10 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S TRATEJİ C S yaşanmıyordu. Ortadoğu’nun artık kriz boyutunu aşmış gelişmelerini bir yana bırakırsak, bağımsızlığını dünya ülkelerinin çoğuna kabul ettirmiş olan Kosova, milli marşını seçmek için yarışma açmış, Güney Osetya ve Abhazya parlamentolarından da birbiri ardına "Kosova gibi" bağımsızlıklarının tanınması talebi gelmişti. Haliyle, Kıbrıs’taki görüşmelerin Kosova’nın yarattığı "tanınma talebinin zamanı geldi" etkisini, soğutma amacı taşıyıp taşımadığı şüphesi de göz ardı edilemezdi. Ne de olsa, bir KosovaKıbrıs karşılaştırması ve sorunların benzerliğine rağmen işaret edilen çözüm yöntemindeki ciddi farklılığının bir nevi çifte standart olup olmadığı tartışmalarına dünya kamuoyunun da sessiz kalamadığı bir dönem söz konusuydu. Açıkçası Rum yönetiminin dünyaya servis ettiği "Kıbrıs Sorunu, işgal sorunudur. 1974’de Türk askerinin Ada’ya çıkması ile bölünme gerçekleşmiştir" şeklindeki tanımlamanın, "74’deki harekatın Rumların 63’den 74’e sürdürmekte olduğu Türk katliamı başka yollarla engellenemediği için Garantörlük Anlaşması’ndaki esaslara uyularak gerçekleştirildiği ve Kıbrıs Sorunu’nun esasen bir katliam sorunu olduğu" hatırlatmasıyla tamamlanmasının tam sırasıydı. 2004 referandumu ardından oluşan "altın fırsat" bir kez daha Kosova’nın bağımsızlığı dolayısıyla canlanmıştı ancak 2004’de olduğu gibi 2008’de de fırsatlar değerlendirilemedi. Bu noktadan bakıldığında, HristofyasTalat görüşmesinin içeriği henüz incelenmeden bile, gelişmeler Rum kazanımını işaret etmektedir. devralırken Türkler için "azınlık" vurgusu yaparak "siyasal eşitliğin" söz konusu olmayacağını belirtmişti. Ada’daki birlikte yaşama ihtimalini yok eden katliamlar dönemindeki Rum zihniyetinde bugün de bir değişiklik olmadığını anlamak için kuşkusuz bu açıklama yeterlidir. Katliamların nedeni de, bunca yıldır Ada’da bir çözüm yaratılamamasının nedeni de "siyasal eşitliğin" reddiydi. Öte yandan Doğrudan Ticaret Tüzüğü’ne de karşı çıkan Hristofyas’ın Kıbrıs Türklerine herhangi bir izolasyon uygulanmasının söz konusu olmadığını iddia ederek ticaret yapmak isteyenlerin GKRY’nin "yasal deniz ve hava limanlarından" yararlanabileceğini açıklaması da başlangıçta sorduğumuz ikinci sorunun cevabıydı. Böylece egemenlik anlayışı bakımından da Rum muhatabın niyeti ortaya konulmuştu; "çözüm", Rum egemenliğinin Ada’nın tamamına yayılmasından başka bir anlama gelmiyor. O halde müzakerelerin Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını da dikkate alan bir zeminde başlatılması söz konusu olamayacaktı. Yeni dönemin ve yeni müzakerelerin özeti: "Papadopulos zihniyeti devam etmektedir". Dahası ENOSİS’in politik mücadeleyle kazanılacağını söyleyen Hristofyas’ın, Makarios’un yeni varisi olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Hristofyas’ın tutumu ortadayken 21 Mart görüşmesinin "Nihayet barış, işte çözüm" olarak değerlendirilmesinin sebebi ne olabilirdi? Öncelikle belirtilmeli ki "çözüm yakındır" seslerinin nerelerden geldiği de son derece önem arz ediyor. Öte yandan Hristofyas ve Talat’ın partileri AKEL ile CTP arasındaki ideoloji ve dünya bakışı benzerliği, görüşmenin ardından yalanlamalardan ziyade birbirini tamamlayan açıklamaların gelmesi elbetteki ilk etapta "aynı dili konuşma" becerisinin gösterilebileceği izlenimi yaratıyor. Görüşmeden çıkan somut sonuçların da bu izlenimi perçinlemesi gerekir. Görüşmeden bir uzlaşı kararının çıktığı vurgusu yapıldı; uzlaşı üç temel unsurdan oluşuyordu: ? Güven arttırıcı tedbirler üzerinde çalışmak üzere 7 teknik komite ve sorunun temel konularını ele almak üzere de 6 çalışma grubunun kurulması, ? Liderlerin komite ve grupların çalışmalarını gözden geçirmek ve bu çalışmaların sonuçlarını kullanarak, BM Genel Sekreteri'nin himayesi altında kapsamlı müzakerelere başlamak için 3 ay sonra bir araya gelmeleri, ? Lokmacı Kapısı’nın açılması ve kullanılmaya başlanması. Üzerinde uzlaşıya varılan maddelere bakıldığında, çözüm ihtimalinden bahsedilmesinin üç aydan önce mümkün olmayacağı ve mevcut koşullarda görüşmenin somut sonucunun Lokmacı Kapısı’nın açılması olduğu anlaşılıyor. Temel konulardaki belirsizlik ise sürüyor. Örneğin Türkiye’nin Annan Planı’nın zemin teşkil etmesi gerektiği sözleri Yunanistan’da reddediliyor. Uyumsuzluk Ada’daki görüşmecilerin söylemlerine de yansıyor. Hatta tek bir taraf bile kendi içinde çelişkili duran bir yaklaşım sergileyebiliyor. Tıpkı Hristofyas’ın Annan Planı’nın temelini teşkil eden kimi maddeleri barışın ön koşulu kabul etmekle birlikte söz konusu planı zemin olarak kabul etmeyeceğini de ifade etmesi gibi. Öte yandan 8 Temmuz Mutabakatına atıfta bulunulmamasına rağmen mutabakatın teknik komite ve çalışma gruplarının kurulması şeklindeki maddesinin 21 Mart görüşmelerine damgasını vurması da benzer bir yaklaşımın uzantısı gibi görünüyor. Açıkçası bu, geçmişte üzerinde uzlaşı sağlanmış kimi anlaşma, görüşme ya da mutabakat maddelerinden Rumların temel hedeflerine uygun olmayanların ayıklanması ve TRATEJİ 13 Kıbrıs’ta yeni dönemde yükseltilen beklentilere karşın değişen bir şey yok… Papadopulos’un ideolojisine devam Gözde KILIÇ YAŞIN TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] ürkiye’nin derin bir krize doğru sürüklenmekte olması gündemin ana maddesi haline geldiğinde, kimi kanun değişikliklerinin ya da kimi yapısal değişimlerin, toplumun dikkatinden kaçırıldığını düşünmemek mümkün değil. Azınlık Vakıflarına ilişkin yeni düzenlemeler, şeker ve tütün yasasında olduğu gibi maden yasasındaki değişiklikler de, petrol arama ve ruhsat vermeye getirilen yeni kriterler, toprak satışına ilişkin yeni düzenlemeler, TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, Telekom özelleştirmeleri, tabana inebilen bir tartışma ve değerlendirme yapılamayacak denli puslu havalarda oldubittiye uğramıştı. Son günlerde yaşadığımız "kriz", sadece Sosyal Güvenlik Yasa tasarısını gölgelemiyor. Bu dönem, aynı zamanda Kıbrıs’ta üzeri tam açılmamış, yönü henüz netlik kazanmamış "yine, yeni, yeniden" başlatılan görüşmeler sürecine de denk geldi. Rum Yönetimi’nin taze Başkanı Dimitri Hristofyas ile KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, beklenen büyük buluşmayı nihayet 21 Mart’ta gerçekleştirdi. Lefkoşa’da BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi ve BM Barış Gücü (UNFCYP) Misyon Şefi Michael Moller’in ara bölgedeki ikametgâhında gerçekleşen TalatHristofyas görüşmesi ardından verilen mesaj "uzlaşı" idi. Dahası BM Genel Sekreteri Siyasi İşler Yardımcısı ABD’li diplomat Lynn Pascoe’nun Genel Sekreter’e "spesifik öneriler"de bulunmak üzere Hristofyas ve Talat ile buluşmak ve ikilinin gerçekleştirdiği görüşmeden çıkan kararların "özlü müzakerelerin" başlatılmasına katkısını değerlendirmek üzere Kıbrıs’a ayak basması da işin ciddiyetini Hristofyas ve Talat... T Kosova’nın bağımsızlığının domino etkisi yaratmayacağının mesajı Kıbrıs’ta verilmeye çalışılıyor. Kafkaslardan sürekli bağımsızlık yanlısı girişimler gündeme gelirken, Kıbrıs’ta uzun süredir birbirinden ayrı yaşayan iki egemen toplum zorla birbirine yapıştırılmaya çalışılıyor. gösteriyordu. Moller’in yıllardan beri ilk kez çözüm ihtimalinin doğduğunu ifade etmesi ise görüşmelere ilişkin genel bakışı özetleyen bir yorum. Alithia gazetesinde yer alan "İlk defa dört karar alma merkezinde de çözüm konusunda siyasi irade bulunduğuna"(1) ilişkin yorum da neden bu dönemin yeni bir dönem olarak algılandığını özetliyor. Buna göre "Diğer üç anahtarın hali hazırda kilidin önünde asılı durduğu pratikte kanıtlanmıştı" ve Hristofyas eksik olan dördüncü anahtarı getirmişti. O halde bugüne dek çözümün önündeki engellerden biri olan Türkiye ve Yunanistan’ın uzlaşmaz tavrı, Erdoğan ve Karamanlis iktidarları ile aşılmıştı; ardından KKTC 1. Cumhurbaşkanı Denktaş’ın bertaraf edilmesi ile üçüncü anahtarın teslimi de mümkün olmuştu. Hristofyas iktidarı ise Voltran’ı oluşturacak eksik parçayı tamamlamış ve artık "çözüm" önünde tek bir engel dahi kalmamıştı. Kuşkusuz ki bu bakış açısı, Kıbrıs’taki bölünmüşlüğü Türk tarafının durumunu güçlendirmeden sürdürmek niyetindeki ana aktörleri, bir başka deyişle sorunun okyanus ötesi taraflarını görmezden gelme niyeti taşıyor. Aynı şekilde Kıbrıs sorununu bugünlere uzatan tarafların "çözüm" algılamasında tezatlıklar olduğu da söz konusu yaklaşımda ihmal ediliyor. Kıbrıs’ta tarafların tekrar masaya oturduğu Mart ayındaki kriz tetikleyici olaylar sadece Türkiye’de Rum kesiminin yeni lideri Hıristofyas, Talat’la aynı ekolden geliyor ve görüşmeler sonucunda en azından ‘aynı dili konuşuyoruz’ izlenimi için gayret gösteriliyor. Hıristofyas’ın çözüm yanlısı olduğu yönündeki propaganda ise Rum ideolojisini örtmeyi amaçlıyor. geriye kalan kısım üzerinden yeniden müzakere başlatılmasından başka bir anlama gelemez. LOKMA LOKMA BARİKAT Görüşmelerin tek somut sonucu olan Lokmacı Kapısı’nın açılması, kuşkusuz ki kapsamlı çözümün parçası olarak değerlendirilebilecek bir gelişme değil. Ancak anlaşılıyor ki Hristofyas, bu güne dek Rum tarafının engellemeleri nedeniyle açılamayan Lokmacı Kapısı’nın açılmasını kabul etmekle "uzlaşmacı" bir tavır sergileyeceği izlenimi yaratmak istemektedir. Hatta "uzlaşmacı" kimlik görünümü de, Lokmacı’daki Türk askerinin geri çekilmesi talebinin redde uğramasının sessizlikle karşılanması suretiyle süslenmek isteniyor. Halbuki zaten "egemenliğin devri" ne 8 Temmuz’un ne 21 Mart’ın görüşme konusu olabilecek bir husus değildi. Kaldı ki, Papadopulos döneminden kalma bir mesele olması, Lokmacı Kapısı’nın açılmasını "çözüm"ün bir işareti olarak kabul etmeye elverişli kılmaz. Lefkoşa’da zaten Ledra Palas ve Metehan gibi iki kapının bulunması, Lokmacı Kapısı’nın başlı başına bir değişiklik yaratmayacağını göstermesi bakımından önemli. Ancak kuşkusuz ki Lokmacı Barikatı’nın aşılması bir prestij sorunudur; hem Talat hem de Hristofyas için. Hatırlanacağı üzere KKTC Cumhurbaşkanı Talat, yine "geçiş sağlansın" diye kendisi tarafından yapılmış olan Lokmacı Köprüsünün "geçiş yapılmadığı" gerekçesiyle sökülmesine karar vermiş ve bu girişiminin Papadopulos’dan karşılık göreceği ve Rumların geçişini sağlamak için yeni bir kapı açılabileceği beklentisine girmişti. Halbuki Papadopulos, Lokmacı Köprüsü’nün yıkılmasını "zaten yasa dışı olan bir köprünün kaldırılmasının iyi niyet jesti olarak algılanmasının mümkün olmadığı" şeklindeki sözleriyle cevaplamıştı. Bu anlamda, Kıbrıs’ta çözüm sağlama vaadiyle iktidara gelmiş olan Talat açısından nihayet prestijini yükseltebileceği bir fırsattır Lokmacı. Öte yandan Lokmacı Kapısı’nın açılması Hristofyas’ın bir tavizi ya da iyi niyet göstergesi olarak lanse Orgeneral Büyükanıt’ın KKTC ziyaretinden... ÇÖZÜM OLANAKLI MI? Tarafların 21 Mart buluşması, BM Genel Sekreteri gözetiminde tam teşekküllü müzakereleri başlatma potansiyeli nedeniyle şüphesiz son derece önemliydi. Hristofyas’ın görüşmelerdeki tutumu, yeni dönemde Rumların çözüm anlayışında herhangi bir değişiklik olup olmadığının da göstergesi olacaktı. Yani 1960 Anayasası’nın sağladığı eşit yönetim esasları kabul edilecek mi, Ada’nın tamamına Rum egemenliğinin yayılabilmesi çözümün ana kriteri olarak ön planda tutulmaya devam edecek mi sorularının cevaplarına görüşmelerin satır aralarında rastlanabilecekti. Bu aynı zamanda Türkleri azınlık kabul eden Rum dayatmasından ve Ada’yı Rumlaştırma idealinden vazgeçilip geçilmediğini de gösterecek tarihi anlardan biriydi. Adil ve kalıcı bir çözümün kayıp dördüncü anahtarının, gerçekten de Hristofyas’ın cebinde olup olmadığı artık ortaya çıkacak demekti. Nitekim Hristofyas, 28 Şubat’ta "Kıbrıslı Türklerin haklarının yeniden tesis edilmesinin Kıbrıslı Rumların, Maronitlerin ve Latinlerin hakları aleyhine olacak şekilde gerçekleşmesinin mümkün olmadığı" açıklamasını yaparak ilk soru üzerindeki belirsizliği kaldırdı. Açıklama, herhangi bir çözüm girişiminde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Kıbrıs Türk halkına tanıdığı eşit statülü kurucu ortaklık hakkının(2) iadesine razı olmayacaklarından başka bir anlama gelmiyor. Böylece Hristofyas daha başkanlık görevini edilmekle Rum liderin imajı da iyileştirilmiş olmaktadır. Pratikteki tek sonucu Lokmacı Kapısına açılan caddenin bir çıkmaz sokak olmaktan çıkması ve bölge esnafı için bir içi boş bir hareketlilik sağlama ihtimali olmasına rağmen yeni bir kapının daha açılıyor olmasıyla kuşkusuz ki "yeni dönemde çözüm kesin" mesajı perçinlenmiş olacaktır. Bugün Lokmacı Kapısı’nın açılması bir anlamda Talat’ın Rumlara uzattığı dost elin Hristofyas tarafından tutulduğu mesajını da taşıyor. Bunun altında ise Kosova’yı bağımsızlığa götüren "hiçbir konuda uzlaşı sağlanamaması ve bir arada yaşamanın imkansızlığı" unsurlarının Kıbrıs’ta söz konusu olmadığı şeklindeki ikinci bir mesajın verilmekte olduğunu da kabul etmek gerekir. Doğrusu, hem 21 Mart’ta gerçekleştirilen hem de önümüzdeki Temmuz ayında yapılması planlanan görüşmelere ilişkin sağlıklı bir yorum yapılabilmesi için öncelikle Rumların çözüm ile ne elde edecekleri sorusunun cevaplanması gerekiyor. Sahip olduğu hukuki ve siyasi avantajları dikkate alan Rum yönetimi, bir adım dahi geri gitmeden kendi perspektifi ile işin içinden çıkmak arzusundadır mutlaka. Açıkçası Ada’nın tamamını temsil ettiğini iddia eden ve ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ adını taşıyan bir yönetimin adil ve kalıcı bir çözüm çerçevesinde egemenliğini azınlık olarak gördüğü bir toplumla paylaşmaya razı olması, gerçekleşmesi imkansız bir temenni olurdu. O halde Rumların çözüm anlayışının Türk kesimindeki beklentilerle hiçbir şekilde örtüşmeyeceği, Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarını da dikkate alan bir müzakere zemininin bu şartlar altında oluşturulamayacağı açıktır. O halde, son gelişmelerin özeti de "Kıbrıs’ta yeni hiçbir şey yok" olacaktır. Dipnotlar: 1 Pambos Haralambus, "Dördüncü Anahtar", Alithia, 27 Mart 2008 2 1960 Kıbrıs Anayasası’nda, cumhurbaşkanı yardımcısının ve 10 bakandan 3’ünün Türk, Temsilciler Meclisindeki milletvekillerinin yüzde 30’unun Türk, yüzde 70’inin Rum ve kamu görevlilerinin her kademede yüzde 30’unun Türk olması öngörülmüştür.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle