Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
NİĞDE 7 EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik?cumhuriyet.com.tr CUNDA’DA BALIK OLMAK Kuzey yolculuklarımın gözdesi Cunda’da (Alibey Adası ) güzelim Dalyan’ı ve Dolap Boğazı’nı seyredip, bu büyülü kasabanın gizemini ve anılarını, arkadaşları, eşleri dostları, aşkları düşünürken, biraz hüzün, ama daha çok yaşam keyfini duyumsarken, bir haller oldu bana! Nesos’ta gözlerim dalmış lacivert sulara, “bu deryada bir balık olsam” dedim kendime nedense. Yeryüzünün yükü mü ağır gelmişti ne? Ardından da bir soru: “ A bir oltaya takılırsak... ya bir balıkçı ağında çırpına çırpına....” Bu kötü ihtimalleri geride bırakıp, gayet insani biçimde, belki çok büyük bir iyimserlik olacak ama “Bula bula balıkçı bizi mi bulur” deyip, başka bir konuya geçecektim ki, önce deryanın büyük balıkları ve onlara yem olma ihtimali geldi aklıma. Sonra... Sonra, “hop, bir dakika” dedi içimden bir ses. Ve “başa gelecek haller açısından” denizde balık olmakla, karada “insan” kalmanın fark etmediğini anladım o an. Beraberinde yaralarım geldi aklıma; zokalarından kurtulduğum usta balıkçıların açtığı yaralar ve çırpındıkça dolaştığım ağlardan beni kurtaran birkaç dost... İşe bak! Bu Cunda düş gücümü nasıl tetikliyor. Dar sokaklarının samimiyetinden belki. Belki de gül kurusu renginde Sarımsaklı taşıyla yapılmış evlerin pencereleri, pervazları, ferforjeleri, kapıları, ahşapları, saçak altındaki kırmızı tuğlalarından. Sokak aralarında bir zamanlar yaşamın gürül gürül aktığı, bugün harabeye dönmüş, kimi tümüyle yıkılmış, taşları ve tahtaları çevreye saçılmış evlerin de bir etkisi vardır elbet. Ortada, zamana ve insana direnemeyen, teslim olmuş, bugün bir kültür merkezine dönüştürülse kim bilir ne kadar yararlı olacak Taksiyarhis Kilisesi’nin (Rodos’ta camileri kilise yapıyorlar da) yalnızlığı da önemlidir belki. Geçmişe dair kimisi mahrem bir çok anıya dolanırken, yol arkadaşım Merih Ak “daldın yine” dedi de, geri döndük. İyi de oldu, Murat Tekinoğlu’yla tanıştık. Yemek konusuyla yakın ilgim olmasa da Murat’ın Giritli kayınvalidesinden öğrendiği ve müşterilerine olağanüstü bir tat olarak sunduğu tarifler, ilginç mi ilginç. Bir kaçına burada değinelim, umarım işe yarar. (Bu arada Akşam’da yazan gazeteci arkadaşımız Nedim Atilla da Murat’tan çok yemek tarifi almış, öğrendik) Örneğin Kakavya... Iskarta balıkları alıyorsunuz, zeytinyağı ve iki kaşık deniz suyuyla (işin sırrı burada) haşlıyorsunuz. Yanında ölmeyecek kadar işlenmiş soğan, zeytinyağı ve limonlu bir salata. “Ben yapayım da yeme de yanında yat” diyor Murat. Öte yandan çeşit çeşit ot. Örneğin yumurta ve zeytinyağıyla kavrulan hafif acılı İzvinye. Haşlanarak hazırlanan kuşkonmazın yabanisi Asfaraça... “Ama” diyor Murat “Her otun bir zamanı vardır. Mevsiminde yiyeceksin” Her şeyin bir “zamanı” olduğu gibi tıpkı... reseleriyle ünlü Bor’da; 1530’da yapılan Şeyh İlyas Camisi, Selçuklu Merkez Camisi ve Kapalı Çarşı mutlaka görülmeli. Eski kilise, Tarihi Bor Hamamı ve Tren istasyonu da mimari yapısı ile dikkat çekmektedir. Şifalı Kemerhisar Kaplıcaları ve Okçu Suyu da Bor’un bildik zenginliklerindendir. Eski Bor pazarı, üzüm bağları ve meyve bahçeleri de ilçenin en belirgin dokusu olarak hala yaşıyor. Eski kerpiç yapılar, tek katlı bağ evleri de hala mesire yeri olarak ayakta durmaktadır. Bu bölge; Hitit, Sümer, Tuana, Asur, Frigya, Makedon, Doğu Roma, Tiyana, Sasani, Arap, Bizans, Karamanoğlu, Selçuklu ve Osmanlı yönetiminde kaldı. Bor tavası, mıhla, papara, gaygana, testi kebabı, ayak paça, tereyağlı tarhana çorbası, etli kuru fasulye ve tereyağlı bulgur pilavı, ayran, lahana sarma, kireçte kayısı ve kiraz reçeli, keçi yoğurdu gibi yemekleriyle ünlü Bor’da; taze sebze ve meyve de yiyeceklerin başında gelmektedir. Yeşil Bor’da Anadolu’nun değerli el sanatları da can çekişiyor, giderek kayboluyor. Özellikle keçeciler, debbağcılar, dericiler, semercilerpalancılar, çancılar, orakçılar, kürekçiler, yularcılar, nalbantlar, bıçakçılar, kökboyacılar, çarkçılar, seyyar berberler, kalaycılar gibi ata meslekleri bir bir yok oluyor. Bor’un sebze pazarı inişindeki sokakta bulunan bıçakçı İhsan Binay, semerci Vedat Dağeri, orakçı Duran Kılıç ve diğerleri, mesleklerinin son kalıntısı olarak; ata sanatlarının kendileriyle birlikte yok olacağından yakınıyorlar. Halı, şeker, şarap ve askeri fabrikada çalışan Borluların yanı sıra; halkın diğer kesimi de tarım, hayvancılık, el sanatları ve ticaretle geçinmektedir. Cumhuriyet döneminde daha bir yeşillenen Bor, Atatürk’ün bu bölgeyi ziyareti sonucu, bölgede var olan okuma alışkanlığı Ata’nın dikkatini çeker. Önce eşek ve at sırtında, sonra at arabası ve ilk minibüslerle yapılan gezici kütüphane çalışmaları, köylerde okuma yazma alışkanlığını iyice pekiştirmişti. dursun@dursunozden.com