28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KÜLTÜR 19 lar artık. Soldaki bölümün duvarlarında çeşitli yarışmalarda derece alan çini tabak ve pano örnekleri ile 1921 yılına tarihlenen nefis bir çeşme kitabesi sergileniyor. Tarihteki ilk toplu iş sözleşmesi diyebileceğimiz ‘‘Fincancılar Anlaşması’’ 1766’da Kütahya’da imzalanmış. Orijinali Milli Kütüphane’de korunan belgenin bir kopyasına yakından bakmadan geçmeyin sakın. Devrin Kütahya Valisi Ali Paşa’nın gözetiminde yapılan anlaşmaya göre, 24 işyerinden başka işyeri açılmayacağı belirtilerek, bu iş kolunun geleceği güvence altına alınmış. Fincancı usta, kalfa ve çıraklarının yapacağı işler ve alacağı ücretlerin tek tek yazıldığı anlaşmanın maddelerine uymayanların ölüm cezasını aratmayan kürek cezasına çarptırılacağını öğrenince, Osmanlı’nın çini sanatına verdiği değer ve önemi bir kez daha anlıyorsunuz. Sanırız, işçiişveren ilişkisini resmileştiren anlaşmaların Avrupa’da bile yıllarca sonra yapıldığı bilinmekte. GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr devam ettiriyor. Ana mekanın solundaki bölümde, bir zamanlar Azim Çini Fabrikası’nda şehrin en güzel çinilerini üreten Rıfat Çini’nin müzeye bağışladığı koleksiyon ile bölgedeki çini sanatının piri kabul edilen Hafız Mehmet Emin’in gümüş mührü ve kendi eseri yekpare çini sehpa da gerçekten görülmeye değer eserlerden. Çiniciliğin tarihçesi ve yapım evrelerinin fotoğraflarla anlatıldığı bu bölüm, eğitim amacına da hizmet ediyor. Müzenin girişinde sağ taraftaki bölümde sergilenen en eski Kütahya çinileri, çini yapımında kullanılan hammadde ve boyalar, fırçalar, desen örnekleri bu sanatın nasıl uygulandığı konusunda etraflı bilgi veriyor. Bölüm, İznik çinilerinin en özenli örneklerini de bir arada görme imkanı sağlıyor. Kütahyalı çini ustalarının titizlikle gizledikleri, 17. yüzyıldan sonra da unutulan mercan kırmızısı artık sır olmaktan çıktı biliyorsunuz. Günümüzün çini ustaları eserlerinde en güzel kırmızıları kullanıyor PERDE PERDE ABANT Ankaraİstanbul yolunun Bolu’dan İstanbul’a çıkışında sola baktığınızda yemyeşil perdeler görürsünüz. Bu perdelerin hemen ötesinde göl olduğunu düşünmek duraklatır insanı. Yeşil perdelerin arkasında göl saklı... Bakınca orada kalır insanın aklı. Sola sapıp 25 kilometrelik yolu almaya başlarsanız, artık bambaşka bir dünyadasınız. Hemen yanda kıvrıla kıvrıla akan derenin sesi olmasa, ağaçlardan yüzünü görmeniz olanaksız. Birkaç kilometre sonra tırmanmaya başladığınızda artık karşınızda desenli dağ perdeleri vardır. Yeşilin bütün tonlarına sarı da eklenmiştir. ‘‘Aman tanrım, mevsimlerden bahar, sarı da ne’’ demeyin, burada ağaçlar sarı tomurcuklanıp renk renk yeşile dönüşürler. Abant gölüne ulaştığınızda önce şaşırırsınız. Abant Abant dedikleri bu mu dersiniz. Gölün etrafında tura koyulduğunuzda yol başındaki perdelerin daha da narinleştiğini, sıklaştığını görürsünüz. Abant Gölü’nün bir gün içinde onlarca yansımasını görebilirsiniz. Her ışık açısı Abant’a ayrı bir görüntü verir. Bir bakmışsınız dağlar gölün üstüne düşmüş... Aaa o da ne, bulutlar gölde mi yüzüyor... Gölün kuruyan yerleri yarı bataklık sazlık, insanı hüzünlendirmiyor değil. Başınızı gölden alıp dağa çevirdiğinizde iç içe çam, kayın, gürgen ağaçları perdeler önünüzü. Aralarında yürümek ne güzeldir. Ayağınız toprağa değil, hep yaprağa değer. Sarı yapraklar toprağın döşeği, öylesine yumuşak karşılar insanı. Bir de ses perdeleri, yani kuşlar. Onlar da rüzgarın ağaçlarla dansına katılıp kocaman bir orkestraya dönüşüverirler. Yüzölçümü bir kilometreden biraz fazla olan gölün etrafındaki tur kısa mı sürdü! Binin bir ata... Çevirin yukarıya burnu... Ver elini Mudurnu... Gezekalın...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle