Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ADIM ADIM İSTANBUL Turgay Tuna tunaturgay?yahoo.fr 10 ARJANTİN SULTANAHMET CAMİSİ Bundan 497 yıl önce Sultan III. Ahmet, gümüş kazmayı toprağa vurup muhteşem caminin temelini attığında ve de 9 Haziran 1617 tarihinde caminin açıldığı gün ilk namazı kılmak için saf tuttuğunda hiç aklına getirebilir miydi, gelecekte bir gün Haçlıların Papasının bu camide bir müftüyle birlikte yan yana durup, mihrap önünde dua edeceği! Evet, 500 yıla yakın bir zaman insanlık tarihinin en güzel yapılarından biri olarak dünya güzeli İstanbul’un tarihi yarımadası üzerinde bir dantel gibi süslü zarif minareleriyle göklere yükselen Sultanahmet Camisi, ilk temel taşının atılışından bu yana tarihine yazdırdığı onlarca olaydan bir yenisine, hatta en önemlisine sahne oldu..Televizyon ekranlarından, fotoğraflardan kare kare dünyaya verilen bu olay El Kaide’den fanatik Hıristiyanlara, laiklerden devrimcilere tüm insanlığa verilen bir mesajdı. Kısa ve özdü bu mesaj: “Hepimiz tek bir yaratanın çocuklarıyız.” Herkes gibi, Papa da hayran kalmıştı, mavinin tüm renkleriyle bezenmiş bu altı minareli camiye. Boşuna değildi, batılıların Mavi Cami adını vermeleri. Firuzeden deniz mavisine, kobalt mavisinden gök mavisine, mavinin tüm renkleri duvarlardaki 20 binden fazla İznik çinisi ve kalem işlerinden yansıyordu gözlere. Peki ya, Mimarbaşı Sedefkar Mehmet Ağa, düşünebilir miydi acaba, dünyanın dört bir yanından gelecek binlerce insanın bu muhteşem eseri büyük bir hayranlıkla gezip fotoğraflayacaklarını. 14 yaşında tahta çıkan Sultan I. Ahmet, her ne hikmetse, Fatih, Yavuz, Kanuni gibi yedi düveli dize getirmiş atalarının yaptırdıkları camilerden çok daha güzel, çok daha büyük bir cami yaptırmak istemiş, ama bu caminin Ayasofya’nın tam karşısında olmasını arzulamış. Sekiz yıl sürmüş cami ve külliyenin yapımı. İmareti, hamamı, arastası, sebilleri, medresesi, darüşşifası,türbesi ile dört dörtlük bir bütün oluşturmuş. Ne var ki, Sultan I.Ahmet, caminin açılışından beş ay sonra genç yaşında terki hayat eylemiş. İlginçtir, 14 rakamının önemli bir yeri vardır yaşantısında. 14. Osmanlı Sultanıdır. 14 yaşında tahta çıkmış,14 yıl tahtta kalmış, 14’ün iki katı olan 28 yaşında hayata gözlerini yummuştur. Bir matematik dehası olan Sedefkar Mehmet Ağa’nın cümle kapısından başlayan açı ve simetrilerindeki görkemlilik, merdivenlerle çıkılan avlu kapısına, oradan da şadırvan üzerinden kubbeye doğru yükselip, parıltılar saçan alemin tepesinde noktalanır. Osmanlı mimarisinin tek altı minareli camisidir Sultanahmet. Dört fil payenin üzerine oturtulmuş koskoca ana kubbe, öyle bir incelik ve zenginlik sergiler ki, adeta camiyi devleştirir. Sultanahmet Camisi ya da batılıların deyişi ile Mavi Cami, Osmanlı sanat ve mimarisini en üst noktaya çıkartan taç bir yapıdır. Tango: Şehvet ve şiddet müzik okulu öğrencisinin notaladığı tango Rio del Plata’nın çamurlu kıyılarındaki genelevler sokaklarına taşınmış, şehvet figürleri, argo kelimeleri ve kışkırtıcı ifadelerinden dolayı yasaklandığı ilk yıllardan sonra uzandığı Paris gece kulüplerinden dünyaya yayılmış. 1998 yılında da geri döndüğü anavatanında artık soylu bir kültür olarak yüzüncü doğum gününü kutluyor. Başka bir deyişle çamurlu La Boca sokaklarından görkemli salonlara yatay geçiş yapıyor. Başlangıçta tangoların çoğunda söz bulunmuyordu. Az sayıdaki sözlü tangolarda kırsal yaşam, hayatın talihsizlikleri, özlemler, kaçak aşklar anlatılıyordu. Ama çoğunlukla cinsel niteliğin içindeki şiddet ortaya dökülüyordu. Kimi zaman figürler kadınlar tarafından ahlaksız bulunduğu için erkek erkeğe dans edildi. Tango, kimi zaman da seksi figürlerinden dolayı neden ayakta yapılıyor diye sorgulandı. Başlangıçta romantizmden uzak olan tango, daha sonraları genç kadınların, şık giyinen serserilerin, yoksul liman işçilerinin, yaşlı kadın satıcılarının romantik dramı olarak ortaya çıkar. Dansçılar, dans ederken kendi anlayışlarına göre sevgiyi, kıskançlığı, ihaneti, ölümü anlatırlar. Tango, aynı zamanda kadını elde etmenin, elde tutmanın ve çalıştırmanın bir yoludur. Tangonun sözleri kabadayı ağzı ile hayat kadınlarının dostlarıyla ilişkilerini anlatır. Yazı ve fotoğraflar Bülent Demirdurak ehvet ve şiddet, ikiz kız karŞ deşler olarak dünyaya gelince adlarını tango koymuşlar. Ne var ki artık kız kardeşler ayrı yumurtadan çok siyam ikizleri gibi tek parça olarak görüntü veriyorlar. Tangonun nereden ve nasıl başladığı akıllara Karayib Adaları ile Güney Amerika’nın pampalarını çağrıştırsa da, bu dansın doğduğu yerin Buenos Aires’in gecekondu mahallelerinin karanlık sokaklarındaki batakhaneler olduğu kesindir. Buenos Aires’in boyalı teneke duvarlı evleri ile ünlenmiş, sokak ressamları ve dansçıları ile şenlenmiş La Boca mahallesinin tangonun ebeveyni olduğu kabul edilir. İlk tango orkestralarında kullanılan flüt, keman, gitar, mandolin, akordeon benzeri bandoneon ve daha sonraları da piyano ile zenginleşen enstrümanların maliyeti bile bu dansı yalnızca gitar çalan fakir insanların müziğinden farklılaştırır. 19. yüzyılın sonlarında bir