Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 İSKOÇYA İSKOÇYA 9 GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr BAOBAB KADAR ÖMRÜM OLSUN! Önce Baobab ağacını tanıştırayım: Afrika’nın güneyinde, Güney Afrika Cumhuriyeti, Zimbabve çevresinde çok yetişiyor. İnsan derisini andıran bir gövde yapısı var. Hani dokunsanız tepki verecek gibi. Beni en çok yaşı çekti; arkadaş 3 bin3 bin 500 yıl kadar yaşıyormuş! Çiçek açtığı dönemlerde, gece açar, gündüz kapatırmış. Çoğunun ortasında oyuk var. Yöre halkının söylediği o ki, eski çağlarda bu oyuklarda insanlar da yaşarmış. Zimbabve’nin siyasal başkenti Pretoria ile Zimbabve’nin başkenti Harare arası, 1100 kilometre. Bu yolu, yöre insanlarının kullandığı otobüsle aldım. En yakın arkadaşım da, işte anlattığım Baobab ağaçlarıydı. Yol boyu, kimi yerde orman gibi, kimi yerde küme küme karşıma çıktılar. Mola verdiğimiz yerlerde yanlarına gittim, dokundum. Hani tarih baba gibi duruyorlardı desem yeridir. Zaten, ‘‘Afrika’nın Uçlarında’’ kitabını yazarken, Afrika tarihinin önemli bir bölümünü onlar anlattı, ben kaleme aldım. Güney AfrikaZimbabve’de olduğum dönemde, ağaçların çiçekleriyle tanışamadım ama, onların binlerce yıl yaşamış olduğunu düşünmek bile insanı heyecanlandırıyor. Birine dokunurken, mırıldanmadan edemedim: ‘‘Baobab kadar ömrüm olsun. Şimdi sizlerle tanıştım ya, sizin 3 bin yaşınıza benimkini ekleyince 3 bin 36 yaşında sayılırım!’’ Afrika deyince, daha çok safari turları, yani hayvanları akla geliyor ama, ağaçları da o kadar incelemeye, araştırmaya, anlatmaya değer. Harare’de tanıştığım ağaçlardan biri de, gemi yapımında kullanılıyordu. Portekizliler bu ağacı keşfedince, çeliği, demiri her şeyi bırakmış, uzun yolculuklara katlanan gemilerinin çoğunu bu ağaçlardan yapmış. Bir baobab ağacına dönelim... Güney Afrika sınırını geçtikten bir süre sonra otobüsün verdiği molada yolcuların kimi tuvalete koştu, kimi restoran bölümüne. Benim de ilk dikkatimi, 3040 metre kadar ötedeki baobab ağacı çekti. Doğal bir refleksle, koşarak oraya doğru yöneldim. Otobüsteki tek beyaz bendim, yerli yolcuların zaten dikkatini çekiyordum. İniştebinişte, ayrıca yüzüme bakıyorlardı. Kimisi kendi arasında ‘‘İtalyan’’ diye fısıldıyordu. Ben ağaca doğru koşunca, birkaç yolcunun daha benimle birlikte hareket etmeye başladığını gördüm. Bir an duraladım. İngilizce derdimi anlatmaya çalıştım, ağaçların yanına gidip biraz dokunacağımı söyledim. Anlaştığımız söylenemez. Ama, anlaşmış olsak bile, ağaca doğru koşmayı, ne ölçüde anlarlardı bilmiyorum. Onları arkada bıraktıktan sonra yoluma devam ettim. Gerçekten 3 bin yıllık bir canlının önünde durmak, ona dokunmak, çok heyecan vericiydi. Bölgenin bir başka güzel ağacı da, jakarandalar... Baharda öyle güzel çiçekleniyorlar ki, ağaçta çiçekten başka bir şey görünmüyor. Onu da bir başka zaman anlatırım. Gezekalın! Bir şato kenti: Edinburgh Nena Çalidis dinburgh bir şato kenti... İskoçE ya’nın başkenti... Ve tabii ki Viski Müzesi’nin olduğu şehir... İnanılmaz estetik güzelliğe sahip binalarla dolu bu kentin bir diğer özelliği de şehre hakim Edinburgh Kalesi’nin olması. Şehrin en önemli yerlerinden biri olan Edinburgh Kalesi’ne girdiğinizde sizi ilk karşılayan şey İskoçya’nın İngilizlere bayrak açan ve daha sonra yakalanıp Londra’da idam edilen ve vücudunun her bir parçası bir tarafa savrulan William Wammace’nin (Cesur Yürek filminin kahramanı) ve yine İngilizlere yenilgiyi tattıran ulusal kahraman Robert the Bruce’un bronz heykelleri oluyor. Surlarla çevrili bu alanda görülmesi gereken bir diğer şey de İskoçya Savaş Anıtı. 1927 yılında açılan bu anıt 1. Dünya Savaşı’nda ölen insanlar için yapılmış. Heykel ve anıtlarla dolu bu şehrin sokaklarında gayda çalan etnik kıyafetli sokak müzisyenlerine rastlamak mümkün. Edinburgh’un dokusunun bozulmamasının nedeni iki şeye bağlı bir nüfusunun 500 bin olması bir diğeri de 2. Dünya Savaşı sırasında Büyük Britanya’daki diğer şehirlerin aksine buranın bombalanmamış olması. Bu sayede ‘‘eski şehir’’ dedikleri ve volkanik bir kayanın üzerine kurulmuş olan Ortaçağ Edinburgh’u tamamen ayakta kalmayı başarabilmiş Ortaçağ Edinburgh’u tepeden kalenin bulunduğu ve aşağı doğru Holyrood Sarayı’nı bağlanan ‘‘Royal Mile’’ adlı caddenin etrafında kuruldu. Bir de ‘‘yeni şehir’’ var. Yeni şehrin geçmişi 18. yüzyılda kurulmaya başlayan simetrik caddeleri, geniş bulvarlara dayalı. Bir de şehrin alışveriş kalbinin attığı Princess Caddesi’ni unutmamak lazım. Bu cadde adını Princess Park’tan alıyor. Edinburg’un en hüzünlü yeri şehrin tepesinde kurulmuş olan ve yarım kalan mabet. 1822 yılında Napolyon Savaşlarında ölenlerin anısına Atina’daki Pantheona özenilerek yapılmış fakat maddi yetersizlikler yüzünden 12 sütunla sınırlı kalan ve tamamlanamayan mabede ‘‘Edinburgh’s Disgrace’’ yani ‘Edinburgh’un Utancı’ deniliyor. Edinburgh’un bir diğer özelliği de bir festival şehri olması. Edinburgh Festivali, ‘‘Fringe Festivali’’ ve daha niceleri. Her yıl düzenlenen binlerce kültür sanat etkinliği şehre farklı bir renk katıyor. Bu arada unutmamak gerek şehrin sokaklarında pandonim ve sokak tiyatrosu gösterilerine rast lamak insana farklı bir keyif veriyor. Sokak tabelalarında ‘‘Hihg Street’’ olarak yazılan ve halk tarafından ‘‘Royal Mil’’ olarak adlandırılan bu cadde tam bir alışveriş tuzağı. Yaklaşık bir mil uzunluğundaki bu cadde üzerinde istediğiniz alışverişi yapma imkanı buluyorsunuz; ayrıca Camera Obscura. St. Giles Katedrali ve John Knox’un evini de ziyaret etmek mümkün. Her tür hediyelik eşya satan dükkanların içinde en ilgincı küçük boyutlarda satılan viskiler ve viskilere uygun baraklar oluyor. Da Vinci Şifresi’ni okumayanlar kitabın son bölümünde yer alan Roslin Sapel’ini hatırlayacaktır. Sinclair ailesi tarafından inşa edilen Roslin Sapel’i Edinburgh’a 10 kilometre mesafede. Edinburgh aynı zamanda dünyaca ünlü golf merkezi St. Andrews, St. Salvador Koleji ve Golf Müzesi’ne sahip bir şehir. Hatırlatmakta fayda var; Edinburgh yazılan bu şehir İskoçya’da ‘‘Edinbra’’ olarak okunuyor. calidis@yahoo.com