10 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 İTALYA İTALYA 13 GEZEKALIN Mustafa Balbay [email protected] ANTALYA: TOLGA, OLGA HELGA Hep dünyanın dört bucağını anlatacak değiliz ya; bugün de dünyanın dört bucağından Antalya’ya gelenleri anlatalım... 1982 yılında gazeteci olarak izlediğim Türk turizminin gelişimiyle ilgili bir toplantıda verilen şu bilgiyi anımsıyorum: “Tüm Türkiye’deki turistik oda sayısı Rodos adasındakinden az...” Yanılmıyorsam, o dönemde Rodos adasındaki oda sayısı 100 bin civarında idi... Bugün sadece Antalya’daki oda sayısının 500 bini bulduğu söyleniyor. Kemer ve Alanya yönüne iki koldan açılan Antalya turizminin gelişimi, sorunları ayrı yazı konusu... Bugün Antalya’ya gelen turistlerin çeşitliliğine değinelim... Yazı aramızda tatil için gittiğimiz Antalya’da 32 milletten insanla karşılaştık, desem yeridir... 90’lı yıllara dek, Antalya turizminin motor gücü Almanlardı. 90’larla birlikte Almanlara Ruslar ortak oldu. İsrailliler biz de varız dedi... Son dönemde de Orta Asya ülkelerinin “yeni zenginleri” Antalya’yı seçmeye başlamış. Aile reisi gümüş dişli, çocukların yarı çekik gözleri, onlar için bir de başı çeyrek örtülü dadı... Dayanamadım, tanışmak istedim... Kazakistan’dan gelmişler. Tipik bir Kazak aile... Çocuğun adını sordum; “Kariim” dedi... Birazcık yumuşatınca; Kerim... Annenin adı da “Janan”... Yani Canan... 15 günlük bir turla gelmişler. Kazakların yanı sıra Azeriler de çoğunlukta... Koca “bizinismeen” yani işadamı, eşi “muallim” yani öğretmen bir Azeri aile, kendi dillerini konuşarak anlaşabilmekten mutlu... “Evropalılarla da İngilisce konuşuyoruz” diyorlar. İnsan yelpazesinin çeşitliliği gece gösterimlerinde daha net ortaya çıkıyor. Sunucu, izleyiciler arasından sahneye turist çıkardığında nereden geldiklerin sorunca şu ülkeleri yan yana görebiliyorsunuz: Rusya, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan, İsrail, Fransa, Almanya... Ukrayna dedik de; her Rusçaya benzer konuşanı Rus sanmayın, Ukraynalılar da çoğunlukta... Kiev’in yeni zenginleri, “bizim Moskovalılardan ne eksiğimiz var” deyip, Antalya yarışına girmiş... Turist yelpazesinden Antalyalılar da etkilenmiş. Butik işleticisi Can kardeşimiz, Amerika’ya dil öğrenmeye gitmiş, orada bir Rusla tanışıp, birbirlerine RusçaTürkçe öğretmişler. “Dönüşte Rusçam işe yaradı, burada İngilizce kadar Rusça da bilmek gerekiyor” diyor... Bulgar göçmenleri de eski dilleri Rusça bilmenin nimetlerinden yararlanıyorlar. Turistik tesislerin çalışanları da bu yelpaze ile yarışıyor. Bir çalışan sadece Rusça bildiğini Türkçesinin çok kıt olduğunu söylerse, şaşırmayın... Kendinizi, ülkenizde yabancı gibi de hissedebilirsiniz ama; sonuçta turizm demek barış demek... Barış içinde de kimse kimseyle yabancı olmaz! Gezekalın... Yenikent Napoli Yazı ve fotoğraflar Yıldırım Büktel ıpır kıpır bir kent Napoli. MeyK danları, caddeleri, ara sokakları, neredeyse her köşesi birer film seti gibi. Ve yediden yetmişe tüm Napolililer de burada her gün yaşanan hareketli filmin birer aktörü adeta. Günümüzden yaklaşık 2700 yıl önce Yunanistan’dan gelen göçmenler kurmuşlar bu kenti. Vezüv yanardağının eteğindeki bereketli toprakların yanı başına, Akdeniz’in kıyısına. Adına “Neapolis”, Yenikent demişler. Tarihini hep dışarıdan, uzaklardan gelenler yazmışlar. Yunanlılardan sonra Romalılar, Normanlar, Fransızlar, İspanyollar... Gelenlerin her birisi iz bırakmış. 1860 yılında İtalya’nın birliği sağlandığında ise Napoli kendisini bu ülkenin bir parçası olarak bulmuş. Yunan ve Roma dönemlerinde kentin merkezini oluşturmuş dar ama uzun bir cadde olan Spaccanapoli bugün de canlılığını koruyor. Filmlerdeki Napoli bu cadde ve ona açılan ara sokaklar da yaşıyor. Daracık sokaklara bakan yığılmış görüntüsü veren bakımsız binalar, çamaşır asılı balkonlar, kapıların önünde yüksek sesle üstelik el ve kollarını da kullanarak sohbet edenler, açık pencerelerden yükselen yanık ezgiler, mutfaklardan yayılan yemek kokuları... En yoksulların yaşadığı yerler buraları. “O Sole Mio”, güneş ülkesinde güneşi görmeden yaşayanların semti. Yolunuz eğer Napoli’ye mayısın ilk pazarı veya eylül sonlarına doğru düşerse kentte bir başka heyecana tanık olursunuz. “San Gennaro” diye de adlandırılan katedral kalabalıklarla dolup taşıyor. Kentin koruyucu azizi Gennaro 1700 yıl önce öldüğünde akan kanının bir kısmı bir şişede muhafaza edilmiş. 14. yüzyılda Napolililer, pıhtılaşmış olması gereken bu kanın yılda iki kez sıvılaştığını fark etmişler ve bunu Gennaro’nun ruhunun tüm canlılığıyla burada olduğu şeklinde yorumlamışlar. Her yıl iki kez halkın gözü önünde bu mucize tekrar yaşanıyor ve sıvılaşmış kan görüldüğünde büyük bir coşku ve rahatlamaya yol açıyor. Çünkü kan ba zen sıvılaşmıyor. Eğer kan sıvılaşmaz, bu “canlılık” ifadesi görülmezse azizin kenti terk ettiğine ve bir felaketin olacağına inanılıyor. Tarihte Vezüv yanardağının bazı patlamalarının ve salgın hastalıkların bu gelişmeye denk gelmesi bu inanışı güçlendirmiş. Binlerce insanın bakışlarındaki heyecan bunu gösteriyor. Kentin en önemli caddelerinden birisi olan Via Toledo akşam üzeri saatlerinden itibaren bizim için olağanüstü Napolililer için olağan bir hareketlilik yaşamaya başlıyor. Genç, yaşlı herkes adeta günlük bir ayin yaşarcasına caddelere ve meydanlara dökülüyorlar. Piazza Plebiscito en gözde buluşma yeri. San Francesco di Paola kilisesi ile Kraliyet Sarayı (Palazzo Reale) arasında kalan bu geniş meydan kentin kalbi adeta. Yürüyüş yapan yaşlılar, bebeklerini gezdiren anneler. Top peşinde koşuşturan erkek çocuklar veya aralarında sohbet eden kızların dış görüntüsü spagetti ve pizza ile beslendiklerini ele veriyor hemen. Kentin ünlü kafesi “Gambrinus”ta hemen burada. Karşısında I. Umberto galerisi taş, metal ve camın güzel birlikteliğini sergiliyor. Biraz ileride bulunan San Carlo Tiyatrosu ise 1737 yılında açıldığında dünyanın en büyük ve en ihtişamlı salonuna sahipmiş. Biraz geride kalan “Castel Nuovo” ise 13. yüzyıldan, Fransızlardan kalma görkemli bir kale. Napoli deyince akla ilk gelenlerden birisi de deniz oluyor haliyle. Eski semtlerin hemen önü koca bir limanla kesilmiş. Zaten eski Napoli sokaklarında gezerken bir kıyı kentinde olduğunuzu hissetmeniz mümkün değil. Ancak son 150 yıldır kentin geliştiği bölge denizle oldukça iç içe. Şarkılara konu olan “Santa Lucia” mahallesi iki farklı Napoli’yi birbirine bağlıyor. Birkaç dakika arayla iki farklı kent görebiliyorsunuz. Geniş park alanlarının, yürüyüş yollarının bulunduğu “zengin” bir Napoli var Lungomare denilen bölgede. Yamaçlara yayılan binalar deniz manzarasına ulaşabilmek için adeta birbirlerinin üzerine basarak tepelere tırmanıyorlarmış izlenimi veriyorlar. En şık oteller ve restoranlar da yine kentin bu kesiminde. İki farklı Napoli’nin kesiştikleri yerde bulunan Castel dell’Ovo ise zengin tarihinin Napoli’ye bıraktığı bir başka eser. Yapımı 9. yüzyıla kadar çıkan bu güzel kalenin eteğinde deniz ürünlerinden pizzaya kadar her şeyi bulabileceğiniz restoranlar sıralanıyor. Kalabalıklardan belli ki Napoli’nin en gözde mekanlarından. Keyifli bir akşam yemeği için ideal. Yakın çevresindeki Capri adası ve Roma döneminin en çarpıcı kalıntılarına sahip Pompei yine mutlaka görülmesi gereken yerler. 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv’ün çıkardığı lavlar ve küller altında kalmış olan Pompei 2000 yıl öncesinin dev bir fotoğrafını günümüze ulaştırıyor gibi. Napoli arkeoloji müzesindeki Pompei mozaikleri olağanüstü. Birkaç gün geçirebileceğiniz Napoli’de “Güney”in soluğunu hissediyorsunuz. Ne olursa olsun kişiliği olan bir kent burası. Güneşi, gürültüsü, karmaşası, insanları, renkleri ve yemekleri ile belleklerde yer edecek bir kent. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle