Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KAPAK 5 Yüksekova EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik?cumhuriyet.com.tr DOĞA VE UYGARLIK Ege’nin İmbatı’nı geçen hafta, botanikçi, Türkiye’deki doğa hareketinin öncülerinden Prof. Dr. Hikmet Birand’la noktalamıştık. Bu kez doğa tutkununun “Anadolu Manzaraları”ndan yola devam edelim. Manzaralardaki “Zavallı Söğüt” öyküsünden bir bölüm: “Söğüt sanki benim hemşerimdir. Yazın bozkırın parlak sıcaklığına serin bir yeşillik katan tek ağaç odur. Onu sevmemiz için yalnız bu fazileti bile yeter. Sonra söğütler her zaman güzeldir; yazın narin, ince yeşil yapraklıyken, kışın yapraksız koyu, kesik ve ağırbaşlıyken, baharda sıcak sarı dalları çiçeklerle süslü, keyifli ve iştahlıyken ne güzeldir söğüt ağaçları... Bozkır özlerinin kıyalarında katar katar uzayan, dalgın dalları temiz temiz, şırıl şırıl sularda yıkanan o mesut söğüt ağaçları...” Bilim adamı bir botanikçiden söğüdün bu denli canlı bir anlatımını okumak, ilginç olmalı, ne dersiniz? Kimileri uygarlığı, “insanın doğayı alt etme, onu ehlileştirme süreci” diye tanımlıyor. Belirli tarihsel dönemlerde “evet” belki, ama tartışılacak bir konudur. Bugün için insan doğa ilişkisini yeniden tanımlamak gerekiyor. Uygarlık anlayışı doğa yağmasına ve talanına hiçbir şekilde zemin hazırlamamalıdır. Hele de son yüzyıldaki gelişmelerin ardından... İnsan doğayı “ehlileştirirken” öylesine düşüncesiz, öylesine vahşi ve acımasız bir tavırla yok etti ki çünkü. Ancak, depremlerle, çeşitli felaketlerle bedelini de ödedi. Doğa eninde sonunda yapılanların yanıtını verdi. Prof. Birand, Türkiye’nin doğasının bin bir çelişki ve güzellikle bezeli olduğunu söylüyor. Her bölgesinin birbirinden farklı cezbedici özelliklerini vurguluyor. Sanatçıların bu güzel doğadan etkilenerek verdiği ürünlerin değerini anlatıyor sonra. Ardından da bir saptama: “Lakin Türkiye tabiatı en çok hırpalanmış ülkelerden biridir...” Öyleyse ülkemizin doğasına daha büyük özen, lütfen.... Çukurca Kalesi Şapadan Geçidi’nden Şemdinli ri girebileceği kadar küçük bir delik bırakılıyor. Sepete giren arı da peteği yaptıkça içeriyi de temizlemiş oluyor. Açık olan yerleri de kendi ürettiği “propolis” denilen maddeyle kapatıyor. İkiüç ay içinde sepetin içi balla doluyor. Balı alabilmek için de içeri duman verilerek arılar kaçırılıyor. Arıların, 3 bin 500 metre ortalama rakımlı dağlardaki çiçeklerden yaptıkları balın lezzeti, yukarıda da yazdığım gibi bal sevmeyenleri bile “balkolik” yapabilir. Bölgede koyunların yünleri, yaz aylarının sonundaki büyük bir şenliğin ardından kırpılıyor. Bu yünler elle döndürülen kirmanlarda eğilip, iplik haline getiriliyor. Sonrasında bu yünler doğadaki bin bir bitkiden elde edilen kök boyalarla renklendiriliyor. Kilimlerde kullanılan her motif ayrı bir anlam taşıyor. Buralara giderseniz kara kovan balı ve kilim satın almadan dönmeyin. Çok hızlı geçen günün sonunda şehri terk etmeden kadınların ve erkeklerin ayrı ayrı eğlendikleri bir düğüne rastlıyorum. Rengarenk düğün elbiseleri içinde eğlenen bayanlar fotoğraf çekmeme izin veriyor. Sonrasında düğün sahipleri de yemeğe kalmam için çok ısrar ediyorlar. Ne yazık ki bu defa zamanım yok. Bu kısacık zamanda Hakkâri’nin kiris, doğaba, doleme gibi yemeklerini yiyemedim. Kilim bile satın alamadım. Getirebildiğim karakovan balı da yakında bitecek. Bal almak için gidersem; Gülereş Baba Türbesi’ni, Kayme ve Kelat Sarayları’nı, Seyithan Gölü’nü, Berçelan Yaylası’nı da ziyaret etmek istiyorum. www.bdemirdurak.com