet yaratılmasını isteyerek daha ılımlı bir stratejiyi benimsedi. Fakat bu “gerçekçi” yol, işgal altında veya sürgünde yaşayan Filistinlilere 1970’te dünya gençliğinin kalp atışlarını hızlandıran devrimci ütopyadan öteye elle tutulur sonuç getirmedi. (*) İnternet gazetesi Orient XXI’in müdürü Çeviri: Ahmet Öylek (1) Hélène Aldeguer, Alain Gresh, Bir aşk şarkısı’ndan alıntı. İsrailFilistin, bir Fransız tarihi, La Découverte, Paris, 2017. (2) Ania Francos, Filistinliler, Julliard, Paris, 1968. (3) Édouard Bailby, “Latin Amerika, belli bir yerde gelişen devrimci tırmanışı seçti” Le Monde diplomatique, Şubat 1966. (4) Filistinlilerin tarihi hakkında, bkz. John K. Cooley, Green March, Black September, Frank Cass, Londra, 1973, ve Nadine Picaudou, Filistinliler, yüzyıllık bir tarih, Complexe, Bruxelles, 2003. (5) OLP, Tarih ve stratejiler, SpagPapyrus, Paris, 1983. (6) “CIA Ürdün Kralı Hüseyin’e milyonlar ödedi”, The Washington Post, 18 Şubat 1977. (7) Éric Rouleau, Yakındoğu’nun kulislerinde. Bir diplomat gazetecinin anıları (1952 2012), Fayard, Paris, 2012.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle